Karayılan: Ahlarını yerde bırakmayacağız

Türk devletinin, Kurdistan Özgürlük Gerillası’nın direnişini kırmak için kimyasal silahları temel bir yöntem olarak planladığını belirten HSM Karargah Komutanı Murat Karayılan, “Amaçlarına hiçbir biçimde şiddet yoluyla ulaşamayacaklardır” dedi.

Türk devletinin şiddete dayalı politikayla sonuç almasının mümkün olmadığını vurgulayan HSM Karargah Komutanı Murat Karayılan, “Bunların pek de hesaba katmadıkları, gerillanın zeki-yaratıcı taktiklerle düşmanı boşa çıkaran tedbirleri ve büyük bir cesaretle gelişen muazzam direnişidir. Karşılarında Önder Apo’nun ideoloji ve felsefesiyle donanmış yiğit Kürt oğulları-kızları ile enternasyonal devrimciler vardır. Dolayısıyla bu amaçlarına onlar hiçbir biçimde şiddet yoluyla ulaşamayacaklardır” dedi.

 Kendine Kürt’üm diyen bir gücün bu imha sürecine eşlik etmesinin kendileri için yüz karası olacak ağır bir durum olduğunu vurgulayan Karayılan, “Bundan vazgeçilmeli; bundan kimsenin faydası yoktur. Kürt halkının tüm varlığını ve kazanımlarını ortadan kaldırmak isteyen bir zihniyet var ve bu zihniyete karşı, demokratik değerlere dayalı Kürdistan Özgürlük Gerillası’nın tarihi bir direnişi vardır. Bu gerçekliği görmeyen, buna ters düşen ve buna sessiz kalan herkes bu topraklarda yarın bunun ceremesini çekecektir” diye konuştu.

Karayılan, varlık yokluk olarak adlandırılan süreçte tüm devrimci, yurtsever ve emekçileri mücadelede daha fazla rol ve misyon yüklenerek toplumsal hareketi yükseltmeye çağırdı.

Halk Savunma Merkezi (HSM) Karargah Komutanı Murat Karayılan, sömürgeci Türk ordusunun Kurdistan Özgürlük Gerillası’na karşı kimyasal silah ve yasaklanmış bomba kullanmasının arkasında yatan gerçekleri, özel savaş rejiminin neden bunu gizlediğini, bu saldırılara yanıt olmanın gerekliliklerini ve kamuoyuna düşen görevleri ANF’ye değerlendirdi.

Geçtiğimiz günlerde komutanlığınız tarafından sömürgeci TC ordusunun kimyasal silah saldırılarında şehit düşen 17 gerillanın kimlik bilgileri açıklandı. Ayrıca Baz Mordem (Mehmet Can Evren) ve Helbest Koçerîn (Kevser Ete) isimli gerillaların kimyasal silaha maruz kaldıktan sonraki görüntüleri de yayınlandı. Öncelikle bu durum hakkında neler söylersiniz?

Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki bugün, halkımızın özgürlük mücadelesinde çok önemli bir yeri olan Zap, Avaşîn ve Metîna’daki tarihi kahramanlık direnişi 6 buçuk ayını tamamladı. Bu direnişin birçok açıdan değerlendirilecek boyutları vardır. Belki farklı zeminlerde bu değerlendirilebilir ama bu direnişin bu düzeyde görkemlileşerek gelişmesinde en büyük rolü olan kahraman şehitlerimizdir. Bu direniş, Önder Apo’nun çizgisinde büyük bir fedakarlıkla ve fedaice sürdürülerek bugünkü aşamaya getirilmiştir. Baz Mordem ve Helbest Koçerîn yoldaşların şahsında, başta kimyasal silahlarla şehit düşen yoldaşlarımız olmak üzere, bu direnişin tüm kahraman şehitlerini anıyor, onlara verdiğimiz sözü bir kez daha yineliyoruz. Biz onlara çok şey borçluyuz. Onlar bu kahramanlıkları ve direnişleriyle Kurdistan halkına ve bölgedeki demokrasi güçlerine çok büyük hizmetlerde bulunmuş oldular. Büyük bir faşizm dalgasının önüne geçerek halklar adına büyük bir direnişi sergileyerek şehadete ulaştılar.

Baz ve Helbest yoldaşların görüntülerini kamuoyuna sunduğumuzdan dolayı başta şehitlerimizin değerli anneleri ve ailelerinden, tüm yurtseverlerden özür diliyorum. Sahada yaşanan gerçekliğin çarpıcı bir biçimde görülmesi için yayınlamak zorunda kaldığımıza ailelerimizin ve halkımızın anlam vereceğini düşünüyorum. Vicdanları çatlatan, acılar içinde kıvranan yoldaşlarımızın ahını kuşkusuz yerde bırakmayacağız. Onların davasını başarıya taşımakla sözümüze sahip çıkmayı esas alacağız. Aziz şehitlerimiz direnişleriyle kutsal amaca büyük hizmet yaptıkları gibi, şehadetleri ile de davamızın başarısı için büyük rol oynuyorlar. Baz ve Helbest arkadaşların da bu konuda şehadetleriyle önemli bir rol oynadıkları çok açıktır.

Bu görüntüler toplumda bir infial yarattı, halktan ve demokratik kesimlerden tepkiler gelişti. Karşı tarafta ise reddeden, görüntüleri yalanlayan ve bırakın bir yargı bildirmeyi, tartışılmasına bile karşı çıkan bir tutum görüldü. Konuyu nasıl ele alıyorsunuz?

Değerli halkımız, dostlarımız, insan haklarından yana vicdan sahibi olan ve tarafsız tüm çevreler kesin bir biçimde şundan emin olmalı: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Güney Kurdistan topraklarında kullandığı yasaklanmış bomba ve kimyasal silahlara ilişkin komutanlık olarak kamuoyuna açıkladığımız bilgilerde en ufak bir abartı ve yanlışlık yoktur. Belirtilenlerin hepsi çok kesinleşmiş sonuçlardır. Herkes bu çerçevede verilen bilgilerin netliğinden emin olabilir.

Aslında biz savaşın bu yönünü 2021 Şubatı’nda Garê’ye dönük gerçekleşen saldırıyla beraber sürekli bir biçimde dile getirdik. Ancak çok fazla yer bulmadı. Bunun çok çeşitli nedenleri vardır ancak bu söyleşinin konusu olmadığını düşünüyorum. Fakat 2 yıldan bu yana Türk devleti belirttiğimiz bu durumu boşluğa düşürmek için hep sessizce geçiştirdi ve cevap vermedi. Bir tek geçen yıl bir ara Hulusi Akar, “biz kimyasal silah kullanmıyoruz; sadece biber gazı kullanıyoruz” diye açıklama yaptı. Halbuki biber gazı da bir kimyasal maddedir ve savaş hukukuna göre savaşlarda, özellikle de kapalı alanlarda kullanılması suçtur. Türk devleti Kimyasal Silahlar Sözleşmesi’ni imzalamış ve bunu kullanmayacağını taahhüt etmiştir. Buna rağmen sadece biber gazı da değil, insan üzerinde çok farklı etkiler yaratan çok çeşitli öldürücü maddeler kullandılar. Ancak tüm bunlara rağmen hiçbir şekilde bu konunun gündeme gelmesini istemiyorlardı. Bu nedenle de hiçbir tartışma yürütmüyorlardı.

EĞER TEMİZSENİZ BAĞIMSIZ HEYETLERE İMKAN SUNUN

En son somut belgeler ortaya konulunca, aynı gün hiçbir araştırma-soruşturma yapmadan, ‘bu PKK propagandasıdır; dezenformasyondur’ diyerek reddettiler. ‘Ordumuz temizdir; envanterimizde bu silahlar yoktur’, vb. şeyler söylediler. Artık mızrak çuvala sığmadığı için büyük bir telaşla, suçluluk psikolojisiyle hemen reddettiler. Çünkü esas olarak suçüstü yakalanma tablosu ortaya konuldu. Onun için büyük bir panik ve tepkiyle reddettiler. Birçok değerli siyasetçi ve insan haklarından yana şahsiyetin bu konuda yaptığı çağrıyı yinelemek istiyorum: Madem ordunuz temiz, bu iddialar yalan ve böyle bir şey yok; o zaman bağımsız heyetlerin olay yerine gelmesi için imkan sunun, güvenlik garantisi verin; bu heyetler gelip inceleme yapsın ve her şey net açığa çıksın. Eğer temizseniz, böylece temizliğiniz ortaya konulmuş olur.

Ama biz biliyoruz ki söz konusu olan Kurdistan halkına karşı işlenen savaş suçları olunca, Türk devleti her şeyi inkar etmektedir. En son Zaxo’ya bağlı Heftanîn’in Perex Köyü’nde bir katliam yaptılar. Irak ordu yetkilileri gelip bu silahların Türk ordusu tarafından kullanıldığını belgelediler ama ona rağmen resmi olarak reddettiler; ‘bu PKK’nin propagandasıdır’ dediler. Ama biliyoruz ki alttan da bazı Kürt elçilerini Irak devletine göndererek ailelere para vaat edip olayın üstünü örtmeye çalıştılar. Bunun gibi daha birçok olaydan, biz bunların nasıl yalan söylediklerini biliyoruz. Eğer yalan söylemiyorlarsa, bağımsız heyetleri engellemezler. Bu kadar açık ve nettir; heyetler gelsinler ve tespit yapsınlar. Bizim bu konuda her türlü kolaylığı sağlayacağımızı KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığımız açıkladı ve biz de tekrar ediyoruz; biz tüm imkanlarımızla heyetlerin güvenliği ve sağlıklı çalışabilmesi için gerekenleri yapmaya hazırız.

Bu görüntülerin kimyasal etkisi olabileceğini ve bağımsız heyetler tarafından araştırılmasını belirten Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’ya dönük büyük bir yönelim gerçekleştirildi ve tutuklandı. Bu konuyu nasıl değerlendirirsiniz?

Evet; AKP-MHP rejimi telaşla bu durumu reddettiği gibi, aynı zamanda ‘böyle bir iddia var; belirti de var; araştırmak gerekir’ diyen herkesi de tehdit ederek bastırmak istiyor. Bu konuda sözde muhalefetin de desteği söz konusudur. Bir akademisyen, bir bilim kadını ve konunun ehli olan bir uzman olan, yaşamı boyunca insan haklarından yana tavır koymasıyla bilinen Şebnem Korur Fincancı Hoca’yı en üst düzeyde o kadar suçladılar, yargı kurumlarına talimat vererek tutukladılar. Böylece herkesi korkutmak ve herkese gözdağı vermek istiyorlar.

FOYALARININ MEYDANA ÇIKMASINDAN KORKUYORLAR

Bu konuda dikkat çeken diğer bir husus da şudur: İlk gün sert açıklamalar yapan kişiler Tayyip Erdoğan’ın doğrudan talimat verdiği yakın adamlarıydı. Zaten sonradan kendisi de en üst perdeden suçlamalarda bulunarak açıklama yaptı, Şebnem Hoca’yı da hedef gösterdi. Niye? Çünkü foyalarının meydana çıkmasından korkuyorlar. 2 yıldır bu silahı yoğun bir biçimde kullanıyorlar. Tabii ki bu suç durumu Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla planlanan ve gerçekleşen bir şeydir. Kurdistan Özgürlük Gerillası’na karşı bir savaş tarzı olarak kendisi buna karar vermiştir. İşte bu suç durumunun resmi olarak açığa çıkmasından korkuyorlar. Bunun önüne geçmek istedikleri için bu biçimde en üst perdeden tehditle bir gündem oluşturarak önüne geçmek istiyorlar.

Hakeza konuyla ilgili haber yapan gazeteciler de şu an itibarıyla tutuklanmış durumda...

Evet; aynı biçimde kimyasal gazların kullanılması konusunda haber yapan, yazı yazan, kamuoyunu bilgilendiren özgür basın emekçilerine de saldırılar geliştirdiler. Özgür basın çalışanlarının gözaltına alınırken uğradıkları muamele ve şiddet Kürt halkına bir hakaret olduğu gibi herkese gözdağı vermek içindi. Onlar para pul için bu mesleği yapmıyorlar. Onlar hakikat peşinde koşan insanlardır. Tüm özgür basın çalışanları her türlü zulüm, tehdit, can güvenliği, tutuklama ve hayati tehlikeyi göze alarak gazetecilik yapan değerli ve onurlu insanlardır.

Faşist AKP-MHP rejimi, ne Şebnem Hoca’ya ne de özgür basın çalışanlarına yaptıkları bu uygulamalarla sonuç alamayacaktır. Çünkü bu insanların faşist uygulamalardan yılmayacaklarını ve geri adım atmayacaklarını önceki pratiklerinden biliyoruz. İnsanlık onuru için emek veren kişilerin, aynı zamanda ilkeleri uğruna her şeyi göze alabileceklerine inanıyorum. Bu açıdan faşist rejim bu uygulamalarıyla sonuç alamayacaktır. Bu tutuklamalar, baskı, işkence, herkesi tehdit ederek, susturarak, özellikle onlar için hayati bir konu olan seçime giderken, kimyasal silah konusunda işledikleri suçların üstünü örtebileceklerini düşünüyorlar. Nafile. Onların bu tutumları, gerçeklerinin açığa çıkmasına daha fazla hizmet edecektir.

Peki rejimin bu uygulamalarının altında yatan neden nedir?

Şüphesiz birçok nedenden söz edilebilir. Kürt’e düşmanlık, soykırım siyaseti, Yeni Osmanlı hayalleri, hareketimizi yok etme istemi, savaşta gerilla karşısında yaşadıkları başarısızlık, vb. birçok neden vardır. Ancak bu uygulamaların ve bu düzeydeki yaklaşımların Türkiye’de yapılacak olan seçimlerle de çok yakından bir ilişkisi vardır. Çünkü iç politika ve ekonomi başta olmak üzere bir çok konuda dibi gören mevcut rejim varlığını sürdürebilmesinin tek yolunu Türkiye’de şovenizm damarını şahlandırmakta görüyor, bunun için de savaşı tırmandırma ve Kurdistan Özgürlük Hareketi’nin ezilmesini hedefliyor. Bir savaş rejimi olarak bu hükümetin iktidarını devam ettirebilmesi için, bir şekilde seçimleri kazanması gerekiyor.

REJİM NE YAPTIYSA DA İSTEDİĞİ SONUCU ALAMADI

Esas olarak seçim takvimini biraz da saldırıların sonuç alıcılığına göre belirliyorlar. Zaten Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli ve Hulusi Akar üçlüsünün hesabı, daha 2021 Şubatı’nda Garê’de başlattıkları saldırıdan sonuç almak ve orada elde edecekleri ‘başarı’ temelinde erken seçime gitmekti. Bu amaçla o süreci başlattılar ve bunun için alelacele sonuç almak amacıyla kimyasal silah kullandılar. Ama ona rağmen başaramadılar. 2021 yılı boyunca devam eden savaşta bir kısım yoldaşlarımız bu silahlardan şehit düştü fakat AKP-MHP rejimi yine istediği sonucu alamadı. Dolayısıyla erken seçim planları da ertelenmiş oldu. Bunun üzerine 2022 baharına girişle birlikte Zap, Avaşîn ve Metîna’da aynı şekilde yasak silahlar kullanarak ve ek olarak taktik nükleer bomba da kullanarak 1-2 ay içerisinde sonuç almak, zafer ilan etmek ve 2022 yılı içerisinde erken seçime gitmeyi önlerine koydular. Ancak yine başaramadılar. Başaramadıkları için erken seçimle iktidarlarını koruma planları bir kez daha suya düştü. Esas olayın önemli bir boyutu budur. Yani bu kadar yoğun bir biçimde yasaklanmış silahları kullanmayı göze almalarının en önemli nedenlerinden birisi iktidarlarını devam ettirme hırsıdır. Tabii bunun iki boyutu var: Birincisi soykırım siyasetidir. Türk devleti bunun başarılmasını önemli görüyor. İkincisi de Tayyip Erdoğan’ın iktidarını sürdürme hesabıdır. Tayyip Erdoğan devletin bir kesimini bu amacı için kullanıyor. Ama devletin o kesimi de Tayyip Erdoğan’ı Kürt direnişini bastırmada ve soykırımı etkili kılmada kullanıyor.

Açıklamalarınızdan anlaşılan, bu konuda uluslararası çevreler de epey teşvik edici oluyor...

Tabii ki. Özellikle de kimyasal ve yasak silah kullanmalarına karşı uluslararası çevrelerden herhangi bir tepki gelmediğini görünce, bundan cesaret alarak 2022 yılında da daha fazla kimyasal gaz ve taktik nükleer bomba ile termobarik bombalar kullanıp kesin sonuç alacaklarını hesapladılar. Bu konuda ilgili uluslararası kurumların sessiz duruşları, özellikle NATO devletlerinin, TC’nin operasyonlarını destekler tutumu ve kimi devletlerin de bu silahları Türk devletine sunması veya ortak yapmış olmaları, açıkça suç ortaklığını ortaya koyuyor. En azından uluslararası kurumların sessizliği, yine ilgili devletlerin destekler pozisyonu bu konuda Türk devletini cesaretlendirmiş, hatta şımartmıştır. 21’inci yüzyılda Kürt halkının özgürlük savaşçılarına karşı her gün onlarca kez kendi imzaladıkları bir çok anlaşmaya göre yasaklanmış olan silahları açıkça kullanıyorlar. Uluslararası güçlerin bundan habersiz olması mümkün mü? Mümkün değildir. Başta OPCW olmak üzere uluslararası kuruluşların sessiz kalması başka nasıl yorumlanabilir? Açık ki AKP-MHP’nin savaş rejimi uluslararası güçlerin bu yaklaşımından ve Kurdistan halkının uluslararası arenada sahipsiz olduğunu düşündüğünden cesaret alarak bu tarzda hoyratça uluslararası yasaları çiğnemektedir.

Türk devletinin geçmişte de kimyasal silah kullandığı biliniyor. Ancak son 2 yılda, özellikle de sizin de belirttiğiniz gibi son 6 aylık savaşta bunun daha yoğun bir hal aldığı görülüyor. Yapılan kimi değerlendirmelerde ise bu durum dayanak gösterilerek sanki normalleştirme geliştiriliyor gibi bir izlenim oluşuyor. Bu konuda ne dersiniz?

Türk devleti, 1937 Dersim direnişinden bu yana Kürtlere karşı zaman zaman kimyasal gazları kullanmıştır. Ama tabii belirttiğiniz gibi, ‘Türk devleti her dönemde kullandı, şimdi de kullanıyor’ diyerek bilmeden sıradanlaştırma durumları da olabiliyor. Kimi insanlarımızın açıklamalarında, genellikle ‘Türk devleti her dönemde kullandı; kullanıyor’ biçiminde söze giriş oluyor.

Şurası doğru; geçmişte de kullanıyordu ama geçmişte kullandığıyla şimdiki kullanması arasında fark vardır. Türk devleti son 2 yılda ve özellikle de bu yılın Nisan ayından bu yana çok sistematik bir biçimde her gün onlarca kez bu yasaklanmış silahları kullanıyor. Bunu görmek gerekiyor. Yani önceki kullanma ile şimdiki kullanma arasında çok büyük bir fark vardır. Bugün Kurdistan Özgürlük Gerillası’nın direnişini kırma noktasında kimyasal silahları temel bir yöntem olarak planlamış bulunuyorlar. Vahşi ve insanlık dışı olan bu duruma karşı  vicdan sahibi olan herkesin mutlaka karşı çıkması gereken durum budur. Yani bir yerde sıkışmış, daralmış ve bunun için münferit olarak kullanma gibi bir durumu söz konusu değildir. Bunlar temel olarak, bu silahı kullanarak soykırımı gerçekleştirmek ve sonuca gitmek istiyorlar. Ancak buna rağmen sonuç alamadığını gören Hulusi Akar ve Tayyip Erdoğan daha fazla kullanarak mutlaka kışa girmeden sonuç almayı hedefliyorlar. Bu nedenle de özellikle son 2 ayda daha yoğun bir biçimde kullanıyorlar.

Ama tüm bunlara rağmen gerillanın aldığı bazı tedbirler sayesinde başaramamışlardır. Yenilgilerinin önüne geçmek için adeta son bir canhıraşla ağır bir biçimde bu silahlara yüklenim geliştirilmiştir. Bunu net bir biçimde koymak için, önceki kullandığı aşamalarla arasında kalın bir çizgiyi vurgulamak gerekiyor; bu farkı görmek ve aynılaştırmamak önemlidir.

Az önce değerlendirmelerinizin bir bölümünde rejimin bu uygulamalarına neden olan hususları sayarken, ‘savaşta gerilla karşısında yaşadıkları başarısızlık’ dediniz. Gerilla hangi taktik çerçeveden hareketle Türk ordusunu başarısız kılıyor?

Daha önceden de açıkladığımız gibi, biz Kurdistan Özgürlük Gerillası olarak, sömürgeci-soykırımcı Türk devletinin Kürt sorununu şiddetle ortadan kaldırma ve Kürt halkının tüm kazanımlarını tasfiye ederek Kurdistan’da soykırım siyasetini egemen kılma ve Türkiye’de demokrasi güçlerini ezme hamlesine karşı belli bir taktik çerçevede bir direnişi geliştirmek durumundayız. Devrimci Halk Savaşı Stratejisi doğrultusunda, bizim Kurdistan’da geliştirmekte olduğumuz yeni dönem gerilla tarzı, Türk devletinin bel bağladığı çağın modern teknolojisini ve istihbaratını boşa çıkarma, onu karşılama amacıyla geliştirilmiş olan bir taktik çerçevedir. Bunun ana halkası araziye yayılmış, uzmanlığa dayalı koordineli savaşma yeteneğinde olan gerilla timleri ve bununla birlikte yer altına dayalı hazırlanmış tünelleri üs olarak kullanan tim savaşıdır. Biz hem yer üstüne yayılmış hem de yer altında da savaşma kabiliyet ve imkanına sahip timlerle Kurdistan üzerindeki işgal hareketini dumura uğratma, başarısız kılma stratejini eksen alan bir direnişi geliştiriyoruz.

Buna karşı Türk devleti nasıl bir plan uyguluyor?

Onlar arazideki gerilla timlerini hava gücüyle, tünel direnişini de yasaklanmış bomba ve kimyasal silahlarla yok ederek sonuç almayı planladılar.

ALANA ÇATIŞMA GÜÇLERİYLE GİTMİYOR

Yani bu silahların kullanılması bir kerede ortaya çıkmış bir şey değil; önceden planlanmış, savaş stratejisi ona dayalı olarak geliştirilmiş bir kullanma durumundan bahsediyoruz. Şimdi Zap, Avaşîn ve Metîna’da savaş daha çok hava gücüyle, kimyasal silahlarla ve yasaklanmış bombalarla yürütülüyor.

Bu konuda Hulusi Akar, tüm Türkiye kamuoyunu yanıltıyor. Sanki gerçekten komandolar göğüs göğse çatışıyor da kayıp veriyorlarmış gibi hikayeler anlatıyor. Oysa uzman dedikleri o paralı askerlerin pratikte öyle göğüs göğse çatışma gibi bir durumları yoktur. Aslında eğer yiğitlerse tünel içine girerek gerçek anlamda göğüs göğse çatışarak sonuç almayı hedefleyebilirler. Normal, meşru ve hukukuna uygun bir savaşta yapılması gereken budur. Ama onlar bunu yapmıyor; bir yerde bir tünel ile karşılaştıklarında ilk gelenler çatışma gücü olan askerler değil kimyasal gaz ve değişik bomba uzmanları oluyor; bunların o yasak silahları kullanmasıyla sonuca gitmek istiyorlar. Bu konuda önden köpek gönderme yöntemini denediler. Yine ödül vaat edilerek Kürt korucuları ve Arap çetelerini de getirip kullanmak istiyorlar. Ancak bunlarla da istedikleri sonucu alamıyorlar.

Bu durumda hesaba katmadıkları gerillanın direnişi mi oluyor?

Evet; bu silah ve yöntemleri kullananların pek de hesaba katmadıkları, gerillanın zeki-yaratıcı taktiklerle düşmanı boşa çıkaran tedbirleri ve büyük bir cesaretle gelişen muazzam direnişidir. Bunun için başaramadılar. Ayrıca Türkiye’de her şey onlardan ibaret de değildir. Bu ülkenin demokrasi güçleri vardır; vicdanı vardır; onların önünde engel olan Kürt direnişiyle birlikte Türkiye demokrasi güçlerinin engeli de vardır. Dolayısıyla yüzyıldır Kurdistan’a dönük yürüttükleri şiddete dayalı politikayla Kürt sorununu ortadan kaldırma ve sonuç almaları mümkün değildir. Onların karşısında Önder Apo’nun ideoloji ve felsefesiyle donanmış yiğit Kürt oğulları-kızları ile enternasyonal devrimciler vardır. Dolayısıyla bu amaçlarına onlar hiçbir biçimde şiddet yoluyla ulaşamayacaklardır. Son gelişen bu 6 buçuk aylık Zap-Avaşîn-Metîna direnişi, yine Kurdistan sathında faşist AKP-MHP rejiminin diğer bütün saldırı ve uygulamalarına karşı gerillanın ve halkımızın, demokrasi güçlerinin direnişi, en önemlisi de Önder Apo’nun İmralı’daki tarihi duruşu ve direnişi, bunu çok açık bir biçimde ortaya koymuştur.

SESSİZ KALAN HERKES CEREMESİNİ ÇEKECEKTİR

* Bu süreçte tartışılan ve tepki çeken diğer bir husus ise başta KDP olmak üzere bu süreçte sömürgecilere destek verenlerin ve sessiz kalanların duruşu oldu. Bu konularda ne dersiniz?

Tıpkı Saddam’ın Enfal döneminde yaptığı uygulamalar ve en son Halepçe’de kullandığı kimyasal gazlarla Kürt direnişini bastırmak istemesi gibi, şimdi AKP-MHP rejimi de aynı biçimde kimyasal silahlar ve yasaklanmış çeşitli bombalarla Kurdistan halkının ulusal-demokratik direnişini bastırmak istiyor. Çünkü gelişen direniş karşısında büyük bir başarısızlık yaşıyor. Ancak kendine ‘Kürt’üm’ diyen bir gücün de bu imha sürecine eşlik etmesi, kendileri için yüz karası olacak olan ağır bir durumdur. Bu durum karşısında sadece güncel değil tarihsel açıdan yarın buna ne cevap vereceklerdir? Bu önemli bir nokta ama aynı zamanda onların düşünmesi gereken bir şey. Biz hep söylüyoruz: Bundan vazgeçilmeli; bundan kimsenin faydası yoktur. Kürt halkının tüm varlığını ve kazanımlarını ortadan kaldırmak isteyen bir zihniyet var ve bu zihniyete karşı, demokratik değerlere dayalı Kurdistan Özgürlük Gerillası’nın tarihi bir direnişi vardır. Bu gerçekliği görmeyen, buna ters düşen ve buna sessiz kalan herkes bu topraklarda yarın bunun ceremesini çekecektir.

Bir de KDP’nin bahar aylarında el koyduğu gaz maskeleri konusu vardı. Bu durum da çok tepki topladı. Bunun aslı nedir?

Evet; basın organlarında gerillanın satın aldığı maskelerden bahsediliyor. Bu konuda da bilgi vermek gerekirse, bu maskeler gerilla tarafından satın alınmamıştır. Avrupalı insan haklarından yana, yani insanların kimyasalla ölmesini istemeyen dost-demokrat çevrelerin kendi içlerinde yaptıkları kampanya sonucu alınıp gönderilen maskelerdi. O maskeleri gerillaya nasıl ulaştıracaklarını bilmedikleri için Rojava’ya götürüyorlar; ondan sonra bizim haberimiz oldu. Oradan da bir sivil araçla gizli bir biçimde gerillaya ulaştırılmak üzere yola çıkarılıyor ama KDP onları yakalayıp, bir de sanki iyi bir şey yapıyormuş gibi servis etti. O maskelerin hikayesi böyledir. Avrupalı dostların alınteri ve emeği sonucu buraya kadar ulaştırılmış ama KDP güçleri tarafından el konulmuş maskelerdir.

Yapılan açıklama Kurdistan halkında ve dostlarında bir etkide bulundu. ‘Varlık-yokluk süreci’ denilen bu dönemde gösterilen tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Başta Avrupa’daki değerli halkımız ve dostlar olmak üzere Kurdistan halkının Halk Savunma Merkez Karargah Komutanlığı’nın açıklamasından sonra göstermiş oldukları tepki, sokağa dökülmeleri, değişik düzeyde eylemsellikler geliştirmeleri takdirle karşılanacak bir durumdur. Ben, bu eylemlere katılan bütün yurtseverleri, devrimcileri ve dostları saygıyla selamlıyorum. Eylemler hala yeterli düzeye ulaşmış değildir. Bizim yaptığımız eleştirilerin karşılığı olacak bir düzeyin henüz ortaya çıktığını belirtemeyiz. Ama özellikle de Avrupa’daki yurtseverlerin ciddi çabaları görülmekte. Yine Kurdistan’da da belli adımlar atılmış bulunuyor. Umuyoruz halkımızın tepkileri bundan sonra giderek daha da artacaktır.

GERİLLA BÜYÜK RİSKLERİ GÖZE ALIYOR

Süreç normal bir süreç değil. Sadece gerillanın değil, tüm yurtsever kesimlerin ve demokrasiden yana olan bütün güçlerin devreye girmesi, görevlerine sahip çıkması gereken bir süreçten geçiyoruz. Bizim bu savaşa ‘varlık-yokluk savaşı’ dememizin esas nedeni, sürecin böyle bir anlam taşımasındandır. Çünkü karşımızdaki düşman Kurdistan’da soykırım siyasetini egemen kıldırmak için varını yoğunu ortaya koyuyor, tüm imkanlarını seferber ederek topyekun bir savaşla halkımızın ve halkların geleceğini karartmak istiyor. Kurdistan’da soykırımı egemen kıldırma, bölgede de Yeni Osmanlıcılık hayaliyle halklar üzerinde bir faşizm dalgasını estirme peşindedir. Bunu da sözümona Lozan’ın ve Cumhuriyet’in yüzüncü yılında tamamlamak istiyor. Bu açıdan bu tarihi bir süreçtir. Bu bir varlık-yokluk sürecidir. Gelişen bu savaş bunun için önemlidir. Yani bu saldırganlığa karşı gerillanın yürüttüğü direnişin anlamı budur; bunun önüne geçmek istiyor. Dolayısıyla bu bütün halkımızın ve bölge halklarının bir sorunudur. Gerilla da bunun için büyük riskleri göze alarak büyük bir direnişi geliştiriyor.

TOPLUMSAL HAREKETİ YÜKSELTMEYE ÇAĞIRIYORUM

Diğer yandan sadece Kurdistan’da değil, dünyada ve bölgemizde yaşanan gelişmeler, yine Doğu Kurdistan’da bir Kürt kadını olan Jîna Emînî’nin şehadeti ve ardından “Jin Jiyan Azadî” sloganı etrafında Doğu Kurdistan ve İran’da yaşanan gelişmeler çok önemli ve tarihsel bir süreçte olduğumuzu açıkça gösteriyor. Bu önemli süreçte tüm devrimciler, yurtseverler, Kurdistan gençliği, Kurdistan kadını ve emekçileri daha fazla mücadele etmeli; mücadelede daha fazla rol ve misyon yüklenmeli. Gün, mücadele günüdür; zaman, örgütlenme ve eyleme geçme zamanıdır. Dolayısıyla herkesi daha fazla örgütlenmeye, daha fazla fedakarlık yapmaya ve sokağa dökülmeye, toplumsal hareketi yükselterek  kazanım ve değerlerimize daha güçlü sahip çıkmaya çağırıyorum. Önderliğimize, mücadele güçlerine, halkımıza karşı büyük bir zulüm ve hakaretvari uygulamalar gerçekleştiriliyor. Halkımıza, gençlerimize, kadınlarımıza, seçilmişlerimize, işte en son örnekleriyle Kurdistanlı gazetecilere ve Kurdistan halkıyla dostluk yapan akademisyenlere, demokrat insanlara yapılanları görüyoruz. Bütün bunlara karşı çıkmak, direnişi geliştirmek boynumuzun borcudur. Önder Apo’ya dönük uygulanan insanlık dışı tecride ve gerillaya karşı kullanılan kimyasal silah ile yasaklanmış bombalara karşı sessiz kalınmamalı. Bunun için gerekli tüm fedakarlıkları yapmak tarihin bu önemli döneminde insan olmanın bir gereği olduğu kadar tüm yurtsever ve demokratlar için de temel bir görev durumundadır.

Şu anda İmralı’da Önder Apo’ya uygulanan mutlak tecrit ve psikolojik işkence sistemine benzer bir sistem dünyanın herhangi bir yerinde var mı? Önder Apo’ya dönük uygulanan psikolojik işkence, tüm Kurdistan halkına uygulanan bir psikolojik savaş ve işkencedir. Halkımızın psikolojisiyle oynanarak toplumda bir dejenerasyon yaratılmak isteniliyor. Çok kirli, çok alçakça ve gayri ahlaki bir faşist yönetim gerçeğiyle karşı karşıyayız. Türkiye’de gelmiş geçmiş bütün liderler içerisinde insan olarak erdemlilikten uzak ve ahlaki değer yargıları en zayıf olan kişi Tayyip Erdoğan’dır. Eğer biraz mertlik ve ahlaki değer yargıları olsaydı, Önder Apo’ya İmralı’da bu işkenceyi uygulamazdı. Önder Apo’ya uygulanan bu işkence temelinde Kürt halkına bunu reva görmezdi. Ama onda bu değerlerin yeri pek yoktur. Onun için her şey iktidarıdır. En çarpıcı Makyavelist politikacı örneğiyle karşı karşıyayız. Tayyip Erdoğan bu konuda Makyavelist yaklaşımlarıyla ilk sıraya geçmiştir. Dolayısıyla bizlerin de bir bütün olarak bu sürecin bir gereği olarak dönem görevlerinin gereklerini yerine getirmemiz, bunun için hepimizin elimizden ne geliyorsa onu yapmamız bir elzem olarak önümüzde durmaktadır.

MERSİN’DEKİ KAHRAMANLIK EYLEMİNİN BİRÇOK BOYUTU VAR

Son soru olarak, Mersin’de Polisevi’ne yönelik gerçekleştirilen fedai eylemin, kimyasal gaz kullanımına ve cezaevlerinde yaşanan baskılara karşı yapıldığını duyurdunuz. 2 kadın fedai gerillanın gerçekleştirdiği bu eylemle ilgili neler dersiniz?

Sara Tolhildan Goyî ve Rûken Zelal arkadaşları ve o arkadaşlar şahsında sürecin tüm şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum. Sara ve Rûken arkadaşların eylemini doğru anlamak gerekiyor. Öyle sıradan yapılmış bir eylem değildir. Bu döneme hangi ruhla yaklaşması gerektiğini sergilemiş oldular. Böylece dönem çizgisini bu kahramanlık eylemleriyle ortaya koyarak zaferin yolunu gösterdiler. Sara arkadaş 2021 yılında Garê’deki Siyanê direniş tüneline ilk giden ve arkadaşların nasıl şehit düştüğünün tekmilini veren komutandır. Orada ettiği intikam yeminiyle Mersin’de yoğunlaşan bir volkana dönüşmüştür. Bu değerli fedai yoldaşlar, Ölümsüzler Taburu’nun üyeleridirler. Zaten 2021 Şubat saldırısına karşı direnişin büyük önemi görüldüğü için o zaman Sara, vb. arkadaşların yer aldığı birlikler devreye girdi. Türk devleti erkenden geri kaçtı. Yoksa daha kalsaydı, Garê’deki kayıpları çok daha ağır olacaktı. Çünkü o zaman da bu yoldaşlar devreye girmişlerdi.

Onların Mersin’de gerçekleştirdiği kahramanlık eyleminin birçok boyutu var. Öncelikle kimyasal silahlara ve zindanlarda uygulanan işkence sistemine karşı bir cevap olmak istediler. Onlar faşist Türk devletine bu eylemleriyle mesaj verdiler. ‘Siz kimyasal silahlarla sonuç alamazsınız; bunları kullanmaya devam ederseniz biz de böyle kalbinizin içine gireriz’ mesajını verdiler. Ciddi bir uyarı eylemiydi. Orada görüntülere yansıyan duruşları, saldırı ruhu, ölümü hiçe sayan yürüyüşleri, sergiledikleri cesaret ve soğukkanlılıkla Apocu fedaileşmede düzey kazanmış olan Ölümsüzler Taburu’nun birer üyesi olduklarını ortaya koydular.

Apocu Ölümsüzler Taburu’nun en önemli özelliği korkusuzluktur. Düşmandan, ölümden, hiçbir şeyden korkmadan yüksek bir beceri ve yetenekle amacına ulaşmak ve başarmaktır. Onlar bunu pratikte gerçekleştirdiler. Onların bu çıkışı tüm Kurdistan gençliğine ve zorbalığa, faşizme karşı mücadele yürüten tüm insanlığa büyük bir mesajdır. Soykırımcı Türk sömürgeciliğinin Kurdistan’daki her türlü ahlaki ve insani değerlerini ayaklar altına alan hukuk dışı vahşi uygulamalarına karşı bir insanlık çığlığı olmuştur.