Gökteki kuşlar bile gitmişti…

Öyle bir zamandı ki gökteki kuşlar bile gitmişti… Sadece az sayıda savaşçı vardı. Bir grup kadın savaşçı vardı, gidip yanlarına oturdum. Kimsesiz kalmışız gibi üzerimde bir kasvet vardı...

Kobanêli Semire Ehmed, 47 yaşında ve 8 çocuk annesi. İki oğlu bir kızı şehit olan Semire ana, savaşın geri cephe emektarlarından. “Doğduğum günden bugüne kadar Kaniya Kurdan’dan çıkmadım” diyor Semire ana. 2005 yılından beri Kongra STAR çalışmalarında. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve şehitlere söz verdiğini ve ömrünün sonuna kadar da mücadelenin içinde olacağını söylüyor.

Savaşın Kobanê’ye ulaştığı gün zorlu bir karar vermesi gerekiyor. Savaş, ‘hiç çıkmadığım’ dedi Kaniya Kurda’dan şehre girmişti. O günü şöyle özetliyor Semire ana: “Düşman doğup büyüdüğüm yere girince vatan, toprak ve ciğer (kasıt:evlat) karşılaştırması yaptım. Anneler için evlattan daha şirini yoktur. Ama böylesi bir durumda toprağın da evladınla eş değer oluyor. Toprağın, ülken olmadıktan sonra neyin anlamı kalır. Bu kıyası yaparak Kobanê’den çıkmadım. Kimsenin toprağı, vatanı insanın kendi toprağı gibi olamaz.”

Semire ana, Sara ve Adle üç kadın, Kobanê’de savaşçıların yanında kalmayı kararlaştırıyor. Semira ananın deyimiyle “Gökteki kuşlar bile gitmişti… Sadece az sayıda savaşçı vardı.” Öylesi bir zamanda toprağı, vatanı evlatlarına tercih eden az sayıdaki insanlardan olmanın gururuyla girişiyorlar işlere…

ÖYLE GÜZEL ÇOCUKLARDI Kİ...

“Savaşçılarımıza yemek yapma başladık. Devrimci gençler Kaniya Kurdan tarafını savunuyordu. Dinlenme yerleri de benim evimdi. Ancak akşamları sınıra yakın bir yere gidiyorduk. Tepenin bir bölümüne çeteler girmişti. Savaşçılar saldırı hazırlığı yapıyordu. Öyle güzel, o kadar genç çocuklar vardı ki; insan kıymıyordu baksın. Saldırıya gittiler Amed adlı bir genç vardı tepeye varmadan şehit düştü. Hemen oracıkta ağaçların altına gömdü savaşçılar. Sonrasında çeteler tepeyi aldılar ve biz de çıkmak zorunda kaldık. Şehit Serhat sokağına geçtik.

YAŞLI AMCANIN KAFASINI KESMİŞLERDİ

DAİŞ çetelerini ‘insanlıktan nasibini almamışlardı’ şeklinde tanımlayan Semire ana, ilk karşılaştığı vahşeti şöyle anlatıyor: “Yaşlı bir amca vardı. Evinden çıkmamıştı. Çeteler, adamı öldürüp, kafasını kesmişlerdi. Bir süre sonra döndüğümüzde battaniyeye sarıp eve koyabildik ancak. Gömemedik bile. Evinin mutfağında gizlenen başka bir yaşlı amcayı ise eviyle birlikte ateşe vermişlerdi!”

SAVAŞ ŞİDDETLENİYOR

Günler ilerledikçe gece ve gündüzlerinin birbirine geçtiğini söylüyor Semire ana: “Savaşın şiddetlenmesiyle bazen günde 3-4 ev değiştirmek zorunda kalıyorduk. Gündüz ve geceyi ayırt edemiyorduk. YPG ve YPJ savaşçıları dışında ne araba ne motor ne de insan vardı.

‘BEN SENİN ANNENİM’

Bir yaralıyı taşıyordu savaşçılar ben de arkalarından gittim. Kulağıma “Ay anam yanıyorum” diye bir ses geldi. Gittim yaralı savaşçının tam karşısında gözlerinin içine bakarak “ben senin annenim” dedim. Sadece “sen benim annem misin?” diyebildi. Son sözleriydi onlar. Kefiyesi vardı, hala yanımda kendi şehit çocuklarımın eşyaları içinde saklıyorum. Çocuklarımdan hiçbir farkı yoktu.

EŞİ DE SAVAŞÇILARLA BİRLİKTE

Oradan çıktık, Şehit Peyman Mahallesi’ne geçtik. Eşim de savaşçıların içindeydi. Telefon ettim çıkmadı. Birkaç saat sonra telefon geldi. Meğer 2,5 saattir mısırların arasındalarmış, sürekli suikast yapıldığı için orada bir arkadaşıyla birlikte çıkamamışlar. En küçük harekette bile ateş ediyorlarmış. Neyse ki şimdi iyilerdi.

‘ANNECİM, BİZ OLDUĞUMUZ SÜRECE KOBANÊ DÜŞMEZ’

Öyle bir zamandı ki gökteki kuşlar bile gitmişti… Sadece az sayıda savaşçı vardı. Bir grup kadın savaşçı vardı, gidip yanlarına oturdum. Kimsesiz kalmışız gibi üzerimde bir kasvet vardı. Kadın savaşçılara “Kobanê kurtulacak mı?” diye sordum. Bir savaşçı (Kuzeyliydi) yıkıntıların üzerinde oturmuş, silahı elinde sıkı sıkı tutuyordu. Bana dönerek “Anneciğim, canımızın son damla kanına kadar savaşacağız ve Kobanê’yi özgürleştireceğiz. Biz olduğumuz sürece Kobanê düşmez!” dedi. Coşku ve inançla söylemişti. O’nun sözleri karşısında zılgıt çekerek “Biz de o gün gelene kadar yanınızda olacağız” dedim. Üzerimdeki karamsarlığı dağıtmıştım. Belki silah kaldıramaz, savaşamazdım ama elimden ne gelirse onu yapacaktım.

‘DİREKLERİN GÖLGESİ SAYESİNDE UYUDUK...’

Bir gün biz üç kişi yalnız kalmıştık. Akşam oldu. Uyuyacağız ama tedirginiz. Hemen tepemizde ise iki gölge uzanıyor, insana benziyor. Ben de “bunlar nöbetçilerdir” deyip ortamdaki o tedirginliği gidermek istedim. Arkadaşlarımın içleri rahatladı ve gidip yattılar. Tabii ki orada nöbetçi yoktu, mecburen öyle söyledim. Sabah kalkınca gördüler ki direklerin gölgesidir. Gelip bana söyleyince ben de “ne olacak direklerin sayesinde rahat uyuduk” dedim.

BİR TARAFINDA ŞEHİTLER UZANMIŞ, DİĞER TARAFTA SAVAŞ...

Hemen yukarımızda bir cami vardı, oraya gittik. Laleşîn arkadaş da oradaydı. Yanlarına varınca 16 şehidin olduğunu gördük. Caminin bahçesine koymuşlardı. Ağır bir atmosferdi. Karanlık çökünce ne elektrik var ne de sigara yakabilirsin yerin deşifre olmasın diye. Bir tarafa bakıyorsun şehitler uzanmış, diğer tarafa bakıyorsun savaş sürüyor… Öylece geceyi bekledik, şehitlerimizi kuzeye göndermek için. Gece 2’de şehitlerimizi kapıdan gönderdik ve geri döndük yerimize.

BİR SAVAŞÇI KENDİ KANIYLA ‘KOBANÊ’YE BORÇLUYUM’ YAZMIŞTI DUVARA

Savaş sırasında çok fazla ev değiştiriyorduk. Bir eve girmiştik Şehit Serhat Mahallesi’ndeydi. Bir yaralı savaşçı kendi kanıyla duvara “Kobanê’ye borçluyum” yazmıştı. Bir gençtir hem bu halk için canını veriyor ama ona rağmen “borçlu” yazıyorsa benim ne yapmam gerekir? İşte özgürlüğün bedeli candan başka bir şey değildir. İlla ki şehit verilecek. İnsan dönüp kendinde aramalı birçok şeyi. Ben öyle yapıyorum. Mesela şimdilerde günün büyük bölümü sokak sokak evleri geziyoruz. Bunu yaparken örnek olmamız gerektiğini biliyorum.

ŞEHİT KIZI VE OĞULLARI...

Semire anadan şehit çocuklarından biraz bahsetmesini istiyoruz: “Oğlum Agit, YXK’nin başıydı katıldı. Eğitime gitti Efrîn’de eğitimini gördü. 2018’e kadar da savaşın içindeydi. Kalp kriziyle şehit düştü. Harun 2011’de katıldı 2015’te şehit düştü. Kobanê savaşı sonrası adım adım köylerini özgürleştirdiler. Sonra Girê Spî savaşına katıldı. En son da Minbic’te şehit düştü. Şehit düşmeden önce ben de zaten yine onlara yemek yapıyordum. Bana “Kobanê özgürleşti, Girê Spî, Sirrin de öyle. Bu da son hamledir bunda şehit düşmezsem daha da bana bir şey olmaz. Ama şehit olursam da bir damla gözyaşı dökmeyeceksin. Benim şehit merasimimde konuşacaksın sonra da benim şarkımı söyleyeceksin. Bana sürekli söylediğin şarkıyı” Ben de bir tane yapıştırdım “ne biçim konuşuyorsun?” diye.

Ama onun dediklerini bir bir yaptım. Merasimde konuşmamı yaptım ve o şarkıyı da söyledim. Şarkının ismi “Lawo lawo Harune min lawo” aslında “Aldarê min lawo” şeklinde geçiyor şarkıda ama ben değiştirmiştim “Harunê min lawo” diye söylüyordum. Sonra diğer çocuklarımın de ismini koyarak söylemeye başladım.

Jin ise 16 arkadaşıyla Şêxler’de şehit ettiler ve cenazeleri Cerablus’a götürüldü. Alamadık henüz. Harun “Ben sana Jin’in cenazesini getireceğim” diyordu hep.

Anne şarkıdan bahsedince, bize biraz da olsa mırıldanmasını istiyoruz. Kısa bir ikirciklik yaşıyor sonra da başlıyor şarkıyı söylemeye:

Lawo lawo Harunê’m lawo

Lawo lawo ax Jin’am lawo

Lawo lawo Egid’em lawo

Axx dilê dayika we biheliyawo

 

Kela Jîn’e ax kela Harun

we ji me girtiye wa canên cihan

Mij u duman berf u baran

Harunê’m ketiye wa cenga giran

Egide’m ketiye wa cenga giran

 

Lawo lawo Harunê’m lawo

Lawo lawo ax Jin’am lawo

Lawo lawo Egid’em lawo

Axx dilê dayika we biheliyawo

Şarkıyı okurken Semire ananın sesi titriyor fakat ağlamıyor… Hemen konuya dönüyor:

KOBANÊ’NİN GÜNDÜZÜNÜ GÖREMEYEN SAVAŞÇILAR...

“Kobanê küçük bir yer ama tüm dünyaya direnişiyle damgasını vurdu. Kobanê’nin ismini daha önce duymayanlar gelip burada şehit düştü. Bazıları gece geliyordu gündüzün olmasını iple çekiyorlardı ki; hele bu dünyanın duyduğu Kobanê nasıl bir yerdi? Bazıları onu bile göremediler. Tüm bu şahadetler bize çok ağır geliyordu.

Şehir savaşı zordur. Mahalleleri tanımak gerekir. Yeni gelen bazı gruplar, yollarını şaşırdığı için düşmanın içine girip şehit düştü. Bazen bir evin avlusunda bizim savaşçılar bitişiğindeki evin avlusunda düşman vardı.

Hemen yaralıların kaldığı yerin yanında kalıyorduk. Onlara yemek yapıyor, elbiselerini yıkıyorduk. Bazen de gidip onlara moral yapıyor, şarkılar söylüyorduk. Bazen de onlar “anneler yanımıza gelsin” diyordu. Gidip sohbet ediyorduk.

‘ANNE SEN BURADA NE ARIYORSUN?’

Bir akşam, Şehit Firaz Mahallesi’ne gittik. Savaşçılar bir binanın ikinci katındaydılar. Ağır yaralı bir arkadaş vardı. Şutik’i (Bel bağı) aşağı kadar sarkmıştı. Topladım çıktım yukarıya. Yanına gittim. Adı Yılmaz’dı savaşçının. Gözlerini açtı “Anne sen burada ne arıyorsun? Sen de mi savaşıyorsun?” dedi. “Evet ben de savaşa geldim. Benim gibi anneler çok” dedim. “Doğru diyorsun” dedi. Bir saat geçmeden şehit düştü.

Kobanê’nin direniş hikayelerini yıllarca anlatsan bitmez. Bazen birlikte kaldığımız arkadaşlarla öyle savaş üzerine sohbetler ediyorduk. Bir ara “Sara biz zaten birlikte şehit düşeceğiz” dedim. “Nereden biliyorsun birlikte şehit düşeceğimizi?” dedi Sara. Ben de “Hep yan yanayız, kesin şehit düşerken de yan yana olacağız” dedim. O ise “Hayır, bir gün gelecek. Etrafımızda torunlarımız Kobanê’de yaşanan kahramanlıkları, şehitlerimizi anlatacağız” şeklinde yanıt verdi.

KARIŞ KARIŞ ŞEHİTLERİN KANI VAR KOBANÊ’DE...

İnsan bazen soruyor kendine “yaşadıklarımız bir hayal miydi? Bir rüya mıydı?” diye. Karış karış, adım adım şehitlerin kanı döküldü Kobanê’de. Gencecik çocuklar şarkılarıyla, tililileriyle insanlıktan nasibini almamış çetelerin üzerine yürüdü ve kazandı. Özellikle de genç kadınların rolü çok büyüktün. Korkusuzca düşmanın üzerine yürüdüler. Damgasını vurdular Kobanê’ye. Onlar sayesinde kurtuldu. Bu gerçeği en başta Kobanêliler, sonra da tüm Kürtler hiçbir zaman unutmamalı.

Kobanê savaştan arınınca herkes büyük coşkuyla kutladı, ben bir anne olarak ağlıyordum. Arkadaşlar gelip “niye ağlıyorsun” diye sordular. Ne diyebilirim; keşke şehitlerimiz de bugünü görebilselerdi.