Vergili: Kuzey Suriye’deki özerk yönetimi ayakta kalmalı

Süryani Gazeteci-aktivist David Vergili, etnik temizliğin hedefinde Hristiyanların da olduğunu vurgularken halkların kendi kendini yönetebildiği özerk yönetimin korunması gerektiğine dikkat çekti.

Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik başlatılan saldırı bir ayı çoktan geride bıraktı. ABD’nin isteği ile Türkiye “ateşkes” ilan etmiş olduğunu söylese de sahada saldırılar devam ediyor. Son dönemde özellikle Süryani ve Asurilerin yaşadığı Til Temir’e yoğun saldırılar var. Son olarak Qamişlo Ermeni Katolik Kilisesi rahibi ve babası, Qamişlo’dan Dêrezor'a giderken silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmesi bölgedeki birçok halkın etnik temizliğin hedefinde olduğunu gösterdi. Erdoğan her ne kadar “Suriye'de Hristiyanların haklarını gözetiyoruz” biçiminde bir iddiada bulunsa da Süryani gazeteci- aktivist David Vergili’nin bu söylemin Batı’ya yönelik bir göz boyama olduğunu dile getiriyor. Vergili ile hem bu saldırıların yoğunlaşmasını hem de özerk yönetimin Suriye’deki halklar açısından önemini konuştuk.

TÜRKİYE KENDİ ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜNÜ ÖTELİYOR

Kuzey Doğu Suriye’ye üzerinden bir ayı aşkın bir süre geçti ve sözde bir ateşkes yapılsa da saldırılar devam ediyor. O topraklarda yaşayan birçok kişi bölgeyi terk etti. Sadece Kürtler değil, Süryaniler, Ermeniler, Araplar, Asuriler. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik başlayan Türkiye ve desteklediği grupların saldırılarının ilk anından itibaren, bölgede bulunan halkların yeniden kaos, yıkım, göç ve etnik temizlik tehlikesi altında. Sekiz yıl devam eden Suriye iç savaşı boyunca, nispeten güvenli bir bölgede yoktan var edilen bir toplumsal projenin hayat bulduğu ve halkların kendi kendini yönettiği bir anlayışın inşa edildiği özerk yönetimle hem bölge halkları hem de Suriye’nin toplumsal barışını sağlayacak ve koruyacak önemli ilerleme kaydedilmişti. Hem Suriye Demokratik Güçleri (QSD) hem de Özerk Yönetim’in geliştirdiği siyasi ve diplomatik ilişkiler ile yeni bir döneme girilirken, Türkiye, bütün uluslararası çağrılara rağmen, Kuzey Doğu Suriye operasyonunu başlattı. Genelde Hristiyan toplumu ve daha özelde Süryaniler operasyona karşı açıklamalar yaptı, kınadı ve Suriye’de bulunan Süryani askeri gücü Süryani Askeri Meclisi (MFS) bölgenin savunmasında SDG güçleri ile aktif durumda ve şu an itibariyle Tel Temir ve Habur bölgesi operasyonlarını da yönetmekte. Bununla beraber, operasyonun başladığı günden itibaren binlerce sivil, ülke içi mülteci konumuna düştü, sınır hattında bulunan yerleşim alanları boşaltıldı ve kaos ortamından faydalanan DAİŞ hücreleri tekrar harekete geçerek saldırılarını arttırdı ve bilindiği gibi Ermeni Katolik Kilisesi’nden iki rahip DAİŞ tarafından infaz edildi. Qamişlo şehir merkezinde saldırılar düzenleniyor. Yaşanan bu durum Türkiye devleti ve AKP’nin hegemonyal politikalarının sonucu ve Türkiye’deki kendi zayıflık ve çözümsüzlüklerini ötelemek, tekrardan bir söylem icat etmek için girişilen ve uzun vadede Türkiye’nin uluslararası toplumdan kopuşunu hızlandırabilecek bir girişim olarak not edilecektir.
HRİSTİYANLAR TÜRKİYE’DEN BÖYLE BİR TALEPTE BULUNMADI

Erdoğan ‘Suriye'de Hristiyanların haklarını gözetiyoruz’ diyor ama Til Temir'de Asuri ve Süryani yerleşimine ağır bir saldırı var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bugün itibariyle, Süryani Askeri Meclisi tarafından kamuoyunu ile paylaşılan açıklamaya göre, Tel Temir ve Habur bölgesinde devam eden saldırı ve çatışmalarda 5 MFS savaşçısı şehit düştü ve şu an itibariyle de çatışmalar devam etmekte ve hem Türk hem de ABD tarafından ateşkes ile ilgili açıklamalar gerçeği yansıtmamaktadır. Bunun ötesinde, ‘Suriye’de Hristiyanların haklarını gözetiyoruz’ açıklamasının hiçbir dayanağı ve tutarlılığı yok. Kendi ülkesi dışında bulunan bir grubun haklarını hangi temele, hukuka ve anlayışa göre gözetiyor, hiçbir Hristiyan grubu Türkiye’den bir talepte bulunmadı ve haklarını gözetilmesini istemedi. Bu açıklama, daha çok ABD ve Avrupa kamuoylarına yönelik bir beyanat çünkü hatırlanacağı gibi Trump-Erdoğan anlaşması dâhilinde bölge azınlıklarının korunması noktası da bulunmaktaydı. Hem Türkiye hem de Suriye’de Türkiye’nin izlediği/izleyeceği politika tekçi, inkârcı ve farklı kültür ve halkları yok sayan bir politika olacaktır.

TÜRKİYE’DE ONLARCA ÖRNEĞİ VAR

Ayrıca sadece o topraklarda değil Türkiye’nin tekçi politikalar izlemesi sonucu Süryaniler, Ermeniler Türkiye’de de birçok yok saymaya ve izlerinin silinmesi ile karşı karşıya. Bunları bütünsel olarak ele almak mümkün mü?

Elbette bu politikanın örneklerini her gün Türkiye’de görmekteyiz. İstanbul’da camiye çevrilme tehlikesi altında olan Ayasofya’dan, Tur Abidin bölgesinde yok olan/edilen farklı kültürel mirasların içinde bulunduğu trajedi… Son olarak Süryani ve Ermeni mezarlıkları üzerinde inşa edilecek ‘Millet Bahçesi ve Düğün Salonu’ ve Suriye’de ise Türkiye’nin Efrîn’de yaptığı yeniden format oluşturma elimizde yeterince bir veri sunmaktadır.
DAİŞ BENZERİ BİR TEHLİKE YİNE KAPIDA

DAİŞ gibi bir tehdidin olduğu bu topraklarda şimdiyse SMO adı verilen yine cihatçı ve selefilerden oluşan bir ordunun saldırısı var. Sizin de dediğiniz gibi Qamişlo Ermeni Katolik Kilisesi rahibi ve babası katledildi. Gerek Ermeni gerekse de Süryani halkı ya da bölgedeki diğer Hristiyanlar için bu ne anlama geliyor?

Suriye iç savaşının başlamasıyla beraber, güç kazanan selefi ve cihadist grupların farklı zaman ve yerlerde genelde Hristiyan ve özelde Süryani ve Ermeni toplumlarına yönelik saldırıları oldu, kiliseleri tahrip edildi, sivil insanlar fidye için ve din adamları kaçırıldı. Humus yakınlarında bulunan Süryani yerleşim yerleri Saadad ve Qaryatayn 2013 ve 2015 yılları arasında bahçe geçen grupların saldırıları altında kaldı. Sadece Saadad kentinde yaklaşık 45 Süryani infaz edilirken Qaryatayn’da ise aralarında Süryani rahibin de bulunduğu yaklaşık 200 Süryani DAİŞ tarafından kaçırıldı. Bunlar daha sonra serbest bırakıldı. Bununla beraber, 23 Nisan 2013 tarihinde Halep Süryani ve Rum Metropolitleri Suriye-Türkiye sınırı yakınlarında kaçırıldı ve akıbetleri bugüne kadar bilinmemekte. Şu anda Türkiye destekli grupların hedefinde olan Habur bölgesi DAİŞ tarafından işgal edildi ve yaklaşık 200 Süryani kaçırıldı. Bunlar arasında 3 sivil Süryani infaz edilirken diğer kalanlar farklı tarihlerde serbest bırakıldı. Habur Nehri etrafında bulunan 35 Süryani köyleri, kiliseleri bombalandı, yıkıldı. Ve şu an tekrar benzer olayların yaşanması an meselesi. Bu anlamda, Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik başlayan işgal operasyonu Türkiye’nin hem güncel hem de tarihsel perspektifi ile ele aldığımızda ve Türkiye’nin desteklediği grupları incelediğimizde, önümüze tekrar yıkım, etnik temizlik ve topraksızlaştırma görmekteyiz.

HALKLAR KENDİ KENDİNİ YÖNETTİ

Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi birçok halkın bir arada yaşadığı bir yer. Özellikle inanç-kimlik açısından savaşların olduğu bu coğrafyada 5 yıla yakındır bir sistem geliştirildi. DAİŞ’le savaş sonrası inşa edilen bu coğrafyanın Süryaniler açısından önemi neydi?

Irak ve Suriye’de DAİŞ terör örgütünün ortaya çıkmasından sonra, özellikle Ninova ve Şengül bölgelerini işgali ve beraberinde DAİŞ’in gerçekleştirdiği soykırım, etnik temizlik, yerleşim yerlerinin yıkımı ve tahribatı beraberinde bir sorunu ve soruyu da su yüzüne çıkarıyordu. Ninova ve Şengal bölgelerini işgal eden DAİŞ bölgesel ve merkezi otoritelerin boşluğundan ve isteksizliklerinden de faydalanarak başarısını elde etti. Ortada bir yönetim eksikliği ve kronikleşmiş askeri, siyasi sorunlar yumağı önümüzde durmaktaydı.

Bu süre içerisinde, Ninova ve Şengal bölgelerini için otonomi talebi hayat buldu ve bununla ilgili çalışmalar yapıldı. Çünkü gelinen aşamada, hiçbir siyasi veya askeri yapılanma, azınlık ve savunmasız gruplara uzun vadeli teminat sunamıyordu. Durumu değiştirecek ve gelecek soykırım ve zorunlu göçleri engellemek için otonomi ve halkların kendi kendini yönetme talebi en makul yol olarak ortada duruyordu. Bu gerçeklik üzerinden, Kuzey Suriye’de oluşturulan yeni toplumsal sistem ve proje, Süryaniler açısından gelecek tasavvurunu önemli derecede olumlu etkileyen ve Süryani kurumların aktif olarak yer aldığı bir projeydi. Siyasi, ekonomik ve askeri olumsuzluk ve zorluklara rağmen, kısa süre içerisinde bütün toplum kesimlerinin kendini ifade edebildiği, din ve vicdan özgürlüğü, cinsiyet eşitliği ve farklı seslerin yönetimde olduğu bir proje hayat buluyordu Kuzey Suriye’de. Süryani kurumları da projenin aktif partnerleri olarak siyasi bir aktör olarak tekrardan hayat buluyordu. Bu anlamda, Kuzey Suriye özerk yönetim projesinin ayakta kalması, bütün bölge halkları ve grupları açısından önemli bir adımdır ve bunun gerçekleşmesi için de çalışmalarımızı devam ettirmekteyiz.