GÖRÜNTÜLÜ

Kürdistan'daki gazeteciler anlattı: Korkusuz bir halk var

AKP'nin talimatıyla yaşanan katliamların gölgesindeki gazeteciler Tekin, Sur, Çiçek ve Doğan, sık sık devlet güçlerinin çeşitli saldırılarına uğradıklarını anlattı.

AKP'nin talimatıyla yaşanan katliamların gölgesindeki gazeteciler Tekin, Sur, Çiçek ve Doğan, sık sık devlet güçlerinin çeşitli saldırılarına uğradıklarını anlattı. Halkın her şeye rağmen direndiğine dikkat çeken özgür basın çalışanları, Kuzey Kürdistan'daki tabloyu Kobanê'deki savaşa benzetiyor. 

Kuzey Kürdistan’da devletin soykırımcı saldırılarının yaşandığı Nusaybin, Cizre, Silopi, Şırnak, Kerboran ve Silvan’da haber takibi yapan gazeteciler, karşı karşıya kaldıkları zorlukları ANF ile paylaştı.

İMC kameramanı Refik Tekin, Cizre’de haber takibi sırasında zırhlı araçtan kitle üzerine kurşun yağdırıldığı sırada ağır yaralanan gazeteci. ANF muhabiri Sedat Sur ile DİHA muhabiri M. Zeki Çiçek de, Kobanê şehir savaşını birlikte takip etmişti, şimdi de Kuzey Kürdistan kentlerindeki savaşı belgeliyorlar. JINHA muhabiri Zehra Doğan da, aylardır abluka altındaki kentlerde gazetecilik yapıyor. 

TEKİN: AKLIM HALKTA VE MESLEKTAŞLARIMDA

İMC Kameramanı Refik Tekin: Şu an kendimden çok tanklarla bombalanan kentlerde gazetecilik yapan arkadaşlarımı düşünüyorum. Ayağımda bir kurşun darbesi var, birkaç santimlik platin taktılar ve bundan sonra nasıl yürüyeceğim? Ama bunu da düşünmüyorum, düşündüğüm tek şey; Cizre’de her yaralı haberi alan milletvekilleri ile birlikte olay yerine giderken haber bültenleri için tek bir dakika görüntü çekmeden üzerimize sıkılan kurşunları düşünüyorum. Ben çok ucuz kurtuldum ama orada yaşayan halk ve o halkın sesi olan gazetecilerde aklım kaldı. Bölgede gazetecilik yapmak böyle bir şeydir. Yaralandığım günden bu yana hayatımda yaşamadığım duygu dolu anları şimdi hastanede yaşıyorum. Objektif gazetecilik yapmak, istediğini değil olduğu gibi tüm çıplaklığı ile o anları çekmenin bedelini ödedim. Beni kimse düşünmesin; halen tank ve topların gölgesinde gazetecilik yapanları düşünsünler.

DOĞAN: TAHİR'İN BABASI, CENAZE ARABASININ ARKASINDAN KOŞTU...

JINHA Muhabiri Zehra Doğan: Ablukanın olduğu kentlerde ben de diğer meslektaşlarım gibi tarihi bir döneme tanıklık etmeye çalışıyorum. Aylardır devam eden abluka, Silopi’de 3 gencin yaşamını yitirmesiyle başladı. Ondan bir hafta sonra Cizre’de 'sokağa çıkma yasağı' ile abluka başlatıldı. İşte bölgede yaşanan hak ihlallerinin yaşandığı süreçte arkadaşlarımız ile takip etmeye çalıştık. Gördüğüm birkaç anıyı anlatmak istiyorum: 35 günlük bebek olan Tahir Yaranmış katledildiği sırada Mehmet Emin Lokman katledildi. O vurulma anı beni çok etkilemişti. Lokman, kamuoyunun da yakından bildiği beyaz minibüste taranmıştı ve annesi de tam karşısındaydı. Düşünün annesi çocuğunun yakarışına rağmen yanına gidemiyordu ve 4 gün boyunca evden dahi çıkamadı. O iki cenaze daha sonra camiye alındı, o sırada görüntü çekmek istediğimde artık o bebeğin ve Lokman’ın bedeni çürümüştü. O çürüyen bedenlerini çekmek zorunda kaldık. Onların cenazesini, ‘Öz Direniş’in ilk sembolü olan annelerin beyaz bayrakla yürüyenleri takip ettik. O sırada Refik Tekin’in yaşadıklarının aynısını yaşadık ve kameralarımıza yansıdı. O sırada Mehmet Emin Lokman ve 35 günlük bebeğin yürüyüşle Nur Mahallesi'nden çıkarılma anı aklımızdan çıkmıyor. Beyaz bayraklı anneler öncülüğünde cenaze çıkarma sahnesi ilk olarak o gün başlamış oldu. Mehmet Emin Lokman'ın cenazesinin araca bindirildiği an sloganlara dahi tahammül edemeyen özel harekat timleri kitleyi birden taramaya başladı. Öyle ki Tahir'in babası, korkudan kaçan cenaze arabasının açık kapısını fırsat bilip ardından koşarak bebeğinin cansız bedenini diğer cenazenin üzerine fırlattı. O gün şans eseri bize bir şey olmadı ama Refik Tekin bizim kadar şanslı değildi.

Mesleki olarak zorluklarımız tabii ki oldu. Hedef olan basın çalışanları olarak can güvenliğimizi kanalizasyon hatlarını kullanarak alabildiğimiz anlar oldu. Sırf bir görüntüyü ajanslara aktarabilmek için delinmiş duvarlar ve kanalizasyon hatlarını kullandık. İtfaiye hattından ajansımıza ulaşabiliyorduk, o hat üzerinden son dakika haberlerini geçerken, özel haberlerimizi de kısa mesajlar üzerinden yaptığımız anlar oluyor. Merkezde bulunan arkadaşların attığımız kısa mesajları toplayıp haberleştirmesi gibi koordineli çalışma şekillerini dahi deniyoruz. Bunun yanı sıra defalarca tarandık, defalarca zırhlı araçlardan yapılan anonslardan hakarete maruz kaldık. Arkadaşlarımız 'örgüt üyesi' iddiasıyla tutuklanıyor. Bizler birer örgüt üyesiyiz; hak haberciliği yapan bir avuç örgütlü gazetecilerin bir üyesi.

'KOBANÊ SÜRECİNE BENZİYOR'

Bölgede kirli bir savaş süreci yaşanıyor. Buradaki direnişi Rojava direnişine çok benzetiyorum. Son Kobanê direnişini Sedat Sur, Ferhat Arslan, Zeki Çiçek, Abdurahman Gök gibi birçok gazeteci birebir takip etti ve o direnişe tanıklık etti. Fakat ilk sürece bakacak olursak, Gazeteci Amed Dicle ile birlikte, 3 yıl önce Kobanê'yle başlayan Rojava hattını gezen bir haber dizisi çıkarmıştık. O süreci aklıma getiriyorum da, ilk YPG'yle karşılaştığımda gencecik insanların her kentte çok fazla olmayan gruplar halinde kentlerini korumaya aldıkları manzarasıyla karşılaşmıştım. Sayı pek de çok değildi, herhangi bir saldırıda büyük bir direniş bana biraz da hayali gelmişti. Ama Kobanê'de destansı bir direniş gerçekleşti. Bir avuç insan milyonlara ulaştı, içinden sayısız komutanlar çıktı. İlk Cizre direnişinde de aynı manzara vardı, eline babasının av tüfeğini alan gençler mahallelerinde nöbet tutuyordu, amaçları öz yönetimdi. Ama öyle bir saldırı gerçekleşti ki şimdi bu gençler YPS'yi ilan ederek bir silahlı örgüt olduklarını duyurdular ve sayıları da azımsanmayacak derecede. Daha önceki deneyimlerimize bakacak olursak, her saldırı arttığında bu sayının artacağını şimdiden görebiliyoruz. Kirli savaşa karşı direnen bir halk açığa çıkıyor. Dün Ferhat Arslan'la birlikte Nusaybin'de YPS komutanıyla yaptığımız söyleşide çok önemli noktalara değinildi; 'Evet Silopi deyince akıllara yıkılmış bir mahalle gelebilir, Cizre de öyle olabilir, yarın Nusaybin'i de yakıp yıkabilirler ama aslında Kürtler kazandı. Çünkü büyük bir halk iradesi açığa çıktı, halkın iradesini yıkamadılar. Bir devlet bir aydan fazla bir sürede on bin askeriyle bir mahalleye dahi giremediyse, o devlet zaten kaybetmiş demektir. Kobanê'ye baktığımızda yıkılmış bir kent olmasına rağmen dünya tarafından direnişin ve kazanan halkın kalesi olarak kabul ediliyor. Evler yıkıldı ama irade kırılmadı.' Bence bu çok önemli bir nokta, bugün tıpkı Kobanê gibi direnen bir halkın destanı yazılıyor bu topraklarda.

SUR: GERİLLA SANDIK, HALKTI...

ANF Muhabiri Sedat Sur: Yaz aylarında ilan edilen öz yönetimlerin olduğu alanlarda haber takibine başladık. İlk öz yönetimin ilan edildiği yerlerden bir tanesi de Silvan’dı. Gazeteci İsmail Eskin arkadaşım ile Silvan’a doğru yola çıktık. Oraya vardığımızda birbirimize söylediğimiz ilk söz şu oldu: DAİŞ’in Kobanê’ye saldırdığı görüntülerdir bunlar. Kobanê’de dumanların yükseldiği an ile Silvan’da yaşananların benzerliği vardı. Hatta suikastçıların her gördüğünü hedef almasıyla da benzer yanının olduğunu görebildik. Başta mahallelere girmeye çalıştık ancak gündüz hiçbir şekilde suikastçılar buna izin vermedi. Fakat biraz da Kobanê’de yaşadığımız bir tecrübe vardı ve gece saatlerinde çatışmaların olduğu mahallelere girmeyi başarabildik. Zaten Silvan’da yaşananları fotoğraflamamız gerekiyordu. O sırada havuz medyası yaptığı haberlerde sanki içeride devasa hendekler, düzenli ordu varmış gibi askeri operasyonu yansıtmaya çalışıyordu. Aslında Silvan’da yaşayan halkın sivil direnişinden başka bir şey olmadığını içeriye girdikten sonra görebildik. Oysa biz bile içeride gerillanın olduğu ve bu direnişi gerillanın yaptığını düşünüyorduk. Ancak öyle olmadığını daha sonra görebildik. Mahallelerde kendilerinin oluşturduğu savunma mekanizması dışında hiçbir şey yoktu. Evet, eğreti birtakım barikat vardı ve ferdi silahlarla halk sokak başlarında nöbet tutuyordu. Devletin gençlere yönelik başlattığı gözaltı operasyonlarına karşı direniyordu. Militer bir yapının olmadığına tanıklık ettik.

'DEVLETİN KENDİSİNE BİLE SAYGISI YOK'

Şimdi, gazetecilik yaptığımız öz yönetimin ilan edildiği kentlerde devletin bir ciddiyetinin olmadığını görebildik. Karşısındaki gücü kabul etmeyebilirsin, beğenmeyebilirsin, kendine düşman görebilirsin, kendi mantığın içinde operasyon da yapabilirsin hatta bunun kendi içerisinde bir tutarlılığı da olabilir. Ama şimdi Türklerin uzak tarihinde şöyle bir şey vardır; öldürdükleri düşman askerlerin anısına bile anıt yapılıyordu. Bunun devamı olduğunu iddia eden bu NATO üyesi olan devlet... Halk öz savunması için öz yönetim ilanında bulunuyor ve çok insani bir taleptir. Buna karşı askeri yığınak ve ağır silahlarla gelerek göstere göstere devlet kendisine bile saygısını yitirmiş durumda. Bu kentlerde bir gazeteci olarak gördüğüm en bariz şey devletin kendisine bile saygısının kalmadığıdır. Şimdi bu kadar askeri güce karşı Silvan’da 3-4 mahallede savunmaya geçen halk, gerçekten ölümüne direnmeyi başardı. Devlet son olarak Gaza Topê adında yüksek bir tepeden top atışları ile kente saldırmaya başladı. Şeyh Said İsyanı'nda da devletin o tepeden Silvan’a saldırı yaptığı söyleniyor. Oradaki halk söylüyordu. O dönemin teknolojisine göre top atışları yapılarak yüzlerce sivil insan katletmişler, bugün de devlet aynı devlet ve yine çok sayıda sivil yurttaş aynı yöntemle katledildi. Daha sonra kente gelen milletvekilleri kaymakamdan yardım istemesiyle resmen kendilerini hedef yaptılar, çünkü kaymakam özel timlere koordinat verdi ve kaldıkları ev bombardıman altına alındı.

'KAR ALTINDAKİNİN ÇOCUĞU OLDUĞUNU BİLMİYORDU'

Biz Silvan’dan sonra Nusaybin’e geçtik çünkü kent savaşında günden güne profesyonellik yerini aldı ve YPS kuruldu. Oradan Şırnak’a geçtiğimizde orada yaşadığım bir anımı anlatmak istiyorum: İşin gazetecilik boyutu ile karşılaştığımız en ağır durumlardan birini belki gördük. Olaya objektif yaklaşmaktan başka şansın da bulunmuyor. Orada bulunan verileri ve fotoğrafı yansıtmak durumdasın. Ama sonuçta insanız ve gazeteciliğin önünde de duygular yaşadığımız oluyor. Çünkü bu halkın bir parçasıyız. Mesela Şırnak’ta iki gencin cenazesi bir hafta kar altında bırakıldı ve alınmasına izin verilmedi. Düşünün oradaki cenazelerin alınması için halk eylem yapmaya gelmiş, kar altında duran o gençlerden bir tanesinin annesi de tesadüf o eyleme katılmıştı ama kendi çocuğunun olduğunu bilmiyordu. Çünkü kimlikleri hakkında bir bilgi yoktu. Böyle bir olaya tanıklık etmek gerçekten kaldıracak gibi değildir. Bölgede gazetecilik yapmak böyle bir şeydir.

ÇİÇEK: DİRENENLER HİÇBİR ŞEYDEN KORKMUYOR

DİHA Muhabiri M. Zeki Çiçek: Uzun bir süredir öz yönetim ilan edilen alanlarda arkadaşlarımızla birlikte çalışırken, halkın direnişine tanık oluyoruz. Botan bölgesi ve Nusaybin'de direnişi takip ettim. Annelerin, kadınların öncülüğünde bir direniş gerçekleşiyor. Üç gün önce Silopi'deydim ve o yıkıma tanıklık ettim. Bugün Kobanê'nin özgürleşmesinin yıl dönümü. Sedat'la birlikte o döneme de tanıklık ettim. Burada da benzer bir durum var, zorlu bir süreç geçiriyoruz. Bölgede yaşanan saldırılardan halkla birlikte özgür basın çalışanları da nasibini alıyor. Gazeteci arkadaşımız Nedim Oruç Silopi'de işkence edilerek kaçırılmak istendi, kamuoyunun baskısıyla gözaltında olduğu açıklandı. Kendisi hala tutsak. Yine İMC TV'nin kameramanı saldırıya uğradı ve hakkında gözaltı kararı var. Böylesi bir hak ihlaliyle karşı karşıyayız. '90'larda Cizre'de beyaz bayrağıyla haber yapan gazeteci vuruldu, yıllar geçse de aynı manzara devam ediyor. Şu an bölgede yapılan hak ihlalleri '90'ları dahi aşmış durumda.

Roboski'ye tanıklık ettim, daha birçok köyün yaşadığı katliamı haberleştirdim ama şu an yapılan, her şeyin de üstünde bir vahşet. Ama artık insanlar barikatların arkasında örgütlü bir şekilde direniyor. İdil'de tenekelere vurarak mahallelerine giren zırhlı araçları kovan annelerin eylemine tanıklık ettim. Hiçbir şeyden korkmayan bir direniş örneği sergileniyor bugün.

'DEVLET GÜÇLERİNİN HAKARETİNE UĞRUYORUZ'

Zırhlı araçlarla insanlık dışı bir vahşetin gerçekleştiği bir ana tanıklık ediyoruz. Bu saldırılara karşı dayanmak mümkün değilken, halkın inancı buna dayanabiliyor. Bir kentten bir kente geçmek için dahi ciddi kontrollerden geçmek zorunda kaldığımız sıkıyönetim uygulamaları yapılıyor. Hemen hemen durdurulduğumuz tüm noktalarda özgür basın çalışanları olduğumuz için açık şekilde hakaretlere maruz kalıyoruz.

Eskiden belki de ulaştırılan bir fotoğrafla katliam belgelenirken, bugün onlarca kameraların önünde, 'BBG evi yapacağız' dedikleri mobesse kameraları önünde açık şekilde katliam gerçekleştiriliyor, bundan çekinmiyorlar. İşin en trajik durumu da herhalde bu olsa gerek.