Karayılan: Ödemesi gereken hesabı ödeyecekler!

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan: Onlar olması gereken sonuçtan kurtulamayacak, tarihin akışını durduramayacak ve ödemeleri gereken hesabı ödeyecekler. İçinde bulunduğumuz dönem, özgürlük dönemidir.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, 1 Haziran Atılımı’nın yıldönümü dolasıyıslya Dengê Kurdistan Radyosu’na değerlendirmelerde bulundu.

1 Haziran 2004’te Kürt Özgürlük Hareketi tarihi bir hamle kararı aldı. Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin böyle bir hamle kararı almasının sebepleri nelerdir? Bu hamlenin Kürt sorununa etkileri neler olmuştur?

Öncelikle 1 Haziran Atılımı’nın 12’nci yıldönümünü, tüm halkımıza, yoldaşlarımıza ve tüm devrim emekçilerine kutluyorum. 1 Haziran Atılımı, mücadele tarihimizde, yeni bir dönemin kapısını aralayan önemli bir adımdır. Geçen 12 yılda Kürdistan’da büyük bir savaş yaşandı. Bu savaşta birçok kahramanlık destanı yazıldı ve bir çok şehit verdik. Erdal, Adil ve Nûdalardan, Azad ve Çekdarlara kadar, bu süreçte şahadete ulaşan tüm yoldaşlarımızın anıları önünde saygıyla eğiliyor, onlara verdiğimiz sözü bir kez daha tekrar ediyorum. Önder Apo’nun perspektifi temelinde, onların izinde yürüyerek Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ni başarıya taşıyacağız; şehitlerimizin anılarını bu şekilde yaşatacağız ve onları ölümsüz kılacağız.

1 Haziran Atılımı, Kürdistan üzerindeki sömürgeciliğin, işgalcilikte ısrar etmesi ve çözüm adımı atmaması üzerine gündemimize girdi. Bilindiği gibi Önder Apo 1 Eylül 1998’de ilan ettiği ateşkes ardından Uluslararası Komplo’yla esir alındı. ‘99 yılında Önderliğimizin yaptığı savaşı durdurma çağrısının Hareketimiz tarafından kabul edilmesi üzerine 2 Ağustos 1999’da savaş durduruldu ve 2004 yılına kadar Kürdistan’da bir mermi bile sıkılmadı. Bu, demokratik çözümün gelişmesi için yapıldı. Ancak o dönemde Türk sömürgeciliği hiçbir adım atmadı. Sadece Bülent Ecevit döneminde Kürt dili üzerindeki bazı yasaklar kaldırıldı; başka da bir şey yapılmadı. 2002’de AKP iktidara gelince ise, sanki Kürt sorunu yokmuş gibi yaklaştı ve Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ni kökten tasfiye edebilmek için çaba gösterdi. Uluslararası Komplo çerçevesinde bazı çeteci grupların eliyle içeriden tasfiye edebilmek için de çaba sahibi oldular. Zaten Kürt ve Kürdistan’ı ağızlarına bile almadılar. Kısacası, sanki sorun yokmuş, zaten devrim de zaman içinde tasfiye olacakmış gibi yaklaştılar.

1 HAZİRAN ATILIMI, KÜRDİSTAN HALKININ İRADESİNİ GÜNDEME GETİRDİ

İşte KONGRA GEL, 1 Haziran 2004’de Kürdistan’da bu tasfiyeci yaklaşımlara karşı aktif bir savunma sürecinin başlaması için karar aldı ve hamle dönemi bu çerçevede gündeme girdi. Yani bu hamle, Türk devletinde bir çözüm zihniyeti olmadığı için gerçekleştirildi. Şimdi bazen diyorlar ya, ‘eğer gerilla çekilirse ya da savaşı durdurursa adım atmak için çaba gösteririz’; bunların hepsi yalandır. O dönem 5 yıl boyunca ne ortada gerilla vardı; ne de bir askeri tehdit oluşturuyordu. Ancak onlar bırakın adım atmayı, Kürtlüğü ortadan kaldırmak için çabalar gösterdiler. Anladık ki, Türk sömürgeciliğinin 1925’ten beri süregelen zihniyeti halen devam etmektedir. Bu temelde 1 Haziran hamle kararı devreye girdi ve Kürdistan halk gerçekliği ve iradesi gündeme getirildi.

Hamlenin üzerinden geçen 12 yılın 6’sı ateşkesle, 6’sı ise savaş ve mücadele ile geçti. Bu dönemde yürütülen savaş, düşmanı masaya çekmek içindi. Yani içerisine girilen eylemsel süreçle düşmana uyarılar yapılacaktı, ona tek çıkış yolunun çözüm olduğu belirtilecekti. Bu çerçevede bir aktif savunma yürütüldü. Hatta, esas olarak düşmanın masaya gelmesi için tacizel bir savaş yürütüldü denilebilir. Bilindiği gibi bu mücadele sürecinde düşman masaya da geldi. Ancak anlaşıldı ki çözüm için değil, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ni oyalamak ve zaman içinde tasfiye edecek şartları yaratmak için geldi. Oslo süreci de böyledir; 2013 yılında Önder Apo’yla İmralı’da başlatılan sürecin de amacı budur.

AKP’NİN AMACI TEK TİP BİR TOPLUM YARATMAKTIR

Kısacası, bütün bu süreçlerden, Erdoğan ve AKP’nin zihniyetinde hiçbir çözümün olmadığı anlaşılmıştır. Onlar Kürt düşmanıdırlar. Kürtlüğü ortadan kaldırmak için bütün yöntemleri kullandılar ve bu çerçevede bir özel savaş taktiği olarak bu görüşme ve çözüm süreçlerini gündeme getirdiler. Bu yöntemi sadece Kürt sorununda değil, Alevi sorununda, Romanların meselesinde ve Türkiye’nin çözülememiş bütün temel sorunlarında da uyguladılar. Sürekli, ‘açılım yapıyoruz’ dediler. Ama hiçbir şeyi çözmediler. Bunların amacı herkesi Türkleştirmek ve tek tip bir toplum yaratmaktır. Bunun için sürekli, ‘tek millet, tek bayrak, tek ülke’ ve artık açık bir şekilde dillendirmese de esas olarak ‘tek dil, tek mezhep’ diyorlar. Şimdi bu gerçeklik daha iyi ortaya çıkmıştır ve bu da 1 Haziran Atılımı’nın ne kadar da yerinde ve gerekli bir adım olduğunu ortaya koymuştur.

Tabi bu atılım sürecinde, çok önemli şeyler gündemleştirilmesine rağmen, yine de bu faşist-sömürgeci sistemi çözüme çekememiştir. Çözüm imkanları yaratıldı ancak onlar Kürt halkının iradesini kabul etmediler; yok etmek istediler. ‘Kürt vardır’ dediler ama Türkleşmesini istediler; ‘Kürt vardır’ dediler ama ‘iradesiz ve köle olmasını’ amaçladılar. Cumhuriyetin kurulduğu günden bu yana devam eden inkarcı zihniyet, bugün AKP devleti sürecinde de devam etmektedir. Bu, bugün daha iyi anlaşılmıştır.

1 Haziran Hamlesi’nin 12’inci yıl dönümünde Kürdistan Özgürlük Hareketi Ortadoğu ve tüm Kürdistan’da bir mücadele yürütmekte. Bugün Kürt Özgürlük Hareketi’nin geldiği aşamayı nasıl değerlendirirsiniz?

Bizim meselemiz, Kürt sorununun çözümü meselesidir. Biz, Kürt sorununun çözümü temelinde Ortadoğu’da yeni bir dönemi başlatmak, halkların kardeşliği ve özgürlüğünün sağlandığı Demokratik Konfederalizm Devrimi’nin kapısını aralamak istiyoruz. Eğer devlet çözüme gelseydi, birinci seçeneğimiz, diyalog yoluyla ve demokratik yöntemlerle anayasal çözümü geliştirmekti. Ancak devlet buna gelmezse, yani bizimle çözümü geliştirmek istemezse, o zaman ikinci seçenek olarak Devrimci Halk Savaşı’yla kendi çözümümüzü geliştirme seçeneği ayrı bir seçenek olarak önümüzdeydi. Sonuç itibarıyla halkımız sömürgeciliğe muhtaç değildir. ‘İlla sömürgecilik bizi kabul etmeli’ diye bir dayatmamız söz konusu olamaz. Doğru; perspektifimiz, Önder Apo’nun Demokratik Konfederalizm’i esas alan paradigmasıdır. Demokratik Konfederalizm, bölgenin tüm halklarının özgür ve eşit bir şekilde bir arada yaşaması demektir. Önder Apo bu sistemi, ulus-devletin vahşi gerçeğine ve kapitalizmin sömürüsüne karşı halkların alternatif bir sistemi olarak gündeme koydu. Yani çözümün bu perspektifle gelişmesini istiyoruz. Eğer devlet buna gelirse, biz bunu esas alırız. Ancak buna gelmezse, tabii ki kendimiz özgür ve bağımsız yöntemlerle çözümümüzü gerçekleştirebiliriz.

Madem bugün Erdoğan öncülüğündeki AKP devleti çözümü reddediyor ve zorla Kürt halkının bütün değerlerini ortadan kaldırmak istiyor; o zaman önümüzde ikinci seçenek olarak, Devrimci Halk Savaşı’yla kendi çözümümüzü geliştirerek Bağımsız Kürdistan’ı hedeflemek kalıyor. Demokratik Konfederalizm perspektifiyle, bağımsız bir biçimde kendi çözümümüzü geliştirmeliyiz. Demokratik Konfederalizm, halkların eşit-özgür bir biçimde bir arada yaşadığı, kadın özgürlüğüne dayalı demokratik-ekolojik bir çözüm biçimidir. Biz esas olarak bunu hedefliyoruz. Ancak Erdoğan’ın öncülüğündeki Türk sömürgeciliği Kürt halkının Rojava’daki kazanımlarına saldırdıktan ve 24 Temmuz’da bütün Kürt halkını hedefleyerek ‘Çöktürme Planı’nı hayata geçirmek istemesinden sonra aramızdaki köprülerin pek anlamı kalmadı. Bunun için biz artık bağımsız bir biçimde kendi sistemimizi inşa etmek durumundayız. Ülkemizi bağımsız olarak demokratik konfederal bir perspektifle inşa edebiliriz. Biz bir ulus-devlet kurmayacağız ama konfederalizmi bağımsız bir biçimde inşa edebiliriz.

Bu temelde Kürdistan Özgürlük Mücadelesi olarak özü itibarıyla bir savunma savaşı olan Devrimci Halk Savaşı’nı çok daha ciddi bir şekilde ele almalıyız. Dönemsel yaklaşmamalı; ‘yeni bir dönem daha başlar, ateşkes gündeme girer’ beklentisinde olmamalıyız. Görünürde böyle bir şey yoktur. Dolayısıyla biz bu dönemde direnişi ve Devrimci Halk Savaşı’nı stratejik ve ciddi bir düzeyde ele almalıyız. Çözümü, bu şekilde kendi öz gücümüze dayanarak bağımsız bir biçimde geliştirebiliriz. Ortadoğu’nun ve ülkemizin koşulları buna elveriyor. Kürdistan üzerindeki sömürgecilik, tarihinin en zayıf dönemini yaşıyor. Ortadoğu’nun yeniden dizaynında Kürt halkının da yeri olmalı. Artık Erdoğan’ın dediği gibi, ‘tek millet ve tek mezhep olsun; ben de buna gelmeyeni istediğim gibi katlederim’ dönemi aşılmıştır. Çünkü artık hem bölgesel ve uluslararası konjonktür buna elvermiyor, hem de Kürdistan halkı da artık bölgede bir güçtür. Kimi yanlışlar yaşanabilir; eksikliklere girilebilir, olumlu-olumsuz durumlar yaşanabilir ama genel olarak Kürdistan Özgürlük Mücadelesi, tüm kazanımlarıyla artık belirli bir düzeye ulaşmıştır ve bu düzeyin gereği özgür bir Kürdistan’ın inşa edilmesini gerekli kılmaktadır. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz yürüyüş, bunun yürüyüşüdür.

AKP’Yİ YENİLGİYE UĞRATAN ŞEHİR SAVAŞLARINDA YENİLENME GÜNDEMDE

1 Haziran Atılımı’nın 13’üncü yılında sömürgeciliğin saldırılarına karşı Kürdistan’da savaş ve direniş büyüyerek yürüyor. Savaş artık sadece Kürdistan dağlarında değil, şehir ve ovalarında da yaşanıyor. Bu temelde gelişen direnişin üzerinden 10 ay geçti. Bu süreç içerisinde önemli bir tecrübe düzeyi açığa çıktı. Bu 10 aylık direniş, düşmanın planlarını alt-üst etti; deyim yerindeyse onların ‘Çöktürme Planı’nı çökertti. Erdoğan önderliğindeki AKP devleti bu savaş sürecinde yenilgiyi tattı. Bunun için AKP’de kriz ortaya çıktı ve Davutoğlu’nu görevden aldılar. Çünkü müdahale edilmezse tamamen düşeceklerini gördüler. Erdoğan kendisi düşmemek için o müdahaleyi yaptı. Yani ortaya çıkan bu kriz, halkımızın devrim mücadelesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Onlar, gerillaya ciddi darbeler vurarak 2016 baharında büyük hamleler yapmasının önüne geçmek istediler ancak bunu başaramadılar. Çünkü Sur, Cizre, Hezex, Gever, Şırnak ve Nusaybin’de yürütülen direniş bir kalkan oluşturdu. Bu şehirlerde gösterilen direniş, düşmanın bütün planlarının önüne geçti; onu durdurdu ve tıkattı.

Şimdi bu mücadele devam ediyor. Tabi taktiksel anlamda bir değişimin yaşanmasına ve zenginleştirilmesine ihtiyaç vardır. Bu konuda yaşanan yetersizlikler söz konusudur. Değişim ve yenilenme gündemdedir. Halkımızın bu temelde geliştirdiği direniş esas olarak önemli bir düzeyi yakaladı. Nusaybin’de bazı yaralı savaşçı ve siviller ile yine orada çocuklarıyla birlikte bulunan sivil anneler, oradan alınmak için kendi yerlerini basın yoluyla kamuoyuna bildirdiler. Bazı kimseler de devreye girdi ve böylece onlar oradan alındılar. Ama Türk devleti bunları ‘öz savunma direnişinin militanları teslim oluyormuş’ gibi göstererek psikolojik savaş propagandası yürüttü. Bunlar gerçeği yansıtmamaktadır. Açık ki savaşın bir bedeli vardır. Bedel verilmektedir. Bu savaş kolay yürütülmüyor. Halkımızın düşmanın psikolojik savaş propagandalarını tanıdığına inanıyoruz. Sömürgecilik, kendi yenilgisini gizlemek için bu tür yöntemlere başvuruyor.

Ama orada bir savaş vardır; yaşanan şahadetler vardır. Önemli ve kritik bir süreç gündemdedir. Biz de izliyoruz. Herkes izliyor. Ama biliyoruz ki şehir savaşları bir bütün olarak bugün bir değişim sürecine girmiştir. Kendini yenilemek, çok daha zengin yöntemleri geliştirmek ve böylece kendisini büyütmek bir hedeftir. Bu yeni dönemde Kürdistan’ın her yerinde halkımızın direnişi gerçekleşecektir. Bugün bütün alanlarda bu düzeyde bir mücadele ve direniş varsa, bu, bizim sonuca gittikçe yaklaştığımızı gösteriyor. Sonuç almanın koşulları, şimdi her zamankinden daha fazla bulunmaktadır. 1 Haziran Atılımı’nın 13’üncü yılı, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin sonuç almak için büyük hamleleri gerçekleştireceği bir dönemdir. Her alanda böyle bir sürecin yaşandığı önemli bir dönemdeyiz.

Sizin de belirttiğiniz gibi AKP hükümeti ve Türk devleti Kürdistan’da kara propaganda yürütmekte ve özellikle de Nusaybin direnişini gölgelemek istiyor. Ayrıca Roboskî’de yine katliam oldu. Bununla verilmek istenen mesaj nedir? Yine Silopi’de askeri bir aracın geçişi esnasında yaşanan patlamada sivillerin de hayatını kaybettiği belirtiliyor. Bu haberin bir aslı var mıdır?

Nusaybin-Şırnak direnişlerinin sonucu ne olursa olsun; devlet orada yenilmiştir. Bu yöntemle ve bu performansla 80 güne yakın bir zamandır sürdürülen direniş, başlı başına devletin baş aşağı gidişini ifade etmektedir. Ancak bu devlet, buna rağmen hiç utanmadan, arlanmadan, ‘biz kazandık’ diyor. Şehirleri yerle bir etmiş, barbar yöntemlerle, kimyasal silahlarla, fosfor bombalarıyla, savaş uçaklarıyla, yani çağın en ileri silahlarıyla, elinde sadece kleş, BKC ve RPG-7 olan öz savunma direnişçilerine karşı savaşıyor; sonuca ulaşamıyor ama kalkıyor ‘başarılıyız’ diyor. Bunu derken hiç de utanmıyor. Dünyanın neresinde, bir devletin kendi sınırları içerisinde, bir halka karşı yürüttüğü savaşta savaş uçakları ve fosfor bombaları kullandığı görülmüş! Bakın; bunlar önce fosfor bombaları kullanarak binaları yakıyor; ardından ise iş makinalarının bir dokunuşuyla binaları toz edip yere döküyorlar. Yani betonu yakan ve dağılmasına neden olan kimyevi maddeler kullanıyorlar. Bir de üzerine, ‘siz yıktınız’ diyorlar. Bu kadar alçaklık ve yalancılık olmaz. Orada direnenlerin tankı mı var, topu mu var? O evleri kim yıktı? Gever halkı dünden itibaren şehrine dönüyor; hendeğin olmadığı, savaşın yaşanmadığı yerlerde de binaların yıkıldığını görüyor.

Bu, düşmanlıktır. AKP devleti bu uygulamalarıyla bir kez daha Kürdistan’da sadece işgalci olduğunu göstermiştir. Onlar bu halkın devleti değil, düşmanıdır. Onlar vurarak, göz korkutarak, öldürerek Kürt halkını teslim almak ve kölesi haline getirmek istiyorlar. Bunun için artık Kürt halkı için AKP devletinin bir anlamı kalmamıştır. Onlar artık halkımızın gözünde sadece vahşi, işgalci, sömürücü ve faşisttir. Halkımız kendini onlardan koruyacak ve bu uygulamaları onların yanında kar kalmayacak. Hesabı sorulacak. Bu tarihi bir hesaplaşmadır. Bunların bu şehirlerin hepsini yıkması ve bir de gidip o şehirlerin harabelerinin üzerine nutuk atmaları ikiyüzlülük ve alçaklıktır.

AKP, BU YAPTIKLARI YANINA KALACAK SANIYORSA, YANILIYOR

Yaptıkları bu kadar zulümden ve yıkımdan sonra bir de Suriye’yi örnek veriyorlar. Ne Suriyesi? Suriye’de hiçbir şehir bu kadar harap olmamış. Orada her iki taraf da birbirine karşı ağır silahlarla savaşmasına rağmen, yine de hiçbir şehir Nusaybin ve Gever gibi tahrip olmamış. En ileri teknolojinin ürünü olan silahlarla şehirleri tümden harap ediyorlar; kalkıyorlar bir de utanmadan ‘Fransa’daki polisin şiddetini kınıyorum’ diyerek kendilerini alay konusu yapıyorlar. Peki sen Kürdistan’da ne yaptın? Kürdistan’da bu halka karşı uçak kullandın, fosfor kullandın, kimyasal kullandın. Bre alçak! Sen kimsin ki insanlıkla böyle oynuyorsun? Bu, senin yanında kar mı kalacak sanıyorsun? Tabii ki bu onların yanına kar kalmayacak. Bunu herkes bilmeli. Bu uygulamalarıyla devlet, bu halkın düşmanı olduğunu, dışarıdan gelerek bu ülkeyi işgal etmiş olduğunu göstermiştir. Açıkça bu ülke insanlarını topyekun olarak karşısına almıştır.

Halkımız, yalnızca Demokratik Özerklik istemiştir. Demokratik Özerklik, bugün yeryüzünde farklı halkların, ulusların ve kültürlerin bir arada yaşamasını öngören bir çözüm formülüdür. Her farklı kültürün özerk yaşama hakkı vardır. Bu bir evrensel haktır. Halkımız sadece bunu istemiş, Türkiye’yi parçalamak ya da Türkiye’den kopmak istememiştir. Türkiye’nin içinde, diğer halklarla birlikte yaşayarak haklarına sahip olmak, kendisi hakkındaki kararları kendisi vermek istemiştir. İşte halkımız sırf bunu istedi diye bu şehirleri yerle bir ettiler. O zaman bu devletten bir şey istemeye gerek yoktur; yapmamız gereken inşa sürecini bağımsız bir biçimde kendimizin gerçekleştirmesidir. Ne gerekiyorsa kendimiz temin etmeliyiz.

ROBOSKÎ, ONURLU DURUŞU NEDENİYLE HEDEF ALINMIŞTIR

2011 yılında Roboskî’de o kadar insanımızı şehit ettiler; açık bir şekilde çocuklarımızı uçaklarla katlettiler. Dünya alem izledi. Bu, Erdoğan’ın talimatıyla olan bir şey. Yoksa pilotların bir yanlışlık yapması durumu falan söz konusu değil. Talimat verilmiş ve pilotlar da uygulamış. Sırf bunun için, yani soruşturmaların ucu Erdoğan’a çıkmasın diye kimseyi yargılamadılar, suçlamadılar. Eğer o zaman yargılama olsaydı, bugün bu katliam olmazdı. Ama tersine Erdoğan o dönemde Roboskî katliamını yapanları, yani Genelkurmay’ı ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nı kutladı. Bir yandan bunu yaparken, diğer yandan ise Beşir Atalay’ı Roboskî’ye gönderdi. Bunlar böyle. Kendilerince siyaset yapıyorlar. Halbuki bize karşı özel savaş yürütüyorlar. Bir yandan katliamı gerçekleştiren komutanlarını kutluyorlar, diğer yandan ise Kürt halkını kandırmak için bir bakanlarını gönderiyorlar. Tabi Roboskî halkını kandıramadılar, halk tutum aldı. Bunun için bugün Roboskî’de ikinci katliamı yaptılar. Bu sabah bize ulaşan bilgiye göre Roboskî’deki şehitlerin sayısı 2’ye çıkmış. Vedat ve Yılmaz Encü isimli insanlarımız yaşamlarını yitirmişlerdir. Onlar devrim şehitlerimizdir. Roboskî halkımıza ve tüm Kürdistan halkına başsağlığı diliyorum. Bir özgürlük mücadelesidir. Bu insanlarımız bu ülkenin şehitleridirler. Kısacası, Roboskî halkımızın onurlu ve şerefli duruşu nedeniyle bu devlet yine onları hedef almıştır. Bu açık bir şeydir.

SİVİLLER KATİYEN HEDEFİMİZ OLAMAZ

Silopi’de yaşanan olayla ilgili ise, şu ana kadar örgütsel kanallardan bize ulaşan herhangi bir bilgi yok. Yalnızca basından, Silopi’de işgalci Türk güçlerine karşı bir eylem yapılmak istendiğini, bu esnada 4 sivil insanımızın yaşamını yitirdiğini öğrendik. Eğer bu haberlerde söylenenler doğruysa, bu bir suç durumudur. Çünkü bizim perspektifimize göre eylemlerin uygulanmasında katiyen sivillere zarar verilmemesi gerekir. Bu konudaki risk ihtimali sıfır olmalı. Eylem yerini ve zamanını buna göre belirlemek gereklidir. Bu olayın aslını şu an bilmiyoruz ama şimdiden olayda yaşamını yitiren insanlarımızın ailelerine başsağlığı diliyorum ve üzüntümü dile getiriyorum. Herkes bilmeli ki, bu olayı araştıracağız; gerçekten kim yapmış, nasıl yapmış ve neden böyle bir sonuca yol açmış; bunu ortaya çıkaracağız. Silopi halkı, yurtsever, çoğunlukla bu hareketle yürüyen bir halktır. Kaldı ki bu hareketle yürümese bile bizim tarzımızda sivil insanlarımızın yaşamını yitirmesine yer yoktur. İrade dışı yaşanan bazı olaylar bu gerçekliği değiştirmez. Dolayısıyla bu olayın soruşturması yapılacak ve üzerinde durulacaktır. Ama başta da belirttiğim gibi, örgütsel yollardan oradan henüz bir bilgi almış değiliz.

Böylesi kritik bir süreçte Kürt halkı 1 Haziran ruhunu nasıl yaşatmalı?

Halkımız bilmeli ki Kürdistan Özgürlük Mücadelesi bugün önemli bir dönemi yaşıyor. İçinde bulunduğumuz dönem, özgürlük dönemidir. Amacımız Önderliğimizin ve Kürdistan’ın özgürlüğüdür. Biz bu biçimde Ortadoğu Devrimi’ne de yeni bir kapı aralamak istiyoruz. Bu kutsal yürüyüş bugün çok önemli bir döneme girmiş durumda. Bu dönemde herkes görevine sahip çıkmalı. Yani tüm yurtsever halkımız, yine tüm yurtsever-demokratik kurumlar, bu dönemin ruhuna göre hareket etmeliler. Herkes kendi açısından fedakarlık yapmalı. Herkes kendi açısından katılım sağlamalı. Halk devrimi, halkla olur. Şüphesiz gerilla rolünü oynar. Şimdi bahar yeni başladı; yaylalarda hareket imkanı yeni doğdu; gerillanın atılımı gittikçe yükselecektir. Bu doğru ama halkın katılımı da olmalı. Bugün oluşan şartlar, bizim için tarihi bir şanstır. Her zaman böyle olmaz. Her zaman sömürgecilik bu kadar zayıflamaz. Ama şu an zayıftır ve kazanabileceğimiz bir dönemdir. Düşman çok daralmış. Eğer Erdoğan bugün Nusaybin, Gever, Cizre, Sur ve Şırnak’ın yıkılması için talimat veriyorsa, bu onlar güçlü olduğu için değil, zayıflıklarındandır. Onlar artık zayıf ve güçsüzdürler; düşeceklerini biliyorlar. Onlar bu biçimde halkımızın gözünü korkutmak ve yenilgilerinin önüne geçmek istiyorlar ama halkımız artık korkutulamaz. Onlar olması gereken sonuçtan kurtulamayacak, tarihin akışını durduramayacak ve ödemeleri gereken hesabı ödeyecekler. Bundan kaçamayacaklar. Kısacası, uyguladıkları bu vahşet, onların gücünden değil, yaşadıkları tıkanıklıktandır. Yoksa tıkanmayan bir devlet, 150 bin kişinin yaşadığı bir şehri nasıl komple yıkar! Demek ki başka bir yolu bulma gücü yok. Bunun için vahşeti tercih ediyor, bütün bir halkı karşısına alıyor. Ancak onlar bu vahşetleriyle Kürdistan’da sistemlerini oturtamazlar. Bugün Türk devleti Kürdistan’da yalnızca kale gibi yaptığı karakollarda ve tank ile panzerlerin zırhlarının içinde vardır. Başka da dışarıda pek bir yerde yoktur. Yani Türk devleti zırhların ve kalelerin içinde temsilini bulmaktadır. Çünkü bu ülkede yabancıdırlar; çünkü bu ülkede vahşet uyguluyorlar; çünkü bu ülkede düşmanlık yapıyorlar ve kan döküyorlar. Bu onların yanına kar kalmayacak. Herkes bunu bilmeli.

HALKIMIZ BİLMELİ ESAS SAVAŞ İMRALI’DA YAŞANIYOR

Halkımız da bunları göz önünde bulundurmalı ve bundan sonra örgütlülüğünü daha fazla geliştirmeli. Halkımız gerçekten fedakardır, gönülden bağlıdır ve büyük bir sevgisi vardır ama örgütlülüğü eksiktir. Bunu bilmeliyiz. Bir toplum bir şeyi ne kadar isterse istesin, kendi içinde örgütlenmemişse amacına ulaşamaz. Çünkü güç, kaynağını örgütten almaktadır. Eğer halkımız kendini örgütlerse, birliğini sağlarsa ve kendini bir güç haline getirirse, o zaman bir irade olabilir. Şimdi bu konuda bazı eksiklikler var. Bir dağınıklık ve zayıflık söz konusu. Bunun aşılması gerekiyor. Bu dönemde böylesi örgütsel eksiklikler ve dağınıklık kabul edilmemeli. Bunun hızla eritilmesi ve ortadan kaldırılması gerekiyor. Herkes bilmeli ki, biz bugün yaşanan savaşı sonuç almak ve özgürlüğe ulaşmak için yürütüyoruz. Ama düşman da bizi kırmak ve Önder Apo’nun özgürlük çizgisinin tasfiye edilmesi için bu savaşı yürütüyor. Bunun için Önderliğimiz İmralı’da ağır bir tecrit altındadır. Dünyanın neresinde bir halk önderinin esir olduğu ama avukatlarının 5 yıldır yanına bile gidemediği görülmüş! Böyle bir örnek yok. Ama bugün bu devlet, Önder Apo’ya karşı bunu uyguluyor. Herkes bilmeli ki esas savaş aslında İmralı’da yaşanıyor. Düşman halkımıza ve Önderliğimize karşı böylesi genel bir savaş yürütüyor. Bunu bilmeli ve bu önemli dönemde kendimizi çok daha fazla örgütlemeliyiz.

GENÇLER SAFLARA KATILMALI

Özellikle Kürdistan gençliği, kadın hareketleri, demokrasi ve özgürlük hareketleri, bu dönemde çok daha fazla rol oynamalı ve Kürt gençleri gerillaya daha fazla katılmalıdır. Bugün YPS şehirlerde bir mücadele yürütüyor. Bundan sonra mücadele yöntemlerini daha da çeşitlendirecek. Gençler bu mücadeleye katılmalılar. Yine HPG gerilla saflarına katılmalılar. Bu dönem, böyle bir dönemdir. Kürt gençliğine çağrım, kendileri yol ve yöntemi bulsunlar; kendilerini gerilla saflarına ulaştırsınlar. Bu dönem özgürlük yürüyüşü dönemidir; bu dönem kazanacağımız dönemdir; böylesi tarihi bir dönemde Kürdistan gençliği ve faşizme karşı olan tüm Türkiye devrimcileri üzerine düşen rolü oynamalı. Sur, Cizre, Hezex, Nusaybin ve Şırnak’ta ortaya çıkan ruh, bize bunu emrediyor. Kahraman şehitlerin yarattığı destanlar yolumuzu açıyor, cesaretimizi arttırıyor. Kahraman şehitlerimizin, son büyük şehitlerimiz Azad Sîser ve Çekdar Amed’lerin anılarını bu biçimde daha güçlü katılarak yaşamsallaştıralım. Mücadele tarihimizde her yaşanan şahadet halkası yeni hamlelerin temelini oluşturmuştur. Bu dönemin şehitleri de yeni hamlelerin ve başarının temeli olacaktır.

Artık Özgürlük Mücadelesi’nin önü açılmış durumda. İnanıyoruz ki 1 Haziran Atılımı’nın 13’üncü yılı, özgürlük mücadelesinin yükseldiği, zafer yürüyüşünün en çarpıcı yılı olacaktır. Bu ruhla 1 Haziran Atılımı’nın 13’üncü yılını bir başarı yılına dönüştürmek, halkımızı bu zulüm ve zorbalıktan kurtararak özgürlüğüne kavuşturma yürüyüşü gelişecek ve sonuç almayı bilecektir.