Bayık: Türkiye istediği gibi at oynatamaz

Cemil Bayık: Musul operasyonu gündemde, AKP iktidarı esip gürlüyor. Karşısında bir güç görsün, sesi soluğu kesilir. Çünkü öyle herkese kabadayılık yapacak, herkese karşı savaşacak gücü yoktur. Hele hele Irak’ta istediği gibi at oynatamaz.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, “Musul operasyonu gündemde, AKP iktidarı esip gürlüyor. Aslında yapacağı bir şey olmasa da böyle esip gürleyerek kamuoyunu etkilemeye çalışıyor. A, B, C planlarım var diyor. Bunların çoğu propagandadır. Karşısında bir güç görsün, sesi soluğu kesilir. Çünkü öyle herkese kabadayılık yapacak, herkese karşı savaşacak gücü yoktur. Hele hele Irak’ta istediği gibi at oynatamaz. Şu anda KDP'ye dayanarak Başurê Kurdîstan'da konumlandırdığı askeri güce dayanarak böyle tehditler savuruyor. Ancak karşısına bir güç çıktığı takdirde bugünkü havasından bir şey kalmayacağı açıktır. Ne Suriye’de Türkiye'yi masaya oturturlar, ne de Irak’ta” dedi.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, son gelişmeleri ANF’ye değerlendirdi.

Türk devleti, Rojava ve Kuzey Suriye’deki varlığını Cerablus işgaliyle resmileştirirken Başika’dan çıkmamasının gündem olmasıyla birlikte Güney Kürdistan’daki askeri konuşlanması da perdelendi. Ne Irak ne de Federe Kürdistan bunu gündeme getirdi; neden ikisi de bu durumu görmezden geliyor?

AKP iktidarı başından beri Suriye’de yanlış politika izledi. Çetelerle işbirliği yaptı, IŞİD’le işbirliği yaptı, Rojava Devrimi düşmanlığı yaptı. Hem Kürtlerle karşı karşıya geldi, hem uluslararası güçlerle karşı karşıya geldi. Bu durum AKP iktidarını zor duruma düşürdü. AKP iktidarı ise hep Avrupa’ya, ABD'ye, çeşitli güçlere şantaj yaptı. Özellikle de mülteciler konusunda şantaj yaptı. Mültecilerin Avrupa’ya gitmesini bir şantaj aracı olarak kullandı. Yine IŞİD ile ilişkilerini bir şantaj aracı olarak kullandı. Uluslararası güçler sonunda Türkiye'ye Cerablus konusunda taviz verdiler. Orada bir koridor kurmasını kabul ettiler. Bu ABD ve Avrupa’nın da onayıyla gerçekleşti. İran, Suriye ve Rusya ise Türk devletinin Suriye politikalarını biraz gevşetmek, yumuşatmak için AKP'nin zor döneminde belli tavizler verdiler. Bu durum bir yönüyle de AKP iktidarının şantajlarına boyun eğme olarak da görülebilir. Diğer yandan ABD’nin Türkiye'yi Rusya ve Suriye'ye karşı bir şantaj olarak kullandığı da görülüyor. Öte yandan AKP iktidarının zor döneminde böyle bir taviz vererek Türkiye siyaseti üzerinde etkili olmak istediği de anlaşılıyor.

Cerablus’un işgali ve Suriye’deki siyasi durum çok kapsamlı değerlendirilebilir. Aslında Türkiye'nin Cerablus’a girişi Suriye'de sorunları daha da ağırlaştırmıştır. Belki ABD ve Rusya dış bir güç olarak Suriye savaşının içindedir, ama dış bir kara gücünün, hem de komşu bir kara gücünün Suriye'ye girmesi daha farklıdır. Dışarıdan, uzak yerden gelen birisi belki siyasi amaçları nedeniyle böyle bir sürece müdahil olabilir, fakat bir komşu gücün müdahalesi işgaldir; bu temelde siyasi etkisini sürekli yürütmek ister. Bu nedenle komşu bir gücün işgali her zaman kuşkuyla karşılanır, farklı değerlendirilir.

Öte yandan şimdiye kadar Suriye’de dış güçlerin müdahalesi olsa da esas olarak iç güçlerin çatışması vardı. Şimdi bir dış güç doğrudan Suriye'ye müdahale etmiştir. Bunun yaratacağı çok ciddi sorunlar olacaktır. PYD, YPG, QSD iç güçlerdir; diğer birçok siyasi güç iç güçtür, ama Türkiye bir dış güç olarak müdahale ederek sorunları daha da karmaşık hale getirmiştir. Bunun yan etkileri, olumsuz etkileri, sorunu ağırlaştıran etkileri ileride daha iyi görülecektir.

Başika konusunda Türk devletinin yaklaşımı gerçekten pervasızcadır. Tamamen bir işgalci güç niteliğindedir. Kuşkusuz daha önce de Başurê Kurdîstan'da askeri güçleri vardı. Bamernê’de vardı, Şeladıze’de vardı, daha birçok yerde Türk devletinin askeri güçleri vardı. Yine MİT’e bağlı birçok birim Parastın’la yakın ilişki içinde her yerde çalışmaktadırlar. Başika’dan çıkmaması, hatta Irak’a meydan okuması tamamen “işgalciyim, girdim, zorla çıkmıyorum” anlamına gelmektedir. Bu, gerçekten çok ciddi bir durumdur. Irak gündeme aldı, ama çok fazla ses çıkaramadı, sessiz kaldı. Bir işgalci güce böyle sessiz kalınabilir mi? Türkiye ya da İran'a böyle bir güç yerleşseydi Türkiye ya da İran'ın tepkisi ne olurdu? Ya da dünyanın herhangi bir yerindeki ülkenin tepkisi ne olurdu? Bu, açıktan açığa Irak hükümetini de, Başurê Kurdîstan hükümetini de tanımamdır. Çünkü Irak'a gelişi ne Irak parlamentosu, ne de Başurê Kurdîstan parlamentosu tarafından onaylanmıştır.

Askeri güçlerin bir yere girmesi, herhangi bir siyasi partinin ya da herhangi bir hükümetin kararıyla olacak bir şey değildir. Kaldı ki Irak hükümeti böyle bir karar da almamıştır. Ama buna rağmen Türk devletinin ısrarla ben Başika’da kalacağım, hatta Musul’a müdahale edeceğim demesi gerçekten ilginçtir. Başurê Kurdîstan'da nasıl bir siyasi irade vardır? Başurê Kurdîstan’da sözüm ona devletten söz ediliyor, Kürdistan federasyonunun tanınmasından söz ediliyor, bu çerçevede mangalda kül bırakılmıyor, milliyetçilik en zirvede konuşturuluyor, ama Başurê Kurdîstan'daki Türk işgaline ses çıkarılmıyor! Bu sessizlik, bu işgale boyun eğmek ve bu işgali kabul etmek değil midir? Irak’ın belki gücü yok, fazla bir şey yapamıyor, ama esas olarak Başurê Kurdîstan hükümetinin ses çıkarması gerekmiyor mu? Ama onlardan da çıt yok. Başurê Kurdîstan hükümeti KDP’den ibaret değil. Başurê Kurdîstan hükümeti içinde YNK de var, Goran da var, İslami partiler de var. İşgale bu kadar sessiz kalınması Başurê Kurdîstan için çok ciddi bir durumdur. Bu, bir yaklaşımı, tutumu, bir zihniyeti ifade ediyor. Böyle olursa yarın öbür gün başka bir güç de rahatlıkla girer, toplum ses çıkarmaz. Toplum bu tür işgallere karşı böyle tepkisiz bırakılabilir mi? Toplumda böyle bir alışkanlık, böyle bir duyarsızlık kabul edilebilir mi? Bu, Kürtlerin kendi eliyle Kürdistan'a yönelik bir işgal ve müdahale durumunda bir duyarsızlığın ortaya çıkarılmasıdır. Bunun kesinlikle reddedilmesi gerekiyor.

Mevcut durumda bir yönüyle Irak hükümeti de yok, Başurê Kurdîstan hükümeti de yok; Türk devleti istediği gibi girebiliyor ve cirit atabiliyor. KDP, şu anda bizim Türkiye ile ilişkilerimiz var, bu nedenle Irak'a girişi ve Başurê Kurdîstan’da bulunması bizim için sorun değildir, diyebilir. Bu tür sorunlara böyle yaklaşılamaz, böyle ele alınamaz. Bu, Türkiye ile kurulan herhangi bir ilişki değildir ya da herhangi bir devletle kurulan ilişki değildir. Bizzat KDP'nin ve Başurê Kurdîstan hükümetinin hakim olduğunu söylediği, Başurê Kurdîstan federasyonundan söz edilen bir yerde Türk devleti bu federasyonun hiçbir iradesini dikkate almadan “ben çıkmam” diyor. Türk devletinin işgaline Başurê Kurdîstan parlamentosu izin mi vermiştir? Ya da Başurê Kurdîstan hükümeti bir bütün olarak buna onay mı vermiştir? Böyle bir şey olmadığına göre, bu sessizlik gerçekten de kabul edilebilecek bir durum değildir. Kaldı ki şu anda Başurê Kurdîstan’a Türk ordusu asker gönderiyor, tank gönderiyor. Başurê Kurdîstan’ın en az on yerinde Türk askerleri bulunuyor. Bu nasıl görmezlikten gelinebilir? Bunun Kürt halkının ve Kürdistan'ın özgürlüğüyle ne alakası var? Özgürlüğün olduğu, demokratik yönetimin olduğu bir yerde herhangi bir gücün oraya öyle elini kolunu sallayarak girmemesi gerekmez mi? Bırakalım Türk devletini, Irak bile giremez. Musul ve çevresi Irak’ın sınırları içindedir. Bu nedenle Irak Başurê Kurdîstan yönetimiyle ilişki içinde ve ondan izin alarak bu alandaki operasyon yerlerine girebiliyor. Irak Başurê Kurdîstan federasyonundan izin alırken Türkiye nasıl oluyor da meydan okuyor, kimseyi dinlemem girerim, çıkmam diyor? Bu, Başurê Kurdîstan federasyon hükümeti de çık derse çıkmam anlamına gelmektedir. Şu andaki tutum böyle bir yaklaşım ve yolun açılmasına fırsat vermiştir. Buna karşı Başurê Kurdîstan halkının, siyasi güçlerin, herkesin tepki göstermesi gerekir. Bu tür şeylerde böyle yollar açılırsa arkası gelmez.

İlginçtir; Türkiye sanki Irak kendi topraklarıymış gibi konuşuyor. Kendisiyle ilgili bir durumda herhangi bir ülke bir kişiyle ilişkilense, Türkiye hemen o ülkeye böyle bir kişiyle ilişkilendin ya da bir kurumu kendine bağladın deyip o kişiyi zindana atar, o kurumu cezalandırır. Ama kendisi bir yere giriyor, işgal ediyor, askeri güçlerini yığıyor; ama Birleşmiş Milletler sistemi içinde hakim olan devlet kendisine çık dediğinde “çıkmam” diyebiliyor. BM de sessiz kalıyor. Aslında bu durum BM’nin de ne kadar çıkarcı, oportünist, kendi ilkelerine bağlı olmadığını gösteriyor. Irak BM’ye başvurdu. Bu durum karşısında BM Konseyinin yapacağı iş, hemen Türkiye'ye derhal çık, çıkmazsan yaptırım uygulayacağız yaklaşımının olması gerekirdi; ama çıkarlar gereği farklı yaklaşım gösteriliyor.

Biz Başika’daki Türk işgaline tepki gösterilmemesini Başurê Kurdîstan'ın geleceği açısından tehlikeli buluyoruz. Türk devletinin bu tutumu sadece Başika’da değil, Başurê Kurdîstan'daki bütün Türk askeri gücünün resmiyet kazanması, meşruiyet kazanması anlamına geliyor. Öte yandan Türkiye Başurê Kurdîstan’a istediği, tankı, topu, aracı sokuyor. Bu durumdan sadece KDP'nin değil, bir bütün olarak Başurê Kurdîstan yönetiminin de sorumluluğu var. Belki KDP yapıyor, ama Başurê Kurdîstan yönetiminin diğer kesimlerinin tutum takınması gerekiyor; YNK, Goran ve diğer partilerin tutum takınması gerekiyor. Hükümette yer alan İslami partilerin tutum takınması gerekiyor. Bu sorun ilkesel bir sorundur. Bu yaklaşımımız sadece bizimle Türkiye arasındaki çekişmeden, çatışmadan kaynaklanan bir değerlendirme değildir. Tabii ki bu işgal aynı zamanda bize karşı bir saldırı pozisyonu ve hazırlığını ifade etmektedir. Ama bir Kürdistan toprağının, Kürdistan'ın bir parçasının bu durumda olması çok ciddi bir durumdur. Hem de Irak merkezi hükümetinin hakimiyetinin olmadığı özerk bir yerden söz ediyoruz. Bir taraftan Başurê Kurdîstan’a federasyon diyoruz, ama bu federasyonun özerkliğine hiçbir değer vermeyen bir Türk devleti yaklaşımı var. Bu tutum özü itibariyle Başurê Kurdîstan'ın kabul edilmemesidir. Türk devleti zaten 2007 Kasım’ına kadar Başurê Kurdîstan federasyonunu kabul etmiyordu. 2007 5 Kasım Bush-Erdoğan görüşmesinde ABD PKK ile savaşta Türk devletine verdiği destek karşılığında Türk devleti Başurê Kurdîstan federasyonunu tanıdı. Ama şu andaki yaklaşımlara karşı tutum gösterilmemesi, yarın Türk devletinde, AKP hükümetinde, Başurê Kurdîstan federasyonunu tanımama gibi bir durumu ortaya çıkarır. Bu açıdan bu duruma sadece Başurê Kurdîstan halkının, Başurê Kurdîstan'ın siyasi güçlerinin değil; Kürdistan'ın dört parçasındaki halkın ve siyasi güçlerin karşı çıkması gerekir. Yoksa bu durum iyiye işaret değildir. Türk devletinin bu yaklaşımları ileride sadece diğer parçaları değil, şu anki mevcut Başurê Kurdîstan’daki federasyonu da tehdit etmektedir.

Musul merkezli tartışma ve hesaplarda Kürtler, ya Türkiye’nin Kürt Özgürlük Hareketi bileşenlerinin katılmamasını şart koşması durumunda ya da kendi içlerindeki sorun/çekişmeyle gündeme geliyor. Bu, Kürtlerin askeri ve siyasi düzeyi dikkate alındığında yadırganması gereken bir durum değil midir?

IŞİD'i Musul’dan atma operasyonu başlamış görünüyor. Ancak Musul operasyonuna kimlerin katılacağı, kimlerin katılmayacağı konusundaki tartışmalar ilginç bir durum arz etmektedir. Musul nasıl IŞİD'e teslim edildi, bu gerçeğin ortaya konulması gerekir. Musul, Musul valisi, Musul içindeki eski Baas yanlısı kesimler, Türkiye ve Suudi Arabistan etkisindeki güçler tarafından Türkiye ve Suudi Arabistan’ın da etkisiyle ortak bir planlamayla IŞİD'e ve IŞİD’in içindeki Baas güçlerine teslim edildi. Irak ordusu bu nedenle direnemeden Musul’dan çıkmak zorunda kaldı. Musul’u IŞİD'e teslim eden güçler şimdi de Musul’a operasyonunda etkin olmak ve Musul’a girmek istiyorlar. Bu, tarihin en ironik durumudur.

Musul’un işgal edilmesinde Türk devletinin de rolü var, Suudi Arabistan’ın da rolü de var. Şu anda Haşdî Vatanî denilen eski Musul valisiyle de ilişkisi olan güçlerin rolü var. Eskiden nasıl ki IŞİD'e teslim etmişlerse, bu defa da gidip devralmak istiyorlar. Eğer Musul’a bir operasyon olacaksa, Musul’u hileyle, oyunla IŞİD ve Baasçılara teslim edenlerin bu operasyonun ne içinde, ne yanında ne de uzağında yer alması gerekiyor. En başta da böyle bir operasyonda bunlara karşı tutum takınması gerekiyor. Çünkü onlar Musul’u IŞİD'e teslim ettiler. Musul valisine bağlı güçlerin, Türkiye'nin, Suudi Arabistan’ın ve bu güçlere bağlı kesimlerin Musul operasyonunun içinde yer almaması gerekiyor. Musul operasyonunda konuşmaya haklarının olmaması gerekiyor. Ne var ki bakıyoruz Musul’u işbirliği içinde IŞİD'e teslim eden Türkiye “ben de gireceğim, ben de orada olacağım” diyor. Musul’u IŞİD'e teslim edip kaçan eski Musul valisi ve onunla ilişkili güçler “biz de olacağız” diyorlar. Bunun herhangi bir ahlaki ve vicdani yanı var mıdır? Şu anda böyle trajik bir durum var.

IŞİD'e karşı en fazla mücadele edenler ise dışlanmak isteniyor. Bunlar kim? Gerilla güçleri! Yine IŞİD'e karşı en fazla mücadele veren YBŞ güçleri, Êzidî güçler! IŞİD’le ortaklık yapanlar Musul operasyonu içinde yer alacaklar, ama IŞİD’e kahramanca direnen, bedel veren YBŞ’lilere ve gerilla güçlerine Musul operasyonunda uzak durulsun denilecek? Bunun açıklanacak bir yanı var mıdır? Kaldı ki bugün IŞİD'e karşı herkes kabadayılık yapıyor, IŞİD'e operasyon yapılıyor. Peki bu cesaret nereden alındı? Rojava Devrimci güçlerinin ve gerillanın IŞİD'e yönelik verdiği başarılı mücadeleden alındı! Irak hükümeti bile IŞİD'e karşı mücadelede bu cesareti nereden aldı? Şengal’de, Kerkük’te, Maxmur’da gerilla güçlerinin ve Êzidîlerin öz savunma gücü olan YBŞ’nin IŞİD'e karşı verdiği başarılı mücadeleden aldı. Eğer IŞİD'e karşı Rojava Devriminin ve bu gerilla güçlerinin başarılı mücadelesi olmasaydı, YBŞ’nin başarılı mücadelesi olmasaydı ne Irak askeri güçleri IŞİD'e karşı mücadelede bu iradeyi ortaya koyabilirlerdi, ne de başka güçler.

Hatırlayın, Musul’un işgali döneminde, yine o süreçlerde Rakka’nın ve diğer yerlerin IŞİD’in eline geçtiği dönemlerde kim IŞİD’in karşısında durabiliyordu? IŞİD'in ismini duyan kaçmıyor muydu? Ama Rojava Devrimcileri IŞİD'e karşı direndiler, IŞİD'i her yerde bozguna uğrattılar. Gerillalar Başurê Kurdîstan'da, Şengal’de, Maxmur’da, Kerkük’te IŞİD'e karşı direndiler. Mesud Barzani bile IŞİD'e karşı direnerek Hewler kapısını kapatan gerillalara gidip teşekkür etti. Bu gerçekler ortadayken, IŞİD'e karşı hiçbir mücadele vermeyen, IŞİD karşısında kaçan, hatta Musul’u IŞİD'e teslim edenler operasyonun içine olacak, ama IŞİD'e karşı direnenler, büyük bedeller verenler IŞİD’in Musul’dan atılması operasyonunun dışında kalacaklar! Bunun mantıki hangi izahat yanı var? Türk devleti diyor ben Musul’da olacağım. Ama Musul’un durumunun en fazla ilgilendirdiği Êzidîler bu operasyonun içinde olmayacak! Bunun izah edilecek hiçbir yanı var mıdır?

Musul’daki yönetimin karakteri herkesten önce Êzidîleri, Şengal güçlerini ilgilendirmektedir. Hatta Musul’un durumu Musul’un içindeki toplumlardan daha fazla Êzidîleri ilgilendirmektedir. Bu açıdan Musul operasyonunda yer alması gereken birinci derecede güçler varsa, bunlar Êzidîlerin öz savunma gücü olan YBŞ ve YBŞ ile ittifak içinde olan güçlerdir. Ama çeşitli güçler baskı yapıyor, Türk devleti baskı ve şantaj yapıyor, YBŞ yer almasın, Başurê Kurdîstan’da, Kerkük’te, Maxmur’da var olan gerilla güçleri Musul operasyonuna katılmasın diyorlar. Êzidîlerin ya da gerillanın Musul operasyonuna katılması orayı işgal etmek ya da oraya hakim olmak için değildir. Êzidîler Musul operasyonuna katılsınlar ki Musul’da demokratik bir yönetim oluşsun! Demokratik bir yönetimin oluşmasında katkıları olsun ki Êzidîler kendi varlıklarını güvencede hissetsinler. Çünkü Şengal’in savunması, Êzidîlerin savunması, varlığının güvencesi Musul’dan geçmektedir; Musul’da demokratik ulus zihniyetinde bir yönetimin var olup olmamasından geçmektedir. Musul’da mezhepçi milliyetçi bir hükümet olursa bu Êzidîler için tehdittir. Êzidîler bunu kabul edebilir mi? Türk devleti Musul’dan çok uzakta olduğu halde, beni ilgilendiriyor diyor, ama Şengal’in burnunun dibinde olan ve Êzidîleri doğrudan etkileyen Musul’un kurtarılmasında Êzidîlerin yer almasına karşı çıkılıyor.

IŞİD Musul’u işgal edince ilk yaptığı iş neydi? Şengal’e yürümek oldu. Bu gerçeklik ortada değil mi? Bu gerçeklik ortadayken tabii ki Êzidîlerin Musul operasyonuna katılmaları çok meşrudur, hiç kimse buna engel olamaz, olmaması gerekiyor. Bunun hiçbir gerekçesi olamaz. Öte yandan Türk devleti Musul çevresinde etkili olursa arkasından da Şengal’e yürüyeceği haberleri geliyor. Türk basını bile şimdiden bu durumu dillendiriyor. Hatta iddialara göre Türk devleti Şengal’e KDP ile birlikte operasyon yapacakmış! Şengal Êzidîleri böyle bir tehdit altındayken, Türk devletine bağlı güçlerin tehdidi altındayken Musul operasyonundan uzak durması düşünülebilir mi? Musul’da Türk devletinin etkisinde bir yönetim olursa, ya da Musul'da Türk devletinin etkisi olursa Êzidîler kendini güvencede hissedemez. Çünkü Türk devletinin ilişkide olduğu güçler milliyetçi ve mezhepçi güçlerdir. Bırakalım Şengal'in güvencede olması, Başurê Kurdîstan bile tehdit altındadır. Belki Başurê Kurdîstan yönetimi bunu görmüyor, KDP bunu görmüyor, ama Türk devletinin etkili olduğu bir Musul'da Başurê Kurdîstan Federasyonu da, Başurê Kurdîstan halkının özgür ve demokratik yaşam geleceği de tehdit altındadır. Çünkü Türk devletinin yaklaşımı bugün sadece Bakurê Kurdîstan'da değil, bütün Ortadoğu'da Kürtlerin varlığına yöneliktir. Türk devleti sadece Bakurê Kurdîstan'da değil, tüm Ortadoğu'da Kürtlerin soykırıma uğratılmasını hedefliyor. Her yerde Kürt’ün kökünü kazımak istiyor. Rojava Devrimine yaklaşım bunun açık kanıtıdır. Şu anda eğer Başurê Kurdîstan'da KDP ile bir ilişkisi varsa, bu PKK'ye karşı yürüttüğü savaş nedeniyledir. PKK'yi ve Bakurê Kurdîstan'daki Kürtleri hallederse sıra en başta da Başurê Kurdîstan’daki Kürtlere gelecektir. Zaten bunun için Lozan başarısızdır, yenilgidir diyor.

Evet, Lozan’ı Kürtler de kabul etmiyor, çünkü Lozan’la Kürdistan dört parçaya bölünmüştür. Ama Tayyip Erdoğan’ın Lozan’ı kabul etmeyin demesi farklı amaçlıdır. Onun kabul etmemesi Musul ve Kerkük’ü de egemenlik altına alıp Bakurê Kurdîstan'daki Kürtlere ne uyguluyorsa Başurê Kurdîstan'daki Kürtlere de onu uygulamak amaçlıdır. Bu gerçeklik ortadayken, Türk devletinin “Başika’dan çıkmam, Musul’da olacağım” demesi en başta da Êzidîler için, sonra da Başurê Kurdîstan Federasyonu için bir tehdittir. Bunu görmeyenler kendilerini kandıranlardır ve kafasını kuma gömenlerdir.

Şu açıktır, Musul en fazla Kürtleri ilgilendirmektedir. Çünkü Musul'da nasıl bir yönetimin olup olmayacağı Kürtlerin geleceğini ilgilendirmektedir. Milliyetçi ve mezhepçi bir Musul ortaya çıkarsa bu bütün Kürtleri tehdit edecektir. Sadece Şengal Êzidîleri değil, bütün Kürtleri tehdit edecektir. Ama Musul'da Kürtlerin de içinde yer alacağı demokratik ulus anlayışına dayalı bir yönetimin olması, başta Başurê Kurdîstan ve Êzidxan’da olmak üzere Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamları için önemli olmaktadır.

Bu açıdan ABD'nin her yerde olduğu gibi Türkiye'nin hassasiyetlerini gözeterek Şengal’deki Êzidîlerin hassasiyetini gözetmemesi kabul edilebilecek bir durum değildir. Zaten Êzidîlerin soykırımına hepsi göz yumdu, sadece gerilla savundu. Şimdi Şengal’i YBŞ güçleri savunuyor. IŞİD'e karşı mücadele de en fazla onların hakkıdır. IŞİD en fazla da onları tehdit ediyor; ama onlara IŞİD'e karşı mücadelede yeriniz yok, olmasın deniliyor. Bu kabul edilemez. İster ABD olsun, ister Irak hükümeti olsun, ister KDP olsun hiç kimse Êzidîlere biz sizi koruruz güvencesi veremez. Çünkü 3 Ağustos’ta ne kadar korudukları belli oldu. Ne ABD, ne Irak hükümeti, ne de KDP Êzidîleri korumuştur. Bu açıdan YBŞ güçleri Şengal’i korumalı ve Şengal’in geleceği açısından bu operasyona katılmalıdırlar.

Başta Êzidîler olmak üzere Kürtlerin Musul operasyonuna katılması Irak'ın demokratikleşmesiyle ilgili bir durumdur. Kürtler Musul'da etkili olursa Irak'ta gerçekten demokratik bir eğilim gelişir. Ama Kürt karşıtı milliyetçi mezhepçi bir yönetim ortaya çıkarsa bu hem Kürtler açısından bir tehdit oluşturur, hem de Irak'ın demokratikleşmesi önünde engel olan bir durum ortaya çıkarır. Hatta Irak'taki istikrarsızlığın süreklileşmesinin merkezi haline gelir. Türk devleti bir yönüyle de Musul’u Irak istikrarsızlığının merkezi haline getirmek için “ben orada var olmak istiyorum” diyor. Bu nedenle Kürtlerin, YBŞ ve gerillanın Musul’da varlığına karşı çıkıyor.

Sizce Musul’un IŞİD’ten kurtarılması kadar kimler tarafından kurtarılacağı ve sonrası neden önemli, Musul’un 100 yıllık demografik yapısı ve tarihi pazarlıklar ışığında izah edebilir misiniz?

Kuşkusuz Musul'un kurtarılması önemli, ama esas önemli olan kimler tarafından kurtarılacağı ve sonrası oluşacak yönetimin karakteridir. Zaten Musul’un kurtarıldıktan sonra nasıl bir yönetime kavuşacağı da kuşkusuz kimler tarafından kurtarılacağı, bu operasyonda kimlerin yer alacağıyla bağlantılıdır. Bu açıdan büyük bir çekişme var. Musul sahipsiz bir yer olarak görülüyor. Kim etkili olursa o yönetimde kendisinin etkili olacağını düşünüyor. Bu açıdan kimler tarafından IŞİD’ten temizleneceği sorusu çok önemlidir. Bu konuda Kürtler de hassastır. Bu yönüyle Türk devletinin Musul operasyonuna katılmasını istemezler. Türk devleti Musul operasyonuna katılırsa bunun Kürt karşıtı bir siyasal durum ortaya çıkaracağı açıktır. En başta da Şengal tehdit altına girecektir; hatta Rojava Devrimi bile tehdit altına girecektir. Türk devleti Musul merkezli milliyetçi mezhepçi yönetimle birlikte Rojava Devrimi düşmanlığı yapacak, Şengal özyönetim düşmanlığı yapacaktır. Musul ve çevresindeki etkisiyle Medya Savunma Alanlarındaki özgürlük güçlerine yönelik saldırılara yönelecektir. Türk devletinin Musul operasyonuna bu kadar katılmak istemesinin bir nedeni kuşkusuz Irak ve Ortadoğu politikalarında etkili olmaktır. Ama bu kadar ısrarlı olmasının nedeni, Kürtlerin Ortadoğu'da, Başur’da, Irak'ta ve Rojava’da güç olmasının önüne geçmektir. Irak’ta işbirliği yapacağı güçlerle birlikte Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı savaşmayı planlamaktadır. Nitekim Musul operasyonundan sonra Türk devletinin Şengal’e yöneleceği, buradan sonuç alırsa daha sonra Kandil’e de yöneleceği; böyle bir askeri ve siyasi planlama içinde olduğu söylenmektedir. Demek ki Musul’un kimler tarafından kurtarılacağı ve sonrası bu açıdan önemlidir. Hem tüm Kürtler, hem de Irak ve Başurê Kurdîstan açısından önemlidir.

Musul tabii ki tarihi bir şehirdir. Önemli bir kavşak noktasındadır. Suriye'ye, Irak'a, İran'a, Türkiye'ye açılan bir kapı gibidir. Böyle görmek gerekiyor. Öte yandan Irak'taki dengeler açısından da çok önemlidir. Eğer Musul’da Irak hükümetiyle uyumlu demokratik bir Musul yönetimi ortaya çıkmazsa; milliyetçi, mezhepçi bir Musul yönetimi var olursa Bağdat da kendisini güvencede hissedemez. Zaten Irak bu konuda hassastır. Çünkü Musul’un durumu Bağdat’ın güvenliğiyle doğrudan bağlantılıdır.

Musul bir kesimin şehri değildir. Musul'da önceleri Süryaniler, Yahudiler, Şiiler ve diğer etnik ve dinsel topluluklar Sünni-Müslüman topluluklardan daha fazla yaşıyormuş. Bu yönüyle İslami topluluklar yanında çok farklı inanç toplulukları da varmış. Musul böyle tarihi bir şehirdir. Son yüzyılda bu demografik dokusu değiştirilmiştir; Süryaniler göçertilmiştir, Yahudiler silinmiştir, Şiiler azaltılmıştır, Êzidîler Musul'dan uzak tutulmuştur. Bu yönüyle son yüzyılda Ortadoğu'ya giren milliyetçilik fitnesi ve mezhepçiliğin gelişmesi Musul’un demografik yapısında değişiklikler yaratmıştır. Ama hala da Musul çok farklı etnik ve inanç topluluklarının yaşadığı bir şehirdir. Şimdiye kadar böyleydi. IŞİD'in bir amacı da Musul’un bu çok renkliliğini ortadan kaldırıp tek renk haline getirmekti. Sadece Sünni Araplardan oluşan bir şehir yaratmayı hedefliyordu. Bu nedenle IŞİD Musul'a saldırdı. Nitekim IŞİD'in Musul'u işgalinden sonra diğer tüm etnik ve inanç toplulukları Musul'dan kaçmak zorunda kaldılar. Çünkü Musul onlar için yaşanmaz hale geldi. IŞİD'in hakim olduğu yerde ne farklı inanç, ne de farklı etnik topluluk yaşayabilir. Ama Musul'da IŞİD gelmeden önce önemli sayıda Kürt yaşıyordu, Şii Türkmen yaşıyordu, Süryaniler yaşıyordu, Êzidîler vardı. Bu açıdan Musul çok farklı etnik ve inanç kimliklerinin yaşadığı bir şehirdi. Öyle ki, IŞİD kök kazımak için uzun zamandan beri cami haline getirilmiş Yunus peygamber camisini bile bombalamıştır. Geçmişte oranın kökünde Yahudilik varmış, başka inançlar o yapıyı kullanıyormuş, bu nedenle kökü kazılmalıymış!

Bu açıdan Musul'un kimler tarafından kurtarılacağı önemlidir. Musul operasyonunı, Musul'un karakterine uygun, demokratik ulus zihniyetinde olan, farklı etnik ve inanç topluluklara hoş görüyle yaklaşan, kardeşlik içinde ortak bir yönetim kurmayı hedefleyen kesimler tarafından yürütülmelidir. Bu operasyon sonrası demokratik ulus anlayışına dayalı bir yönetim hedeflenmelidir. Kuşkusuz Musul’da Sünni Araplar çoğunluktadır. Ama çoğunluk demek her şeye hakim olmak demek değildir. Demokrasi, çoğunluğun her şeye hakim olduğu, kendisini herkesin üzerine hakim kıldığı bir rejim değildir. Sünniler ya da Kürtler Musul’da ayrıca kendi meclislerini, kendi özyönetim organlarını kurabilirler. Ama Musul’un genel yönetimi tüm toplum kesimlerini içine alan demokratik ulus yönetimi olmalıdır. Yoksa demokratik karakterde olmayan “ben çoğunluğum” diyen bir zihniyet ve yönetim anlayışı Kürtler için, Şii Türkmenler için, Süryaniler için, Êzidîler için meşru bir yönetim olamaz. Bu bakımdan demokratik ulus anlayışına dayalı bir demokratik yönetimin Musul'da gerçekleşmesi gerekiyor.

Merkezi yönetim olmamalıdır. Merkeziyetçi ulus-devlet anlayışı her türlü farklılığı öldüren, farklılıkları çatıştıran bir siyasal anlayıştır. Irak ordusu tarafından ağırlıklı olarak kurtarılsa bile, merkezi Irak hükümetinin ben hakim olacağım, istediğim gibi yöneteceğim diyeceği bir Musul da olmamalıdır. Ama merkezi hükümetle çatışacak, milliyetçi ve mezhepçi zihniyette bir yönetim de olmamalıdır. Bu açıdan demokratik ulus anlayışında bir yönetimin var olması önemlidir. Demokratik bir yönetim olduğunda Sünnilerin, Kürtlerin, Şii Türkmenlerin, Süryanilerin ve Êzidîlerin barış içinde yaşayacağı bir Musul ortaya çıkar. Musul’da yerel demokrasi olmalıdır. Bu çerçevede belli bir özerk yapısı da bulunmalıdır. Yerel demokrasi demek, demokrasi demek zaten özerklik demektir. Demokrasi, her yerelin ve toplumsal kesimin özerkliğini ifade eder. Her toplumun, her şehir ve kasabanın kendi kendini yönetmesini ifade eder. Merkeziyetçi bir yapılanma yanlıştır; ancak merkezi hükümetle ilişkide olan, demokratik Irak anlayışında olan, merkezi hükümetle ya da diğer inanç ve topluluklarla çatışma zihniyeti ve yaklaşımı olmayan bir Musul yönetimine ihtiyaç vardır. Ancak böyle bir yönetim Musul’u istikrara kavuşturabilir. Sadece Musul değil, Irak da ancak böyle bir Musul yönetimiyle istikrara kavuşabilir. Ne milliyetçi ve mezhepçi bir Musul Irak'ı istikrara kavuşturur, ne merkeziyetçi bir yönetim, ne de herhangi bir etnik ve inanç grubunun hakim olduğu bir Musul Musul’u ve Irak'ı istikrara kavuşturabilir. Bu açıdan Musul'un istikrarı da demokratik ulus anlayışında bir yönetime bağlıdır, Irak'ın istikrarı da Musul'un demokratik ulus anlayışına dayalı yerel demokrasi olan bir yönetime bağlıdır. Çünkü Musul’da yerel demokrasiye dayalı farklı kimliklerin olduğu demokratik bir yönetim olmazsa, mezhepçi-milliyetçi bir yönetim olursa Bağdat da ayakta kalamaz, kendini güvende hissedemez. Bu açıdan Bağdat’ın da kendini güvende hissedeceği, Şengal’in de, Kürtlerin de kendini güvende hissedeceği, tüm farklı etnik ve inanç toplulukların da kendini güvende hissedeceği bir Musul yönetimi, yerel demokrasiye dayalı demokratik özerklikle yönetilen bir Musul’un gerçekleşmesi gerekmektedir.

Öte yandan Musul’un özgürleşmesinin çevresinin durumuyla bağlantılı ele alınması gerekiyor. Oluşacak Musul yönetiminin konumunun çevresiyle bağlantılı ele alınması gerekiyor. Çevresindeki yerel demokrasiyi tanıyan, yerel demokratik güçlerle, alanlarla, bölgelerle ilişki içinde olan Musul gerçeğinin ortaya çıkması gerekiyor. Yeni Musul Şengal’in özerkliğini tanıyan, özerk Şengal’le ilişki içinde olan bir Musul olmalıdır. Yine yeni Musul Ninova denilen bölgede Asuri-Süryanilerin kendi inancıyla, kültürleriyle özyönetimlerine kavuştuğu bir Musul olmalıdır. Musul’un Süryanilerle bağı ve ilişkisi böyle olmalıdır. Yine Musul içindeki şebek Kürtlerin ve çevresindeki diğer Kürtlerin de kendi kendini yerel demokrasi temelinde yönetmesini tanıyan bir Musul olmalıdır.

Musul’da Kürtler de yaşamaktadır. Kürtlerin Musul içindeki konumu ve çevresindeki Kürtlerle ilişkisi hangi çerçevede olabilir?  

Musul içindeki Kürtler de Musul’un demokratik yönetimine katılarak hem Musul'un demokratikleşmesinde, hem de barış ve istikrarında rol oynamalıdır. Musul'un Başurê Kurdîstan’la demokratik ilişki kurmasında, Musul’un Başurê Kurdîstan’la yan yana, sıcak demokratik bir ilişki temelinde demokratik Irak'ın parçası olması konusunda rollerini oynamalıdırlar. Tarihi gerçekler, mevcut sosyal ve siyasal gerçekler Musul'da demokratik zihniyette olan; otoriter, mezhepçi ve milliyetçi olmayan güçlerin etkili olmasını zorunlu kılmaktadır. Böyle bir demokratik Irak yönetim anlayışında ve toplumsal dengelerin kurulmasında Musul içindeki ve çevresindeki Kürtlerin çok olumlu rolleri olabilir. Musul’daki yönetim konusunda Irak hükümeti de dikkatli olmalıdır. Musul Irak'ın bir parçasıdır, ama Musul’da farklı mezhepten topluluklar yaşamaktadır. Sünni Araplar var, Sünni Kürtler var, Süryaniler var, Şii Türkmenler ve Êzidîler var. Bunların hepsini dikkate alan bir demokratik yönetimin, bir demokratik ulus yönetiminin oluşması konusunda çaba göstermelidir. Irak'ın böyle bir çaba göstermesi, aynı zamanda Irak'ın demokratikleşmesi, Bağdat’ın ve Şii bölgelerin istikrarı için de gereklidir. Hatta Irak'ın IŞİD’ten temizlediği Ramadi ve Felluce gibi alanların da istikrar ve barışa kavuşması açısından Musul’daki yönetimin nasıl olacağı konusu önemlidir.

Bu açıdan biz demokratik ulus anlayışını güçlendiren toplulukların Musul operasyonuna etkili katılmaları gerektiği görüşündeyiz. Kürtler katılmalı, Êzidîler katılmalı, Süryaniler katılmalıdır. Kesinlikle Türk devleti uzak tutulmalı, Türk devletinin yetiştirdiği milliyetçi-mezhepçi kesimler de bu operasyondan uzak tutulmalıdır. Haşdî Vatanî, Türk devletinin eğittiği milliyetçi mezhepçi bir güçtür. Bunlar da Musul’un özgürleşmesi için Musul yönetiminden uzak tutulmalıdır. Kuşkusuz Musul yönetiminde Sünni Araplar etkin yer almalıdır. Bu olmazsa olmazdır. Ama bu Sünni Araplar milliyetçi ve mezhepçiliği savunan Araplar olmamalıdır. Türkiye ile mesafeli olan kesimler olmalıdır. Kürtlerle, Êzidîlerle, Şii Türkmenlerle kardeşçe yaşayacak, Bağdat hükümetiyle demokratik ilişki içinde olacak bir anlayışa sahip olmalıdırlar. Ancak böyle bir anlayışta olunursa o zaman Musul demokratik yönetime kavuşur. Hem Başurê Kurdîstan, hem Şengal, hem de Irak için özgür ve demokratik yaşam açısından olumlu rol oynayan bir konuma kavuşur. Bu açıdan başta Êzidîler olmak üzere Kürtler Musul operasyonunda etkin yer alarak hem Bağdat yönetimiyle, hem de Başurê Kurdîstan’la yakın ilişkide olacak bir demokratik Musul’un ortaya çıkarılmasında rollerini oynamalıdırlar.   

Bilindiği kadarıyla Şengal bölgesinde YBŞ’nin yanı sıra HPG’nin bazı birimleri mevcut. Son dönemde Musul operasyonu tartışmalarıyla birlikte Şengal’in durumu, buradaki askeri yapılanmanın KDP ve Irak Hükümeti ile ilişkileri gündeme geliyor. Bu konudaki yaklaşımınız nedir?

Şengal’de bugün YBŞ’nin önemli bir askeri gücü var. Tabii ki Şengal’e ilk müdahale edenler HPG’liler oldu. Şengal’in tümden işgal edilmesine ve Êzidîlerin soykırıma uğramasını HPG’liler önledi. Bu açıdan HPG’liler de şu anda Şengal’in savunmasında YBŞ’nin yanında yer almaktadırlar. Özellikle Şengal halkının kendi özyönetimine ve öz savunmasına kavuşması için YBŞ’ye ve oradaki yönetime destek sunmaktadırlar. Bu bütün Kürtlerin vicdani ve ahlaki sorumluluğudur. Êzidîler bütün Kürtlerin bir parçasıdır. Farklı bir inanç parçasıdır ve tarih boyu da hep fermanlara uğramışlardır. Bu yönüyle Êzidîlerin varlığına yönelik saldırılar karşısında tüm Kürtler sorumludur. Başur Kürtleri de, Rojava da, Bakur da, Rojhilat da sorumludur. Çünkü bütün Kürtleri ilgilendirmektedir. Bütün Kürtlerin Êzidîlere karşı sorumlulukları vardır, bu sorumluluklarını yerine getirmek durumundadırlar. Nitekim gerilla IŞİD’in soykırım saldırısı karşısında bu tarihi sorumluluğunu yerine getirerek Şengal’e müdahale etmiştir. Bu açıdan tarihi bir rol oynamıştır. Bunu insanlık da takdir etmiştir. Belki de insanlık tarihindeki en büyük insani müdahalelerden olmuştur. Bir halkın, bir inanç toplumunun soykırıma uğramasının önüne geçilmiştir. Bu açıdan gerilla oranın özgür ve demokratik yaşamı sağlanana kadar sorumluluğunu sürdürecektir. Bu, herkesin sorumluluğundadır. Kaldı ki gerilla oraya gittiğinde hiç kimse yoktu. Gerilla IŞİD’le karşılaştı, Şengal’i IŞİD’ten korudu. Şengal dağları düşseydi oraya bir daha kimse giremezdi. Ama gerillalar Şengal’in hakim yerlerini tutarak IŞİD’in tüm alana hakim olmasını engellemiş ve daha sonra da Şengal şehrinin kurtarılması süreci başlamıştır.

Musul operasyonu nedeniyle Şengal’in durumu bir daha gündeme gelmiştir. Musul’daki IŞİD en başta da Şengal için tehdittir. Bu tehdidin ortadan kaldırılmasında tabii ki Êzidîler rol oynamalıdır. Binlerce kadını kaçırılmıştır; birçok insanı katledilmiştir. IŞİD'e yönelik operasyona Êzidîler katılmayacak da kim katılacaktır?

Kuşkusuz burada bazı sorunlar vardır. Özellikle KDP Êzidîlerin öz savunmasına ve özyönetimine karşıdır. IŞİD operasyonundan ve saldırısından önce KDP oraya hakimdi; ama KDP savunamadı. Gerilla savundu, orada Êzidîler kendi öz savunmasını kurdular, özyönetim sistemini kurdular. Şimdi KDP diyor ki 3 Ağustos’tan önceki duruma dönelim. Halbuki bir ferman gerçekleşti, artık 3 Ağustos’tan önceki duruma dönülemez. Dönülmesi ne ahlaki ne vicdani, ne de siyasi olarak doğrudur. Şengal özerk olmalıdır. Şengal’in özerkliği Êzidîlerin hakkıdır. Evrensel olarak da haklarıdır, Irak anayasası çerçevesinde de haklarıdır, farklı bir Kürt gerçeği olması itibariyle de özerk yönetim haklarıdır. Özerkliğini tanımak, onların farklılığını, farklı toplum olduğunu tanımaktır. Özerkliğini tanımamak, öz savunmasını tanımamak, onların farklılığını tanımamaktır. Bu açıdan KDP'nin yaklaşımları sorunlar yaratıyor. Hem Êzidîlerle arasında, hem de bizimle arasında sorunlar yaratıyor. Biz Şengal’e ve Êzidîlere ilkesel yaklaşıyoruz. Gidip Êzidîlere biz hakim olalım yaklaşımıyla hareket etmiyoruz. Êzidîler orada kendi öz savunmalarını kursunlar, kendi kendilerini yönetsinler diyoruz. Gerillanın varlığı da onun için vardır. KDP ile Êzidîler arasında çıkan sorunlar KDP'nin 3 Ağustos sonrası yeni bir durumun ortaya çıktığını görmemesiyle ilgilidir. Eğer 3 Ağustos öncesine dönülmesi gibi bir anlayış içinde olunmazsa var olan sorunları çözmek kolaylaşır. KDP'nin oraya hükmeden bir yaklaşımdan vazgeçmesi gerekiyor. Evet, orası Irak sınırları içindedir, Başurê Kurdîstan'ın bir parçasıdır, ama orada farklı bir Kürt topluluğu var. Bu açıdan hem Irak'tan hem de Başurê Kurdîstan'dan özerk bir yapıda olması gerekmektedir. Demokrasinin gereği de, ahlakın ve vicdanın gereği de böyle olması gerekmektedir.

Kuşkusuz Şengal’de YBŞ’nin yanısıra HPG’nin bazı birimleri de mevcuttur. Ama ağırlıklı olarak YBŞ’nin öz savunma güçleri şu anda Şengal’in savunmasını yürütmektedirler. Eğer HPG’nin 3 Ağustos’ta müdahalesi olmasaydı Êzidîler tarihi bir soykırımla karşı karşıya gelmiş olurlardı. Aslında HPG’liler bu müdahaleleriyle sadece Êzidîlerin soykırıma uğramasını engellemediler, bütün herkesin onurunu kurtardılar; tüm insanlığın onurunu kurtardılar. Siyasi olarak sınırları içinde olan Irak'ın onurunu kurtardılar. Yine IŞİD saldırısı sırasında askeri ve siyasi olarak Şengal’de hakim olan KDP'nin onurunu kurtardılar. Eğer Şengal’de Êzidîler soykırımla karşı karşıya kalsalardı tarih de, insanlık da, toplum da bu soykırımı engellemeyenleri unutmayacaktı. Hiç kimse başını kaldıramazdı. Bu açıdan en başta da KDP'yi ve peşmergeleri bu tarihi ağır sorumluluktan kurtarmıştır. Gerilla orada Êzidîlerin öz savunmasını yapması, özyönetimine kavuşması için yardımcı olmaktadır, katkısını sunmaktadır. Bu bütün Kürtlerin tarihi sorumluluğudur. Sünni’si, Alevi’si, Êzidî’siyle bütün Kürtlerin görevidir. Bütün parçalar, Başuruyla, Bakuruyla, Rojhilatı ve Rojavasıyla; bütün partiler, PKK’siyle, KDP’siyle, YNK’siyle, Goran’ıyla, Komala’sıyla, Yekgurti İslami’siyle, Zahmetkeşan’ıyla bütün Kürtlerin Êzidîlere karşı tarihsel sorumluluğu bulunmaktadır.

Bu bakımdan gerillaların Şengal’in özyönetim ve öz savunması güvenceye alınana kadar Şengal’de kalma kararı insani bir karardır, yurtseverlik görevidir, buna karşı hiç kimse çıkamaz. Hiç kimse niye Şengal’desiniz, niye buradasınız diyemez. Gerilla orada Kürt halkının onurunu korumak için vardır. Êzidî Kürtlerin özyönetim ve öz savunmasını güvenceye alana kadar da kalma sorumluluğu vardır. Bu, tarihi bir sorumluluktur. 3 Ağustos’tan sonra durum değişmiştir. Şengal özerk olmak durumundadır; öz savunmasını yapmak durumundadır. Hiç kimse ben burada hakim olacağım, benim egemenliğim olacak dememelidir. Kuşkusuz Irak'a da bağlı olur, Başurê Kurdîstan federasyonuna da bağlı olur, ilişkileri olur, o ayrı bir konudur, ama özerk olacaktır. Özyönetimi olacaktır, öz savunması olacaktır. Artık 3 Ağustos öncesi KDP ben buraya askeri ve siyasi olarak hakimdim, yine hakim olacağım diyemez; Irak burası benim sınırlarım içindedir, askeri ve siyasi olarak benim dediğim olacak diyemez. Şengal’in özerkliğini tanıdıkları takdirde Şengalliler de hem Irak yönetimiyle, hem de Başurê Kurdîstan yönetimiyle ilişki içinde olurlar. İnsani, ahlaki, vicdani, her türlü yaklaşım bunu gerektiriyor.

YBŞ’nin Güney yönetimi ve Irak Hükümeti ile ilişkilerinin düzeyi nedir, siz ne kadar müdahil olabiliyorsunuz?

KDP ile hem YBŞ, hem de gerillalar sorunlar yaşanmaktadır. Ama bu, KDP'nin 3 Ağustos öncesine dönme zihniyeti ve politikasından ileri gelmektedir. 3 Ağustos’tan önce neydiyse yine öyle olsun deniyor. Gerilla oraya gittiğinde KDP yoktu ki! Gerilla hiç kimsenin elinden Şengal’i almadı. Gerilla gider gitmez de düşündüğü ilk şey oranın kendi öz savunması olsun, kendi özyönetimi olması oldu. Kim 3 Ağustos öncesine döneceğiz derse bu kabul edilemez. Bunu kabul etmek, Êzidî soykırımını kabul etmektir. Êzidîlerin yaşadığı 74 fermandan sonra bir fermanın daha önünü açmaktır. Bu kabul edilemez. Zaten Êzidîler de kabul etmemektedir. Bu açıdan KDP'nin Şengal politikasında yaklaşımını değiştirmesi gerekiyor. Sorun Êzidîlerden ya da bizden kaynaklanmıyor; sorun KDP'nin Êzidîlerin özerkliğini, özyönetimini ve öz savunmasını kabul etmemesinden kaynaklanıyor. Êzidîlerin özerkliği ve özyönetimi gerçek anlamda kabul edildiğinde Êzidîlerin ne KDP ile ne Irak ile ne de başkalarıyla herhangi bir sorunu olur.

Bu yönüyle KDP'nin Şengal’e hakim olmak istemesi, hatta bu konuda Türkiye ile ortak politikalar izlemesi, Türkiye ile Şengal konusunda anlaştığı konusunda haberlerin ortaya çıkması kaygı verici bir durumdur. Çünkü bu durum çok ciddi sorunlar ortaya çıkarır. Bizim bildiğimiz kadarıyla Irak hükümetiyle Şengal arasında herhangi bir sorun yoktur. Irak hükümetiyle Şengal yönetimi ve YBŞ arasında belli bir ilişki vardır. Irak hükümeti YBŞ’yi, öz savunma gücünü kabul etmiş durumdadır. Özyönetimini de, meclisini de fiili olarak kabul etmiş durumdadır. Eğer Irak Şengal’in özyönetimine, öz savunmasına karşı çıkmazsa; Şengal’in özerkliğine karşı tutum almazsa Şengal’in de Irak'a karşı bir sorunu olmaz. Şengal Êzidîleri kim özerkliğini ve özyönetimini tanımazsa ona karşı tutum içinde olurlar, onlarla sorun yaşarlar. Özyönetim ve özerkliğini tanıyan hiçbir güçle YBŞ’nin de, Êzidîlerin de sorun yaşayacağını düşünmüyoruz.

Bizim tabii ki gerilla üzerinden orayla belli ilişkilerimiz var. Yine orada Şengal’in özyönetiminin sağlanması için belli bir desteğimiz var. Ama bu tamamen Êzidîlerin kendi kendini yönetmesi ve kendi öz savunmalarını kendilerinin yapması, böyle bir konuma ulaşmalarıyla ilgilidir. Bizim Şengal’deki yaklaşımımız tamamen bu çerçevededir. Öte yandan 3 Ağustos’ta gerilla tarihi bir sorumluluk aldı, biz tarihi bir sorumluluk aldık. Bu sorumluluğu yerine getireceğiz. Bu sorumluluk da Şengal’in özerkleşmesi sorumluluğudur. Şengal özerk bir yönetime kavuşup gerçek anlamda kendin savunduğunda bizim açımızdan sorumluluk yerine getirilmiş olacaktır. Böyle bir sonuca ulaşmak da tüm Kürtler için bir tarihi görevi yerine getirmiş olmak anlamına gelecektir. Biz de bundan böyle bir görevi yerine getirmiş olmaktan gurur duyacağız.

Sizin Irak Hükümeti ile görüşmeleriniz var mı, bu görüşme ve ilişkiler Güney yönetiminin hilafına mı?

Kuşkusuz Ortadoğu'nun bu kadar karmaşık bir durumu yaşadığı, IŞİD’in sadece Kürtlere değil, Irak'a, Irak hükümetine saldırdığı bir süreçte bizim hareket olarak Irak hükümetiyle dolaylı ya da dolaysız bazı ilişkilerimiz olmaktadır. Çünkü IŞİD'e karşı mücadele bizim en temel sorunlarımızdandır. Irak hükümetinin de böyle bir sorunu bulunmaktadır. Öte yandan bütün Ortadoğu'da IŞİD’in halklara saldırısı vardır. Bu da Irak hükümetini ve bizleri ilgilendirmektedir. Yine Şengal’de gerillanın varlığı bulunmaktadır. Maxmur’da, Kerkük’te gerillanın varlığı bulunmaktadır. Gerillalar hem Şengal’de, hem Maxmur’da, hem de Kerkük’te IŞİD saldırılarına karşı orada bulunmaktadır. Bu gerilla varlığı ne Irak hükümetine, ne de Başur yönetimine karşıdır. Tamamen Kürtlerin öz savunmasıyla ilgili gerilla bu alanlarda bulunmaktadır. Yine bu varlığıyla Irak'ın ve Başur’un demokratikleşmesine katkı sunmayı amaçlamaktadır. Çünkü Irak'ın demokratikleşmesi bizim için, Kürtler için çok çok önemlidir. Suriye'nin demokratikleşmesi bizim için önemlidir, Türkiye'nin demokratikleşmesi, İran’ın demokratikleşmesi Kürtler açısından çok çok önemlidir. Bu açıdan ister Rojava Kürtlerinin, ister Bakur, ister Rojhilat, ister Başur Kürtleri olsun tüm Kürtlerin diğer ülkelerdeki demokratikleşmeyle ilgili olmaları gerekir. Türkiye'nin demokratikleşmesi, Suriye'yi de, Irak'ı da, İran’ı da ilgilendiriyor. Irak'ın demokratikleştirilmesi bütün Suriye'yi, Rojhılatê Kurdîstan'ı, Bakur ve Türkiye'yi doğrudan ilgilendiriyor.

Üçüncü Dünya Savaşının sürdüğü, eski dengelerin yıkıldığı, yeni dengelerin kurulduğu süreçte Ortadoğu'nun demokratikleşmesine çok fazla önem veriyoruz. Ortadoğu'nun demokratikleşmesi çerçevesinde bütün hükümetlerle ilişki kurma yaklaşımımız bulunmaktadır. Biz Irak hükümetiyle de Irak’ın ve Ortadoğu'nun demokratikleşmesi temelinde dolaylı dolaysız ilişkiler sürdürmekteyiz. İran’la da, herkesle de sürdürmekteyiz. Bu yönlü görüşmeleri bundan sonra da sürdüreceğiz. PKK'nin, Kürtlerin Ortadoğu'da önemli bir güç olduğu dikkate alınırsa, bu yönlü ilişkilerin olması doğaldır. Hareketimiz IŞİD'e karşı mücadelede de en önemli güçtür. Bugün bilmem kaç devlet IŞİD'e karşı koalisyon kurmuştur, ama en etkili mücadeleyi veren kesinlikle Kürtlerdir; Kürt Özgürlük Hareketidir, Rojava Devrimcileridir. Bu açıdan Irak hükümetiyle Kürt Özgürlük Hareketi'nin ilişkisi, Ortadoğu'daki siyasi gelişmelerin gereğidir.

Kuşkusuz bizim hiçbir görüşmemiz Başur yönetiminin hilafına değildir. Biz aynı zamanda Başurê Kurdîstan federasyonunun güvenliği ve varlığının güvencesi için de mücadele ediyoruz. Biz Kürdistan'daki her türlü saldırı karşısında bütün siyasi güçlerle, halkımızla dayanışma ve ortak mücadele içinde olacağız. Gerillayı bütün Kürdistan'ın öz savunma gücü olarak görüyoruz. Kürdistan'ın tüm parçalarına ve halkımıza karşı sorumluluk duyuyoruz. Bu yönüyle Başurê Kurdîstan'ın hilafına herhangi bir güçle ilişki kurmamız mümkün değildir. Başurê Kurdîstan'ın varlığı ve güvencesi aynı zamanda bizim de temel sorumluluklarımızdandır. IŞİD saldırdığında Hewler’i koruyan Kürt gerillası oldu, Kerkük’ü koruyan Kürt gerillası oldu. IŞİD tehdit ettiğinde yine gerillanın Soran bölgesine, Süleymaniye ve Kerkük’e doğru gitmesi bu nedenledir.

Ancak bizim politik yaklaşımlarımızla Başur yönetiminin politikaları zaman zaman çelişmektedir. Örneğin Şengal’e yaklaşımımızda farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bu açıdan tabii ki biz ister Başurê Kurdîstan yönetimi olsun, ister Irak olsun, isterse başka bir güç olsun Şengal’le ilgili bir durum söz konusu olduğunda kendi ilkesel yaklaşımımızı ortaya koyarız. Şu siyasi gücün, bu siyasi gücün Şengal konusuna nasıl yaklaştığı bizi ilgilendirmez, onları ilgilendirir. Bu açıdan bizim Şengal politikamızın Başurê Kurdîstan yönetim politikasıyla çelişmesi, bizim Irak’la görüşmelerimizin KDP'ye karşı bir görüşme olduğu biçiminde algılanamaz. Biz zaten çok açık bir Hareketiz. Kırk yıllık mücadelemiz ortadadır. Bütün Kürt örgütlerine yaklaşımımız da ortadadır. Bugüne kadar hiçbir siyasi güçle ya da devletle bir olup herhangi bir Kürt hareketine karşı bir tutumumuz olmamıştır. Biz sadece kendi mücadelemizi ve politikalarımızı yürütme çerçevesinde çeşitli güçlerle ilişki kurarız. Herkes bütün dünya ile ilişki kuruyor. Herhalde bu tür ilişki ve görüşmeler Kürtlerin de PKK'nin de hakkıdır. Türk devleti bütün dünya ile ilişki kuruyor, herkesle ilişki kurup PKK'yi tasfiye etmek istiyor, ama PKK bir yerlerle ilişki kurdu mu, bilmem PKK ne oldu diyorlar. Bunlar ciddiye alınacak sözler değildir. Nasıl ki Başur hükümeti ya da KDP birçok güçle ilişki içine giriyorsa, herhalde Kürt Özgürlük Hareketi'nin de kendi politikası, stratejisi, taktiği, ilkeleri çerçevesinde her siyasi güçle ilişki kurma hakkı vardır. Bizim herhangi bir ilişkimizin, görüşmemizin de hiçbir kimsenin aleyhine olma durumu yoktur. İlişkilerimizi bu eksende yürütmüyoruz. Tamamen Kürt halkının çıkarları, halkımızın çıkarları temelinde, ilkeler temelinde ilişki kuruyoruz. Ortadoğu'da kırk yıldır bir mücadele yürütüyoruz. Bu mücadelemiz dünyadaki birçok devleti, ülkeyi ilgilendiriyor. Bu açıdan birçok güçle şu ya da bu düzeyde çeşitli zamanlarda diplomatik ilişkilerimiz olmaktadır.

Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki işgalciliğini tartışan Kürtlerin, bunu sınırların veya devletlerin egemenlik haklarının ihlali çerçevesinde tartışması, herhangi bir sömürgeciyi diğerine tercih eder pozisyonda durması doğru mu? Kürtler için temel perspektif ne olmalı?

 Kuşkusuz bu konu karmaşık bir konudur. Türk devletinin Suriye'yi işgaline karşı çıkmak doğru mu, yanlış mı, ya da nasıl karşı çıkmalıyız gibi yaklaşımlar o anki durum ve bakış açısıyla ilgilidir. Burada esas olarak Türkiye'nin amacına bakmak lazım. Türkiye'nin amacı Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamına karşıysa, bunu hedefliyorsa tabii ki Türk devletinin Suriye'ye girişine de, Irak'a girişine de karşı çıkılır. Çünkü burada Kürtlerin çıkarına bir durum yoktur. Hatta Türk devleti sömürgeci soykırımda öncü devlettir. Tüm Ortadoğu'da Kürt düşmanlığında öncülük yapmaktadır. Bu açıdan Türkiye'nin işgali Kürtler açısından büyük bir hassasiyet yaratmaktadır. Yoksa sorun mevcut devletlerin egemenlik alanlarının ihlalleriyle ilgili bir konu değildir. Kuşkusuz mevcut devletlerin egemenlik ihlalleri de Birleşmiş Milletler açısından sorun teşkil etmektedir. Burada o devletlerin nasıl karakterde olduğu önemlidir. Eğer bir devlet gerçekten de demokratik karakterdeyse, Kürt sorununu demokratik temelde çözmüşse, ya da böyle bir çözüm yaklaşımı içindeyse o zaman bu karakterdeki devlet sınırlarının işgali Kürtler açısından da kabul edilir bir durum olmaz.

Öte yandan bizim açımızdan sınırların değiştirilmesinin çok bir anlamı yoktur. Sınırların değiştirilmesi, Kürtlerin bir devlet olması, ya da böyle bir hedefle mücadele etmek Kürtler için ne kadar özgür ve demokratik yaşam getirir, bunlar tartışılır, kuşku götürür konulardır. Bu açıdan biz mevcut sınırları sorun yapmadan Kürt sorununun bütün ülkelerde çözüleceğine inanıyoruz ve böyle yaklaşıyoruz. Eğer herhangi bir devlet içinde Kürt sorununu demokratik temelde çözümü mümkünse, o zaman tabii ki oraya müdahale Kürtleri de ilgilendirir. Tabii ki sorunlara devletçi paradigmayla bakmak ayrıdır, özgürlükçü ve demokratik paradigmayla bakmak ayrıdır. Biz sorunlara devletçi paradigmayla bakmıyoruz, özgürlükçü demokratik paradigmayla bakıyoruz. Bu çerçevede herhangi bir askeri müdahalenin, siyasi müdahalenin söz konusu ülkenin özgür ve demokratik yaşamına etkisi nedir, Kürtlere getirisi ve götürüsü nedir, böyle bakarız. Kaldı ki devletlerin müdahalesi tamamen iktidarcı bir yaklaşımla, halkların özgür ve demokratik yaşamına karşıt bir yaklaşımla gerçekleşmektedir.

Bu açıdan sömürgeci, iktidarcı; demokratik ve özgürlükçü karakteri olmayan yönetimlerin, devletlerin her türlü siyasi yaklaşımına karşı demokrasi güçleri tutum alır. Hele bu bir yere askeri güçlerini sokmaksa, bu askeri güçlerini sokmak da orada Kürtlerin hak ve hukuk iradesini elde etmesini engellemekse buna karşı çıkılır. Sorun devletler hukuku çerçevesinde, devletlerin sınırları çerçevesinde karşı çıkıp çıkmama değildir. Halklara, halkların özgür ve demokratik yaşamına, özgürlük mücadelesine karşıt bir tutum olduğundan dolayı bu tür müdahalelere karşı çıkılmaktadır. Yoksa Türkiye Suriye'ye girdi, Türkiye'ye karşı çıktığımız için bu sefer mevcut Suriye'nin politikalarını onaylıyoruz gibi bir yaklaşım söz konusu olamaz. Yine Türkiye Başika’ya, Musul’a girdi, Irak sınırlarını geçti diye Irak'ın tüm politikalarını doğru bulduğumuz anlamına gelmez. Söz konusu her durumda bu işgalin, bu siyasi müdahalenin politikalarının ne olduğu konusunu irdelemek gerekir. Bu yönüyle olay ve olgulara tek bir tutumla yaklaşılamaz.

En temel ilkesel yaklaşım önemlidir. Bu ilke de halkların özgür ve demokratik yaşamının çıkarına mıdır, çıkarına değil midir; bizim açımızdan esas olan budur. Bu çerçeveden bakıldığında Suriye'nin işgaline karşı çıkmak da doğrudur, Irak'ın işgaline karşı çıkmak da. Bu yönüyle Türkiye'nin bu işgaline karşı Başurê Kurdîstanlı güçlerin karşı çıkması da haklıdır. Kendi toprakları işgal ediliyor. Kendi topraklarında bir işgal var. Kendi topraklarını işgale Başurê Kurdîstanlı güçler karşı çıkmalıdır. Irak'ın karşı çıkması da anlamlıdır. Mevcut durumda Irak Başurê Kurdîstanlı güçlerle belli bir anayasa çerçevesinde bazı sorunları olsa da Kürt sorununun çözümünde önemli adımlar atmıştır. Türkiye ise buraya müdahale ediyor. Bu, Başurê Kurdîstan’a da müdahale etmektir, Kürt halkının eksiği ve yetersizliğiyle de olsa Başurê Kurdîstan'da oluşturduğu federasyona da müdahale etmektir.

Bu tür durumlarda bir soru sorup sadece evet ya da hayır cevabı beklemek yeterli değildir. Evet ya da hayırın hangi karakterde yapıldığına bakmak lazım. Bu yönüyle mevcut durumda Kürtlerin Türkiye'nin Irak'a da, Suriye'ye de müdahalesine karşı çıkmak doğrudur. Bu karşı çıkış, başka bir sömürgeci politikayı, sömürgeciliği kabul etmek anlamına gelmemektedir. Sadece Kürt halkının değil, Ortadoğu halklarının özgür ve demokratik yaşamına karşı da bir tutum varsa Kürtler buna da karşı çıkmalıdır. Kürtler sadece dar milliyetçi yaklaşımlarla hareket edemezler. Dar milliyetçi yaklaşımla ne Ortadoğu'da Kürt sorunu çözülebilir, ne de dar milliyetçi yaklaşımlarla Kürtler olaylara bakarak kendi özgür ve demokratik yaşamlarını sağlayabilirler. Bu açıdan Kürtlerin tüm halkların sorunlarıyla ilgilenmesi gerekmektedir. Çünkü Ortadoğu halklarının sorunları doğrudan Kürtleri ilgilendirmektedir. Türkiye'nin demokratikleşmesi doğrudan Kürtleri ilgilendiriyor, Irak'ın, Suriye'nin, İran’ın demokratikleşmesi doğrudan Kürtleri ilgilendiriyor. Bu bakımdan Rojava Kürtleri Suriye ile demokratik temelde sorunlarını çözmek istiyorlarsa, böyle bir perspektife sahip olurlarsa tabii ki Türkiye'nin müdahalesine karşı çıkacaklardır. Hatta Suriye'deki tüm yurtsever güçlerle birlikte Türk işgaline karşı tutum alacaklardır. Bundan daha doğal, doğru bir yaklaşım olamaz.

Yine Türk işgaline karşı Başurê Kurdîstan güçlerinin Irak'ın yurtsever demokrat güçleriyle birlikte anti işgalci bir hareket geliştirmeleri doğru ve yerindedir. Eğer Kürtler bölge halklarıyla ve ülkelerle sorunlarını çözmek istiyorlarsa, oradaki halklarla ortak bir mücadele içinde olacaklardır. Mevcut ülkelerin durumu şöyle olabilir, böyle olabilir. Esad’ın Suriye rejimindeki bazı yaklaşımları kabul edilir ya da edilmez, bu ayrı bir konudur. Zaten şu anda Suriye Baas rejimi Kürt sorununun çözümünde herhangi bir olumlu yaklaşım göstermemektedir. Eski zihniyeti şu ya da bu biçimde sürdürmektedir. Ama böyledir diye Rojava Kürtleri Türk işgaline karşı sessiz kalabilirler mi? Türk işgaline karşı tabii ki Arap demokratik güçleriyle, Arap yurtseverleriyle birlikte karşı çıkacaklardır. Çünkü sorunlarını Suriye’nin demokratikleşmesi temelinde çözmek istiyorlar. Suriye'yi aynı zamanda kendi ortak vatanları olarak görüyorlar. Çünkü demokratik ulus anlayışı ve ortak vatan çerçevesinde bütün ülkelerle sorunlarını çözmek isteyen Kürtler bu temelde Türkiye'nin de, Suriye'nin de, Irak'ın da, İran’ın da sorunlarıyla ilgileneceklerdir.

Eğer gerçekten yarın öbür gün Türkiye'yi bir güç işgal ederse, Türkiye'nin özgür ve demokratik yaşam mücadelesine bir müdahale olursa Kürtler buna da karşı çıkacaklardır. Burada sorun ilkeseldir. Halkların özgür ve demokratik yaşamıyla ilgilidir. Halkların özgür ve demokratik yaşamına bir saldırı varsa, halkların kendi topraklarında özgür ve demokratik yaşam temelinde her türlü işgale karşı savunma hakları vardır. Ama Türk devletinin şu anda Başura ya da Suriye'ye saldırması Türkiye'nin savunması değildir; Türkiye'ye yönelik bir tehditten ileri gelmemektedir. Tamamen Kürt düşmanlığından dolayı buralara müdahale etmiştir. O zaman Kürtlerin de her türlü güçle ittifak kurarak Türk devletinin işgaline karşı çıkma haklarıdır.

Uluslararası güçlerin, Türkiye’nin bu agresif tutumuyla ilgili duruşunu nasıl yorumlamak lazım, göz yumulup tolere mi ediliyor, biraz da sıcak sahaya mı sürükleniyor, yoksa gerçekten Türkiye kendi ajandasını uygulayabilecek dirayette mi?

Şu açıktır, Türkiye hala NATO’nun üyesidir. Avrupa ve ABD'nin önem verdiği bir ülkedir. Kuşkusuz AKP iktidarının politikalarından rahatsızlık duyulmaktadır. İç ve dışta Erdoğan’ın politikalarına rahatsızlık vardır. Bu zaten zaman zaman farklı tutumlarda ortaya çıkıyor. Ancak buna rağmen Türkiye'nin bazı adımlarına göz yumuluyor, tolere ediliyor demek doğrudur. Ya ilişkiler koparılacaktır ya da böyle bir durum yaşanacaktır. Uluslararası güçlerin öyle siyasi ilkeleri yoktur; ahlaki ve vicdani ilkeleri yoktur. Çıkar üzerine hareket ediyorlar. Öte yandan hala NATO, ABD ve Avrupa Türkiye'yi Ortadoğu'da kullanılabilecek bir güç olarak görüyorlar. Dolayısıyla Türkiye de bu yönlü ilişkileri çerçevesinde kendini belli düzeyde dayatma imkanı buluyor.

Türkiye'yi sıcak sahayı mı sürüyorlar, sıcak sahaya sürerek Türkiye'yi zorlayıp kendi politikalarına mı getirmek istiyorlar? Bu yönlü değerlendirme ve tartışmalar da var. Bu konuda biz bir şey diyemeyiz. Bu konuda herhangi bir bilgimiz de yok. Olaylara böyle komplovari yaklaşım ve senaryolar çerçevesinde yaklaşmak istemiyoruz. Kuşkusuz politikada bunlar var, bunlar politik araçlardan olmaktadır. Ama biz esas olarak somuta, olana bakıyoruz. Somut durumun yarattığı sonuçlara bakıyoruz, ona göre tutum alıyoruz. Bizim yaklaşımımız bu çerçevededir.

Kuşkusuz Türkiye'nin bir bütün olarak Ortadoğu'da kendi ajandasını uygulayacak dirayette olmadığı açıktır. Eğer bu politikada, bu güçte olsaydı şu anda Suriye'de de, Irak'ta da farklı şeyler olurdu. Suriye'de Baas rejimini devirmek istedi, kendisine bağlı güçleri etkili kılmak istedi, ama engellendi. Rojava Devrimini boğmak istedi, ama bunu başaramadı. Bunu görmek gerekir. ABD ile Türkiye'nin politikaları Suriye'de uyuşmadı. Türkiye Kürt düşmanlığı nedeniyle faşist çetelerle ilişki kurdu. Türkiye'nin hassasiyeti, amaçlarıyla ABD'nin ve Avrupa’nın amaçları örtüşmediğinden Türkiye istediğini gerçekleştiremedi. Türkiye Rojava Devrimini boğmak için de askeri güçleriyle girebilirdi. Ama siyasi koşullar buna el vermiyor. Uluslararası alanda herkes, Rusya’sı da, ABD’si, Avrupa’sı da Türkiye'nin Rojava Devrimini boğmak için işgali girişiminde bulunmasını kabul etmeyecektir. Tabii ki Türkiye fırsatını bulsa bunu yapacak. Nasıl ki bir dönem Avrupa Birliği üyesi Kıbrıs’ı işgali ettiyse, fırsatını bulduğunda başka yerde de bunu yapabilir. Türkiye'nin bu yönlü eğilimleri vardır. Ancak koşullar soğuk savaş dönemindeki gibi Türkiye'nin katı biçimde kendisini dayatmasına imkan vermemektedir.

Şunu belirtmek gerekir; Türkiye yüz elli yıldır Ortadoğu'daki çelişkilerden yararlanarak kendini etkili kılmak isteyen bir devlettir. Hep devletler arasındaki çelişkilerden yararlanmıştır. Hasta adam olarak tanımlandığı dönemde de çelişkilerden yararlanarak kendisini ayakta tutmuştur. Cumhuriyetin kuruluşunu da bu çelişkiler temelinde gerçekleştirmiştir. Yoksa bugün sınırları çok küçük bir devlet olarak kalabilirdi. Soğuk savaş döneminde NATO’nun yanında yer alarak kendi politikalarını yürütmüştür. Türkiye hep böyle çelişkilerden yararlanarak, kamplaşmadan yararlanarak kendini ayakta tutan ve bunun verdiği imkanlarla kendini dayatma kapasitesinden yararlanan bir ülke olmuştur. Ama mevcut durumda soğuk savaş son bulduğu için 1975’teki gibi kendisini dayatacak, kendi dediğini yaptıracak bir konumu da bulunmamaktadır. Bu yönüyle soğuk savaş koşullarında iki kutbun birbiriyle çok çatışmalı olduğu, her ülkenin söz konusu kamp açısından önemli olduğu dönemde Türkiye ya da başka bir ülke kendisini dayatma fırsatı, imkanı bulabilirdi; ama şimdi soğuk savaş dönemindeki düzeyde bu fırsat ve imkanı bulması söz konusu değildir. Ama yine de Türkiye beli düzeyde bir diplomatik değeri, jeopolitik değeri olan bir ülkedir. Bu yönüyle zaman zaman kendisini çeşitli biçimlerde dayatıyor. Bu dirayetli olmaktan öte Türkiye'nin kendi konumunu kullanarak attığı bazı adımlar oluyor.

Ama tüm bu adımlar bir yönüyle de uluslararası güçlerin Türkiye'yi yanında tutmak, kullanmak için tolere ettiği yaklaşımlar da olmaktadır. Ancak Türkiye'nin bu yönlü eski kapasitesi bulunmamaktadır. Biraz da bundan dolayı zorlanmaktadır. Geçmişte kendilerini dayatmışlar, şantaj yapmışlar, birçok şey yaparak kendisine avantaj sağlamaya çalışmıştır. Ama artık dünya da uluslararası güçler de Türkiye'nin her şantajına boyun eğmiyorlar. Çünkü Türkiye'nin ciddi zayıflıkları var, zayıf karınları var. En başta da Kürt sorunu Türkiye'nin çok zayıf karnıdır. Bu nedenle de Türkiye'nin hareket kabiliyeti eskisine göre daha daralmıştır. Ancak hala boşluklar ve siyasi çelişkiler bulduğunda bundan yararlanmak istiyor. Bu açıdan da başta Kürtler olmak üzere herkesin Türk devletinin bu fırsatçı, zaman zaman kendisini dayatan politikalarına karşı duyarlı olması ve gerekli tutumları alması gerekiyor.

Türkiye aslında kendisine karşı tutum alınmayacağını hissettiği an adımlar atıyor, esip gürlüyor. Bu tür adımlar attığında karşısına bir güç çıksın, attığı adımların hepsi daha farklı bir biçimde tersine döner, Türkiye büyük bir bataklığın içine girebilir, Türkiye büyük bir yıkımla karşılaşabilir. Bu yönüyle Türkiye'ye karşı verilecek mücadele Türkiye'yi kısa sürede tersyüz edip bugünkü o agresif tutumunu bırakıp kediler gibi kuyruğunu bacağının arasına alma durumunu yaratır. Türkiye karşısında mücadele edecek güç görmez ya da ben şu adımı atarım bana karşı çıkan olmaz dediği an kabadayı kesilir; ama karşı çıkan olduğu zaman da pirince giderken evdeki bulgurdan olur.

Musul operasyonu gündemde, AKP iktidarı esip gürlüyor. Aslında yapacağı bir şey olmasa da böyle esip gürleyerek kamuoyunu etkilemeye çalışıyor. A, B, C planlarım var diyor. Bunların çoğu propagandadır. Karşısında bir güç görsün, sesi soluğu kesilir. Çünkü öyle herkese kabadayılık yapacak, herkese karşı savaşacak gücü yoktur. Hele hele Irak’ta istediği gibi at oynatamaz. Şu anda KDP'ye dayanarak Başurê Kurdîstan'da konumlandırdığı askeri güce dayanarak böyle tehditler savuruyor. Ancak karşısına bir güç çıktığı takdirde bugünkü havasından bir şey kalmayacağı açıktır. Ne Suriye’de Türkiye'yi masaya oturturlar, ne de Irak’ta. Bazı ilişkileri temelinde uluslararası ve bölgesel güçlere şantaj yapıyor, ama artık bu şantajları giderek tersine dönecek ve Türkiye'yi bir batağa sürecek noktaya gelmiş bulunmaktadır. Özcesi Türkiye'nin uluslararası güçlerle ilişkileri nedeniyle bazı konularda dayatma ya da tolere edilme durumu olsa da öyle dirayetle kendi dediğini yaptıracak ne gücü ne de konumu vardır. Aslında bağırarak, çağırarak AKP hükümeti kendini ayakta tutmaya ve bu zor süreçte Türkiye'nin ağır sonuçlarla karşılaşmasını engellemeye çalışıyor. Ancak gerçek mücadelenin sürdüğü Ortadoğu'da lafla, bağırmakla, çağırmakla istediğini yaptıramaz; aksine şu anda izlediği politikalar ne bölgenin, ne de Türkiye'nin ihtiyaçlarına cevap verdiğinden kaybetmeyle karşı karşıya olan bir konumda bulunmaktadır.

Güney Kürdistan’daki durum da en az Rojava kadar karmaşık görünüyor. Bir güç, iktidarı zaptetmiş; bunun karşısında olanlar parçalı ve çözüm üretemiyor. Irak ile ilişkiler sorunlu. Türkiye ve İran olabildiğince içine nüfuz etmiş. Siz böyle karmaşık ve tehdit yumağı içinde buradaki toplumsal realiteler üzerinden müdahilsiniz. Kısa vadede Kürtlerin lehine bir durum oluşur mu, biraz da Musul operasyonu bağlamında yorumlar mısınız?

Başurê Kurdîstan’daki durum tabii ki Kürtler açısından iyi bir durum değil. Sömürgeci egemenliğin olmadığı, Kürtlerin yönetimi altında olan Kürdistan'ın bu parçasında durum farklı olmalıydı. Bütün Kürtler için örnek bir siyasal, sosyal ve ekonomik yaşam yaratılmalıydı. Bir kesimin kendini iktidar yapması değil de, bütün Kürtlere ve Ortadoğu'ya örnek olacak bir siyasal, sosyal, ekonomik düzen üzerine yoğunlaşılmalıydı. Aslında Başurê Kurdîstanlı bütün siyasilerin, aydınların, yazarların, toplumun böyle bir sorumluluğu vardı, ama bu yerine getirilememiştir. Başurê Kurdîstan kendisini böyle bir karaktere kavuştursaydı hem Irak'ı demokratikleştirirdi, hem de bütün Ortadoğu'nun demokratikleştirilmesinde olumlu rol oynardı. Demokrasinin, demokratikleşmenin Kürtler açısından önemi tam anlaşılamamıştır. Bir toplum, bir halk ancak demokratik toplumsa güçlü olur, kendi içinde demokrasiyi yaratmışsa güçlü olur. Demokratik olmayan toplumlar güçsüz toplumlardır; demokratik olmayan toplumlar halka değil de dış güçlere dayanmak zorundadırlar. Çünkü ancak demokratikleşme toplumu güç yapar. Bu, demokratikleşmenin ve toplumun güç olmasının kanunudur. Ancak Başurê Kurdîstan'da bu gerçeklik bilince çıkarılmamıştır, buna göre davranılmamıştır. Demokratik bir yönetim, demokratik bir toplum olma ve demokratikleşmeye dayanma yerine hakim olma, iktidar olma esas yaklaşım olmaktadır. Bunun yanında bir de toplumsal ve siyasal olarak parçalı olununca sorunlar daha da ağırlaşmaktadır. Bu yönüyle Başur’un sorunları tüm Kürtlerin sorunudur.

Başurê Kurdîstan sadece Başurê Kurdîstan halkını değil; dört parça Kürdistan'daki halkı güçlendiren bir pozisyonda olabilirdi. Bütün parçalar bundan çok büyük güç alabilirdi. Ama ne yazık ki iktidar anlayışı, iktidarın esas alınması, demokrasi yoksunluğu Başurê Kurdîstan'ın böyle bir rol oynamasını önlemektedir. Eğer bugün Irak sorunluysa, Irak'ta demokratikleşme yerine mezhep çatışması varsa, bundan da belli yönleriyle Başurê Kurdîstan yönetimi, toplumu, aydınları ve halkı kendini sorumlu görmelidir. Başurê Kurdîstan kendinden başlayarak bir demokratik toplum, demokratik yönetim, demokratik federasyon olsaydı, Irak’ın bütün sorunlarının çözümü için örnek olurdu. Irak'ın demokratikleşmesinin, sorunlarının çözümünün motor gücü olurdu. Bırakalım Irak sorunlarının parçası olmayı, kesinlikle Irak'taki tüm sorunların etkin çözüm gücü haline gelebilirdi. Başurê Kurdîstan Federasyonunun demokratik topluma dayanması, demokratikleşmesi böyle bir sonuç da ortaya çıkarırdı. Ama bu olmadığı gibi, Irak’la da ilişkiler sorunlu hale geldi. Bu kesinlikle Başurê Kurdîstan federasyonunun demokratikleşme konusundaki yetersizliğinin sonucudur. Başure Kurdîstan federasyonu demokratik karaktere kavuşsaydı Irak ne kadar otoriter, hegemonik, iktidarcı olursa olsun Başurê Kurdîstan federasyonu Irak'ın bu politikalarını aşardı. Irak’la bütün sorunların demokratik temelde çözülmesinin zeminini oluştururdu. Ama demokratik bir karakter olmayınca, milliyetçi iktidarcı bir eğilim olunca iki milliyetçi iktidarcı eğilim karşı karşıya gelmekte ve sorunlar ortaya çıkmaktadır. Nitekim yaşanan da bu olmaktadır.

Kuşkusuz Başurê Kurdîstan'daki sorunların en temel kaynağı da dış güçlerin elinin olmasıdır. Gerçekten Türkiye ve İran fazlasıyla müdahil olan ülkelerdir. Bunu bütün halkımız bilmektedir, biliyor. Türkiye neredeyse Başurê Kurdîstan'ı işgal etmiş bulunmaktadır. AKP iktidarı kaderini KDP'ye, KDP de kaderini Türkiye ile ilişkilerine bağlamış. Bu gerçekten sorunlara kaynaklık ediyor. Bütün sorunlar KDP ile Türkiye politikasının ekseninde şekillenince ya da şekillenmek durumunda kalınca sorunlar çözülmüyor, hatta daha da ağırlaşıyor. Yine İran’la ilişkiler de bu yönlü durumlar ortaya çıkarıyor. Bu da Kürt örgütleri arasındaki sorunların çözümünü zorlaştırıyor, toplumsal sorunların, siyasal sorunların çözümünü zorlaştırıyor; Başurê Kurdîstan federasyonunun bölgedeki çeşitli güçlerle ilişkilerinde sıkıntı yaratıyor. Çünkü İran’la ilişkiler farklı sorun yaratıyor, Türkiye ile ilişkiler farklı sorunlar yaratıyor. Türkiye ile ilişki oldu mu Kürt Özgürlük Hareketi'ne, PKK'ye ya da Kürt Özgürlük Hareketi ile ilişkide olan tüm siyasi güçlere karşı olumsuz politikalar ortaya çıkıyor.

Hatta Türkiye ile çatışmanın şiddetlenmesi doğrudan PKK’nin KDP ile ilişkilerine yansıyor. Çatışmasızlığın olduğu dönemde KDP ile ilişkilerimiz daha yumuşakken, çatışmasızlığın bitmesi ve Türk devleti ile şiddetli savaş KDP ile sorunları daha da ağırlaştırdı. Bu gerçeklik bile dış güçlerle olan ilişkilerin Kürtler arası ilişkilere nasıl yansıdığının en temel kanıtıdır. Yine İran ilişkileri ister istemez Kürt örgütlerinin ortak hareket etmesinde, birliğinde engeller ortaya çıkarıyor. Bu da sorunların çözümünü zorlaştırıyor. Kürt örgütleri arasında sorunlar yaşamasına yol açıyor.

Öte yandan biz Başurê Kurdîstan'da olumlu rol oynamak istiyoruz, Kürtler arası birlik olmasını istiyoruz. Ama herhangi bir Kürt örgütüyle ilişkimiz diğer başka bir örgüt tarafından farklı yorumlanıyor, kendisine karşı bir durum olarak yorumlanıyor. KDP bizim YNK ile, Goran ile, İslami hareketlerle ilişkimiz olduğunda bunu hemen kendine karşıt olarak yorumluyor. Bu tabii sorunlar çıkarıyor. Biz bırakalım herhangi bir partinin bölünmesini, parçalanmasını, bütün partilerin bir araya gelmesini, ortak irade olmasını istiyoruz. Ulusal bir zeminde buluşmanın gerektiğini düşünüyoruz. Bu yönüyle her türlü parçalayan, karşıtlaştıran politikalara karşıyız. Örneğin YNK’nin parçalanmasının kimseye faydası olmayacağını söylüyoruz, KDP bundan rahatsız oluyor, ya da YNK içindeki bazıları sanki bizim bu isteğimizi kendilerine karşı bir yaklaşım olarak görüyor. Halbuki biz sadece ve sadece Kürtlerin birliğini, Kürt partilerinin kendi birliğini korumalarını istiyoruz. Yaklaşımımız bu çerçevededir. Biz ne Kürtler arası çatışma istiyoruz, ne herhangi bir partinin içine müdahale edip parçalama, bölme yaklaşımı içindeyiz.

Musul operasyonu başladı, Musul operasyonu konusunda ortak bir yaklaşım ortaya çıkmadı. Halbuki Kürtlerin Musul operasyonunda etkili olması, oluşacak Musul yönetiminin demokratik ulus çerçevesinde bir bütün olarak Kürtlerin de çıkarını temsil edecek biçimde oluşması, hem Şengal’in güvenliği, hem de Başurê Kürdistan'ın güvenliği açısından önemliydi. Musul’da oluşacak yönetimin Kürt karşıtı değil de Kürtlerle kardeşlik içinde olması, Musul’un Başurê Kurdîstan’la karşı karşıya gelen değil de, Başurê Kurdîstan’dan güç alan, Başurê Kurdîstan'ı güçlendiren bir yönetim anlayışına sahip olması çok çok önemlidir. Biz bunu önemli görüyoruz. Kürtlerin Irak siyasetinde, Ortadoğu siyasetinde ne kadar etkili olup olmayacağı, Musul operasyonunda ne kadar yer alacağı ve bu çerçevede Musul yönetimindeki etkisinin ne kadar olacağına bağlı olacaktır. Ama Kürtler arasında birlik olmayınca, ortak bir Musul politikası olmayınca KDP gidiyor Türkiye ile ilişki geliştiriyor ya da Türkiye ile ilişkileri önemli görüyor. Bu da Kürtlerin aleyhine bir durum ortaya çıkarıyor. Peşmergelerin bu ilişkiler çerçevesi ve siyasal ortamda Musul operasyonuna katılımı esas olarak Türk devletinin politikalarına paralel bir durum ortaya çıkarıyor.

Nitekim Türkler Êzidîler katılmasın, gerilla katılmasın diyor. Halbuki Şengal’in katılması, gerillanın katılması, bu konuda perşmergeyle ortak hareket etmesi Kürtleri güçlendirecekken, KDP de Türkiye gibi gerilla içinde olmasın, Şengal güçleri içinde olmasın diyor. Bu tabii Kürtleri zayıf duruma düşürüyor, Kürtlerin durumunu zayıflatıyor. Peşmergenin de durumunu zayıflatıyor, Şengal’in de, Kürt güçlerinin de durumunu zayıflatıyor. Kürtler birlik olduğunda daha etkili sonuç alacakken, bu durum daha ez etkili olmalarını beraberinde getiriyor. Bu süreç de göstermektedir ki Başur’daki sorunların varlığı Kürtler açısından olumsuzluklar ortaya çıkarıyor. Çünkü eski dengeler yıkılmış Ortadoğu'da yeni dengeler kurulacak. Bu yeni dengeler kurulurken de Kürtlerin birliği ve güç olması, Kürtlerin dengelerde çok güçlü ve etkili yer almasını sağlayacaktır. Ama Kürtler parçalı olunca, ortaklaşıp güç olmayınca böyle bir tarihi fırsatı da kaçırmış olacaklar, yeni dengelerde istenilen düzeyde yer alamayacaklardır. Yeni dengelerde bir partinin ne kadar yer alıp almayacağı değil, Kürtlerin bir bütün olarak ne kadar yer alıp almayacağı sorunu önemlidir. Şu andaki durum gerçekten Kürtlerin birlik olmaması durumunda Ortadoğu'da kurulacak yeni dengelerde zayıf yer almalarına neden olacaktır. Belki KDP ya da bir parti kendine göre yer bulabilir, bir parça kendine göre kısmi yer bulabilir, ama birlik olmazsa bütün Kürtler, bütün parçalar zararlı çıkar.

Bu açıdan Başur’daki durum Kürtler açısından tarihi fırsat ortaya çıkaran bu dönedeki siyasal gelişmeleri olumsuz etkiliyor. Başur’daki siyasi anlayış demokratik karakterde olsa, birlikçi karakterde olsa, parti çıkarını, aşiret çıkarını değil de bir bütün olarak tüm Kürt toplumunun çıkarını düşünen olsa bundan Kürtler çok kazançlı çıkacaktır. Bu yönüyle Kürtler ellerine geçmiş tarihi fırsatı kaçırma tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Başurê Kurdîstan'ın şu anda Kürtlerin yönetimi altında olması çok tarihi fırsatlar ve imkanlar sunuyor. Ancak sadece hakim olma anlayışı ve yarışı bu fırsatları kaçırmaya yol açıyor. Demokratik yönetim anlayışı, Kürtler arası birlikle çok önemli rol oynanacakken, Irak'ı demokratikleştirme ve Irak üzerinde etkili olma, bütün Ortadoğu üzerinde etkili olma durumu ortaya çıkaracakken, bütün parçalardaki özgürlük ve demokrasi mücadelesini güçlendirme durumu yaratacakken, bu parçalılık, birbirine karşı olma durumu ciddi zayıflıklar ortaya çıkarmaktadır. Musul operasyonunda birlik olamama bu gerçekliği çok yalın biçimde ortaya koymuştur. Eğer gerilla, peşmerge, YBŞ güçleri ortak hareket etselerdi, Musul operasyonunda en etkili güç olurlardı. Hatta IŞİD Kürtlerin bu birliğini görseydi direnmeden kaçardı. Kürtlerin önünde IŞİD değil, hiçbir güç duramazdı. Bu da Kürtlere çok büyük kazandırırdı. Ama Başurê Kurdîstan’da hegemonik iktidar anlayışı aşılamadığı ve sorunlar demokratik temelde çözüme kavuşturulamadığı için tarihi fırsatların değerlendirilemediği açıktır. Ancak Ortadoğu'da eski dengelerin yıkıldığı, yeni dengelerin kurulduğu süreçte Kürtler er geç bu gerçeği görüp gereklerini yerine getirerek bu tarihi fırsatlardan yararlanıp halkımızı 21. Yüzyılın yükselen gücü haline getireceklerdir.

Devam edecek...