KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik gerçekleştirilen uluslararası komplo, tecrit ile soykırım saldırıları arasındaki bağ, Tür Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İmralı üzerinden söylemleri, PKK’nin “terör listesi”nden çıkarılması için yürütülen kampanya, DAİŞ’in Rojava’ya yönelik gerçekleştirdiği saldırılar, AKP-MHP faşizminin tüm muhalif kesimlere saldırıları ve 3. yol ittifak arayışlarına ilişkin ANF'nin sorularını yanıtladı.
2 bölümden oluşan röportajımızın 1. bölümünde KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat şunları belirtti:
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik gerçekleştirilen uluslararası komplonun 24. yılına giriyoruz. Kürt Halk Önderi komployu değerlendirirken ‘şahsımda Kürt halkı tasfiye edilmek isteniyor’ dedi. Özellikle son yıllardaki ağırlaştırılan tecrit ve soykırım saldırılarını ele alırsak komployla bağını nasıl kurmak gerekir?
Uluslararası komplonun 24. yılına girdik. ABD’nin başını çektiği uluslararası komplocu güçleri nefretle kınıyorum. Komplonun başını çeken ABD, İngiltere ve İsrail Kürt halkına ve insanlığa karşı tarihin en büyük suçunu işledi. Önder Apo’ya yönelik komployla Kürt soykırımına doğrudan dahil oldular. Türk devletinin soykırım politikasına uluslararası güçlerin açıktan desteğini ifade ediyor. 15 Şubat uluslararası komplosu, yeni bir Şark Islahat Planı’dır. Komplo Önder Apo şahsında Kürt halkına karşı yapılmıştır.
Önder Apo’nun duruşu, ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ fedai şehitleri ve direnen halkımız Önder Apo’nun fiziki esareti dışında komployu boşa çıkardı. ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ şehitlerinin ve bu çizginin devamcısı Viyan Soran yoldaşın şahsında tüm özgürlük şehitlerini büyük bir saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Anılarına Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlayarak cevap vereceğimizin sözünü veriyoruz.
ÖNDER APO’NUN FİZİKİ ÖZGÜRLÜĞÜNÜ SAĞLAMA MÜCADELESİ EVRENSELLEŞTİ
Komplo Kürtlere karşı topyekün savaş biçiminde bugün de devam ediyor. Soykırımcı sömürgecilik, yüzyıllık Kürt soykırım politikasını başarmakta ısrarlı ve kararlıdır. Ancak dayanakları 1998-1999 yıllarında olduğu kadar güçlü değildir. Önder Apo’nun fikirlerinin bölgede ve dünyada yarattığı etki, Kürt Özgürlük Hareketinin bölgede ve dünyada güçlü bir siyasi aktör ve denge gücü haline gelmesi, mücadelemizle Türk devletinin birçok yönüyle teşhir olması, komplocuların Türk devletine desteğini de zayıflatmıştır. Türk devleti siyasi, diplomatik, askeri, propaganda ve ekonomik tüm imkanlarını soykırım politikasını başarıya götürmek için kullandı. Ancak 23 yıldır istediği sonucu alamadığı gibi Önder Apo’nun etkisi Kürdistan’ın yanı sıra bölgede ve dünyada giderek arttı. Önder Apo’nun fikirleri halklarda ve özellikle kadınlarda büyük bir heyecan, umut, mücadele azmi ve başarma inancı yarattı. Önder Apo’ya evrensel düzeyde güçlü bir sahiplenme durumu gelişti. Şu anda Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlama mücadelesi evrenselleşmiş durumdadır. Bu sonucun ortaya çıkmasında emeği ve katkısı olan halkımızı, kadınları ve tüm dostları yürekten selamlıyor ve kutluyorum.
İMRALI İŞKENCE SİSTEMİ TARİH GÖRDÜĞÜ EN KORKUNÇ ÖZEL SAVAŞ SİSTEMİDİR
23 yıllık tecrit-işkence sistemi özünde bir komplo sistemidir. Komplo, Önder Apo şahsında Özgürlük Hareketini tasfiye etme ve Kürt soykırımını gerçekleştirme planı olarak 23 yıldır tecrit-işkence sistemi biçiminde devam ediyor. Önder Apo üzerinde çok yoğun bir baskı, psikolojik ve özel savaş saldırılarının yürütüldüğünü biliyoruz. Tecrit sistemi bu saldırıları gizlemeye de hizmet ediyor. Önder Apo üzerinde dünyanın en ahlaksızca, vicdansızca, aşağılıkça siyaseti uygulanıyor. İmralı’da ne ulusal ve ne de uluslararası tek bir hukuk kuralı işletiliyor. İmralı işkence-tecrit sistemi tarihin görüp yaşadığı en korkunç özel savaş sistemidir. Önder Apo üzerinde çok yoğun bir baskı, psikolojik ve özel savaş saldırılarının olduğunu çok iyi biliyoruz. Önderliğimize mücadeleyi durdurma baskısı yapılıyor. Faşist diktatör Erdoğan İmralı’da çok alçakça ağır bir tecrit ve baskı uyguladığı halde Önder Apo adına utanmazca konuşmalar yapıyor.
Faşist şef Erdoğan, sizin de ifade ettiğiniz gibi son günlerde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan adına çeşitli söylemlerde bulundu. Erdoğan böyle konuşarak neyi amaçlıyor, ne yapmak istiyor?
Diktatör Erdoğan’ın Önder Apo adına yaptığı konuşmalar aslında tecrit sisteminin ve siyasetinin iflasını da gösteriyor. Son zamanlarda Erdoğan Önder Apo’yu dilinden düşüremez hale geldi. Yıkılma sürecine girmiş iktidarını Önder Apo’nun gücüne-etkisine sığınarak ayakta tutmaya çalışıyor. Önder Apo üzerinde mutlak tecrit uygularken Önder Apo adına her gün açıklamalarda bulunması hiç kuşkusuz faşist diktatörün utanmazlığını gösteriyor. Bu yola başvurması sıkışmışlığının ve çaresizliğinin de bir sonucudur. Zaten HDP derhal cevabını vermiştir. İmralı’nın kapılarının açılarak İmralı’nın ne düşündüğünü herkes kendisinden dinlesin, demiştir. HDP ve Kürt halkı Erdoğan’ın ne yaptığının bilincindedir. Bu nedenle yaptığı hesaplar daha ilk günden boşa çıkmıştır.
TECRİT VE İŞKENCE SİSTEMİNE KARŞI YÜKSELEN BÜYÜK ÖFKEYİ DİNDİRME ÇABASIDIR
Faşist Erdoğan İmralı üzerinden geliştirdiği siyasetle baş aşağı gidişini durdurmaya çalışıyor. Bu konuda çeşitli hesaplar içinde olduğu, bazı amaçlar peşinde koştuğu açıktır. Hesaplarından biri; tecrit-işkence sistemine karşı yükselen büyük öfkeyi dindirme, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için yükselen sesleri zayıflatma çabasıdır; işte bakın Öcalan ile görüşüyoruz, durumunu biliyoruz, sorun yok, demeye getiriyor. İkinci hesabı; çözüm beklentisi içinde olan kesimlere bir mesajdır; kendince beklenti ve sahte umutlar yaratarak Kürtlerin devletten, AKP’den kopuşunu durdurmaya, kafa karışıklığı yaratarak çeşitli çevreleri, siyasi odakları etkilemeye çalışıyor. Üçüncü hesabı; Millet İttifakı üzerinedir. Öcalan ile görüşüyorum, Kürtlerle anlaşabilirim algısı yaratarak Millet İttifakını milliyetçilik yarışına çekiyor. Millet İttifakı faşist şeften daha iyi milliyetçi olduğunu kanıtlama tutumuna ve söylemine girdikçe Kürtlerle aralarındaki mesafe daha fazla açılıyor, bu durum faşist şefe hiç kuşkusuz hizmet ediyor. Erdoğan bu siyasi taktik hamleyi muhalefeti birbirine düşürmek ve parçalamak için de kullanıyor.
İMRALI’DAN GEÇMEYEN YOL DİYARBAKIR’DAN DA GEÇMEZ
Erdoğan Önderliğimiz üzerine söylem geliştirdikçe CHP ve İyi Parti terör söylemine sarılıyor. CHP’nin ulusalcı-ırkçı, milliyetçi damarı harekete geçiyor. İnkar ve imha zihniyetini bırakmadığı görülüyor. Bunu gören Kürtler; CHP’nin AKP ve MHP’den ne farkı var, diyor. CHP Kürt sorununa doğru yaklaşmadan, Kürtlerin siyasi liderlerini dikkate almadan tutarlı bir siyaset yapamaz. CHP, Önder Apo’yu Kürtlerin baş muhatabı görmeden ve kabul etmeden Kürtlerle helalleşemez. CHP, Kürtlerin en meşru, demokratik haklarını, öz yönetim taleplerini kabul etmeden, Kürtler de güven yaratamaz. Yani CHP günde kırk defa Kürt Halk Önderi’ne “terörist başı” diyerek Kürt sorununu çözeceğinin iddiasında bulunamaz. CHP İmralı’daki hukuk ve kanun dışı faşist tecrit sistemini meşru görerek, Kürtlere ve Türkiye toplumuna hukuk ve adalet vaadinde bulunamaz. Bulunsa da inandırıcılığı olmaz. Ve CHP, Önder Apo ile görüşmeyi suç sayarak demokrasinin yolunu Diyarbakır’dan geçiremez. İmralı’dan geçmeyen yol Diyarbakır’dan da geçmez.
Demokrasinin yolu İmralı’dan geçer. Adaletin yolu İmralı’dan geçer. Hukukun yolu İmralı’dan geçer. Türkiye’ye demokrasi, adalet ve hukuk getirilecekse İmralı işkence-tecrit sistemini insanlık suçu olarak görüp mahkum etmek gerekiyor. Bu sistemi kuranları ve sürdürenleri yargılamak gerekiyor. İmralı işkence-tecrit sistemini yaratanlar ve yürütenler zaten halkların ve insanlığın vicdanında mahkum olmuşlardır.
ÖNDER APO MİLYONLARIN İRADESİNİ TEMSİL EDEN BİR HALK ÖNDERİDİR
Önder Apo Kürt sorununun çözüm muhatabıdır. Kürt sorununun çözümünde baş müzakerecidir. Önder Apo’yu yok sayarak hiçbir çözüm geliştirilemez. Çözümün yolu İmralı’dan geçer. Önder Apo’nun da baş aktör olduğu bir çözüm süreci kuşkusuz Türkiye Meclisi’nde tartışılır. Bunu isteyen de Önder Apo’dur. Çünkü Önder Apo artık hiçbir siyasi partinin yada siyasi kişiliğin Kürt sorununu araçsallaştırmasını kabul etmez. Kürt sorunu konusunda ciddi adım atılmasını ister. Kılıçdaroğlu’nun meclisi ve HDP’yi çözüm adresi göstermesi doğrudur ancak eksik bir yaklaşımdır. CHP gerçekten Kürt sorununu çözme konusunda kararlıysa Önder Apo’ya yaklaşımını değiştirmek durumundadır. Önder Apo milyonların siyasi iradesini temsil eden bir halk Önderi’dir. Önder Apo Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesine ömrünü adayan ve bunun ağır bedellerini ödeyen büyük bir demokrasi ve özgürlük aşığıdır. Bu konuda hiç kimse Önder Apo’nun eline su dahi dökemez.
KÜRT SORUNUNDA DEMOKRATİK ÇÖZÜM ANLAYIŞI OLMAYANLAR TÜRKİYE’DE İKTİDAR OLAMAZ
Millet İttifakı Önder Apo düşmanlığı yaparak Kürtlere düşmanlık yapıyor. Millet ittifakı tecrit-işkence sistemine karşı çıkmayarak çokça dile getirdiği hukuk, adalet söyleminin ne kadar gayri ciddi ve samimiyetten uzak olduğunu gösteriyor. Millet ittifakı Kürtlerin demokratik haklarını, özyönetim taleplerini reddederek Kürtlerin desteğini alamaz. Millet ittifakı demokratik çözümden uzak anlayışıyla faşist iktidara karşı alternatif haline gelemez. Kürt sorununda demokratik çözüm anlayışına sahip olmayanlar Türkiye’de iktidar olamaz ve iktidarda kalamaz. Bunun için her şeyden önce Önder Apo’ya yaklaşımlarını düzeltmeleri gerekiyor. Önder Apo’nun inkarı Kürt halkının inkarıdır. Önder Apo Türkiye’de demokrasinin, özgürlüklerin, adaletin ve hakikatin mihenk taşıdır. Türkiye’ye demokrasi, özgürlük ve adalet vaadinde bulunanlar her şeyden önce Önder Apo’ya karşı anlayış ve yaklaşımlarını değiştirmek durumundadır.
Son zamanlarda PKK’nin “terör listesi”nden çıkartılması için imza kampanyası yürütülüyor. Bu kampanya çalışmalarını Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
PKK’nin terör listesine alınması Kürt halkına karşı çok büyük bir haksızlıktır ve aynı zamanda hakarettir. PKK yüzyıldır soykırıma uğrayan ve bugün de soykırım tehdidi altında olan bir halkın özgürlük mücadelesini veriyor. Kürt halkının en meşru ve demokratik hakları için mücadele yürütüyor. PKK’nin talepleri evrensel hukukun savunduğu ve tüm insanlığın kabul ettiği topluluk haklarıdır. PKK Türkiye’de nüfusu 25 milyonu aşan Kürt halkı için anadilde eğitim istiyor. Kürtlere özyönetim hakkının tanınmasını istiyor. Özyönetime dayalı Kürt sorununun demokratik çözümünü ve Türkiye’nin demokratikleşmesini istiyor. PKK’nin talepleri ne terördür, ne de bölücülüktür. Dünyada en doğal en meşru ve en haklı olan taleplerdir. Kürt soykırımını örtme ve daha yoğun yapma amaçlı haftada iki saatlik seçmeli Kürtçe derslerle Kürt sorununun çözümünde adım atıldığını söylemek Kürt halkını ve dünyayı aldatmaktır. Soykırım araçlarının yoğunlaştığı bir zamanda bu seçmeli ders asimilasyonu ve soykırımı maskeleme çabasından başka bir şey ifade etmez.
Faşist Türk devleti dünyanın en meşru ve haklı taleplerini terör ve bölücülük olarak görüyor. Tüm devlet imkanlarını kullanarak dünyayı buna inandırmaya çalışıyor. Kürtlere karşı soykırım savaşı veriyor. Türkiye’nin yoğun çabaları sonucu PKK, ABD ve Avrupa ülkeleri tarafından “terör listesi”ne alındı. Türkiye bir NATO ülkesi olduğu için bu ülkeler PKK’yi “terör listesi”ne aldılar. Zaten Türkiye Kürtlere uyguladığı soykırım politikalarına destek almak için NATO’ya giren bir devlettir. Yıllardır NATO üyesi ülkeler Kürt soykırım savaşında Türkiye’ye destek veriyor. Kirli siyasi ve ekonomik çıkarları bunu gerektirdiği için her türlü imkanı Türkiye’ye sunuyorlar. Türkiye’yi Ortadoğu politikalarında askeri bir karargah olarak kullanıyorlar. Kürt soykırımına destek karşılığında aldıkları tavizlerle Türkiye’yi kullanıp bölgede etkinliğini sürdürmeyi amaçlıyorlar. Kürtler bu kirli çıkar ilişkilerinin kurbanı oluyor. PKK bu kirli siyasete karşı bir halkın yüzyıllık öfkesinin eyleme dönüşmüş halidir.
Bu açıdan PKK’nin “terör listesi”nden çıkartılmasına dönük yürütülen kampanya çalışmaları çok değerlidir. Bu çalışmaya emek veren, başarısı için ter döken herkesi yürekten selamlıyor, saygı ve sevgilerimizi sunuyor, çalışmalarını kutluyoruz. Bu çalışmaları kararlı bir biçimde sürdürmek lazım. İnsanlık vicdanı bizimledir. Mücadele PKK’yi karalayanların maskelerini tek tek düşürüyor. Türk MİT’inin ve NATO gladyosunun yaptığı Olof Palme cinayetinin açığa çıkması bu komplocu, kirli siyaseti deşifre etti. Yine Belçika mahkemesinin PKK’yi mücadele yürüten silahlı bir örgüt olarak değerlendirerek terör kavramını reddetmesi bu kirli çıkar siyasetini darbeledi.
Bütün bu gelişmeler şunu ortaya çıkarıyor; uluslararası alanda siyasi, diplomatik, hukuksal ve toplumsal mücadeleyi güçlü ve yaratıcı bir biçimde sürdürürsek önemli sonuçlar alacağımız kesindir. Çünkü artık Türk faşizmi herkese zarar veriyor. Türkiye dünyaya çete terörü ihraç ediyor. Türkiye dünyanın en organize terör devletine dönüşmüş durumdadır. Türkiye artık ABD için de Avrupa için de tüm bölge ve dünya için de büyük bir tehdittir.
Hesekê’de DAİŞ’in saldırısı oldu. DAİŞ’e karşı mücadele tüm insanlık mücadelesiydi. Birçok siyasi güç ve halklar bu mücadelenin içinde yer aldı. Ancak şimdi DAİŞ’li tutukluların sorumluluğu sadece Rojava ile Kuzey ve Doğu Suriye halklarına bırakılmış. DAİŞ’e karşı koalisyon kurmuş güçler hem Kuzey ve Doğu Suriye halklarına yönelik saldırılara sessiz kaldıkları gibi, DAİŞ’le ilgili sorumluluk üstlenmemelerini neye bağlıyorsunuz, bu konuda neler söylersiniz?
DAİŞ’i ortaya çıkaran güç Türkiye ve bazı uluslararası güçlerdir. Türkiye ve bu güçler DAİŞ’i yıllarca finanse etti ve DAİŞ’e birçok imkan sundu. DAİŞ kontrolden çıkınca ABD öncülüğünde DAİŞ’e karşı bir savaş koalisyonu kuruldu. Bu açıdan Koalisyon güçleri DAİŞ’e karşı en etkili savaşı yürüten Rojava devrimci güçleri ile taktik ittifaka girdi. Fakat Koalisyon’un bir üyesi olan Türkiye, DAİŞ ile ilişkilerini ve ittifakını sürdürdü. Rojava Devrimi’ni tasfiye etmek için DAİŞ’i bir savaş gücü olarak gördü ve kullandı. Mevcut durumda DAİŞ, Türkiye’nin Suriye ve Irak gücüne dönüşmüş durumdadır. Türkiye DAİŞ’i Suriye ve Irak’ta hem Kürtlere karşı kullanıyor hem de Suriye ve Irak’ta siyasi etkisini arttırma gücü olarak kontrolünde tutuyor.
HESEKÊ SALDIRISINI PLANLAYAN VE YÜRÜTEN ESAS GÜÇ TÜRKİYE’DİR
DAİŞ’in Hesekê’ye saldırısını planlayan ve yürüten esas güç Türkiye’dir. Türkiye Rojava’da işgal ettiği yerleri DAİŞ karargahına dönüştürmüş durumda. İşgal alanlarında topladığı bütün çeteleri devrime karşı savaştırmak için eğitiyor, örgütlüyor. Efrîn, Serêkaniyê, Girê Spî şehirleri DAİŞ ve türevlerinin yerleşim merkezleri haline gelmiştir. Bunu ABD, Avrupa, Rusya ve herkes görüyor, biliyor. Ama ses çıkarmıyorlar. Çünkü bu güçler çıkarları gerektiği anda ve zamanda kullanmayı öngörüyorlar. Rojava Devrimi’ni teslim almak için de DAİŞ’i her zaman Rojava’nın başında Demokles’in kılıcı gibi tutuyorlar. Bu açıdan ne tutuklu DAİŞ’lilere karşı ne de DAİŞ’li ailelerin toplandığı Hol kampına karşı sorumluluk üstlenmiyorlar. İsteseler uluslararası mahkemeler kurar bu sorunu kısa sürede çözerler. Ama bu sorumluluğu üstlenmiyorlar. DAİŞ ile kendileri muhatap olmak yerine Rojava Devrimi ile karşı karşıya bırakıyorlar.
Hesekê Sinaa tutukevine saldırı çok kapsamlı bir saldırının parçasıdır. Bu saldırı ile amaçlanan esas olarak Hesekê’nin ve tüm Rojava’nın işgalidir. Türk devleti bu saldırıda başarılı olsaydı, Hesekê’yi DAİŞ yoluyla işgal edecek ve çete ordusuyla diğer şehirlere yönelecekti. Bu kirli planı QSD güçleri ve Kuzey Doğu Suriye halkları boşa çıkardı. Ağır bedeller karşılığında büyük bir zafer kazanıldı. Ben öncelikle bu savaşta şehit düşen yiğit ve onurlu QSD savaşçılarını saygı ve minnetle anıyor, yaralılara acil şifalar diliyorum. Bu yiğit kahramanlar uluslararası komplonun yıl dönümü arifesinde çok büyük bir komployu kendilerini feda ederek boşa çıkardılar. Uluslararası komploya da en anlamlı ve en büyük cevabı verdiler.
ABD ve RUSYA’NIN BU SALDIRI PLANININ İÇİNDE NE DÜZEYDE YER ALDIĞI SORGULANIYOR
DAİŞ ve türevleri Kürtlere karşı geliştirilen komplo planının bir parçası ve soykırım savaş aracıdır. Bu saldırının Kobanê’nin TC ve DAİŞ çetelerinden özgürleştirilmesi zamanına ve yine TC’nin DAİŞ türevleriyle Efrîn işgal saldırısının başladığı zamana denk getirilmesi Hesekê saldırısının kapsamını ve amacını zaten ortaya koyuyor. Saldırı faşist Türk devletinin bir saldırısıdır. Kuşkusuz ABD ve Rusya’nın bu saldırı planının içinde ne düzeyde yer aldığı sorgulanıyor. ABD ve Rusya’nın ciddi hakimiyet kurduğu bir alanda bu kapsamda bir saldırı nasıl gelişebiliyor, çok ciddi bir soru işareti olarak orta yerde duruyor. Rusya’nın ‘bu saldırı Özerk yönetimin Rojava’yı yönetemez, istikrarı sağlayamaz durumda olduğunu ortaya koydu’ mealindeki açıklamaları kuşku vericidir. ‘QSD insanlık suçu işliyor,’ açıklaması Suriye rejiminin de Hesekê saldırısında siyasi bir çıkar gördüğünü ortaya koymaktadır.
ABD ve Rusya bu saldırı planının içinde doğrudan yer almasalar da Ukrayna krizinden kaynaklı olarak bu saldırıya sessiz kaldıkları düşünülebilir. Türkiye Ukrayna krizinde ABD’den yana tutumunu belirledi. Zaten özellikle son birkaç yıldır Ukrayna’ya oldukça ciddi SİHA satışlarında bulundu. Rusya aleyhine birçok ilişki geliştirdi. Rusya’ya karşı Ukrayna şantajını yeri geldiğinde kullandı. Ukrayna krizini de yıllardır ABD ve Rusya arasında yürüttüğü denge siyasetinin bir parçası yapmaya çalışıyor. Ukrayna krizinin tavan yaptığı bir süreçte Hesekê saldırısı gündeme geldi. Türkiye de böyle bir kriz anında bu saldırıya kimse ses çıkaramaz diye düşünmüştür.
ŞAM ÖZERK YÖNETİM İLE DEMOKRATİK ÇÖZÜMDE BULUŞURSA TC-DAİŞ TEHDİT OLMAKTAN ÇIKAR
Dünya ülkeleri DAİŞ’e karşı büyük bir sorumsuzluk ve kirli hesap içerisindedir. Bütün yükü ve tehlikeyi Kuzey ve Doğu Suriye halkları yüklenmiş durumdadır. Bu asla kabul edilemez. TC’nin ittifak gücü DAİŞ sadece Kürtler açısından değil, Suriye ve dünya açısından da büyük bir tehlikedir. Suriye sorununun çözümü ve DAİŞ belasından kurtulmanın yolu Özerk Yönetim’le uzlaşmaktan geçiyor. Şam, Özerk Yönetim’le demokratik çözümde buluşursa TC-DAİŞ tehdit olmaktan çıkar. Şam yönetiminin Özerk yönetimle anlaşması durumunda Suriye üzerindeki bütün kirli oyunlar ve komplolar son bulur. TC’nin Kürt-Arap savaşı çıkarma, Suriye’yi bölme planları tamamen boşa çıkar. ABD’nin ve hiçbir dış gücün Suriye’de kalma gerekçesi kalmaz. Tüm işgal alanları özgürleştirilir.
Bir çözüm olduğunda zaten QSD Suriye ordusunun bir parçası olur. Özerk Yönetim demokratik Suriye’nin karakteri ve kimliğidir. Ne Özerk Yönetim kendi başına bağımsız bir devlettir ve ne de QSD Suriye ordusundan bağımsız bir ordu gücüdür.
SALDIRILARA EN ANLAMLI CEVAP KÜRT-ARAP DEMOKRATİK BİRLİĞİDİR
Suriye üzerindeki saldırılara en anlamlı cevap Kürt-Arap demokratik birliğidir. Kürt-Arap ittifakı bölgenin demokratikleşmesinde stratejik bir öneme sahiptir. Bu ittifak ve birlik güçlendikçe, ırkçı-sömürgeci, ne Osmanlıcı faşist Türk devlet siyaseti tasfiye olup gidecektir. Bağlantılı olarak DAİŞ gericiliği son bulacaktır.
AKP-MHP faşizmi sadece muhalif siyasi partilere değil, tüm muhalif toplumsal, sanatçı, yazar, gazeteci ve aydın kesime de saldırıyor. Bu kadar saldırganlığı neye bağlıyorsunuz?
AKP-MHP faşist iktidarının sonu yaklaştıkça korkusu artıyor ve dolayısıyla daha fazla saldırganlaşıyor. Faşist iktidarı bu kadar saldırganlaştıran şey yıkılma korkusudur. Kaybetme korkusu faşist iktidarı çılgına çevirmiş. Kırmızı şal görmüş boğa gibi her yere herkese saldırıyor. Bu ne kadar güçsüzleştiğini ortaya koyuyor. Çok güçsüz ve zayıf olduğu için en küçük bir eleştiriyi büyük bir tehdit olarak görüyor. Toplumsal bir tepkiyi panik ve öfkeyle karşılıyor, hemen saldırıyor ve ezmeye çalışıyor. Bir sanatçının söylediği şarkıdan korkuyor. Bir gazeteci ve akademisyenin eleştirisinden korkuyor. Kadınların mücadelesinden korkuyor. Gençlerin arayışçı, öfkeli duruşundan korkuyor. Emekçilerin hak taleplerinden korkuyor. Çevrecilerin doğa tutkusundan, çevre duyarlılığından korkuyor. Kısacası kendisi dışındaki her şeyden ve herkesten korkuyor. Gölgesinden de korkuyor. Bu iktidar paranoyak bir hale gelmiştir.
Faşist iktidarlar elbette toplumun aydınlık beyinlerinden her zaman çok daha fazla korkarlar. Gerçek sanatçılar, yazarlar, aydınlar toplumun ışığı gibidir. Daima toplumu aydınlatırlar. Gerçeğin ve hakikatin peşinden koşarlar. Bulur ve onu en saf ve en çıplak bir biçimde topluma sunarlar. Egemenlerin oyunlarını, hilelerini, kirli siyasetlerini açığa vururlar. Toplumu bilinçlendirir, hakkını hukukunu aramaya yöneltirler. AKP-MHP faşist iktidarının gerçek sanatçı ve aydınlardan bu kadar korkmasının nedeni budur. Bundan kaynaklı gerçekleri dile getiren her gazeteciye, yazara, sanatçıya, pervasızca saldırıyor. İradesini kırmaya, ezmeye çalışıyor. Öyle bir şiddet yöntemi kullanıyor ki yöneldiği kişiler şahsında muhalif herkese gözdağı vermeye çalışıyor. Fakat tüm bu çabalar da beyhude. Saldırılar, hakikat ve aydınlık aşığı gerçek sanatçı ve aydınları daha çok güçlendiriyor.
FAŞİST AKP-MHP İKTİDARI KENDİ YARATTIĞI CEHENNEMİN İÇİNDE BİR PARÇA ODUN HALİNE GELECEKTİR
Kürtleri ise zaten düşman ilan etmiş, sabah akşam ve günün her saati saldırıyor. Kürtlere saldırıda denemediği yöntem kalmadı. Mezarlarını parçaladı, cenazelerine bile işkence yaptı. Binlerce kadın erkek Kürt yurtseverini, siyasetçisini ve devrimcisini zindanlara attı. Birçoğunu işkence ve zulümle katlediyor. Faşist iktidar Kürtler karşısında tam bir kötülük abidesi. Kürtlere acı çektirmede yoğunlaşıyor ve vahşileşiyor.
AKP-MHP faşist iktidarı dünyada bir benzeri daha olmayan beyaz-yeşil-kara ırkçı ideolojinin yönetim biçimidir. Faşizmin tarihte örnekleri çoktur. Hitler faşizmi en meşhur olanıdır. AKP-MHP faşizminin özel savaş yöntemleri ve çok yönlü baskıları Hitler faşizmine rahmet okutur düzeydedir. Hitler, faşizmi İttihat-Terakki’den öğrendiğini söylemiştir. Yani Hitlerin faşizmi, soykırımcı Türk faşistlerinin taklidi oluyor. Hitler Yahudi soykırımını yaparken Ermenileri, Asuri-Süryanileri, Pontus Rumları’nın soykırımdan geçirilişini örnek alıyor. AKP-MHP faşist iktidarı da bin yıllık Türk egemen sınıflarının gericiliğini miras almış, üzerine İttihat-Terakki zihniyetini eklemiş soykırımcı bir faşizm türüdür. Erdoğan da Kürt soykırımını gerçekleştirme ve bu biçimde tarihe yeni bir Enver olarak geçme çabasındadır.
Ancak tarihteki tecrübelerden de sabittir ki faşizm yıkılmaya mahkumdur. Soykırımcı sömürgeci Türk faşizmi özgüvenini yitirmiş, insanlık değerlerinden nasibini almamış, iktidara, popülizme düşkün karaktere sahiptir. Somut olarak Erdoğan gibi psikopat kişiliklerin baskı, şiddet ve savaş yönetimidir. Faşizm baskı, zulüm, şiddet ve savaşla ayakta kalıyor. Bunu kabul etmeyen milyonlar karşısında faşizm de yıkılıp gidecektir. AKP-MHP faşizmi de böyle bir sürecin içindedir. Artık savaş da bu faşist iktidarı ayakta tutamayacaktır. Savaş bu iktidarın sonunu getirecektir. Bu iktidar kendi yarattığı cehennemin içinde bir parça odun haline gelecektir.
BÖYLE BİR İTTİFAKA EKMEK VE SU KADAR İHTİYAÇ VAR
HDP; sol, sosyalist ve demokrat güçlerle 3. bir ittifak oluşturma arayışıyla tıkanan Türkiye siyasetinin önünü açmak istiyor. Bu anlamda önemli buluşmalar ve görüşmeler de gerçekleşiyor. Siz bu buluşmaları nasıl karşıladınız, ittifakın kurulması ve genişlemesi için neler yapılmalı?
HDP’nin öncülüğünde kurulan üçüncü yol ittifakı çok değerli bir adımdır. Bu ittifakı mutlaka daha nitelikli hale getirmek, büyütmek ve güçlendirmek gerekiyor. Çünkü, Türkiye’nin tüm demokratik örgütlerini, kurumlarını ve kesimlerini içine alan geniş ve güçlü bir demokratik muhalefete ihtiyacı vardır. Sol-sosyalist ve demokratik güçler birleşmeden güçlü bir antifaşist demokratik ittifakın ortaya çıkması mümkün değildir. Bu açıdan demokratik ittifakı gerçekleştirme çabalarını çok değerli buluyoruz. Böyle bir ittifaka Türkiye toplumunun en az ekmek ve su kadar ihtiyacı vardır. Kaldı ki Türkiye’nin demokrasi ve adalet ihtiyacı ekmek ve sudan daha önceliklidir. Demokrasi ve adalet olmadığı için bugün toplum özgürlükten mahrum kalıyor ve büyük bir yoksulluk, açlık içerisinde kıvranıyor. AKP-MHP faşist iktidarı Türkiye’nin tüm zenginliklerini sömürüyor, gasp ediyor. Bu sömürgeci, talancı, gaspçı, tecavüzcü faşist iktidara karşı güçlü bir demokrasi hareketi olursa başarılı bir mücadele yürütülür. Aksi halde parçalı, dağınık demokratik muhalefetle faşizmi tümden yıkmak mümkün değildir.
Demokrasi ittifakının içinde tüm sol-sosyalist ve demokratik güçler yer alabilmelidir. Kadın hareketi, gençlik hareketi, emek hareketi, çevre hareketi, demokratik Alevi hareketi, antikapitalist Müslümanlar ve demokratik İslami çevreler bu ittifakın köşe taşları olmalıdır. Bu bileşenler demokrasi ittifakının başarısını belirleyen temel mücadele dinamikleridir.
‘KADIN HAREKETİ DEMOKRASİ İTİFAKININ EN TEMEL BİLEŞKESİ OLMALIDIR
Kadın hareketi Kürdistan’da ve Türkiye’de oldukça güçlüdür. Faşizme karşı en güçlü mücadeleyi yıllardır Kürdistan ve Türkiye kadın hareketi yürütüyor. Kadın hareketi demokrasi ittifakının en temel bileşkesi olmalıdır. Bu ittifakın içinde tüm gücüyle yer alarak demokrasi ve özgürlük mücadelesini güçlendirmelidir. Demokratik Türkiye kadın hakları ve özgürlükleri için muazzam bir imkan sunacaktır. Kadın kazanımları ancak böyle korunur ve geliştirilir.
Gençlerin demokratik hak ve özgürlüklerine kavuşması da Türkiye’nin demokratikleşmesiyle mümkündür. AKP-MHP faşizmi kadın kadar gençlik düşmanı da bir rejimdir. Dolayısıyla demokrasi ittifakına en güçlü destek gençlerden gelmeli, gençler demokrasi ittifakının öncü mücadele güçleri olmalıdır.
Faşist iktidar emeğe, emekçiye düşmandır. Bir sömürü, talan ve gasp rejimidir. Emekçilerin haklarına kavuşması ancak faşizmin yıkılması ve Türkiye’nin demokratikleşmesiyle mümkündür. Demokrasi ittifakı bir bakıma emekçinin hak mücadelesidir. Emek hareketi bu ittifaka tüm gücüyle katılmalıdır.
AKP-MHP faşizmi doğayı tam bir yıkıma uğratmıştır. Kürdistan’ın ve Türkiye’nin muhteşem doğası ranta açılmış, rant projeleriyle talan ediliyor. Doğa ve çevre yıkımının sonucunda iklimler değişiyor, yangın, sel, heyelan, deprem gibi korkunç felaketler yaşanıyor. İklim değişikliği sonucu her yıl binlerce canlı türü ölüyor. Tatlı su kaynakları kuruyor. Kuraklık alarm veriyor. Kürdistan’da ve Türkiye’de giderek gelişen ekoloji hareketi demokrasi ittifakının temel bir bileşeni olmalıdır. Doğayı savunmak ve korumak Türkiye’nin demokratikleşmesiyle doğrudan bağlantılıdır.
Bu faşist iktidar Alevilerin düşmanıdır. Demokrasi ittifakı içinde yer almak Alevilerin varlığı ve özgürlüğü açısından hayatidir. Çünkü Aleviler ancak demokratik bir Türkiye’de inanç özgürlüğüne kavuşabilirler.
Bu faşist iktidar aynı zamanda İslam düşmanıdır. DAİŞ’in Türkiye versiyonudur. Yıllardır kendi iktidar çıkarlarını İslam maskesiyle gizlemeye çalışıyor. İslami değerleri istismar ederek iktidarına alet ediyor. Demokratik muhafazakar Müslümanlar İslamiyet’in özünü, İslami değerleri ve yaşamı ancak demokrasi ittifakı içinde yer alarak koruyabilir ve savunabilirler.
DEMOKRASİ İTTİFAKI DIŞINDA KALANLAR FAŞİZME HİZMET ETMİŞ OLACAKTIR
Üçüncü yol demokrasi ittifakına Mahir Çayan geleneğinden gelen Sol Parti’nin bu kadar uzak durması anlaşılır değildir. Amaç faşizmi yıkmaksa Türkiye’nin sosyalist ve demokratik tüm güçleri demokrasi ittifakında buluşmalıdır. Kendisini demokrasi ittifakının dışında tutan her güç ve kesim faşizmin ömrünün uzamasına hizmet etmiş olacaktır. İstemese de bundan farklı bir sonuç ortaya çıkmayacaktır. Faşizme karşı olduğunu söyleyip de faşizme karşı kurulan ittifakta yer almamak sol ve demokratik olma iddiasıyla çelişir.
Faşist iktidarın bu kadar uzun süre ayakta kalmasının nedeni demokratik muhalefetin parçalı duruşudur. Devletin tüm imkanlarını ele geçirmiş faşizm karşısında birlik sağlanırsa başarılı olunur. Kürtlerin demokratik hak mücadelesinden korku duymak, bir halkın en doğal meşru haklarını bölücülük olarak yaftalamak, sol-sosyalist, yurtsever bir anlayış olamaz. Bu olsa olsa devletçi, sosyal şoven bir anlayış olur. Bu anlayışta olanlar Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesini veremez. Sol anlayışta olanlar milliyetçilikten uzak olurlar. Yurtseverlik ile milliyetçiliği birbirine karıştırmamak gerekiyor. Yurtsever olanlar Türkiye’de yaşayan Kürtlerin ve tüm halkların, inanç gruplarının siyasi, kültürel, ekonomik ve demokratik haklarını tanır. Haksızlığın karşısında durur, haksızlığa, zulme uğrayanın yanında yer alır.