İki çizginin çatışma alanı: Rojava - I

Hegemonik güçlerinin işgal ve soykırım saldırılarının hedefinde olan Rojava Devrimi, iki uygarlık çizgisinin hem beslendiği hem çatıştığı tarihsel ve sosyolojik kaynakları içinde barındırıyor.

Rojava Devrimi’nin halkların birlikteliğine ve kadın özgürlüğüne dayalı yapısı, demokratik ekolojik özgürlükçü karakterini belirlediği gibi yeni bir alternatif sunuyor. Bu nedenle 9 Ekim’den bu yana süren işgal ve soykırım saldırısı, aynı zamanda devletli ve demokratik uygarlık güçlerinin çatışması ve tarihsel sosyolojik hafızanın güncellenmesi anlamını taşıyor.

Dicle ile Fırat nehirleri arasında uzanan ve insanlığın beşiği olarak Yukarı Mezopotamya, Verimli Hilal, Altın Hilal (Kevana Zerîn) ya da Bêt Nehrên olarak bilinen Rojavayê Kurdistan bir kez daha merkezi hegemonik güçlerin işgal ve soykırım saldırılarının hedefinde. Halklar, inançlar ve mezhepler arasındaki ayrımlarla beslenen hegemonik güçler, Türkiye’ye verdikleri tam yetki ile 9 Ekim’den bu yana Serêkaniyê ve Girê Spî başta olmak üzere Rojavayê Kurdistan’a saldırıyor. Kürdistan’ı 3. Dünya Savaşı’nın merkezi haline getirmeye ve Kürt-Türk, Kürt-Arap savaşı yaratarak halkları düşmanlaştırma temelinde Ortadoğu haritasını yeniden çizmeyi hedefleyen bu güçlere karşı Rojava halkları demokratik konfederal bir bilinçle direniyor. JİNEOLOJİ AKADEMİSİ’nin, dünya hegemonik güçlerinin hedefinde olan, kadın özgürlüğüne ve demokratik konfederal bir yapıya sahip olan Rojava Devrimi’nin tarihsel, sosyolojik ve kültürel dayanaklarına dair yaptığı araştırmanın özetini bu dosyada paylaşıyor.

Sömürgeci ve işgalci merkezi hegemonik güçler, halklar, inançlar ve kültürler arasında ayrım yaratarak yine kadınları katlederek kendini var ediyor. Kadın düşmanı bir sistem olarak her gün onlarca kadını katlediyor, kadın bedenini ve kadın emeğini sömürüyor. 21. yüzyılda demokratik ekolojik ve kadın özgürlüğüne dayalı paradigma ile demokratik konfederalizm sisteminin vücut bulduğu Rojava Devrimi, bu politikaları boşa çıkaran ve alternatif sunan bir sistemin inşası anlamına geliyor. Rojava Devrimi, ayn zamanda bir kadın devrimi ve demokratik ulus projesi olarak halkların ve kadınların özgürlük mücadelesinde çoktan yerini almış bulunuyor. Ancak 9 Ekim’de Türkiye’ye tam yetki vererek topyekun saldırıya geçen merkezi hegemonik sistem, dünyanın gözü önünde soykırım ve işgal harekatı sürdürerek bu sistemi yok etmeye çalışıyor. Buna karşı büyük bir direniş sergileniyor.

NEDEN 9 EKİM?

Tarihin devletli ve demokratik uygarlık olmak üzere iki ana nehir üzerinden aktığını ifade eden Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 9 Ekim 1998’de uluslararası bir komplo ile Suriye’den çıkmak zorunda bırakıldı. Kürt sorununun demokratik çözümü için yollar aradı. En son uluslararası güçlerin desteği ile 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye teslim edildi. Uluslararası komplonun Kürt-Türk savaşı yaratarak 3. Dünya Savaşı’nın startını verme amacını taşıdığını ifade eden Öcalan, buna karşı halkların kardeşliğine ve kadınların özgürlüğüne dayalı demokratik uygarlık paradigmasını geliştirmenin önemine işaret etti. İmralı sürecinde hazırladığı savunmalar ile emperyal hegemonik güçlerin planlarını boşa çıkardı. Sunduğu demokratik ekolojik kadın özgürlüğüne dayalı paradigma ile halkların öz gücüne dayalı bir sistemin inşasının mümkün olduğunu, bunun 12 bin yıla varan tarihsel dayanaklarıyla ifade etti. Öcalan’ın bu tezine 19 Temmuz 2012’de Rojava Devrimi bir kadın devrimidir diyerek cevap veren ve demokratik özerk yönetimini gerçekleştiren Rojavayê Kurdistan halkları, dünya halklarına umut oldu.

İşgal saldırısı için 9 Ekim tarihinin seçilmesi, devletli hafızanın demokratik uygarlık güçlerine karşı olan düşmanlığını ortaya koydu. Bu tarihin hem 9 Ekim 1967’de katledilen Latin Amerika devrimine öncülük eden dünya devrim önderi Che Guevara’nın şehadet yıl dönümü olması hem de Rêber Abdullah Öcalan’a dönük uluslararası komplonun başladığı gün olması dikkat çekiyor. Rojava’ya dönük saldırının da aynı tarihe denk gelmesi bu bir tesadüf mü yoksa devletli hafızanın demokratik uygarlık güçlerine karşı düşmanlığının güncellenmesi mi sorusunu akla getiriyor. Yine Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilme tarihinin de 15 Şubat 1925’te tutuklanan Kürt önderlerinden Şêx Saîd ile aynı güne gelmesi dikkat çekiyor. 9 Ekim’de Rojava Devrimi öncülüğünde halkların özgür birlikteliğine dayalı kurulan Kuzey-Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’ne yönelik gerçekleştirilen işgal ve soykırım, tarihsel bilincin önemini ve devletlerin Rojava’ya gerçekleştirdiği saldırının tarihsel arka belleğinin ne olduğunu da gösteriyor.

HEVRÎN XELEF’İN KATLEDİLMESİ

Demokratik konfederal sistemin vücuda kavuştuğu, kadın özgürlüğünün somutlaştığı Rojava Devrimi kendi öncü kadrolarını da yarattı. 12 Ekim’de Türk çeteleri tarafından katledilen Hevrîn Xelef, yaşamı ve mücadelesi ile devrimin ana karakterini taşıyan bu öncü kadrolardan biri oldu. Hevrîn Xelef, Kürt ve Arap halkları başta olmak üzere Suriye genelindeki tüm halkların barış içinde yaşaması için mücadele eden Suriye Gelecek Partisi’nin Eşbaşkanı. Yaşamını kadın özgürlüğüne adamış ve birinci kadın devriminin mekanı olan Til Xelef kültürü ile büyümüş bir öncü. Devrimin ana özelliklerini yaşamı ve mücadelesi ile ortaya koyan Hevrîn Xelef’e yapılan saldırı, aynı zamanda Rojava Devrimi’ne yapılan saldırıdır.

TARİHSEL BELLEĞİN ADRESİ

Rojavayê Kurdistan’da toplam 14 bin tepe (gir) bulunuyor. Her katmanında 12 bin yıllık tarihi kültürel ve uygarlıksal değerlerini taşıyan bu tepeler, çoğu zaman saldırılar ya da doğal felaketler nedeniyle terk ediliyor. Burada yaşayan halk, çoğu zaman göç etmek zorunda kalsa da tepelerin her tabakasında yaşamı, köyleri ve şehirleri inşa etmeyi bırakmıyor. Bugün tepelerin üzerinde çoğunlukla varolan mezarlıklar, 19. ve 20. yüzyılda yapılsa da genel olarak demokratik uygarlığın direniş damarlarının savunulduğu alanlar olduğu belirtiliyor. Binlerce köy, ibadethane ve şehir Altın Hilal’de Dicle, Xabur, Fırat ve Awrin suları arasında inşa ediliyor.

Neolitik çağın birinci dönemi M.Ö. 11.500 ve 10.000 arasında Yukarı Mezopotamya’da gelişiyor. Kerpiçten küçük yuvarlak evler yapılırken tarım, köylerin kurulması, seramik yapılması bu dönemin en temel özelliklerinden biri oluyor. Yaşam ve ölüm, ruh ve beden, dünya ve evren, doğa ve insanlık şeklinde dual (dualî) olan birçok kavramın birlikteliği ve eşitliğine dayalı bir yaşam inşa ediliyor. Komünal yaşamın bir nişanesi olan ortak köy meydanları da emek ve üretimin ortak yapıldığını ortaya koyuyor. Neolitik devrime örnek olarak Til Mureybet, Ebu Hureyra, Til Halula ve Girê Sor verilebilir. 20. yüzyılda Suriye rejimi tarafından bu kadim yerler Tişrin ve Tebqa barajlarının altında bırakılıyor. Doğal toplum kültürüne örnek olarak Efrîn’de bulunan Girê Endarê ve Cindirêsê, Amed Ergani’ye yakın olan Çemê Xallan, Urfa sınırları içinde olan Newala Çorî ve Göbeklitepe ile Orta Anadolu’da, Akdeniz, Filistin ve Suriye’de bulunan birçok tarihi merkezde neolitik dönemin izlerine rastlanıyor.

NEOLİTİKİN BEŞİKLERİNDEN: TIL XELEF

Türk devletinin 9 Ekim’deki işgal saldırısı ilk olarak Serêkaniyê ve Girê Spî üzerinden geliştirildi. M.Ö. 6000 ile 5300 yılları arasında Yukarı Mezopotamya’da geliştirilen Til Xelef kültürüne beşiklik eden Serêkaniyê saldırıların hedefinde yer alan kentlerin başında geliyor. Suriye devleti tarafından Resulayn Türk devleti tarafından da Ceylanpınar olarak ismi değiştirilen Serîkanêye’nin ismi tarih kaynaklarında Waşokanî, Aşûkanî, Xweşkanî ve Kaniya Xezalan olarak geçiyor. Fexêriye Tepesi de Waşokanî’de olan bir tepe. Burası da neolitik kültürün izlerini taşıyor. Kırk çeşmesi ile Xabur’un yanında olan bu tepe verimli hilalin bütün özelliklerini taşıyor. Bu nedenle alanın ismi Waşokanî, Sîkanî ya da Serêkaniyê oluyor. Bronz çağında ve sonra Serêkaniyê kutsal bir yer olarak hava tanrısı Hadad ile tanrıça Şala’nın yeri olarak kaynaklarda geçiyor. M.Ö. 2. yüzyılda Waşokanî, Mitanni İmparatorluğunun başkenti olarak kayıtlara geçiyor. Ancak yüzyılın sonunda Hititlerin ve Asurluların saldırıları karşısında zayıf düşen Mitanniler burayı Asurlulara bırakmak zorunda kalıyor. Aramice ve Asurice yazılarda Hadad’ın Xabur, Gozana, Serêkanî ve Azranê’nin şahı olduğu belirtiliyor. Milan ve Kîkan aşiretlerinin güçlü olduğu Serêkaniyê de bu aşiretler bir aşiretler birliğinin de sembolü oluyor.

Serêkaniyê sınırları içinde bulunan Til Xelef köyü de Türk devleti ve çetelerinin ilk saldırdığı yerlerin başında geliyor. Xabur suyu üzerinde olan Til Xelef köyü, Serêkaniyê’ye bağlı tarihi bir köydür. Zengin topraklar üzerinde kurulu olan bu üretim ve tarım kültürüne dayalı olan Til Xelef’te evler kerpiç, toprak ve taşlardan yapılmıştır. Tanrıçaların heykellerinin yanında seramik sanatı, çanak çömlek yapımı, tanrıça kültürünü taşıyan mühürler kadın kültürünün ekonomi ve üretimde belirleyici olduğunu gösteriyor. Til Xelef kültürü ile Altın Hilal üzerinde halklar arasındaki bağ örülmüş, köyler ve şehirler kurulmuştur.

Burası aynı zamanda neolitik devrim ya da birinci kadın devriminin sağlandığı Til Xelef kültürü olarak tarih kayıtlarında yer alıyor. Tarım köy devrimi olarak da ifade edilen Til Xelef kültürü, bakırın bu dönemde ortaya çıkarılması ile bağlantılı bakır çağı olarak da tanınıyor. Seramik üzerine yapılan nakışlar, kadın heykelleri, güneş ay ve yıldız ile çeşitli hayvanların resimlerinin nakşedilmesi dikkat çekiyor. Labry olarak nitelenen çift ağızlı baltanın hem İştar hem Amazon’un sembolü olması da bu konuda önemli veriler sunuyor. Yine kadın bedenini ifade eden çok sayıda heykel bulunuyor.

M.Ö. 5000 – 4000 arası Aşağı Mezopotamya’da El Ubeyd kültürü, Urukların öncülüğünde gelişiyor. Devletli sınıflı, ataerkil ve iktidarcı bir sistemin kuruluşunun ilk nüveleri olan bu kültür ile Til Xelef kültürü arasında çatışmalar yaşanıyor. Til Xelef kültürü uzun bir süre El Ubeyd ve Uruk kültürüne karşı kendini koruyor ve devletli uygarlığa dahil olmuyor. Til Xelef kültürünün M.Ö. 4500 yılından itibaren gerilemeye başladığı ve El Ubeyd ile Sümer rahip devletinin hedefinde olduğu da birçok kaynakta yer alıyor.

FARKLI UYGARLIKLARA EV SAHİPLİĞİ

Til Xelef köyü, neolitik çağdan sonra farklı uygarlıklara da ev sahipliği yapıyor. M.Ö. 10. yüzyılda Aramlar Guzana’yı Bit Bachiani’yi kuruyor. Aramiler döneminde devletli uygarlık gelişmeye başladığı halde kadın kültürünün etkisi dikkat çekiyor. “Mala Hêlani/Yüksek ev” olarak bilinen Kabara şahının sarayının kapısının İştar ve Hadad’ın heykelleri ile süslenmesi buna bir örnek olarak gösteriliyor. Bu heykellerin üzerindeki taç ve aslan başı heykeller gücü ifade ediyor. Arkeolojik kazılarda ayrıca çok sayıda ev ve kadın heykelleri bulunuyor. Bu ve daha çok heykel, Alman arkeolog Max Oppenheimer tarafından 1911 ve 1913 yıllarında toprak altından çıkarılarak Almanya’nın başkenti Berlin’e götürülüyor. Oppenheimer, “Bu benim gelinim” diyerek heykelleri kaçırıyor. Yine M.Ö. 8. ve 7. yüzyıllara ait olduğu tahmin edilen ve bir kadın ile bir erkeğin beraber tahtın üzerinde oturduğu heykelin eş başkanlığı gösterdiğine dair yorumlar yapılıyor. M.Ö. 700 yılına ait olduğu tahmin edilen çok sayıda tablet ve levhalardan birinde Belessa-Pilakku isimli olduğu tahmin edilen bir kadına rastlanıyor. Yine M.Ö. 808 yıllarında Guzana şehrinin Asurlular tarafından işgal edildiği ardından Yunan ve Romalıların eline geçtiği ifade edilmektedir. M.Ö. 1. yüzyılın sonlarına doğru Til Xelef köyünün terkedildiği Fexeriye köyüne geçildiğine dair bulgulara rastlanıyor.

Til Xelef köyü 1970’de yeniden kuruluyor. Arap Kemeri adı altında yürütülen siyaset ile beraber BAAS rejimi tarafından Arap çiftçiler köye yerleştiriliyor. Burada arkeolojik çalışmalar Suriye ve Alman üniversiteleri tarafından yapılıyor. Alandan çok sayıda altın ve tarihi eser çıkarılıyor. Altınların Reqa’ya taşındığı ama yazılı kaynakların, tabletlerin, tarihi eserlerin Almanya’ya götürüldüğüne dair bilgiler belirtiliyor.

TIL MUREYBAT

M.Ö. 10.200 – 8.000 arası dönemde toplayıcılık ve avcılık ile geçimlerini sağlayan bu tarihi mekanda tarımcılık ve hayvanların evcilleştirilmesi sağlanmıştır. M.Ö. 8.000’de Til Mureybet, 500 kişilik yapısıyla dünyanın en büyük şehri olarak kayıtlara geçmiştir. Şehir yaşamının içinde ana eksenli kültürün geliştiği, çalışmaların paylaşıldığı, ekonomik, fikirsel ve kültürel paylaşımların en üst düzeyde olduğu bir kültürü ifade ediyor.

GIRÊ SOR

Neolitik kültürün merkezlerinden olan Girê Sor da Kobanê’de Fırat suyunun üzerinde olan bir yerleşim yeri. Hititler, Mazuwari; Aramîler, Til Barsip ve Araplar ise Til Ahmar diyordu. Girê Sor ile ilgili olan masal ve anlatılarda bir yandan tarihsel birikimi ifade edilirken diğer yandan işgalci saldırılardan bahsediliyor. M.Ö. 9200 ile 8700 arası dönemde Girê Sor’da yuvarlak ve kare taştan evlerin yapıldığı belirtilir. Ortaya çıkan duvar resimleri, evlerin içindeki nakışlar, heykeller komünal bir yaşamın olduğunu gösteriyor. Fransız arkeolog, Danielle Stordeur Girê Sor halklarının Göbeklitepe ibadetlerine katıldığını belirtiyor. Bu halkın 200 km yürüyerek Göbeklitepe’ye gittiği anlamına geliyor. Göbeklitepe’de ortaya çıkan veriler buranın bir insanlık merkezi olduğunu; güçlü bir kültür ve ortak bir maneviyatın geliştiğini gösteriyor. Büyük taşlardan oluşan yapıların M.Ö. 10500’lerde büyük bir uzmanlık, güç ve kolektif bir irade ile inşa edildiğine dair ortaklaşma bulunuyor. İbadet ve merasim yeri olduğu tahmin edilen bu yapıların, Altın Hilal’in yaşamında da büyük bir önemi bulunuyor. Evreni, doğayı ve kadını kutsal görme üzerine inşa edilen yaşamı merkezine alan Göbeklitepe’de bölgenin bütün köylerinin bir araya gelipibadet yaptığına dair veriler ortaya çıktı. M.Ö. 7500’de Girê Sor ve Göbeklitepe’nin terkedildiği ve toprak altında saklandığı belirtiliyor. M.Ö. 5. yüzyılda yeniden yeşeren Girê Sor’da bu dönemde El Ubeyd kültürünün izlerine rastlanıyor.

Hititler döneminde Mazuwari ismiyle anılan Girê Sor önemli bir ekonomi ve inanç merkezi olarak belirtilirken Îştar ve Hadad’ın ibadethaneleri de burada bulunuyor. İştar tapınağında savaş ve savunma ön planda gösterilirken bu Mezopotamya’nın sembolü olarak da tarihte yerini alır. Burada bulunan heykellerde Fransa’da bulunan Louvre Müzesi’ne kaçırılıyor. Tanrıça kültürünü koruyan Îştar tarihte yerini alıyor. Çoğunlukla tarih kaynaklarında Aramice Til Barsip isminin kullanıldığı Girê Sor bir dönem Aramilerin başkenti oluyor. 20. Yüzyılda Fransa ve Belçika tarafından çıkarılan çok sayıda tarihi eseri kaçırarak götürüyorlar. Arap Kemeri politikalarının sonucunda Girê Sor 1999’da Tişrin barajının altında kalıyor.

TIL HALULA

Fırat bölgesinde Minbic’e yakın bir yerde Neolitik dönemin izlerine rastlanıyor. M.Ö. 7750 ile 6780 arası dönemde Til Halula 8 hektarlık alanda bir büyük kent olarak tarif edilir. 1991’de yapılan arkeolojik kazıların sonucunda çok sayıda ev ve oda ile 107 kişinin kemikleri ortaya çıkarılıyor. 40 kat toprağın altında yerleşim verileri, Til Xelef kültürünün izleri bulunuyor.

GIRÊ CINDIRÊSÊ

Til Xelef kültürünün etkilerinin görüldüğü Girê Cindirêsê, Doğu Fırat ile Anadolu’yu birbirine bağlayan bir yolun üzerinde bulunuyor. Tepenin altında iki ibadethane ve Bronz çağına ait bir saray bulundu. Bunun yanında Hitit, Qarqamış, Asûr, Helen, Roma ve Bizans eserleri de var.

ORKÊŞ

Hurriler döneminde siyasi, kültür ve inanç merkezi olan Orkêş M.Ö. 3500’de en iyi dönemini yaşıyor. Bağımsızlığını her zaman koruyan Orkêş işgalci güçlerden Akkad İmpartorluğuna karşı direniyor. Tarımın gelişmesi, evlerin kurulması ve seramik üretiminde önemli bir yere sahip olan Orkêş, aynı zamanda bir ibadet merkezi olarak da biliniyor. Aşağı Mezopotamya’dan Akdeniz’e kadar bir çok yere ticaret yapılıyor.

TIL BERAK

Hesekê sınırları içinde Hesekê’ye yakın olan Til Berak (Nagar) da Altın Hilal’in kültür ve ticaret merkezi olarak kayıtlarda yer alıyor. M.Ö. 5000 yıllarında dört bin nüfusuyla bölgenin en büyük şehirlerinden olan Til Berak’ta ortaya çıkarılan arkeolojik veriler burasının da yaşam, toplumsallık ve şehirleşme kültürünün güçlü olduğunu ve tarım, seramik üretimi, ortak pazarlar, ibadet ve merasim yerleri ile ticaret yönünde güçlü olduğunu ortaya koyuyor. Til Berak, Til Xelef ile Kuzey Suriye’de ticaretin gelişmesinde belirleyici bir öneme sahip oluyor. Bu merkez üzerinden Til Xelef ile Til Koçer’e yakın olan Hemokar, Orkêş ve Amûdê’ye yakın olan Çaxirbazar (Eşnakkum), Mebrûka’ya yakın olan Xuera (Harbu), Tirbespî’ye yakın olan Girê Leylan, Til Bêder (Nabada) ve Hesekê’ye yakın olan Girê Biderî (Qehat), Kobanê’ye yakın olan Qarqameş ve Girê Sor, Efrîn’de bulunan Girê Endare ve Girê Cindirêsê arasında ticaret ilişkileri gelişiyor. Ticari ilişkilerin Sümerlerin Ûrûk ve Erîdu, Ebu Kemal kapısına yakın olan Marî, Güney Kürdistan’da bulunan Nînowa, Musul ve Şengal Dağı ile Kuzey Kürdistan’da bulunan Botan, Mêrdîn, Nisebîn, Riha, Dîlok, Semsûr, Meletî, Amed, Wan ve Akdeniz’e kadar geliştirmesi dikkat çekiyor.

YARIN: Rojava Devrimi’nin toplumsal dayanakları ve işgal saldırıları