Kravat gitti, yerine pişmanım indirimi geldi

Kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin yürürlüğe giren son kanunu değerlendiren Avukat Eylem Sarıoğlu, düzenlemenin yeni bir şey getirmediği gibi aksine sıkıntıları olduğunu kaydetti.

İstanbul Sözleşmesi’nden çıkan AKP ve MHP iktidarı, geçtiğimiz günlerde kadına yönelik şiddeti ve kadın cinayetlerini önlemek iddiasıyla Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 7406 sayılı Kanun’u meclisten geçirdi. 27 Mayıs’ta Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren yasaya ilk olarak Eşitlik için Kadın Platformu (EŞİK) bir itiraz yayınladı. EŞİK, itirazda “Muhalefet partilerinin ve kadın örgütlerinin itirazlarına karşın kabul edilen Kanun, kadın cinayetleri ve kadınlara karşı şiddeti durdurmak bir yana yeni sorunlar yaratacak” dedi.

Peki, bu yasal düzenleme tam olarak ne getiriyor, asıl önemlisi de İstanbul Sözleşmesi gibi kapsamlı bir anlaşmadan çıkıp bu yasal düzenleme ile kadına yönelik şiddet nasıl önlenecek? Kayseri Barosu kadın Hakları Merkezi Başkanı Avukat Eylem Sarıoğlu ANF’nin bu yöndeki sorularını yanıtladı.

 İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldı, yeni yerli sözleşmeler de olacak denildi. Şimdiyse böyle bir yasa var karşımızda. İktidarın bu yasal düzenlemeye gitmekteki niyeti ne?

Öncelikle yasa kadına yönelik şiddeti önlemekte hiçbir değişiklik içermiyor. Bazı kelime oyunları yapılarak hazırlanmış bir yasa var karşımızda. Kadınlara yönelik şiddetin arttığı ve tepkilerin yükseldiği dönemlerde iktidarın böyle manevralarına alışığız. Amaç tepkileri ortadan kaldırmak. “Bakın biz kadına yönelik şiddetle gerçekten mücadele ediyoruz” diye göstermelik bir hamle. Bunun da göstermelik olduğunu yasa metinlerini okuduğumuzda çok açık ve net bir şekilde görüyoruz. Çünkü İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldıktan sonra bu pratiklerle çok karşılaştık. Kadına yönelik şiddetin ve cinayetlerin arttığı dönemlerde tepkiyi ortadan kaldırmak üzere çeşitli genelgelerin yayınlandığını, bakanlıkların bu alanda adımlar atıyoruz, programlarımız var vs. diye yönetmelikler çıkardığına da şahidiz. Fakat bunların da pratik olarak hiçbir sonucunun olmadığını ve kadına yönelik şiddetin de bugüne kadar önlenemediğini ve hatta artarak devam ettiğini maalesef yaşayarak görüyoruz.

Peki, yasa neler getiriyor?

Tek tek gidersek birçok mahkeme kararından sonra tartışılan şeylerden biri de kravat indirimiydi. Yani indirim sebeplerinden birinin sanığın kravat takmış, takım elbise giymiş olmasıydı. Bu çok sık olarak basına da yansıdı, tartışıldı da. Hatta “namazımı da kıldım, geldim buraya” diyen kişilerin açıklamaları bile “iyi hal” indirimi kapsamında değerlendirildi mahkemelerce. Yani erkekler kravat taktığı için indirim aldı. Bunun ortadan kaldırılması için yasal düzenleme yapıyoruz diye bir şey çıkardılar ortaya.

Nasıl bir düzenleme bu?

Aslında indirim nedenleri olarak “iyi hal indirimi nedenleri” kapsamında düzenleme yapıldı. Yasada normalde takdir indirim nedenleri TCK 62’nci maddenin sonunda yer alıyordu. Burada da “bu gibi” ifadesi ortadan kaldırıldı ve “indirim nedenleri” ibaresi tutuldu. Ortadan kaldırıyoruz dedikleri şey, aslında indirim nedenlerinin sınırlı tutulmasıyla ilgili bir şey. Ama zaten 62’nci maddede “kravat taktığı veya takım elbise giydiği” ya da duruşmada “saygılı” davrandığı için indirim uygula diyen bir hüküm yoktu ki. Bu durum hakimlerin “erkek egemen” bakış açısı içerisinde olmaları nedeniyle fail ve sanık lehine bir pratik durum yaratma çabasının sonucuydu. Yani bu uygulamalar zaten kanunda hiçbir şekilde yer almıyordu. 

Ayrıca bu durum kanun açısından da daha riskli bir duruma sebebiyet verdi. Failin duruşmadaki mahkemeyi etkilemeye yönelik davranışlarının “indirim nedeni” olmayacağı belirtilse de burada yargılama sürecindeki “pişmanlık” davranışını ya da ifadesini indirim nedeni olarak alıyor.

Peki, buradaki pişmanlık ne olacak? Kriteri neye bağlanıyor?

Yani bir insan kalkıp da “ben öldürdüğüm için pişmanım” dediğinde ya da “keşke öldürmeseydim” dediğinde bu bir indirime sebebiyet verecek. Takım elbise giymek, hakimin gözünü boyamaya yönelik bir şey. Evet, bunu ortadan kaldırıyorsun ama sanığın tek başına da “pişmanım” demesini yasal olarak bir “indirim sebebi” olarak koyuyorsun maddeye. Aslında bu çok daha tehlikeli bir duruma sebebiyet veriyor. Her “pişmanım” diyenin indirim aldığı bir pratik sonuç doğuracak. Tabii ki hukukçu olarak “indirim nedenlerini” “haksız tahrik indirimlerini” reddeden insanlar değiliz. Tabii ki bunlar olmak zorunda. Ama buradaki haksız tahriki de indirim nedenlerini de tartışacak olan mahkemenin hangi bakış açısıyla bunu yaptığı kısmı.

Haksız tahrik indirimini toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden uzak bir şekilde, erkek lehine bir karar çıkarma maksadıyla yapıyorsan ve o toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden uzak olarak kadının davranışlarını “haksız tahrik” olarak görüyorsan biz buna karşıyız. Özünde haksız tahrike değil ama haksız tahrikin “uygulanma” biçimleri bu hakimin kararını etkileyen nedenlerin ne olduğu kısmı açısından bizim tartışmamız var. Ama burada iyi hal indirimleri açısından da gerçekten daha tehlikeli bir durumun ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

Burada mesela bunun gerekçesinin yazılmasına ilişkin bir tartışma da var. Niye indirim yaptığının gerekçesi. Bu olumlu gibi değerlendirilen bir şey. Ama bu yeni bir şey getirmiyor ki. Zaten bizim anayasamızın 141’inci maddesinde der ki “her kararının gerekçesini yazmak zorundasın.” Bu ceza yargılaması bakımından da böyle, hukuk yargılaması bakımından da.

Var olanın tekrarı yani, öyle mi?

Evet, başta da dediğim gibi “bu hususta da hassasiyetli davranıyoruz” gibi bir algı yaratmaya çalışılıyor. Ama maalesef pratik olarak bunun sonucunu değiştiren bir şey değil. Diğer tartışılan başlıklardan biri de ısrarlı takip meselesi. Yıllardır İstanbul Sözleşmesi içerisinde yer almasına rağmen bizim Ceza Hukukumuz bakımından ısrarlı takibin olmamasına dair bir ciddi tartışma yürüttük. Hem kadın örgütleri, kadın aktivistleri hem de hukukçular olarak. Bizim Ceza Kanunu'muzun 123’üncü maddesinde artık ısrarlı takip hükmü var. Yani buna ilişkin bir düzenleme yapıldı. Ama burada da ısrarlı takibin suç olarak tanımlanması dışında pratik olarak çok olumlu bir şey yaratacak mı kısımlarına ilişkin bizim çekincelerimiz var.

Nedir bu çekinceler?

Israrlı takip suçunun uygulama kısmına ilişkin çok ciddi endişelerimiz var. Yasanın tanımında failin davranışlarından biri ya da birkaçı yani fiziken takip etmek, haberleşme ve iletişim araçlarıyla ile ya da üçüncü kişi aracılığıyla kişiyle ulaşmaya çalışmak ve burada ısrarcı olmak yer alıyor. Bunu suç olarak tanımlıyor ama bir şart daha var burada ve esas bizim açımızdan tartışılması gereken şeylerden biri: Bu davranışların ısrarlı şekilde yapılması gerekmekte, bununla beraber de fiilin diyor, mağdurda bir huzursuzluk oluşturması lazım. Aynı zamanda mağdurun kendisini ya da yakınlarından birinin güvenliğinden de endişe duyması gibi bir hüküm. Bu da şu demek, bunun takdirini mahkemeye bırakıyor. Yani hakime, bunu sen değerlendir diyor.

Pişmanlık ölçütü gibi buradaki ısrarda da ölçütü yine mahkemeye mi bırakıyor?

Evet, her takip ısrarlı takip değildir kısmının takdirini de mahkemeye bırakıyor. Bir yandan o kişi üzerinde etki yaratıp yaratmayacağının takdirini de mahkemeye bırakıyor. Bazen iki kere yapılan bir takip bile insanı gerçekten çok ciddi anlamda güvensiz hissetmesine sebebiyet verebilir. O kişide yarattığı korkunun ve endişenin düzeyini belirleme yetkisini nasıl mahkemeye verebiliriz? “Bu davranış korku yaratmaz. O kadar da abartma” diyen mahkeme kararlarıyla mı karşılaşacağız? “Bir iki defa görmek, konuşmak istemiş” diyecek hakimlerle ya da? Karikatürize anlatıyorum ama bizim yargımızın pratiği böyle maalesef. Bu anlamda çok ciddi endişe içindeyiz. Çünkü burada takdir yetkisini hakimlere veriyor yasa. Ve bizim hakimlerimiz de tabii ki bunu tümü için söylememiz mümkün değil; ama toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin farkındalığı olmayan, kadın erkek eşitliğine inanmayan ve buna ilişkin de bir fikri olmayan kişiler olduğunu düşündüğümüzde kararların çok da hukuki olacağını öngörmüyorum ben şahsen.

Cezanın süresi açısından çok ciddi sıkıntı var. 6 aydan 2 yıla kadar bir şey tanımlanıyor. Fakat bunun infaz yasası açısından da ya da hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükümleri ile değerlendirdiğimizde bir cezasızlıkla sonuçlanacağını biliyoruz. Yani iki yılın altındaki suçlar daha öncesinde de bir şey yoksa hükmün açıklanmasının geri bırakılması kapsamında, aslında beş yıl suç işlememek kaydıyla hiçbir ceza verilmemesi anlamına gelen bir şey. Pratik sonucu cezasızlık oluyor.

Ama burada esas sıkıntılardan biri de bunun şikayete bağlı olması. Gittiniz ve ısrar kapsamında bir suç duyurusunda bulundunuz, soruşturma açıldı. Şikayetten vazgeçmeniz durumunda bu kamu davası olarak devam etmiyor. Burada şikayetin devam etmesi lazım. Israrlı takip neticesinde korkuya kapılmış bir insanın üzerinde baskı olmaz mı? Şikayetinden vazgeç diye bir tehdit ya da? Zaten korkuya kapılarak şikayette bulunmuş bir insan tekrar başka bir korkuyla ve tehditle karşı karşıya bırakılıyor.

Esas sıkıntılardan biri de ısrarlı takip meselesinde bu cezanın alt ve üst sınırı. Bu aslında eziyet suçu başlığı altında değerlendirmeli. Fakat ısrarlı takip huzur ve sükunu bozan bir suç olarak ele alınıyor. Kişinin kişisel haklarına da yönelik bir suç olarak değerlendirmek lazım bu durumu ve Ceza Kanunu'muzda eziyet suçu var. Çünkü ısrarlı takip de sistematik olarak uygulandığı için bir eziyet suçudur. Ve eziyet suçunun cezası alt ve üst sınırı bakımından iki yıldan beş yıla kadar.

Öte yandan yasada cezaların artırılması ve kadına karşı işleniyor olması gibi bir madde var, bunu nasıl ele alıyorsunuz?

Bu da aslında kamuoyuna çok olumlu gibi yansıtıldı. Belirli suçların burada kadına karşı işleniyor olması “nitelikli hal” olarak düzenlendi. Ve cezaların artırılmasına ilişkin bir hüküm konuldu. Kasten öldürmenin, kadına yönelik işlenmesi durumunda müebbetten ağırlaştırılmış müebbette geçmesi gibi. Bu suçların kadına yönelik işlenmesi durumunda artırım öngörüyor ama biz buna da itiraz ediyoruz.

Neden?

Bir suçun kadına yönelik işlenmesi durumu o suçun kadına karşı şiddet sonucunu doğurmayabilir, doğurmaz. Her kadına karşı işlenmiş suç, kadına yönelik şiddet kapsamında bir suç değildir. Burada meselenin üstü örtülmeye çalışılıyor. Çünkü “nitelikli halin” şu şekilde konması lazım: Bu suçun toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yaratmış olduğu güç dengesizliğinden kaynaklı olarak kadına karşı işlenmiş olması gerekli. Yani kadına karşı değil, o toplumsal eşitsizlikten kaynaklı olarak bir kadına yönelik şiddet nedeniyle işlenmesi durumunda bunun “nitelikli hal” olması gerekiyor. Burada da tabii ki kadına yönelik şiddet nedir? Kadına yönelik işlenen suçların kapsamında hangi saikler vardır? Sorularının cevaplarını bulmak lazım. Bu cevapları verirseniz buna ilişkin önlemler almanız gerekiyor. Esas sıkıntı orada. Bu tanımlamadan da kaçılıyor. Yani bu anlamıyla da bu maddenin anayasanın eşitlik ilkesine aykırılık oluşturacağına ilişkin görüş de var.

Diğer bir düzenleme de tutuklama nedenleri. Tutuklama nedenlerini düzenleyen ceza muhakemeleri kanunu 100’üncü maddesinde katalog suçlular kapsamında bir değerlendirme var. Yani kadına yönelik işlenen kasten yaralama suçu da burada tutuklama nedenine eklendi. Ama bunun da çok ciddi değerlendirmesi gerektiğini de düşünüyoruz. Oraya yazılmış olması tek başına sorunu çözen bir şey değil. Tutuklama gerçekten tedbir olarak da iyi değerlendirilmesi gereken bir hüküm. Sadece bu husus açısından değerlendirdiğimiz bir şey değil. Genel olarak artılarının ve eksilerinin iyi değerlendirilmesi gereken bir tedbir olmak zorunda.

Bunun dışında avukat atamasına ilişkin bir hüküm var. Evet, yeni yasada bundan sonra mağdur ile şikayetçinin hakları bakımından avukat atanacaktır deniyor. İyi de zaten talep halinde bu yasamızda var. Var olan bir hakkın aslında tekrar yeni olarak sunulması durumuyla karşı karşıyayız.

Bir diğer önemli husus da, uzlaşma kapsamında değerlendirilecek bazı maddeler var. Yine ısrarlı takibin uzlaşma kapsamı dışında tutulduğuna ilişkin bir düzenleme var. Israr takip uzlaşma kapsamında değildir deniyor. Burada da bunun maalesef pratik sonuçlarını görmek zorundayız bir değerlendirme yapabilmek için. Normalde İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddetin hem arabuluculuğa hem de uzlaşmaya tabi olmadığına ilişkin hüküm içeriyordu. Hatta bizim de kadına yönelik şiddetin uzlaşma kapsamında yer almaması gerektiğine ilişkin yasal düzenlemelerimiz de olmasına rağmen pratik durum böyle değildi.

Bu davalar arabulucuya gidiyor muydu?

Evet, her yerde kadına yönelik şiddet suçu dosyaları uzlaştırmacılara gitti ve tarafların uzlaşması yönlü baskı oluşturuldu. Uzlaşma kapsamı dışında olması gerektiği halde böyle bir pratiğimiz var. Mesela biz Kayseri Barosu olarak uzlaşma bürosuna bir anket sorusu gönderdik. Kadına yönelik şiddet suçlarını uzlaşmaya gönderiyor musunuz diye. Evet, cevabı aldık ve dosya sayılarının da çok ciddi olduğunu gördük. Yani yasaların aksine fiili uygulama bu yönde. Burada da ısrarla takibin uzlaşma kapsamı dışında tutuluyor olması bundan sonra bu suçların uzlaşmaya gitmeyeceğinin garantisi değil.

Yasadaki birçok eksiği saydınız aslında ve bunların hep tepkiyi önlemek amaçlı olduğunu da belirttiniz. Peki, esas olarak bu düzenleme kadına yönelik şiddeti önleyici olacak mı?

Şiddeti önleyecek mi kısmına geldiğimizde kesinlikle ve kesinlikle önlemeyecek diyebilirim. Çünkü burada sorunun nedenlerine ilişkin bir tartışmayı asla görmüyor iktidar. Özellikle oradan kaçıyor. Meseleyi kendi dışında bireylerin şahsi tutumlarından ve kişiliklerinden kaynaklı bir sorunmuş gibi ortaya koyarak, devlet olarak yükümlülüklerinin üstünü örterek ilerlemeye çalışıyor her zamanki gibi. Cezaları artırmak asla ve asla çözüm değil. Erkek egemen bakış açısıyla yapmış olduğunuz yargılamaların sonucu, cezasızlığı doğuruyor. Bu ülkede bir sürü kadın cinayeti sonrasında müebbet hapis cezalarının alındığı kararlar da var. Dönüp baktığımızda hiç kimse o karara bakıp “ben bundan sonra bu şiddeti yapmayayım” demiyor. O yüzden cezanın tek başına bir yaptırım olduğunu düşünmüyoruz. Cezalar uygulanmasın diye değil tabii ki ağırlaştırılmış cezalar olmak zorunda. Esas olan sorunu kökten çözmeye yönelik bir çaba içerisinde olmak.

Sonuç olarak iktidarın bu manevralarını yutmuyoruz. Gerçek niyetinin ne olduğunu da biliyoruz ve buna karşı da mücadelemiz devam edecek.