Orhan Ailesi: Mücadelemizden taviz vermeyeceğiz!

Adnan Orhan, henüz 11 yaşlarındayken babası, amcası ve kuzeni gözaltına alınıp katledildi. Failin devlet olduğunu, tüm hükümetlerin de buna hizmet ettiğini biliyor. Buna rağmen aile olarak hakikatle yüzleştirene kadar durmayacaklarını söylüyor.

90'lı yıllarda babası, amcası ve kuzeni gözaltına alınarak kaybettirildiğini söyleyen Adnan Orhan, "Hiçbir hükümet kayıplar konusunda samimi olmadı. Çünkü bu bir devlet meselesiydi. Biz mücadelemizden taviz vermeyeceğiz" dedi.

Türk devlet güçleri, paramiliter yapıları ve JİTEM’iyle 90'lı yıllarda Kürdistan ve Türkiye'de binlerce insanı kaçırarak katletti. Sonraki yıllarda kimilerinin kemiklerine ulaşıldı, ancak halen kemiklerini bulunamayan binlercesi var. Kaybettirilen veya katledilenlerin aileleri, 1995’te İstiklal Caddesi üzerinde bulunan Galatasaray Lisesi önünde eylem yapmaya başladı. O günden bugüne kadar şehitlerin kemiklerini ve katillerini arayan ailelerin çabası devam ediyor. Amed'de yaşayan Orhan Ailesi de onlardan biri.

Selim, Hasan ve Cezayir Orhan, 24 Mayıs 1994’te gözaltına alındı ve bir daha kendilerinden haber alınamadı. Yıllar sonra onların katledildiğini gören bir tanığın ifadesi üzerine kemiklerine ulaşıldı. Aynı yerde 8 kişiye ait kemik parçaları olduğu için savcılık kararıyla bir daha mezarın açılmayacağı söylendi. Adnan Orhan, Orhan Ailesi'nin yaşadıklarını ANF’ye anlattı.

BİR AİLEDEN ÜÇ KİŞİ KATLEDİLDİ

Orhan, babası Selim, amcası Hasan ve kuzeni Cezayir'in Bolu'dan geldiğini söyleyen bir komando birliği tarafından gözaltına alındıklarını hatırlatarak, şöyle devam etti: “O zaman direnerek gözaltına alınmalarını engellemeye çalışmıştık ama güç kullanarak zorla götürdüler. Hatta o sırada askerler silah dipçiği ablamın kulağına vurdu ve ablamın bir kulağı sağır oldu. Gözaltına alınan yakınlarımızdan nereye başvurduysak da haber alamadık. Hangi devlet kurumuna başvuru yaptıysak, kendilerinin almadıklarını söylediler."

AYNI MEZARDA 8 CENAZE

Söz konusu yıllarda Kürdistan’da köylerin yakıldığını, sivil insanların gözaltına alındıktan sonra katledilip dere kenarlarına atıldığını anımsatan Orhan, şöyle konuştu: “Biz de tüm bunlara şahit oluyoruz. Babamlar gözaltına alındıktan yaklaşık bir ay sonra bir haber aldık. Kulp'ın Bağcılar mevkiinde katledilen insanların olduğunu söylediler. Sağ kalan amcam ve köylüler gidip cenazelere bakmak için yola koyuldu. Vardıklarında üzerlerinde gerilla kıyafetleri ve benzin dökülerek yakılmış vaziyette olan, 8 cenazenin olduğunu görüyorlar. Babamlar gözaltına alınırken sivil oldukları için amcamlar ve köylüler teşhis edemiyor. Bizimkiler teşhis edemeyip geri döndükten sonra cenazelerin bulunduğu köyün muhtarı karakolu arayıp ne yapacağını soruyor. Karakol komutanı da köylüler ile bir çukur kazıp onları içine atarak gömmelerini söylüyor. Aradan yıllar geçtikten sonra bir başvurucunun dilekçesi sayesinde 8 cenazenin gömüldüğü o yer açıldı. Birkaç kemik parçası çıkarılıp İstanbul Adli Tıp Kurumu'na gönderildi ve başvurucuya DNA'larının karşılaşmadığı bilgisi verildi.”

AYRIŞTIRILMADAN VERİLMEK İSTENDİ

Yıllar önce 8 cenazenin gömüldüğü toprağın kazılıp DNA eşleşmesi için kemiklerin alındığı haberini gördükten sonra kendisinin de avukatları aracılığıyla Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'na müracaat ederek kan örneği vermek istediğini söyleyen Orhan, şunları ifade etti: "DNA örneklerimizden mezardakilerden birinin babam, birinin de amcam olduğu sonucu çıktı. Kuzenim çıkmadı, o hala kayıp. Ayrıca Liceli olan Bulut Ailesi’nden de üç kişinin kemiklerinin de aynı mezarda olduğu anlaşılmıştı, DNA karşılaşmalarından sonra. Biz, Bulut Ailesi ile kemiklerin ayrıştırılıp bizlere verilmesini istedik ama Kulp Savcılığı kemiklerin kaybolduğu bilgisini bize verdi. Bu kez iki yıl boyunca aslında bir süre önce ulaştığımız kemikleri yeniden aramaya başladık. Kemiklerin kaybolmasıyla ilgili de Diyarbakır ve Kulp savcılıkları ve Adli Tıp Kurumu birbirlerine topu atarak, 'Biz onlara gönderdik' dedi. Neticede avukatlarımıza Kulp Savcılığından gelen yazıyla kemiklerin belediyenin kimsesizler mezarlığında olduğu açığa çıktı.

İKİ AİLE AYNI MEZAR BAŞINDA

Bu gelen bilgilendirme yazısından sonra biz tekrar kemiklerimizi talep ettiğimiz bir müracaatta bulunduk, ancak savcılık bize 8 kişinin kemiklerinin bir torbada olduğunu ve ailelere o torbayı olduğu gibi vereceklerini söyledi. Biz bunu kabul etmedik. Kemiklerin ayrıştırılması gerektiğini beyan ettik. Bu tepkimizin üzerine 'Ailelerin maneviyatları ile oynanmaması hasebiyle mezarın açılmamasına karar verilmiştir' ibareli bir yazı gönderdiler. Şu anda 8 insanın kemikleri Kulp'taki kimsesizler mezarlığında tek kabir içerisinde bulunuyor. Mezarı Bulut Ailesi ile ziyaret ediyoruz."

UZUN SOLUKLU TRAVMA HALİ

Babasını kaybettikten sonra hayatının birçok alanında eksiklikler yaşadığını söyleyen Orhan, bu durumun büyük bir sorun olduğunu dile getirerek, şunları paylaştı: “Daha 11-12 yaşlarında babanızı kaybediyorsunuz ve ailenin tüm sorumluluğu size kalıyor. Açıkçası ben okul okurken ileride mesleki anlamda iyi yerlere gelebilmek için hayaller kurardım. Babamı katlederek buna engel oldular. Aslında babamla birlikte geleceğimi de katletmiş oldular. Bu durumun hayatımda ciddi anlamda etkileri oldu. Bunlar yetmezmiş gibi köyümüz ve evimiz yakıldı, şehre göç etmek zorunda kaldık. Burada yaşam mücadelesi vermeye başladık. Hem yaşam mücadelesi hem de katilleri arayarak hukuk mücadelesi verdik. Cumartesi Anneleri'nin kuruluşundan bu yana biz kayıp aileleri olarak sürekli bu mücadelenin içerisinde yer aldık. Bütün aile olarak uzun soluklu travmalar geçirdik. Sadece biz değil, tüm kayıp aileleri öyle tabi. Çünkü hep bir beklenti var. Bu travma hali de sizi sürekli negatif bir daire içerisine alıyor. Dolayısıyla hayatınız bir bütün olarak bundan etkileniyor. Birileri bize bu yaşatılanların hesabını verene kadar da biz mücadelemizden taviz vermeyeceğiz.”

BU BİR DEVLET MESELESİ

Hakikatlerin ortaya çıkması ve toplumun normalleşmesi için devletin sorumluluk kabul ederek adım atması gerektiğini vurgulayan Orhan, şunları ekledi: “Devlet eliyle yapıldı ama tamamen karanlık yapılara yaptırıldı. Hiçbir zaman da hesap sorulmadı. Her hükümet bunun üstünü kapattı, çünkü bu bir devlet meselesiydi. Ne yazık ki son hükümet de bunu yaptı. Sonraki hükümetler de aynı şeyi yapacaktır. Zira bugüne kadar hakikatlerin araştırılması, adaletin sağlanması ve toplumun normalleşmesi adına hiçbir adım atılmadı. Biz sadece geçmişe ışık tutulup, hakikatlerin ortaya çıkmasını istiyoruz. Hatta bu sorun ile ilgili yargılananlar da oldu ama hiçbir biçimde cezalandırılmadılar. Bu da hükümetlerin bu konudaki samimiyetsizliğini gösteriyor."