Yüsra Sukaya ve bir cinayet ortaklığı – Fadile Yıldırım *
Yüsra Sukaya ve bir cinayet ortaklığı – Fadile Yıldırım *
Yüsra Sukaya ve bir cinayet ortaklığı – Fadile Yıldırım *
Bir 8 Mart’ı daha geride bıraktık, bize yeniden hatırlattıklarıyla birlikte... "Günün 364 günü bizim, hadi bugünde sizin olsun" diyen bakışların altında bir kez daha yürüdük.
Alanlardaydık, sokaklardaydık. Bağırdık, çağırdık, sesimiz duyulsun istedik. Biz bağırıp, ellerimizde öldürülmüş kadınların fotoğraflarını taşırken başka kadınların ölüm haberleri düştü çetelelere...
31 yaşındaki Yüsra Sukaya eşi Mehmet Sukaya tarafından bir 8 Mart günü öldürüldü. Biz yürürken, Yüsra Sukaya gibi milyonlarca kadın kendi trajedileriyle boğuşuyordu. Biz kadınlar bir günlüğüne de olsa 'ne kadar da çok sevildiğimizi', 'ne kadar da çok değer gördüğümüzü' öğrenirken acaba kaç kadın daha Yüsra Sukaya gibi aramızdan ayrılıyordu? Ne de olsa 'çok sevildiğimiz' ve 'değerli olduğumuz için' bir kez daha vuruluyorduk.
Ve maalesef biz bir 8 Mart’ı daha geride bırakırken, dünyada bir çok kadın Yüsra Sukaya gibi haykırmak için çabalarken, yaşamını değiştirmek istemenin bedelinin kendi canı olduğunu son nefesini verirken öğreniyordu...
Dünyanın herhangi bir coğrafyasında kadınlar, biz bağırıp çağırırken o vücudundaki yaraları, ağrıları dindirmeye çalışacaktı..Ve belkide dövüldüğü için, tecavüze uğradığı için utanacak ya da kendinden nefret edecek, kendini 'kirlenmiş' gibi görecekti...Ya da namus adına öldürülmeyi bekliyecekti. Gerçeklerin hükmü böyle icra edecekti...
Öfkemiz yetmedi...
Biz bir 8 Mart’ı daha geride bırakırken, Yüsra Sukaya'da dünya üzerinde her üç dakikada bir öldürülen kadınlar çetelesine eklenecekti. Bizim tepkimiz ve gücümüz bu katliamların önüne geçmeye yetmedi. Kadın katillerini korkutmadı bizim öfkemiz.
Çünkü onlar tıpkı Mehmet Sukaya gibi şiddetin her türlüsünü uygularken dayanacakları bir yerlerin olduğunu çok iyi biliyorlar. Onlar biliyor ki; yaptıkları herşey geleneksel toplumun, erkek egemen zihniyetin koruması altında. Onlar biliyorki; 'namus', 'tahrik', 'öfke' adına geleneksel toplum yani biz onları kollayacağız. Kadına şiddet uygulayan adam biliyor; dayanacağı bir gerici odak varsa onlar kadınları dövmeye, aşağılamaya, iradesizleştirmeye, horlamaya, öldürmeye devam edecek. Bazılarımız tutum alırken, bir başkamızda arka çıkacak, 'sen haklısın' diyecek. Ve çepeçevre bilcümle erkekler 'erkeği buna iten mutlaka haklı bir sebep vardır' diyecek. Sadece demeyecek aynısını yapmak için kendisine zemin hazırlayacak. 'Namusunu kurtardı' derken kendi namussuzluk dayanaklarını oluşturacak ve Mehmet Sukaya gibileri böyle ayakta kalmaya çalışacak.
Birileri karşısında dururken, birileride sürekli sırtını sıvazlayacak. O kadınlar dövülürken, aşağılanırken ya da öldürülürken kapı komşusu olarak görmemezlikten gelecek. Ya da 'çocukların için katlan' diyecek. Tam da öldürüldüğü koşullara geri gönderilecek. En iyi düşünenlerimiz 'kaderdir, başa gelen çekilir' diye telkinde bulunacak. Kadın biraz daha koşulları zorlarsa, tepki gösterirse hemencecik 'bu kadın bunu hakediyor, dili pabuç gibi' diyecek. Belki de çoğumuz yaşanan bu kadın kıyımı karşısında sessiz kalarak destekleyecek, yapanlara kendi cephemizden güç sunacağız. 'ben geliyorum' diyen cinayetin ayak seslerine kulaklarımızı ve yüreğimizi kapatacağız.
Ölümü kendi içinde üreten zihniyet
Kızkardeşini, annesini veya 'karısını' bıçaklayan, kurşunlayan, öldüren Mehmet Sukaya gibi adamlar biliyor ki; "O kadın namussuzluk yaptı, namusumu temizledim" dediğinde, tüm hareketler ve bakışlar değişecek. "Eğer namus içinse o zaman durum değişir" denecek. Öldüren haklı çıkacak, duyanlar ise “Vay be ne kahraman adammış, namusunu ayaklar altına almadı, alnı ak adammış" diyecek... Bu zihniyet şiddeti ve ölümü kendi içinde üretmeye devam edecek.
Neden mi? Çünkü sen, ben, bizden, sessiz kalan herkesten, destekleyen büyük çoğunluktan güç alıyorlar. Babası, ağabeyi, 'kocası' veya herhangi bir erkek tarafından şiddet gören bir kadın oturduğumuz mahallede veya şehirde, yan komşumuzken veya akrabamızken biz o kadını yaralayan, yaşamını parçalayan o adamlarla her karşılaştığımızda hala 'merhaba' deyip selam veriyorsak... Bu tür adamlar 'yurtseverlik' adına halkımızın kendini örgütleme zeminleri olan derneklerimize gelip elimizi uzatıp, utanmadan, sıkılmadan bir 'merhaba’ da biz veriyorsak...Akşam olduğunda kadınların çığlıklarını duyduğumuz halde, duymamazlıktan gelip, başımızı yastığa koyup hiçbir şey olmamış gibi yatabiliyorsak... "Orada şiddet gören bir kadındır, yanında olmalıyım, şiddetin özeli olmaz' diyerek kapısını çalıp, o erkeğin karşısısnda duramıyorsak...O kadının yanında her koşulda olduğumuzu gösteremiyorsak ne kadın olarak ne de insan olarak şiddetin karşısında olduğumuzu iddia edemeyiz. Biz o kadını duymuyorsak neden o kadın bizi duysun ki? Ve neden şiddet uygulayan bizden çekinsin ki? Bizi karşısında bulsun ki?...
Kaçımız tavır alıyoruz?
Tıpkı Mehmet Sukaya gibi eşine şiddet uyguladığı için toplumdan dıştaladığımız erkekler var mı gerçekten? Kaçımız onlara karşı tavır alıyoruz? Eşine her türlü şiddeti uygulayıp, sonra hiçbir şey olmamış gibi, göğsünü gere gere gelip aramızda dolaşabiliyorlarsa, tabiki şiddetin önüne geçemeyiz. Çünkü biz onları içimizde yaşatmaya devam ediyoruz. Hiçbir şey olmamış gibi...
Kendine "Yurtsever, demokrat ve devrimciyim ve bu mücadele bir toplumsal değişim mücadelesidir" diyen ortamlarımızda kadın dönük yaşanan her türlü gericlik karşısında uzlaşmadığımızı, üstünü kapatmadığımızı, "ayıplarımız bizde kalmasın" diyerek dokunduğumuzu kim iddia edebilir ki? Kadın, aile ve şiddet eksenli yaşanan toplumsal sorunlarla karşılaştığımızda, yarattığımız geri dengelere dayanarak seçtiğimiz ve ilk feda ettiğimiz kurbanın kadın olmadığını kim söyleyebilir ki?
Yüsra Sukaya artık yok. O ve onun gibi binlerce kadın her türlü ortak geriliklerimizin kurbanı olarak yoklar...Eşi Mehmet Sukaya camilerde vaaz veren bir melle. 'Allahın verdiği canı bir tek alllah alabilir' prensibini en iyi bilenlerden olması gerek. Erkeğin kadın sözkonusu olduğunda Allaha şirk koşmasını ve kadının canını almasını nasıl açıklayacağız? Ahlaki bozulmanın en uç örneği olan bu gerçeklik karşısında islam aleminin bir açıklama yapması gerekmiyor mu? İslam inancını da zan altında bırakan bu gerçeklik karşısında kendilerine islamın temsilcileri diyen yapıların tek bir açıklama dahi yapmamaları, hatta olayın üstünü kapatmaya çalışmaları düşündürücü değil midir? O zaman bu tavırsızlığımız, sessizliğimiz bu vb. cinayetlere çağrı niteliğinde değil midir? Hiçbir tavrımız yoksa katillerden ne farkımız kalır ki?
Evet, tavır takınmadığımız müddetçe bedel ödemeye, acı çekmeye, trajediler yaşamaya devam ederiz. Biz hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam ettiğimiz sürece kadınlar kendi yaralarını gizlemeyede devam edecekler. Şiddet uygulayanlar başını önüne eğip “utanıyorum yaptığımdan dolayı” demediği müddetçe utanan hep biz olacağız, ya da utanma gereği duymadan kanıksayacağız... Toplumsal geriliklerine karşı cinsiyet özgürlükçü devrimini yapamayan hiçbir toplumun ‘savaş koşulları aşılıp barış’ olsa dahi kölelikten kurtulamadığını tarih bize sayısız örnekleriyle anlatmaktadır.
Tam da bunun için tavır takınmazsak bir tetiği ya da baskının herhangi bir biçimini ensemizde demoklesin kılıcı gibi her an hissedecek ve bu cehennemi psikolojiyle yaşayacağız. Bu yüzden geç olmadan, bir kez daha şiddete karşı nasıl bir tutum sahibi olduğumuzu sorgulayalım. Çünkü bugün kulaklarımızı kapattığımız çığlıklar yarın bizim çığlığımız olabilir...
* Yeni Özgür Politika gazetesinden alınmıştır