Zor ve önemli kongre

Dikkat edilirse, HDP kongresinin önünde çok zor, ama bir o kadar da tarihi öneme sahip görevler bulunmaktadır.

Halkların Demokratik Partisi-HDP Yönetimi 11 Şubat 2018 günü olağan kongre yapacağını açıkladı. Kongre öncesinde de geniş kesimlerin görüşlerini almayı hedefleyen bir dizi konferans yapılıyor. Yine cezaevinde rehine tutulan Eşbaşkan Selahattin Demirtaş’ın kongrede aday olmayacağını açıklaması parti içinde yeni bir eşbaşkanlık tartışması başlatmış bulunuyor. Belli ki topyekûn faşist saldırıya karşı direniş gibi çok yoğun ve zorlu bir mücadelenin yürütüldüğü ortamda söz konusu kongre yapılıyor. Yine HDP’yi çok zor ve tarihi öneme sahip görevler bekliyor. Bu nedenle HDP’nin 11 Şubat kongresinin çok zor bir kongre olacağı açıktır. Ancak zor olduğu kadar tarihi öneme sahip bir kongre olacağı da tartışmasızdır. Belli ki HDP zoru başarmak zorundadır.

HDP’nin 7 Haziran 2015 genel seçimini kazanan tek parti olduğu hiçbir zaman unutulmamak durumundadır. Tayyip Erdoğan Yönetimi, iç ve dış faşist gerici çevrelerin desteğini alarak 1 Kasım 2015’de HDP’yi barajın altında bırakmak için tüm gücünü harcamış olmasına rağmen, bunda başarılı olamamış; HDP 1 Kasım sözde seçiminde de yüzde onbirin üzerinde oy alarak meclisin üçüncü partisi olmayı başarmıştır. Eşbaşkanları da dahil on civarında milletvekili tutuklu olmasına ve altı milletvekilinin de milletvekilliği düşürülmüş bulunmasına rağmen, HDP hala meclisin üçüncü partisidir ve faşizme karşı demokratik siyasi direnişi yürüten güçtür. Dolayısıyla antifaşist direnişte ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesinde HDP’nin büyük bir misyonu vardır. Bu nedenle HDP’nin 11 Şubat kongresi çok önemli bir siyasal olaydır.

Diğer yandan, HDP kongresinin yapılacağı günümüz koşulları hem dünya ve bölge açısından, hem de Türkiye ve Kürdistan açısından baş döndürücü siyasal ve askeri olaylara sahne olmaktadır. Öyle ki, çoğu kez bir günde iki defa siyasal durum değerlendirmesi yapılmak zorunda kalınmaktadır. Ortadoğu’da yaşanan Üçüncü Dünya Savaşı’nın İran sınırları içine de yayılacağı konusunda çok güçlü belirtiler vardır. Türkiye zaten bir süredir söz konusu savaşın ortasındadır. AKP-MHP faşizmi bir yandan söz konusu savaş koşullarına dayanarak, bir yandansa topyekûn faşist özel savaş saldırısını en kaba ve ince yöntemleri bir arada kullanarak yürütme temelinde ömrünü uzatmaya çalışmaktadır. Öyle ki, mezarlıklara saldıracak kadar ahlak ve hukuk kurallarından uzaklaşmış bir faşist saldırganlık söz konusudur. Türkiye halklarının, kadınlarının ve gençlerinin geleceği ciddi bir tehdit altındadır.

Söz konusu topyekûn faşist saldırganlık özellikle 24 Temmuz 2015 tarihinden bu yana en üst düzeyde yürütülmüştür. Dolayısıyla yürütülen topyekûn faşist saldırganlığa karşı topyekûn devrimci-demokratik direnişi örgütleme ve yürütme görevi ortaya çıkmıştır. Öyle ki, “Direnmek Yaşamaktır” deyiminin tüm boyutlarıyla geçerli olduğu bir süreç yaşanmıştır. Aynı süreç Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğünün azgın saldırıları altında bugün de devam etmektedir ve faşizm yıkılıncaya kadar da devam edeceği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla tüm devrimci-demokratik güçlerin önünde AKP-MHP faşizmini yıkmak gibi tarihi bir görev ve sorumluluk durmaktadır.

Antifaşist demokratik siyaset alanının ortasında duran HDP’nin olağan kongresi işte bu ortamda ve koşullarda yapılmaktadır. Bir defa kongrenin sağlıklı ve güvenlikli yapılıp yapılamayacağı sorunu vardır. Bu kadar azgın faşist saldırının hüküm sürdüğü bir ortamda, eğer çok iyi örgütlenmez ve yönetilmezse, o zaman her türlü faşist saldırıya ve provokasyona maruz kalınabilir. Diğer yandan, özellikle 7 Haziran 2015 genel seçiminden bu yana geçen sürecin demokratik teamüllere uygun olarak doğru ve yeterli bir biçimde değerlendirilmesine ihtiyaç vardır. Öyle ki, tutarlı ve cesur bir özeleştiri yaklaşımı içinde olunmadan söz konusu değerlendirmeyi yapabilmek mümkün değildir. Başta yönetimi olmak üzere HDP’nin tüm organları böyle özeleştirel değerlendirme yapma gücünü gösterebilecek midir? Geçmişin derslerini çıkartarak gereken düzeltmeyi yapmak ancak bu soruya doğru ve yeterli cevap vermekle mümkündür. Söz konusu ders çıkartma ve düzeltme yapılmadan da HDP’nin önümüzdeki süreci başarıyla yürütmesi mümkün değildir.

Kuşkusuz geçmişin hesabını halklarımıza ikna edici bir düzeyde vermek kadar, önümüzdeki sürecin AKP-MHP faşizmini yıkma görevinin de büyük bir cesaretle kararlaştırılması ve planlanması gerekmektedir. Dikkat edilirse, böyle bir yıkımı önleyebilmek ve ömrünü uzatabilmek için AKP-MHP faşizmi çok daha güçlü bir birlik oluşturmaya ve faşist saldırılarını ortaklaştırmaya çalışmaktadır. O halde Türkiye’yi tarihi bir felâketin içine atmış olan Erdoğan-Bahçeli faşizminden kurtulabilmek için de tüm antifaşist demokratik güçlerin birleştirilmesi ve topyekûn antifaşist direnişe sevk edilmesi gereklidir. Kuşkusuz bunda da en büyük görev ve sorumluluk HDP’ye düşmektedir. HDP’nin 11 Şubat kongresinin işte böyle tarihi öneme sahip kararlar alması ve AKP-MHP faşizminden kurtuluş ve demokratik Türkiye sürecini başlatması gerekmektedir.

Dikkat edilirse, HDP kongresinin önünde çok zor, ama bir o kadar da tarihi öneme sahip görevler bulunmaktadır. Bunların başarılması ve HDP Kkngresinin başarıyla gerçekleşmesi için de hem sağlıklı bir tartışma ortamına ve hem de en geniş partili çevrelerin katılıp görüş ve önerilerini belirtmesine ihtiyaç vardır. Yoksa söz konusu görevleri sadece bir yönetim çalışmasıyla ya da dar bir gurubun katılımıyla gerçekleştirmek mümkün değildir. Eğer böyle kalırsa, o zaman HDP 7 Haziran ruhunu daha da geliştirerek “Demokratik Türkiye Yürüyüşünü” başlatamaz. Böyle olunca da kongre yapmasının bir anlamı kalmaz.

Kongreden büyük başarıyla çıkabilmek için HDP’nin geniş katılımlı bir tartışma ve kararlaşma çabası içinde olduğu görülmektedir. Ancak görevler o kadar ağır ve ortam o kadar gergin ki, ister istemez gergin tartışmalar ortaya çıkmaktadır. Bu durumda herkesin biraz daha fazla duyarlı ve dikkatli olmasına ihtiyaç vardır. Örneğin, kongrede yeniden aday olmayacağını açıklayan Selahattin Demirtaş’ın yerine eşbaşkan adayları belirleme tartışması bir ölçüde demokratik sınırları aşan düzeyde olmuştur. Bu konuda Hasip Kaplan’ın sert üslubunu da, ona karşı “Irkçı” denerek kullanılan üslubu da tasvip etmek mümkün değildir. Oysa Eşbaşkan Selahattin Demirtaş oldukça demokratik bir tutum içindedir ve adeta bu konuda ders vermektedir. O halde yapılan tartışmaların da bu düzeye uygun olması gerekir.

Kuşkusuz kongrede seçilecek eşbaşkanlar da, parti yönetimi de önemlidir. Çünkü AKP-MHP faşizmini yıkacak demokratik mücadeleyi bu yönetim örgütleyecek ve yürütecektir. Dolayısıyla hem nicelik ve hem de nitel olarak bunu başaracak düzeyde olması gerekir. Bunun için eşbaşkan adayları ve parti yönetim üyeleri üzerinde titiz bir çalışma yürütmek ve gerektiği kadar tartışmak gerekir. Elbette böyle bir çalışma ve bu temelde yürütülen tartışma anlamsız görülemez. Ancak en sağlıklı sonuca ulaşabilmek için de sakin ve sabırlı, birbirini dikkatle dinleyen ve anlayan bir tartışma tarzına ihtiyaç vardır. Başarılı sonuç ancak böyle elde edilebilir.

Yine eşbaşkanların ve parti yönetiminin kimler olacağı elbette önemlidir, fakat tek önemli gündem de bu değildir. Dolayısıyla sadece eşbaşkan tartışmalarına sıkıştırılan bir kongre son derece daraltılmış ve diğer gündemlerden kopartılarak başarısızlığa düşürülmüş olur. Bu nedenle, bir yandan eşbaşkanlar ve parti yönetimi üzerinde tartışırken, diğer yandan da AKP-MHP faşizmine karşı mücadelenin geçmişini ve geleceğini doğru değerlendirip kararlaştıran bir sonucu mutlaka ortaya çıkartmak gerekir. HDP kongresinin AKP-MHP faşizmini yıkıp Türkiye’yi demokratik yapacak olan bir iradeyi, birliği, karar ve planı mutlaka oluşturması gerekir. Kuşkusuz bunu gerçekleştirmek de zordur; ancak HDP Kongresinin zoru başarması zorunludur.

Kaynak: Yeni Özgür Politika