İktidar kadın ve feminist hareketin güçlendiğinin farkında

İktidarın ‘Aile Yılı’ kapsamındaki politikalarını değerlendiren Kadınlar Birlikte Güçlü’den Roza Kahya, iktidarın kadın hareketinin güçlendiğinin farkında olduğunu ve ‘Aile Yılı’ kapsamındaki politikalarla da bu mücadelenin hedef alındığını vurguladı.

ROZA KAHYA

AKP iktidarının 2025’i “Aile Yılı” ilan etmesiyle birlikte kadın düşmanı birçok politika hayata geçiriliyor. Türkiye’nin nüfusunun da yaşlanmasıyla birlikte ‘evlilik teşviki’ adı altında çiftelere para yardımı, üç çocuğu olan kadınlara KPSS olmadan memuriyet hakkı, kamudaki kadınlara 1 yıla varan ücretli doğum izni düzenlemeleri hatta bedava internet kampanyaları düzenleniyor. Hemen hemen birçok ilde ‘Aile Yılı’ şenlikleri ve etkinlikleri yapılıyor. Peki bu ‘Aile Yılı’ politikalarının kadınlara biçtiği rol nedir? Kadınların hayatını nasıl etkiliyor. Sürekli ‘üç çocuk doğurun’ söyleminin politik sebebi nedir? Son infaz yasasında kadınları ilgilendiren düzenlemeler neler? Kadınlar Birlikte Güçlü’den (KBG) Roza Kahya ‘Aile Yılı’ politikaları çerçevesinde sorularımızı yanıtladı.

10’uncu Yargı Paketi’nde kadınları ilgilendiren hususları ele alan Roza Kahya, taciz cezalarında artırım olduğunu fakat bunların çok sembolik yapıldığını belirterek, “İnfaz paketinde 4'te 3, 3'te 2 meselesi var. Örneğin cinsel taciz suçu 3 aydan 1 seneye kadarsa 6 aydan 1,5 seneye uzatılmış. Ama biliyoruz ki fail bir kravat taktığında, kadına kötülediğinde, kıskançlık dediğinde, kadını suçladığında gayet iyi hal indirim alıyor ve cezasızlık politikaları böylelikle uygulanıyor. Görüntü olarak sanki kadına yönelik suçlarda ceza artırımlarına gitmiş gibi gösterseler de asla ceza artırımı olmadığını görüyoruz.

Mesela daha kötüsü şu, biz kadınlar erkek şiddetine karşı sokağa çıktığımızda yeni gelen yargı paketine göre önceden 2019-2011 bir tutuklanma sebebi olmazken dahi bugün hem tutuklanma, hem de ceza kapsamı bakımından ‘teröre’ bile bağlanabilecek. Bir kadın bugün kadına yönelik politikalara karşı sokağa çıktığında 1 sene ile 3 sene arası tutuklanabilir ve bu ‘terör’ dosyasına bağlanabilir. Ama bir kadın şiddete uğradığında ve bir erkek gözaltına alındığında ‘iyi hal’ indirimi uygulanıp en fazla 2-3 ay yatıp da çıkabilir. AKP, her zamanki gibi erkeğin vurduğu, devletin koruduğu politikasına devam etmiş oluyor. Biz Kadınlar Birlikte Güçlü olarak da bulunduğumuz her platformda, her alanda da bunun karşısında durmaya, buna dair mücadele etmeye devam edeceği. Yasal güvence haklarımız sonuçta bize verilen haklar değildi, bizim yıllardır süren mücadelemizle aldığımız haklardı. Bu haklarımızı da alacağımızı biliyoruz” diye konuştu.

EN BAŞINDAN BERİ KADINA KARŞI POLİTİKALAR ÜRETİLDİ

Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan iktidarı ile neredeyse özdeşleşen ‘Üç çocuk doğurma’ 2025 ‘Aile Yılı’ ile birlikte artık resmi politika haline geldi. Roza Kahya bu söylemin yıllar içinde hangi politikalar, söylemler ve süreçler ile geldiğini şöyle anlattı: “AKP iktidara geldiği zamandan itibaren belli dönemlerde daha demokratik söylemlerde bulunup belli yasal alanlar açsa da günün sonunda hiçbir zaman kadınlara dair politikalarında bir açıklıkta bulunmadı. Yasal olarak da her zaman tehdit altında olduğunu gösteren bir pozisyonda iktidarını sürdürdü. Bunlardan bir tanesi zaten kürtaj yasağı meselesi. Bu mesele Türkiye'de gündem olduğunda binlerce kadın sokağa çıktı ve ‘benim bedenim benim kararım’ sloganı o dönem kült oldu. Zaten Erdoğan'ın başbakan olduğu dönemde ilk söylediklerinden biri ‘her kürtaj bir cinayettir’ sözleriydi. Böyle böyle bir şekilde kadın hareketinin ve feminist hareketinin mücadelesiyle birlikte çıkarmaya çalıştığı yasakçı, kadınlara yönelik politikalara dair hep geri adım atmak zorunda da kalıyordu. Ama neredeyse her sene farklı farklı şekillerde gündeme getiriyordu. Mesela kürtaja müdahale edemedi ama günün sonunda fiili uygulamalara baktığımızda bunu zorlaştırdı. Hatta tamamıyla doğum odaklı bir kadın doğum politikasının hastanelerde ilerlediğini zaten görüyoruz.

Bunun ardından aileyi güçlendirecek politikalarda mesela evlilik meselesini gündem yaptı. İlla resmi evlilik olması gerekmiyor denilerek müftülük nikahı meselesi çıkarıldı. Çocuk istismarını meşrulaştırmak ve aslında çocuk tecavüzcülerine, kadın tecavüzcülerine indirim paketleri uyguladı. Tecavüz ettiysen ve ceza aldıysan cezayı indirim uygulamamam için git evlen meselesine döndürdü bu suçu. Evlendiğinde suçu ortadan kaldırmaya çalıştı. Nafaka meselesi ise sürekli gündeme getiriliyor.

Bir gece yarısı İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi. İstanbul Sözleşmesi'nden çekilirken ‘Türkiye'nin aile normlarına karşı bir yasadır’ dedi. Hız kesmeden 6284'ü de zaten tartışmaya açtı anında. ‘Biz zaten 6284'ten daha iyi yasalar çıkartabiliriz’ gibi söylemlerde bulundu; ama bunu kadınlar nezdinde karşılığının olmadığını gördüğü için şu an bu adımı atamıyorlar.”

‘Aile Yılı’ tartışmasının yerel ve genel seçimlerden bu yana iktidar tarafından dillendirildiğine değinen Roza Kahya, bu politikaları uygularken kadın ve feminist hareketin hedef alındığını kaydetti. Bunun sebebi olarak ise kadınların mücadelesinde kat ettiği yolu gösteren Roza Kahya, “Aile Yılı tartışması da her seçim döneminde aslında karşımıza çıkan bir tartışmaydı. AKP-MHP iktidarının da zaten yerel seçimlerden önce genel seçimlerde ‘Aile Yılı’na dönük söylemleri vardı ve çok beklenmedik bir şey de değildi bizim açımızdan. Seçimler sürecinde aile forumları düzenlemeye başladılar. Bu aile forumlarını da özellikle de akademik alanı da kullanarak bu işin içine alet ederek yaptılar. Tabii akademinin tamamıyla iktidarda bulunanların politikasına uygun bir şekilde bir eğitim sistemine dönüştürüldüğünün en büyük kanıtlarından birisi olmuş oldu bu süreç.

Zaten AKP’nin bütün eğitim politikasını, kadınlara yönelik politikaları belirliyor. Bakınız toplumsal cinsiyet uygulaması ya da toplumsal cinsiyet eşitliği dersi olması ya da buna uygun ders anlatımları olmasını talep ettiği için Eğitim-Sen’e soruşturma açıldı. Tam da böyle bir süreçte başlattıkları aile forumlarında en çok vurguladıkları şey kadınların evlilik oranının azalması. Çocuk yapma oranlarının evlenseler dahi çok düştüğüydü. Artık çok net bir şekilde şunu söyleyebiliyorlar, kadın hareketinin ve feminist hareketinin gitgide toplumda ve kadınlarda yaygınlaşan politikası sebebiyle kadınların bu durumdan etkilenip evlenmedikleri ve çocuk doğurmadıkları vs. Çünkü feminist hareket yıldan yıla fazlasıyla güçlendi, büyüdü. Sözü sadece sokaklarda değil, evlerde de erkek şiddetine maruz kalan kadınlara kadar ulaştı. Bu ulaşmanın boşanmalara da yansıdığını, çocuk yapma meselesine de yansıdığını ve daha önemlisi ölmemek için hayatlarını savunan kadınların olduğunun gerçeğini bizlere gösterdi.

Bu anlamda kadın hareketini, feminist hareketini Türkiye'de ve Kürdistan'da aktif siyasetinin karşılığı olduğunu görmüş oluyoruz ve aslında iktidar da tam olarak bunu gördü ki bunu şeytanlaştırma politikasına girişti. İktidar artık kadın hareketini sistematik olarak gündemine alıyor. Homofobik ve transfobik nefret cinayetleri de dahil olmak üzere şiddetin artık bu kadar yaygın ve toplumsallaşabilme alanını da açmış oldu” diye konuştu.

DOĞUM ORANLARININ DÜŞME SEBEPLERİNDEN BİRİ EKONOMİ

‘Aile Yılı’ tartışmasında özellikle maddi teşviklerin insanları devlete borçlandırma anlamına da geldiğini ifade eden Roza Kahya, doğum oranlarının düşmesinin ise ekonomik olduğunu söyledi: “Aile Yılı ilan ettikten sonra uyguladığı ilk alan deprem bölgesi oldu. Oradaki depremzedelere evlendiklerinde ve çocuk yaptıklarında ev sahibi olabileceklerine dair fonlar verileceği açıkladı. Aslında bir borçlandırma sistemi oluşturuyorlar. Hem bir taraftan evliliği ve çocuk yapmayı teşvik etme politikası yapılıyor hem de toplumu borçlandıran bir politika üretiyor. Ardından gençlik fonu kapsamında üniversitelilere ‘Evlenirseniz kredi borcunuzu kesilecek. Çocuk yaparsanız bilmem ne kadar maddi destek vereceğiz’ denildi. Şu an Erdoğan'ın en son konuşmasında ‘Bu 10 yılı Aile Yılı ilan ediyorum’ dedi. Çok net bir şekilde ‘kürtaj cinayettir’ lafını kullandı. Bundan 5 sene önce gelir düzeyi daha düşük olsa da bu insanlar çocuk yapıyordu. Şimdi neden yapmıyorlar? İşte bunu ekonomiye bağlıyorlar. Ama aslında hiç ekonomiyle ilgisi yok’ dedi mealen. Tam tersine ekonomiyle ilgisi var.

Şu an küresel bir krizden bahsediyoruz. Türkiye'de bunun yansımasını zaten her birimiz farklı farklı yaşıyoruz. Kadınlar ise derin bir yoksullaşma krizi içinde. Özellikle de bu yoksullaşmanın içinde maalesef ki şiddete de maruz kalıyorlar. Çünkü çalışma alanları yok. Kadın istihdamı diye her sene açıkladıkları şeye baktığımızda bir yalandan ibaret olduğunu biliyoruz. Çünkü kadın istihdamında uyguladıkları politikaların her birisi parçabaşı, güvencesiz, sigortasız alanlar. Öte yandan kadınların bu kadar doğuma teşvik edilmesinin aslında bir sebebi de ekonomi meselesi. Hem kadın bedenini kontrol etme hem de yine işçi üretme derdi var burada. Kadının bedenine bir taraftan patriyarkanın bir taraftan da kapitalizmin el koyduğu alanlardan bir tanesi zaten doğum. Ne kadar çok çocuk demek, o kadar çok işçi demek. Şu an Türkiye'de işçiye ihtiyaç var mı kısmına gelecek olursak binlerce işsiz var. Zaten geçinemeyen yoksullar var ama pandemi sürecinden beri yaşlılara neredeyse ‘ölün’ deniyor, emeklilere yapılan ya da yaşlılara yönelik hiçbir sosyal politikanın olmaması genç, dinamik insanları daha güvencesiz koşullarda çalıştırmanın alanını yaratıyor.

‘Aile Yılı’ meselesinde onların da çok net gördüğü mesele feminist hareketin ve kadın hareketinin sözünün bu kadar genişlemesi ve büyümesi. Kadınların sokaklara çıkıp feminist gece yürüyüşünde yürüdüğünü ya da bir kadın cinayet işlendiğinde kadınların sokakları döküldüğünü devlet de iktidar da çok net görüyor. O yüzden bu mücadeleye bu kadar çok saldırıyorlar ama biz her şeye rağmen mücadelemize devam edeceğiz.”