AB, Erdoğan’a 'devrin bitiyor' mesajı veriyor

AB’nin Erdoğan’a “devrin bitiyor” mesajı verdiğini söyleyen akademisyen Yasin Sunca, eksenin bu pazarlığın son aşamasında şekilleneceğine dikkat çekiyor.

Türkiye uzun zamandır NATO’dan uzaklaşıp Avrasyacı çizgiye yaklaşan ya da moda söylemi ile “eksen değiştiren” bir rotadaydı. ABD seçimleri, Akdeniz’deki gelişmeler ve Ermenistan’da kendisine “ortak değil partner” diyen Rusya ile arka plandaki ters düşüşünden sonra; özellikle ipleri kopardığını söylediği Avrupa Birliği’ne yönelik “olumlu” mesajlar verdi.

Fakat yakın bir gelecekte Fransa’ya yönelik bizzat Erdoğan tarafından “boykot” çağrısı yapılmış, dahası AKP’nin iktidar ortağı MHP’nin Ülkü Ocakları’nın kapatılması Fransa ve Almanya’da gündeme gelmişti. Şimdiyse 10 Aralık’ta AB liderler zirvesinden Türkiye’ye yönelik yaptırımlar ele alınacak. Belçika Gent Üniversitesi, Orta Doğu ve Kuzey Afrika araştırma grubu üyesi Yasin Sunca ile Türkiye’nin dünyadaki değişime nasıl ayak uydurduğunu ve içerideki dengeleri konuştuk.

Türkiye uzun zamandır kaydığı söylenen eksenini yeniden ABD ve AB’ye çevirdiğine yönelik açıklamalar yaptı. Sizce bu dönüşün sebepleri neler?

Sadece Türkiye değil, şu anda dünya da tam olarak nereye gidileceğini kestiremeyen bir noktada. Bu sadece Ortadoğu meselesi değil hızlıca bir göz atarsak; Çin'de otoriter bir rejim var, halk nezdinde ise ciddi bir isyan potansiyeli. Bu durum otoriter rejim yüzden çok fazla dışarıya yansımıyor fakat Hong Kong'da yıllardır eylemler devam ediyordu. Hindistan'da Narenda Modi, Hindu milliyetçiliğini fazlasıyla artırıp sıkıntılara sebep oluyor. Ortadoğu zaten yanı başımızda birçok sıkıntı ile boğuşuyor. Rusya hakeza böyle. Bunların toplamına baktığımızda aslında ciddi anlamda bir kriz ve kaosun olduğunu söyleyebiliriz dünyada. Bu genel krize yönelik Türkiye'den okumaların bazı sıkıntıları var.

Nasıl sıkıntılar?

Şöyle ki Amerika'nın başına Biden gelince tüm her şey çözülecekmiş, sanki bütün sorun Trumpmış gibi bir izlenim var. Oysa Trump'ı veya Hindistan'da Modi'yi başa getiren sebepler var ve bu sebepler olduğu gibi ortada duruyor. Bu kişiler yapısal problemlerden kaynaklı başa geldi. Biden ya da Kamala Harris zaten bu sistemsel sıkıntının bugüne kadar gelmesine sebep olan sistemsel örüntünün temsili.

ABD müesses nizamı yani?

Evet. Bunlar gelecek ve bir anda insan hakları ihlalleri için Tayyip Erdoğan'ı cezalandıracaklar görüşü hâkim! Özellikle Türkiye'de liberal çevrelerin son derece sıkıntılı böyle bir algısı var. Amerikan müesses nizamı geri geldi oysaki. Zaten Trump'ın başa gelmesini kökeninde bu yapı vardı. Biden Erdoğan'ı, Erdoğan da Biden'ı çok iyi tanıyor. Erdoğan, sistemsel dönüşümleri de çok iyi göz önünde tutabilen biri. Yani öyle çok sıkışacağı, çözüm bulamayacağı bir dönem olmayacak belki kısa vadede tartışmalar olacaktır; ama kaldığı yerden devam etme ihtimali çok yüksek. Çünkü Erdoğan ve Erdoğan'ın dayandığı akıl bu sistemi çok iyi biliyor. Unutmamak gerekiyor ki Erdoğan'ın ortağı MHP. Bu da çok derinlerde devlet içi koalisyonun görünür yüzü. Bu da Türkçülük ve İslamcılığın kesişim noktasıdır. Bu iki yapının kesişim noktasının 80’den bu yana ortaklığı NATO’cu ve Amerikancıdır. Yine unutmamak gerekli ki Alparslan Türkeş, NATO'nun yetiştirdiği ilk kontrgerilladır. Bu tarihsel bağlamı hatırlayarak çok da öyle hayalperest bir izlenime kapılmamak lazım.

İlk olarak Amerika'dan bahsettik fakat Erdoğan'ın ve bazı yetkililerin Avrupa Birliği yönünde açıklamaları da oldu. Avrupa ile ilişkiler biraz daha farklı örneğin Fransa ile birçok cephede karşı karşıya Türkiye. Karşılıklı sert söylemler de gerçekleşti. Bunun yanı sıra demin bahsettiğiniz Erdoğan'ın iktidar ortağının, Avrupa uzantıları olan ülkü Ocakları Fransa ve Almanya'da kapatılma ile karşı karşıya. Erdoğan yeniden yüzünü Avrupa'ya döndü, peki bu gelişmeleri ve ilişkileri bir arada düşünürsek bir değişim ya da düzelme mümkün mü?

Ülkü Ocakları’nın kapatılma mevzusu bana şöyle geliyor: Hayvan pazarlarında karşılıklı satıcı ve alıcı el ele tutuşup şiddetli bir şekilde sallaya sallaya ‘3 indir, 5 çıkar’ diye pazarlığın son aşamasını yaparlar. O kadar şiddetli sallarlar ki birbirlerini ceplerinden paralar düşer, kafalarından şapkaları. Bu mevzu biraz da ona benziyor. Herkesin pozisyonu aşağı yukarı belli ama son aşamada herkes birbirinden bir şey tırtıklama derdinde. AB pazarlığın son aşamasında gözdağı veriyor. Esasen Avrupa Birliği temelinde liberal bir yapılanma ve liberal ekonomiye dayalı bir politikası var. AB, Türkiye ile gümrük birliği anlaşmaları vs. devamlılığı bir yana, insan hakları gibi meselelerini kenar süsü gibi de olsa liberal yapıyı meşrulaştırma mekanizması olarak görüyor. Avrupa Birliği, Tayyip Erdoğan’a şöyle bir mesaj veriyor: “Biden geliyor, Trump gitti, senin devrin de bitiyor. Üzerindeki bu ırkçı kamburlardan kurtulursan (ki belirtmek gerekirse ırkçılıkla da bir sorunları yok sonuçta Fransa ve Almanya’da devlet yapısının kendisi ırkçı) gerisine bakarız. MHP gibi Türkçü, ırkçı, NATO’cu ya da Avrasyacı ki çok da fark etmiyor bu anlamda, o devlet aklının orada durması; ama devlet yönetimine ve mekanizmasına hâkim olan akıl olmaması. Avrupa Birliği'nin istediği bu. Bu pazarlıkların sonucunda Ülkü Ocakları’nın kapatıldığını görüyoruz. Yoksa bu yapılar yıllardır burada Ermenilere, Kürtlere saldırıyor kavgalara karışıyor. Dünyanın bu faşist ve ırkçı rüzgârı ile birlikte Türkiye de buradaki göçmenler üzerinden, özellikle de Fransa'da tarikat ve bu tür yapılanmalar üzerinden bir örgütlenmeye gitti.

Bu söylediğiniz ayrıntı üzerinden sormak istiyorum. Zafer Yörük, Yeni Yaşam’daki köşesinde Fransa ve Türkiye arasında yaşanan bu sürtüşmeyi anlatırken; Erdoğan'ın özellikle Fransa'ya karşı çıkışları ile birlikte Avrupa'da yaşayan Müslümanların lideri olmaya çalıştığını ya da böyle bir düşüncesinin var olduğunu yazmıştı. Daha önce Arap coğrafyasında ve özellikle Arap baharında böyle bir hamlesi oldu Erdoğan'ın fakat bugün gelinen noktada bambaşka bir yerde. Siz ne diyorsunuz Erdoğan’ın AB'ye yüzünü dönen açıklamalardan önce böyle bir niyeti var mıydı?

Erdoğan'ın hayali ya da söylemsel olarak peşine düştüğü stratejilerden biri olabilir bu elbette. Ama hem Avrupa'daki sebeplerden hem de Avrupa'daki Müslümanların bütününe baktığımızda bu çok da mümkün değil. Avrupa'da İslam karşıtlığı bir realite ve bu su götürmez bir gerçek. Bugün ırkçılığın yükselmesindeki büyük sebeplerden biri de bu.

Bunun yanı sıra Avrupa'da özellikle Almanya, Fransa ve İngiltere'de çok ciddi bir kontrol mekanizması var. Bu kontrol mekanizmaları öyle gelip geçici politikalar değil, daha yapısal mevzular. Örneğin Almanya'da Müslüman bir isme sahip kişinin, oradaki bir üniversitede kürsüsünün olmasının imkânı yok. Buna benzer yapısal meseleleri Fransa'da da görmek mümkün. Aslında bir yanıyla bunun olma ihtimali vardı, rezalize de oldu bu ihtimal. Ama aynı ihtimal, Mısır'da Müslüman Kardeşlerin iktidara gelerek otoriteryen bir sistem kurup darbe ile de indirilmesi ile birlikte dağıldı. Bu da dünyada Tayyip Erdoğan'ın da temsil ettiği “Ilımlı İslam”ın geleceğini ortadan kaldırdı ve İslam'ı radikalize etti. Evet, Arap baharında bir dönem örneğin Tunus'ta Tayyip Erdoğan'ın fotoğraflarını taşıdılar eylemlerde ama o dönem bitti. Suriye savaşı ile birlikte gelişen olaylar ve DAİŞ'in yaptıklarıyla artık Avrupa'da İslam’ı terörizmle bağdaştırma çok yaygın. Selefi cihatçı yapılanmaların dışında kalan Müslümanları da rahatsız eden bir durum bu. Çünkü bu onların hayatını birebir etkiliyor. Recep Tayyip Erdoğan her gün ırkçılığa maruz kalmıyor ama Belçika'da yaşayan bir Faslı, kaçıncı göbekten orada olduğu da fark etmeksizin, günün her saati ırkçılığa maruz kalıyor. Sonuç olarak Erdoğan’ın kontrol edebileceği ne siyaseten ne de toplumsal olarak bir zemin yok.

Türkiye siyaseti içinde bir sıkışmışlık olduğu artık daha net görülebiliyor. Zira Avrupa Birliği'nden bahsedildi fakat reform adına birkaç söz söyleyen Bülent Arınç istifaya zorlandı. Bundan kısa bir süre önce ekonomiyi toparlayamayan Erdoğan'ın damadı Berat Albayrak da aynı şekilde gönderildi. Türkiye iç ve dış siyaseti çok da birbirinden farklı bir yol izlemiyor; içerideki bu sıkışmışlıkla değerlendirirsek bu ilişkiler bütünü nasıl bir tablo çıkıyor ortaya?

Şöyle genel bir söylem var: Türkiye içeriyi konsolide etmek için dışarıda bu kadar radikal siyaset yürütüyor. Bu genel kanı Libya'yı da Rojava'yı da Ermenistan'ı da bu hâkim bakış açısı ile açıklıyor. Ama ortada şöyle esaslı bir durum var: Türkiye'nin dışarıda devam edebilmesi için de içeriye ihtiyacı var. Tersinden de görmek lazım. Dünyadaki bu kriz durumu Türkiye'nin de dışarıda bir şeyler yapmasını gerektiriyor. Türkçülükle İslamcılığın bir devlet koalisyonu yapmasını aslında dışarıda da benzer bir ittifaka ihtiyaç duyması ile alakası var. Örneğin Kürt meselesiyle alakalı ya da Ermeni sorunu ile alakalı. Çünkü 20. ve 21. yüzyıl boyunca Kürt sorunu hiçbir zaman bu kadar bölgesel bir mesele olarak ele alınmadı. Bu o bahsettiğimiz devlet aklından bakıldığında çözülmesi gereken bir sorun yumağı gibi duruyor. Yani hem içerisi hem de dışarısı için.

Bu içerde şuna tekabül ediyor devlet aklı dediğimiz, Ergenekoncusu, NATO’cusu, Avrasyacısı tüm o milliyetçi bloğun beka kaygısı var, ki bu konuda bence çok da haksız değiller. Diğer kanadı yani Tayyip Erdoğan'ın temsil ettiği ve iktidarda kalmaya çalışan İslamcı bloğun da tarihsel bir hafızası var.

Nedir bu tarihsel hafıza?

Siyasal İslamcılar bir daha Türkçülükle ya da laikçilerle karşı karşıya kalmak istemiyor. Çünkü laikçilerle karşı karşıya kalıp devletin sunduğu imtiyazlardan yararlanma konusunda altta kalmak istemiyorlar. İşte bu, siyasal İslam'ın hafızası. AKP içinde de kesimler var, kökeni Saadet Partisi’nden ya da tarikatlarda olan kesimler. Ve bu mesele tümünü ilgilendiriyor.

Tüm bunlar Erdoğan'ın popülist konsolidasyonundan kaynaklı, siyasal İslam ile devlet aklının bir aradalığı gibi bir durum çıkıyor ortaya. Ama alt dinamikler bambaşka bir şeyden bahsediyor ve bu pazarlık dediğimiz şey tam da burada ortaya çıkıyor. Bu da alttaki NATO’cular ve Avrasyacılar arasında bir çatlak ile Erdoğan gibi pragmatist ve siyasal İslam’ın toplumsal hafızasına dikkat çeken kesim ile bir çatlak meydana da getiriyor bana kalırsa. Türkiye'nin içinde bulunduğu tüm çelişkiler biraz da bunların ne yöne gideceği ile alakalı bir durum. Son olarak Berat Albayrak ile Süleyman Soylu arasındaki çelişki, bir adım geriye atıp bunu Pelikan ve Ergenekon çelişkisi olarak okumak da mümkün.

Ve Erdoğan kendi cephesinden verdi…

Evet ama Erdoğan, kurban vermek zorundaydı. Aslında bu Türkçülüğe birçok ödün vermiş siyasal İslam'ın Berat Albayrak şahsında bir ödün daha vermesi olarak okunabilir. Aslında aşamalı olarak baktığımızda görünürde MHP'nin, daha geniş kapsamlı olarak da kurumların, yöneticilerin ve çalışanların oluşturduğu geniş havsala içerisinde ise ulusalcılığın, zaman içerisinde AKP'yi ve AKP'nin şahsında siyasal İslam'ı küçültüp onu kontrol altına alma meselesi. Şu anda AKP kesinlikle ve kesinlikle 2007 ile 2013 arasındaki manevra kabiliyetinin yakınında bile değil. Çünkü bir alan kalmadı ve o alan çoğunlukla ulusalcıların kontrol ettiği bir yere döndü. Erdoğan yıllarca vesayet rejiminden şikayetçi oldu ama artık o rejim, AKP tarafından bizzat oluşturuldu.

Peki, dünyanın ve Türkiye'nin kendi içindeki krizine ayak uydurma stratejisi Kürtler açısından ne anlam ifade edecek?

2010'da dünyada başlayan protestolarla ve ayaklanmalarla Kürtlerin önüne çok büyük bir alan açıldı. Kürtler de bunu Rojava devrimi ile taçlandırdı. Daha önce de söylediğim gibi Kürt sorunu artık hiç olmadığı kadar bir bölgesel sorun bağlamında tartışılıyor. Ayrıca sadece Rojava, Kuzey ya da Başur değil bir bütün olarak Kürtler tartışılıyor. Kürtlerin ajandası, özellikle Güney’in İngiliz emperyalizmi ile birlikte bir bağımsızlık çabasına girip İngiliz İmparatorluğu tarafından terk edilmesinden bu yana emperyalizminki ile bölgesel bir paralellik göstermemişti. Ama şu an paralel. Şöyle ki şu an emperyalizmin varlığını devam ettirebilmesi için makyaj düzeyinde bile olsa Kürt sorunu için bir şey yapması lazım. Bunu elbette PKK merkezli bir Kürt hareketi ve ideolojik bağlam açısından Rojava ve Şengal'de ki bazı yapılanmaları dahil ederek ifade ediyorum ya da Rojhilat Kürdistan'ı. Bu süreç birçok şeye gebe fakat Kürtlerin önündeki en temel etkenlerden birisi kendileri arasındaki çelişkiler. Bunlar sadece Barzani değil, Güney’deki bazı ailelerin kaygıları da aynı zamanda. Bu kaygı da şu ki Trump'ın gitmeden önce sürpriz bir hareket yapması.

Ne gibi?

Örneğin bir anda Irak'taki ve Suriye'deki askerleri çekmek gibi. Biden bunu geri alacaktır ama oradaki bir haftalık ya da 1 günlük boşluk bile katliam demektir. Özellikle Rojava için doğrudan soykırım demektir. Bugün Şengal'de PKK gerillaları ile Türkiye desteklik KDP peşmergelerin karşı karşıya gelmesi, yine bu geçiş döneminin belirsizliğinden kaynaklı. Çünkü Türkiye'nin kısa dönemdeki emperyal stratejisi bir yere yerleşip oradan gitmemek üzerine kurulu.