Başaran: Tecrit bu ülkede savaşın ve Kürt sorununu yok saymanın ismi oldu

HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Başaran, “Tecrit bu ülkede savaşın ismi oldu. Tecrit bu ülkede işkencenin, tecrit bu ülkede Kürt sorununu yok saymanın ismi haline geldi” dedi.

HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, partisinin Genel Merkezinde basın toplantısı düzenledi. Gündemdeki konuları değerlendiren Başaran, 2020 yılının saldırılarla, siyasi soykırım operasyonları ile geçtiğini dile getirdi. 

Tutsakların başlattığı açlık grevinin Türkiye’nin esas gündemlerinden biri olduğuna vurgu yapan Başaran, “Türkiye cezaevlerinde bugün 56’ncı gün, yüzlerce politik tutsak tecride ve cezaevindeki insanlık dışı koşullara karşı süresiz dönüşümlü açlık grevinde. Tecrit, Sayın Öcalan şahsında İmralı'dan başlayarak ülkenin tümünde bir yönetim biçimi haline geldi. Bugün tecridin yarattığı sonuçları halk ama öncelikli olarak kadınlar çok yakın ve sıcak bir biçimde hissediyor, yaşıyorlar. Tecrit bu ülkede savaşın ismi oldu. Tecrit bu ülkede yoksulluğun ismi oldu. Tecrit, Türkiye’nin uluslararası alanda kendisini izole etmesinin ismi oldu. Tecrit bu ülkede işkencenin, tecrit bu ülkede Kürt sorununu yok saymanın ismi haline geldi” dedi.  

‘TUTSAKLARIN TALEBİ BİZİM TALEBİMİZDİR’

İnsanlık dışı uygulamalara son verilmesini isteyen Ayşe Acar Başaran, “Politik tutsaklar, dört duvar arasında kendilerine uygulanan işkence yöntemlerine rağmen son infaz paketinin ortaya çıkardığı hukuksuz sonuçlara rağmen ses yükseltiyorlar. Bu insanlık dışı uygulamaya son verin. Bu işkence yönetimine son verin. “Kürt sorununu saldırgan ve güvenlikçi politikalarla çözme ısrarına son verin, tecridi kaldırın” diye ses yükseltiyor politik tutsaklar. Politik tutsakların talepleri bizlerin talebidir. HDP’nin talebidir, Kürt halkının talebidir” şeklinde değerlendirdi. 

‘ERKEKLİK BAKANI KADIN KATLİAMLARINA DAİR İSTATİSTİKLERİ ÇARPITIYOR’

AKP-MHP ittifakı, rejimini inşa etmek için her gün kadınlara saldırdığını hatırlatan Başaran sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu ülkede bütün mekanizmalar, erkekliği savunma mekanizmaları haline gelmiş durumda. İçişleri Bakanı Türkiye'de son yıllarda ortaya çıkan kadın katliamlarını görmezden geldi. Bakın, sadece 2020 yılında 300'den fazla kadın katledildi. Bunların büyük bir çoğunluğu birinci derecede yakınları olan erkekler tarafından katledildi. Ama İçişleri Bakanı bir Erkeklik Bakanı olarak - artık İçişleri Bakanı değil, bu ülkede kadınların güvenliğini sağlayan bir bakan değil - Erkeklik Bakanı olarak çıkıp her gün bu istatistikleri çarpıtarak, bu katliamları meşrulaştırarak çözüm bulmaya çalışıyor. Toplumu, kadınları sindirmeye çalışıyor. Yüzde 21 bir düşüş olduğunu söylüyor İçişleri Bakanı ama biz bu hakikatin bu olmadığını biliyoruz. Keşke ifade ettiği bir biçimde olsa.” 

‘ÖZ SAVUNMA GERÇEKLEŞTİREN KADINLAR CEZAEVİNE KONULUYOR’

İktidar kendilerini koruyan kadınları suçlu gibi gösterip onlara cezaevlerinin yollarını gösterdiğini dile getiren Başaran, “Öz savunmalarını gerçekleştirdiklerinde ne oluyor? Örneğini geçen haftalarda yaşadık. Melek isminde bir kadın, bir erkeğin şiddetine uğradı, saatlerce işkenceye uğradı. Kendini korumak için öz savunmasını gerçekleştirdi ama bu ülkede kadınlar kendilerini savunduklarında onlara cezaevlerinin kapıları gösteriliyor. Melek, öz savunmasını gerçekleştirdiği için, kendisini ve çocuklarını koruduğu için şu anda cezaevinde. Devletin yapması gerekeni yapmadığı için cezaevinde. Eğer gerçekten kadınlar bu ülkede korunabilse, belki kendilerini korumak zorunda kalmayacak. 

‘ÖZ SAVUNMA HAKTIR, MEŞRUDUR’

“Öz savunma haktır, meşrudur” diyen Başaran, “TCK’da bile meşru savunma diye bir madde vardır. Bunu yok sayarak kadınların, kendilerini korumak için tutuklanmasını kabul etmiyoruz. Ve en önemli savunma gücümüzden birinin örgütlülük olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Tam da bu nedenle bugün örgütlü kadın mücadelesi hedef haline getirildi” dedi. 

‘CİNSİYETÇİ VE MİLİTARİST BİR YARGI İLE KARŞI KARŞIYAYIZ’

Leyla Güven'le ilgili gerekçeli karar kadın mücadelesinin yargılandığının belgesi olduğuna vurgu yapan Başaran sözlerini şöyle devam etti: “Devletin bütün mekanizmaları, kadınların özgürlük mücadelesini hedef almış durumda. Bu mekanizmalardan en önemlisi ise yargı. Cinsiyetçi ve militarist bir yargı ile karşı karşıyayız. Kadınları kendini korurken cezalandıran yargı, özgürlük mücadelesi yürüten kadınları da cezalandırmaya devam ediyor. DTK Eş Başkanı Leyla Güven arkadaşımız bunlardan biri. 2020 yılının sonunda ifadesi dahi alınmadan hukuksuz bir biçimde kadın özgürlük mücadelesi yürüttüğü için, bu topraklara barış gelmesi için mücadele yürüttüğü için 22.5 yıl cezaya çarptırıldı. Geçenlerde gerekçeli kararı açıklandı. Gerekçeli karardan kısa bir pasaj okumak isterim. Bu gerçekten Türkiye'deki yargının suçu değil, kadın mücadelesini yargıladığınızın belgesi olarak karşımızda duruyor. İfadeyi aynen okuyorum; “Söylemlerinin, insanlığın aynı kök atadan gelme tespiti inkarı içerikli, anlam ve içerik derinliğinden yoksun, sistematik şekilde anasoycu hitap tarzına dayalı olduğu, söylemlerin insanda saldırgan duygular oluşturacak biçimde anlamsız bir nefret yaratan içeriği olduğu…” tespit edilmiş. 

Leyla Güven dosyasında aleni bir şekilde ideolojik tespit olduğuna dikkat çeken Başaran, “Biz daha önce de iddianamelerde 8 Mart'ın suç kabul edildiğini görmüştük. Daha önce de kadınların “kadına yönelik şiddet politiktir” söyleminin yargılama konusu yapıldığını TJA operasyonunda görmüştük. Gülistan Doku'nun nerede olduğunun sorulmasının yargılama konusu yapıldığını görmüştük. Ama bu kadar aleni bir biçimde ideolojik bir tespitin yapıldığı bir dosya var karşımızda. Leyla Güven suç işlediği için cezaevinde değil. Leyla Güven mücadele ettiği için bu tekçi militarist erkek egemen sisteme karşı mücadele ettiği için yargılandı” dedi. 

‘KADINLAR ALTERNATİF BİR SİSTEM OLUŞTURUYOR’

Erkek egemen sistemin alternatifi Rojava’da inşa edildiğini belirten Başaran, “Bunun yaşanmışlıkları ve ortaya çıkardığı sonuçları hep beraber görüyoruz. Bu Rojava modelinden sadece birkaçına baktığınız zaman aslında bu sistemin alternatif olduğu için hedef alındığını, iktidarın kendi sistemini sarstığı için yargılama konusu olduğunu görebiliriz. Bakın Rojava'da kadınların öncülüğünde özgür, ekolojik, demokratik bir toplum inşası söz konusu. Burada kadınlara Türkiye'deki gibi Kadın Üniversitesi adı altında toplumdan izole bir eğitim sistemi öngörülmüyor. Orada Kadın Akademileri ile kadınları jineolojiden kadın tarihine birçok alanda kendini geliştirebilmesi için bir sistem var. Yine Kadın Evleri inşa edildi Rojava'da. Bu merkezlerin temel amacı, burada olmayan şey, kadınlara yönelik her türlü şiddeti sonlandırmak, ekonomik ailevi sorunlarla başa çıkmak, boşanan kadınlara hayatlarını idame ettirebilmek için destek sağlamak. İşte Rojava'daki kadın öncülüğünde, bugün iktidarın yargılama konusu yaptığı sistem böyle bir sistem” dedi. 

‘KAZANIMLAR TÜM KADINLARIN KAZANIMLARI’

2021’de de kadın özgürlük mücadelesini yükseltmeye devam edeceklerini söyleyen Başaran, “Biz biliyoruz ki bugün yargının oluşturduğu adaletsiz ortamdan en fazla etkilenen kadınlardır. Tecritten en fazla etkilenen kadınlar, pandeminin oluşturduğu ekonomik krizden en fazla etkilenen kadınlar. Kazanımlar, bütün kadınların kazanımları Türkiye'deki feminist kadınların, sosyalist kadınların, Kürt Kadın Hareketinin. Bu kazanımlarımızı korumak, geleceğimizi inşa etmek için bir arada olmaktan başka şansımız yok. Bu savaş ve erkeklik siyasetine karşı kadın özgürlükçü, ekolojik bir yaşamı hep beraber inşa edebiliriz” dedi.