Yunus Dişkaya: Müzikle dolaysız bir ilişkim var

Yunus Dişkaya, “Müziğim ne kadar dinlenir bilmiyorum ama en azından dinlenildiği oranda insanları Kürtçe’ye, Kürt şairlere ve genel olarak bu ülkenin ve dünyanın vicdanı olduğunu düşündüğüm seslere maruz bırakacaktır” dedi.

Kendi anlatımıyla yalıtımsız bir odada yapıyor kayıtlarını Yunus Dişkaya. Bazen kedilerinin ve bahçesindeki köpeklerin sesleri bile karışıyor kayıtlara. Evde yazıyor, yapıyor. Önemli Kürt yazarları ve şairlerinin eserlerini kendisine özgün ve özellikle Kürt dinleyicinin içine vatan hasreti serpen sesiyle hayat veriyor Yunus Dişkaya. Kürtçe’de Cegerxwîn’e, Türkçe’de Karacaoğlan ve Sabahattin Ali’ye, Farsça’da Ömer Hayyam’a ses veriyor en çok, üçünün de şiirlerinden muazzam albümler yapıyor.

İnternet ortamında yayınladığı eserlerin şimdiden binlerce dinleyicisi var. Ev sanatçısı Dişkaya, ajansımıza yeni albümü, Kürt dili üzerindeki tahribatlar ve kendisine neden ‘ev sanatçısı’ dediğini anlattı.

Son çıkan albümünüz hakkında bilgi verir misiniz?

"HesretDefter" Fêrîkê Ûsiv'ın eserlerinin toplandığı üç ciltten ilkinin adı ve o kitaptaki şiirleri kapsıyor. Teknik olarak tek bir albüm ama bu kadar parçayı bir albüme tıkmak mümkün olmadığından üçe bölmüştüm ve toplam 33 parçayı içeren ilk iki albümü de kısa süre önce yayımladım. Ancak seçtiğim ama üzerinde henüz çalışmadığım şiirler vardı ve son albüme bıraktığım hazır besteler de genel olarak uzun şiirleri içeriyordu. Bu yüzden üç değil dört albümden oluşacak.

Kalan iki albümü başka şeyler deneyebilme umuduyla başka bir zamana bırakacağım. Arada da muhtemelen sözleri bana ait olan albümlerden birini ve Nevzat Çelik şiirlerinden oluşan albümü kaydedeceğim.

Nasıl bir çalışma ortamınız var?

Yalıtımsız sıradan bir odada yapıyorum kayıtları. Dışarda köpekler, içeride kediler var ve muhtemelen akustik kayıtlara yer yer sızıyordur sesleri. Kışın kayıt yapmak daha kolay oluyor çünkü küçük bir odayı ılıtmak zor olmuyor ama yazın klimaya direncim olmadığı ve camları kapalı odada sıcaktan durulamadığı için de sıkıntılı oluyor ve kayıtlara ara veriyorum. Neyse ki öyle oluyor, yoksa yılda 500 albüm falan çıkarmak zorunda kalacaktım.

Geliri oluyor mu internet ortamında müzik yayınlamanın?

Bilmem. Yayımladığım yer ücretli değil, olmasını da istemiyorum, ama insanların pek kullandıkları bir site de değil. Youtube haricinde insanlar çoğunlukla Spotify, ITunes gibi yerlerden müzik dinliyorlar sanırım ve oralara yüklememi isteyenler oluyor ama bu yerlere sözleri bana ait olmayan albümleri yükleyemem, telif haklarından dolayı. Bana ait olanları da henüz nasıl yükleyebileceğimi ve yüklemek isteyip istemediğimi bilmiyorum.

‘Ev sanatçısının tanımını yapabilir misiniz bizim için? Çünkü kendinizi böyle tanımlıyorsunuz.

Hikayeyi tekrar anlatmak istemiyorum ama "ev sanatçısı" mahlasının gayet açıklayıcı olsa da artık benim için yanlış bir seçim olduğunu düşünüyorum. Sanki başka birinin "don"una bürünüp onun adına bir işler çeviriyormuşum gibi hissediyorum. Bir siteye üye olurken seçtiği bir nickname'in onu tanımlar hale gelmesini beklemiyor insan. Ne insanların o terime bahşettiği endüstriyel olana karşıtlık payesine ne de kulakları cezbedebilecek o samimiyet ihalesine sahibim. Mahlaslar, yeni isimler kendinizi ve yaptığınız şeyi bir projeye dönüştürmekle ilgilidir. O tür bir derdim olsa bu isim ve soy isimle ortaya çıkmazdım. Herkesin kendine yakın hissedebileceği ama aynı zamanda para verme arzusu da uyandıracak görkeme sahip bir isimin yelesine tutunup yeni ufuklara doğru sürerdim.

Kürtçe üzerindeki talan politikalarına karşı Kürtçe şiirleri seslendirmek sizin için neden önemli?

Biraz sert bir geçiş olacak.

Öncelikle ben misyoner değilim, dava insanı da değilim. Belki ruhen öyleyim ama bunu taşıyabilecek militan bir karakterim yok ve insanlarla aram iyi değil. Aramın iyi olduğu tek şey müzik ve bazı hayvanlar. Beni hayatta ve ayakta tutan şey o. Dolayısıyla diğer her şeyi müziğin bir alt veçhesi olarak ve ona göre yaşıyorum. Tabi ülke elverdiği oranda.

Türkçe genel olarak insanlarla ve hayatla ilişkimi ya da ilişkisizliğimi, yani ruh hastalıklarımın büyük dilimini, borçlu olduğum dil. Çocukluğumdan gelen Kürtçe ise, çeşitli nedenlerle pastoral veya nostaljik bir cazibeye sahip değil ama Türkçe gibi kişisel yıkımın evreni de değil.

Kürt olmak ve kalmak her anlamda mücadele gerektiriyor. Varlığını sürdürebilmek için sadece başkalarına karşı direnmeyi değil kendini de sürekli canlı ve üretken tutmayı gerektiren bir kimlik. Nadasa kalma, dinlenme lüksü yok. İnsanı, kentleri, doğası ve yaşama dair her şeyiyle sürekli saldırı altında.

Kürtçeye kendimi borçlu hissediyorum. Örgütlü mücadelenin içinde olmayan herkes gibi de bunu bir birey patolojisi içinde yaşıyorum. Başka bir insan olmama gerek kalmadan bu konuda yapabileceğim tek şey de müzik. Müziğim ne kadar dinlenir bilmiyorum ama en azından dinlenildiği oranda insanları Kürtçe’ye, Kürt şairlere ve genel olarak bu ülkenin ve dünyanın vicdanı olduğunu düşündüğüm seslere maruz bırakacaktır. Bestelediğim şairlerin kendilerine has sesleri sedaları var ve ben duyduğumu, bildiğimi ve sevdiğimi naklediyorum. Başkaları başka sesler duyacak ve başka şeyler nakledecektir.

Kürt dili üzerindeki tahribatı biliyorsunuz. Özellikle Kürdün dili üzerindeki baskı kendisini sürekli edebiyatı, müziği üzerinde de yaşattı. Eserleriniz hem müziğini hem de edebiyatını koruyan bir noktada duruyor mu sizce?

Bu sorunun müzik ve genel olarak sanatla ilgili var saydığı şeylere katılmıyorum. Sanatın dertleri ile siyasal ve toplumsal alanınkileri, sanatçı ile yaptığı sanatı, sanatçının sanatla ilişkisi ile toplumla olan ilişkisini ve her sanatın toplumsal olanla ilişkisini birmiş gibi ele alıyor. Sanatın ve her sanat dalının kendine has meseleleri toplumsal olanla irtibat biçimleri ve her sanatçının da kendine has dertleri var ama arşivleme ve muhafaza etme sanatın işi değildir. Sanatçı devlet, belediye, üniversite kürsüsü, vakıf, muhtarlık ya da noter değildir. O kendini öyle görse bile değildir.

Sanata ve topluma dair herşeyi Kürtçe yapılıyor diye aynı terazide tartmak doğru değil. Kürtçe müziğin, yapan için ve müzik açısından, herhangi bir dildeki müzikten farklı bir statüye sahip olmaması gerekir. Zaten üzerinde baskı olan bir dildeki üretimlere bir de muğlak, ve bence zaten Kürtçe üretim yapan insanlar açısından anlamsız, bir kutsiyet yükü bindirmenin hiçbir faydası yok.

Yıllar önce gitarla bağlamanın birlikte kullanılması ya da bir türkünün gitarla icrası yenilik sayılıyor hatta bazılarınca dejenerasyon olarak görülüyordu. Yani varlık amacı müzik olan bir şeyin müzikte kullanılması yenilik sayılıyordu. Gitar, piyano, çello, saksafon vs. hep birileri için sıkıntı veya yenilik oldu. Farklı altyapılarla, düzenlemelerle yapılan yorumlar da benzer kadere sahip. Şairlerin çoğu farklı bir şeyler denediklerinde o dilin veya sanatın "vasi"lerince mürted ilan edilmiş. Yaptıklarımın bu tür bir niteliğe sahip olduğunu düşünmüyorum ama bu tür tartışmalar zaten çoğunlukla yapılan şeyle değil onun yadırganma derecesiyle bağlantılıdır.

Doğrulara sadece ruh cahillerinin ulaşabildiği bir alan sanat. Bu konularda neyin saygı neyin saygısızlık, neyin emek verme neyin kolaya kaçma, neyin özgünlük/yenilik neyin mevcudun tekrarı olduğunu insanların günübirlik tepkileri değil hayat gösterecektir. Ama o da tabi hepimize göstermeyecek.

Müzik elbetteki çok önemli yaşam için. Ancak sizi benzersiz müziğinizi kar amacı gütmeden yapıyorsunuz. Neden albüm çıkarmak istemediniz?

İstemedim diyemem. En azından bir kere denedim. Yıllar önce Kalan Müzik’e o zamanlar var olan parçalardan oluşan bir kaç albüm götürdüm ve onlar da telefon edip kendilerine göre olmadığını söylediler. Zaten kendimi zorlayarak yaptığım bir şeydi ve böylelikle, bugüne kadar, bu alanın tamamen dışında bir yaşantım oldu. O zamanlar belki, mecburiyetten de olsa, ‘müzisyen' olamaya çabalayabilirdim ama artık mümkün değil.

Bir röportajınızda sevdiğiniz isimlerin şiirlerini seslendirdiğinizi söylediniz. Şiirin müzik ile buluşması ve özellikle bu sevdiğiniz şiir ise, size nasıl bir his katıyor?

Sanata dair hiçbir konuda tanımlama yapamam. Hislere ve sezgilere dayalı fikirlerimi söyleyebilirim ancak. Müzik ve edebiyat ayrı alanlar ve deneyimler. Müzik göstergesel olmayan sanırım tek sanat dalı, tabi söz içermediğinde. Ve bu açıdan en dolaysız sanat. Bir resme baktığınızda şekiller, kitap okuduğunuzda sözcükler sizi yönlendirir ve iki durumda da hayatınızda karşılığı olan bir dünyanın yansıması olan göstergelerle uğraşırsınız ama müzikte söz yoksa bazı istisnalar haricinde tamamen rehbersiz ilerlersiniz. Müziğe söz eklemlendiğinde onu sözel referansların içine çeker ama eğer müzikle dolaysız bir bağınız varsa duyduğunuz şey söz olmaz. Daha önce söylediğim gibi müzik "nameli şiir" değildir.

Edebiyat ile müziğin ilişkisini nasıl tanımlıyorsunuz?

Benim açımdan şiir ve müzik birleştiğinde ortaya farklı bir şiir ya da yeni bir tür çıkmaz yine müzik çıkar ama insan sesinin kendisi müziği daha lokal bir duyuma zorlar. Sözün ağırlığını yeterince zorlarsanız ortaya opera, müzikal benzeri ara türler çıkarabilirsiniz. Müzik benim açımdan duyumla ilgilidir, onu sözün ve gözün odağına çektiğiniz oranda müzik olmaktan çıkar.

İçinde zurna ya da bağlama olan bir parça nasıl kendini bu coğrafyanın bir parçası haline getirirse, söz/vokal de çeşitli kademelerde bir yerelleşmeye neden olur. Ayrıca vokalin dilini anlayıp anlamama da bu yerelleşmede birincil etken olur. Bir insanın müzikal kültürünü bence anlamadığı dillerde ve sözsüz olarak dinlediği müzikler belirler. İçine doğduğu ve anladığı dışında bir şey dinlemeyenin müzik dinlediğini düşünmüyorum.

Neden "müzisyen" kelimesinin ihtiva ettiği hiçbir niteliğe sahip değilim’ diyorsunuz? Ciddi bir dinleyici kitlesine artık sahipsiniz.

Değilim de ondan. Evde bile kayıt yaptığım oda dışında pek bir "müzisyen"lik yaptığım yok. Müzisyenlik hem bir meslek hem de bir kimliktir. Ben de ise ne meslek ne de kimlik. Dediğim gibi müzikle dolaysız bir ilişkim var ve öyle kalmasını istiyorum. Benim açımdan twitter hesabı açmak bile zorlu bir aşamaydı ve bugüne kadarki deneyimim benim açımdan pek sağlıklı olmadı. Yaptığım röportajlar da bende kötü bir etki yaratıyor. Her röportaj sonrası sanki Taksim meydanında mini etekle halkımızın arasına dalıp sabaha kadar yılbaşı kutlamışım gibi bir beyhudelik hissediyorum.