Kadınlara yönelik tecavüz saldırıları ve sosyal kırım projesi-I

Kürdistan'da bir devlet politikası olan tecavüz saldırıları, uzman çavuş Musa Orhan'ın tecavüzüne uğradıktan sonra yaşamına son veren İpek Er'in olayına benzer hikayelerin yaşanmasına neden oluyor.

Türk devletinin kadın politikaları on yıllardır tartışılan temel konulardan biri iken, özellikle son dönemlerde yine artış gösteren kadın katliamlarında erkeği koruyan yaklaşımın artık bir sistem haline geldiği daha açık bir şekilde görünüyor. Devlet erkanı ve Türk kamuoyunda Kürdistan kentlerinde asker ve polislerin Kürt kadınlarına dönük cinsel saldırıları, birkaç münferit vaka olarak değerlendirildi. Faillerin bağlı oldukları kurumlar hiç konuya dahil edilmeden, yaşananlar bireyselleştirildi. Basit bir erkek-kadın arasında geçen gelişmeler olarak ele alındı. Daha önce aslında basına yansımayan yığınla benzer hikaye yaşanırken son zamanlarda Şırnak, Van, Dersim ve Batman'da İpek Er olayı ile birlikte yapılmakta olan sosyal kırım politikaları su yüzüne çıktı.

Türk devletinin sistemsel olarak ataerkil bir yapıya sahip olduğu aşikar. Tüm devlet aygıtlarının da buna paralel olarak işlediği artık görünen en somut gerçektir. Özellikle kadına yönelik şiddet ve katliam vakalarında kolluğundan tutalım da yargısına kadar tüm organlar, erkeğin tarafında yer alan ve cezasızlık politikası güden bir noktadalar. Hatta bu politika o kadar kanıksanmış ve sisteme yedirilmiş ki, devlet erkanı bile artık kadın düşmanlığını gizlemiyor; devletin cumhurbaşkanından bakanlarına, milletvekillerinden diğer tüm yöneticilerine kadar herkes kadın düşmanlığı konusunda senkronize olmuş durumda. Buraya kadar olan kısım, Türk devletinin genel olarak kadına yaklaşım tarzının yansımasıdır. Ama bir de Kürt kadınına yaklaşım var.

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KÜRT KADINLARI

Kürt kadınının tarihsel ve kültürel olarak Kürdistan'daki önemine vurgu yapmak gerekir. Tarih öncesinden ta içinde bulunduğumuz ana kadar, Kürt kadınlarının direnişçi ve mücadeleci özelliği aslında tarihin akışında önemli bir role sahiptir. Sason İsyanı’ndaki Rindêxan, Dersim İsyan'ındaki Zarife ve onların ardılları olan Beritanlar, Zilanlar ve Sakineler... Hepsi de tek başlarına, erkek-işgalci-sömürgeci barbarlığa karşı birer isyandılar. 1990'lı yıllardan sonra Kürdistan'da kadın bilinci, Kürt Siyasal Hareketi'nin gelişmesi ile artık ideolojik bir form kazanarak tek başına mücadele eder düzeye ulaştı.

Türk sömürgeciliği, Kürdistanlı kadınların artık toplumsal cinsiyet bilincine sahip olduğunu görecekti. Çünkü yüzyıllardır tekil örneklerin dışında kadın kurtuluş ideolojisini yaratan veya buna hizmet eden teorik bir zeminin olmaması durumu bir kader olmaktan çıkmıştı. Kürt kadınları, genel mücadele alanlarının dışında da tek başlarına mücadele edecek, erkekliğe karşı savaşacaktı. Hem ulusal hem de cinsiyet kimlik mücadelesi ideolojik ve politik yanlarıyla Ortadoğu'da hakim olan feodal-ataerkil sistemlerde gedik açacaktı.

KÜRT KADIN DEVRİMİ

Kürt kadın mücadelesi, her ne kadar Kürdistan'da gelişerek ve sadece Kürt kadınları içerisinde bir mücadele alanı olarak görülse de artık ulaştığı boyut çok daha fazla bir etkiye sahip olduğunu gösteriyordu. Özellikle Ortadoğu'da yaşayan kadınların mücadelelerine örnek teşkil etmesi ve onların da örgütlenerek erkek kapitalist sisteme karşı direniş sergilemeleri açısından ciddi bir dayanak olmuştur.

Kürt kadınlarının Rojava Devrimi'nde ve Şengal'in barbar DAİŞ çetelerinden kurtarılmasındaki rolü, dünya kamuoyunda ve basınında halen işlenmektedir. Kürt kadınlarının mücadele pratikleri sadece kendileri ile sınırlı kalmadı, Arap, Süryani, Ermeni, Türkmen, Asuri, Dürzi ve Êzidî kadınları da örgütlemiş oldu. Bir bütün olarak Ortadoğu'da Kürt kadınlarının öncülüğünde bir kadın devriminin yaşandığını söylemek mümkündür.

TÜRK DEVLETİNİN KADIN DÜŞMANLIĞI

Kürt kadınlarının ulaşmış olduğu bilinç ve ortaya koymuş oldukları mücadele, işgalci Türk devletinin en çok korktuğu gelişmelerden biri oldu. Çünkü bu gelişme gittikçe etki alanını genişletiyor ve pratik anlamda verim sağlıyordu. Kürt kadınları ve onlarla ittifak halinde olan diğer etnisitelerden kadınlar, ataerkil zihniyetin baskısı ve savaş çığırtkanlığına karşı koymak için özsavunmayı esas alarak, yeni bir dünya kadın hakları hareketlerine örnek olacak olan öz savunma kültürünü geliştirdiler.

Artık eskisi gibi erkekler ve devletler ellerini kollarını sallayarak kadınlara şiddet uygulayamayacak, işgallere yeltenemeyecekti. DAİŞ'in Şengalli kadınları karşısındaki çaresizliği bu gelişen yeni sürecin en somur ifadesi idi. Kürt kadının mücadeleci ve direnişçi özelliğinin dünya kamuoyunda bu kadar övgü kazanması, işgalci Türk devletinin yıllardır Kürdistan'da yaptığı soykırım çalışmalarının yeni yüzü ile karşılık bulacaktı; Sosyal kırım!

ASİMİLASYON POLİTİKALARI

Türk devleti, Kürt kadınlarının iradesini kırmak için onların bedenleri ve cins kimlikleri üzerinden sosyal kırım politikalarına hız verdi. 2015 yılında Muş'un Varto ilçesinde bir çatışmada katledilen Ekin Wan isimli YJA Star gerillasının çıplak fotoğrafları, Türk devleti tarafından yayınlanmıştı. Yine buna benzer birkaç örnek daha yaşanmıştı. Aynı tarihlerde direkt İçişleri Bakanlığı'nca yönetilen özel ekiplerin Kürdistan kentlerinde genç kadınları hedef alan asimilasyon politikaları daha önce defalarca basına yansımıştı.

Özellikle Öz Yönetim Direnişleri'nin yaşandığı kentlerde, devletin bu tür yönelimlerinin daha yoğun olduğuna ilişkin haberler basına düşmüştü. Nihayetinde Dersim'de Gülistan Doku, Şırnak, Batman ve Van'da devletin asker ve polisleri tarafından tecavüze uğrayan Kürt kadınları oldu.

MUSA ORHAN VE ARKASINDAKİ GÜÇ

Batman'da uzman asker Musa Orhan tarafından tecavüze uğradıktan sonra sesini kimseye duyuramayan İpek Er, intihar ederek yaşamına son verdi. Kamuoyu baskısından dolayı tutuklanan tecavüzcü Orhan, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun talimatı ile serbest bırakıldı. Orhan, daha sonra ortaya çıkan arkadaşlarıyla yazıştığı mesajlarında, bunu daha önce de yaptığını ve kendisine bu konuda herhangi bir soruşturma ve benzeri bir şeyin açılmadığını söylemişti.

Orhan'ın mesajlarındaki bu beyanları, kendisinin aslında bu tür konularda devlet erki tarafından nasıl kullanıldığını ve tüm bu olanların bir ekip çalışması olduğunu ortaya koyar niteliktedir. Yine kendisinin devlet tarafından korunma yöntemlerine ve sahiplenme düzeyine bakıldığında, yalnız olmadığını görmek mümkündür. Zaten kendisinin İpek Er'e, "Bana bir şey olmaz. Olan sana olur. Sen sahipsizsin" sözleri de arkasındaki gücün dışavurumudur.

UZUN VADELİ SOSYAL KIRIM PROJESİ

Kürdistan'da bilinçli bir devlet politikası olarak son 5-6 yıldır sürdürülen asker ve polislerin Kürt kadınları ile ilişkilenerek onlara tecavüz etme, ajanlaştırma ve özünden koparma çalışmalarının güçlü bir toplumsal muhalefet ile karşılaşmadan durması pek mümkün görünmüyor. Zira toplum sadece basına yansıyanlar kadarıyla biliyor. Oysa alternatif kaynaklar çok daha fazla bu ve buna benzer durumların yaşandığına dair bilgiler veriyorlar. Yine daha önce uyuşturucu ve fuhuş çetelerinin başında da devletin kolluk görevlilerinin yer aldığına ilişkin bilgiler içeren haberler, tanık beyanları da olmuştu.

Emniyet ve jandarmada sadece bu konularla ilgili mesai yapan masaların kurulduğu bilgisi de daha önce haberlerde yer almıştı. Türk devletinin Kürdistan'daki toplumsal dokuyu, ahlaki ve kültürel değerleri yok etmek için devreye koyduğu sosyal kırım saldırıları uzun vadeye yayılmış politikalar olduğunu görmek gerekir. Buna karşı gelişecek muhalefet ve mücadelenin ise nasıl örüleceği merak konusudur.

Yarın: TJA aktivisti Zelal Bilgin'in kadın katliamları, Türk devletinin cezasızlık politikasının sonuçları ve ortak kadın mücadelesini değerlendirdi.