Mihemed Xan, asıl adıyla Mihemed Ahmed Mahmûd, Kobanê’nin Qeremox köyünden bir Kürt yurtseveri. 1980’li yıllarda Şam’a yerleşen ve 1985’te Önder Abdullah Öcalan’ın çocukluk arkadaşı Hasan Bindal aracılığıyla PKK ile tanışan Mihemed Xan, yaklaşık 40 yıldır Özgürlük Mücadelesine adanmış bir yaşam sürüyor. Önderlik ile geçirdiği yıllar yanında PKK 12. Olağanüstü Kongresi’nde şehadetleri duyurulan Heval Fuat (Ali Haydar Kaytan) ve Heval Rıza Altun ile anıları, hikâyesinin temel taşlarını oluşturuyor. Mihemed Xan’ın mücadelesini, Önderlik ile geçirdiği anıları ve yoldaşlarıyla özellikle Ali Haydar Kaytan ve Rıza Altın ile yaşadığı günleri tüm detaylarıyla konuştuk.
ŞAM’A UZANAN YOL: MÜCADELEYLE TANIŞMA
Şam’a yerleştiğiniz yıllarda nasıl bir hayatınız vardı ve PKK ile nasıl tanıştınız?
1980 yılında, henüz 20’li yaşlarımdayken ailemle Şam’a yerleştik. O yıllarda bir ev sahibi olabileceğimize bile inanmıyorduk. Yaklaşık 15 arkadaşımla bir araya gelip, birbirimize destek olarak boş bir arazide ev yapmaya başladık. Yurdundan uzak Kürtler arasında güçlü bir dayanışma vardı; sık sık birbirimizi ziyaret ederdik. Bir gün bir dostum ziyaretime geldi ve bana, “Mihemed Xan kardeş, burada bazı kişiler var, onlara ‘Heval’ diyorlar. Kürdistan için her şeylerini adamışlar, çalışma yürütüyorlar. Kürdistan gerçeğini herkese tanıtmak istiyorlar” dedi. Bu sözler içimde bir kıvılcım yaktı. Zaten böyle insanları arıyordum. Hemen onları görmek istediğimi söyledim ve ısrar ettim.
Bir cuma günü dostum tekrar geldi ve “Arkadaşlar gelmiş, bir yerdeler, seni ve arkadaşlarını görmek istiyorlar. Bir toplantı düzenleyecekler, siz de katılın” dedi. 16 arkadaşımla toplandık ve savaşçılarımıza ait bir araçla yola çıktık. Küçük bir kasabada heval Hamza Bindal ile karşılaştık. Bize Kürdistan’ın tarihi, dağdaki arkadaşlar, içinde bulunduğumuz süreç ve düşman uygulamaları hakkında bir konuşma yaptı. O an, varlığımızın isim düzeyinde bile inkâr edildiği, sesimizin, dilimizin, haklarımızın yasaklandığı bir dünyada aydınlandığımı hissettim. Kürdistan ve tarihi hakkında daha fazla bilgi edinme ihtiyacı duydum. Bu, benim için mücadelenin başlangıcıydı.
KÜRDİSTAN ULUSAL KURTULUŞ CEPHESİ’NDE İLK ADIMLAR
PKK ile tanıştıktan sonra nasıl bir rol üstlendiniz, mücadeleye nasıl dahil oldunuz?
İkinci toplantıda Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi (ERNK) düzeyinde çalışmalara başladım. Halkın arasında faaliyet yürütüyorduk; yeni dostlar kazanıyor, yeni evleri mücadeleye açıyorduk. Parti bizden ne isterse, üzerimize ne düşerse yapıyorduk.
Heval Hamza Bindal’dan sonra birçok farklı yoldaşı tanıdım. Aylarca hatta yıllarca bu şekilde çalıştık, ta ki 1989’a gelene kadar. O yıl arkadaşlar bana bir toplantı yapılacağını ve katılmamı istediklerini söyledi. Nereye gideceğimizi bilmiyorduk ama ailemle gitmem söylendi. Eşim Fatma ile birlikte yola çıktık. Gittiğimizde, büyük bir sürprizle karşılaştık: Önderlik toplantı yapacaktı.
ÖNDER ABDULLAH ÖCALAN İLE İLK KARŞILAŞMA

Önderlik ile ilk karşılaşmanız nasıldı, o an neler hissettiniz ve neler konuştunuz?
Önderliğin toplantısına katılmak tarifsiz bir mutluluktu. Onun arkadaşlarını kucaklaması, insan sevgisi aklımdan hiç çıkmıyor. Ben de o kucaklamanın bir parçasıydım. Toplantıya birçok dost katılmıştı. Önderlik, Kürdistan tarihi, içinde bulunduğumuz süreç, yaşanan zorluklar, içimizdeki kötü kişilikler ve Güney Kürdistan’daki farklı durumlar gibi birçok konudan bahsetti.
Toplantının sonunda, “Sorusu olan var mı?” diye sordu. Elimi kaldırdım ve “Ben de çalışmalarda yer alıyorum. Dağa gidip arkadaşlara katılmak istiyorum” dedim.
Önderlik, “Kim bu arkadaşı tanıyor?” diye sordu.
Arkadaşlar beni tanıttı, uzun süredir çalıştığımı söylediler.
Bana, “Evli misin?” diye sordu. “Evet” dedim. “Kaç çocuğun var?” diye sordu. “5 çocuğum var” dedim. Bunun üzerine, “Bu 5 çocuğu benim omuzlarıma mı atacaksın? Çalış, çocuklarını devrimci yap. Devrimci oldukları zaman hep birlikte gideriz” dedi.
Gerçekten de öyle oldu. Çocuklarım küçüktü, büyüdüler ve üçü PKK saflarına katıldı.
ÖNDERLİK SAHASINDA YENİ BİR DÖNEM
Arkadaşlar, 1993’te “Mihemed arkadaş, hazırlan, gidiyoruz” dedi. Ekim ayıydı, hiç aklımdan çıkmıyor. Bir gece beni alıp daha sonra Türkçe okul olarak adlandırılacak olan bir yere götürdüler. 1992’de Lübnan’daki kampımız kapatılmıştı. Önderlik, bu yeni kampı tartışmalarını yürütmek için kurmak istiyordu. Kuzeyli bir arkadaşımla bana, “Bu yeri bir ay içinde hazırlamalısınız” dedi. Gece gündüz çalıştık ve kampı tamamladık. Uyuma alanları, eğitim alanları, her şeyi hazırladık. Önderlik gelip gördüğünde çok mutlu oldu, “Tam da istediğimiz gibi bir yer” dedi. O günden sonra ben hep kampta kaldım.
1994’te ilk eğitim devresi başladı. Önderlik ders vermeye geldiğinde, ben genellikle tek başıma dışarıda nöbette oluyordum. Ne iş varsa yapıyordum: şoförlük, kampın işleri, güvenlik... Önderlik bazen bir gün yanımızda kalır, bazen dersini bitirip giderdi. 1994’ten itibaren kamp, eğitim merkezi oldu. Avrupa’dan, dağdan, Suudi Arabistan’dan, Libya’dan, Rusya’dan binlerce arkadaş eğitim için gelip gitti. Önderlik, “Burası tam bize göre bir yer. Burada büyük işler yapacağız” diyordu.
İlk devrede 400 arkadaş eğitim aldı. Önderlik, “Bu devre ile Kürdistan’ı kurtaracağım” demişti. O kadar mutlu ve kararlıydı. 1994’ten 1998’e kadar her üç ayda bir yeni devreler başlatılıyordu.
Ben çok şanslıydım; hangi önder kadroyu, eski arkadaşı sorarsanız sorun, hepsiyle arkadaşlık yaptım. Önderlikten başlayarak, bütün yoldaşlarla anılarım var. Hem şofördüm hem de Önderliğin pratik işlerini yürütüyordum.
1996’da kampa dönük bombalı bir saldırı oldu. 1996’da, Tansu Çiller’in başbakan olduğu dönemde, kampın önünde bombalı bir araç patlatıldı. O sırada hasta bir arkadaşı kendisine hizmet edilebilecek bir yere götürüyordum. Cemal (Murat Karayılan) arkadaş, “Burada arkadaşa istenen düzeyde hizmet yapacak kimse yok, onu Kürtçe akademinin olduğu kampa götür” demişti. Ayrıldığımda arkamdan patlama sesini duydum. Döndüğümde, patlamanın etkisiyle alanda bulunan 50 metre mesafeye kadarki kayısı ağaçları kökünden çıkmıştı. Bazı ağaç kökleri 200 metre ötedeki spor alanına kadar fırlamıştı. Kampın kapıları yerinden çıktı, 15 kilometre ötedeki camlar bile kırıldı. Patlamanın olduğu yerde 2 metrelik bir çukur oluştu, ama mucizevi bir şekilde hiçbir yoldaşımıza bir şey olmadı.
PATLAMADAN SONRA KAMP DEŞİFRE OLDU
Önderlik bana, “Mihemed, yanına bir ERNK kimliğini al, buralı olduğun anlaşılmasın ki seni tutuklamasınlar” dedi.
O dönemde gizlilik çok önemliydi; etrafımızdaki komşular ne yaptığımızı, kim olduğumuzu, kaç kişi olduğumuzu bilmiyordu. Etrafımızı duvarlarla örmüştük, arkadaşlar o düzeyde gizli çalışıyordu. Devletin üst düzeyindekiler belki haberdardı ama diğerleri ve halk bilmiyordu.
Patlamadan sonra kamp deşifre oldu. Açık bir nizamiye kurduk, Önderlik geldiğinde güvenliğini açıkça sağlamaya başladık. Eskiden tek başıma dışarıda nöbet tutardım, kimse ne yaptığımızı bilmesin isterdik. Düşman, Önderliği Suriye’den çıkarmak için yoğun bir propaganda savaşı yürütüyordu.
Önderlik, patlamadan sonra şoförüne, “Git bak, bu normal bir patlama değil” demiş ve “Eğer arkadaşlara bir şey olduysa ne yapacağım, o kadar arkadaşımız orada şehit düşerse sonra nasıl yaşarım” diye endişelenmişti. Çok şükür, arkadaşlara bir şey olmadığını öğrenince rahatladı. Biz de çalışmalarımıza devam ettik.
ÖNDERLİĞİN SURİYE’DEN ÇIKIŞI VE SON ANILAR
Önderliğin Suriye’den çıkışı öncesinde neler yaşadınız, son anılarınız nelerdi?
Önderlik, Suriye’den çıkmadan önce bazı arkadaşlara “Acaba Mihemed evini buraya taşır mı?” diye sormuş. Sonra da doğrudan benimle konuşarak, “Aileni buraya getir. Zaten burası senin yerin. Buraya yerleş, evini kur” demişti.
Şaşırmıştık, neden böyle söylediğini anlamamıştık. Önderliğin çıkacağını bilmiyorduk.
Bir gün Ebu Xelîl’in evine gitmiştim. Tam çıkarken, Şehit Nûda koşarak yanıma geldi ve Önderliğin beni çağırdığını, birlikte yemek yememizi istediğini söyledi.
28 arkadaşla uzun bir masada buluştuk. Önderlik masanın başında oturuyordu. Orada bir konuşma yaptı, içinde bulunduğumuz durumu anlattı. “Kendimi korudum ve çok çalıştım. Mazlum Doğan arkadaş da kendini korusaydı, ben ve o Kürdistan’ı tek başımıza kurtarırdık” dedi. Mahir Welat’ın Rusya’daki, Dilan’ın Yunanistan’daki çalışmalarından bahsetti ama bir kişilik bile yer ayarlayamıyor, diyordu. “Suriye’de bu kadar zorluk yaşıyoruz. Arkadaşlarımız bir kilometre uzaklaşınca tutuklanıyor, yıllarca hapse atılıyor. Buna rağmen binlerce kişiyi eğittim” dedi.
Masanın sonundaydım, Önderlik beni yanına çağırdı ve “Mihemed, benim tabağımdan yemek ye” diyerek bana kaşık uzattı. Bir arkadaşımla Önderliğin masasında yemek yedik. O an çekilen bir fotoğraf var, o fotoğraf hâlâ bende. Vedalaştık, ama kısa süre sonra Önderliğin Suriye’den çıktığını, Rusya’ya, Yunanistan’a, İtalya’ya gittiğini öğrendik. Dünyada hiçbir ülke kabul etmiyordu. Uçakta bile, “Bize yer vermiyorlar” diyerek halkına hitap ediyordu. İtalya’da yüz binlerce insan etrafına toplandı, onlarca arkadaşımız kendini yaktı. Önderlik, İtalya’da Mahmut Baksi ile yaptığı söyleşide Derwêşê Evdê’den bahsetti. Derwêşê Evdê, “Bu sorunu çözmeden evlenmeyeceğim” demişti. “Önümüze en çok zorluk çıkaranlar düşman değil, içimizdeki insanlardır. Buna rağmen kazanacağız, çünkü onlarca arkadaş benim için kendini yaktı” diyerek inancını ortaya koyuyordu. “Başaracağıma inancım var” diyordu.
HEVAL FUAT İLE ANILAR
Heval Fuat ile tanışmanız nasıldı, onunla neler paylaştınız?
Heval Fuat’ı (Ali Haydar Kaytan) 1994’te tanıdım. Heval Abbas ile Avrupa’dan dönmüşlerdi. Önderliğin ilk arkadaşları gelecekti, kamp çok heyecanlıydı. Önderlik onları karşılamak için nizamiye yerine kadar yürüyerek geldi. Onları gördüğündeki ne kadar mutlu olduğunu tarif edemem.
Heval Fuat çok mütevazı, anlayışlı ve insan canlısı bir yoldaştı. Herkesle iletişim kurardı. Genelde yazınsal işleri yapardı. Önderlik, “Partiyi tanımak istiyorsanız Heval Fuat’ın yanına gidin” derdi. Çocukları, özellikle şehit çocuklarını çok severdi. 15 günde bir düzenlediğimiz moral etkinliklerinde, “Mihemed, çocukları da getir” derdi. Yanımda o anların birinden kalma bir fotoğrafı var, size gösterebilirim.
Kampın işlerine bakarken, Şam’dan bir şeyler getirmeye giderdik. Heval Fuat’ın genellikle parası olmazdı ama biraz para bulduğunda, “Mihemed, arkadaşlara bir şeyler alalım” derdi. Bir gün Zinarîn adındaki Dêrsîmli bir yoldaşa ağaçların bakımını yapmasını söylemişti. Ben de yanında yardımcı oluyordum. Heval Zinarîn doğru çalışmayınca aramızda tartışma yaşandı. Heval Fuat yanıma geldi, “Mihemed, niye arkadaşla ilgilenmiyorsun?” dedi. Ben, “İlgileniyorum ama ya doğru çalışsın ya da çalışmasın” dedim. Heval Fuat, Heval Zinarîn’e, “Heval Mihemed hepimizin komutanı. Bana çalış dese hemen çalışırım” dedi. Heval Zinarîn o kadar değişti ki, Heval Fuat bile “Onu kıskanıyorum, keşke ben de öyle çalışsam” demişti. Heval Fuat’ın annesi ve kız kardeşi Heval Rêha da kamptaydı. Küçük oğlu Mazlum’u biz büyüttük. Heval Fuat, Parti’nin ilk kurucularındandı ve herkes tarafından çok sevilen bir yoldaştı.
HEVAL RIZA İLE BİRLİKTE GEÇEN GÜNLER

Heval Rıza ile ilişkiniz nasıldı, onunla neler yaşadınız?
Heval Rıza ile kampı ilk açtığımızda tanıştım ama Önderliğin Suriye’den çıkışından sonra, 2001’de daha yakın çalıştık. Ağırbaşlı, değerli bir yoldaştı. Önderliğin esaretinden sonra yükümüz artmıştı. Yeni katılan 45 genci korumak için gece gündüz çalışıyordum, konumlarını her gün değiştiriyordum.
Heval Rıza ile aynı evde kaldık, birlikte yaşadık. Cesur, çalışkan bir insandı. Bana, “Türkiye’de devrimci çalışmaya başladığımızda kimse başını kaldıramazdı ama Önderlik ve Parti bize cesaret verdi” derdi. “Çalışkan ve yoksul bir insan, emeğiyle dünyayı anlar, siyaseti bilir, ağır sorumluluklar üstlenebilir” derdi. İnsanlara Parti’yi tanıtırkenki ciddiyeti, heyecanı inanılmazdı.
Birlikte yemek yapardık. “Mihemed, sana bir salata yapayım, parmaklarını yersin” derdi. Yemekleri çok lezzetliydi.
Bir keresinde Seyit adında birine iş vermişti ama Seyit işi ciddiye almamıştı. Heval Rıza, “Seyit, ben herkes değilim, benimle oynayamazsın” diyerek uyardı. Çoğu zaman yemekleri o yapardı, ben bilmezdim. İşinde çok titizdi, insanlara değer vermeyi de bilirdi. İki aydan fazla birlikte kaldık, her an beraberdik. Onunla çalışmak büyük bir mutluluktu.
ÖNDERLİK’İN ÇAĞRISI VE 12. PKK KONGRESİ
Önderliğin çağrısı ve PKK Kongresi sizin için ne ifade ediyor?
Önderlik, 26 yıldır tutsak olmasına rağmen bir dakikasını bile boş geçirmedi. Onun düşünceleri, sadece Kürt halkını değil, Ortadoğu halklarını da özgürlüğe kavuşturacak. “Halklar arasındaki sınırları kaldıracağız. Ortadoğu halklarını birleştireceğiz” diyordu. 12. Kongre, bu umudun ve güvenin bir göstergesi. Heval Fuat ve Heval Rıza’nın şehadetlerinin bu kongrede duyurulması, bir zafer çağrısıdır. Parti’nin temellerini atan yoldaşlardı. Şehadetleri, inançsızlığa kapılanları uyandıracak, pişmanlık yaratacak. Önderliğin düşünceleri, bizi tüm dünyaya tanıttı. Artık dünya bu çağrıyı olumlu karşılıyor ve başaracağına inanıyor. Kongre’de şehadetleri ilan edilen Heval Fuat ve Heval Rıza’nın şahsında tüm devrim şehitlerimizi anıyorum.
SON SÖZ: ÖZGÜRLÜĞE OLAN İNANÇ
40 yıllık mücadelenizden sonra bugüne dair neler söylemek istersiniz?
Önderliğin İtalya’da Mahmut Baksi ile yaptığı söyleşide Derwêşê Evdê’den bahsettiğini hatırlıyorum. Derwêşê Evdê “Bu sorunu çözmeden evlenmeyeceğim” diyordu. “Önümüze en çok zorluk çıkaranlar düşman değil, içimizdeki insanlardır. Buna rağmen kazanacağız, çünkü onlarca arkadaş benim için kendini yaktı” diyordu.
Mücadelede emeğin ve sevginin ne kadar değerli olduğunu öğrendim. Bir insan emek verirse emeğine değer verildiğini görünce yaptığı işi sever. Kamp, sevgiyle dolu bir yerdi. Heval Fuat, Heval Rıza gibi yoldaşların şehadetleri, Kürdistan toplumunun inşası ve Önderliğin özgürlüğü için bir temel olacak.
Önderliğin çağrısı, tüm dünyanın üzerimize geldiği bu zorlu süreçte, amacımıza ulaşmamız için yolumuzu açacak. Önderliğin yolunda, halkımızın özgürlüğü için durmaksızın çalışmaya devam edeceğiz.