Yüzlerce hayatın FEDA haline dokunmak…

Aylar boyunca; yüzlerce şehidi yıkayıp, açık yaralarını dikip, kefenleyen Kelime, yaptıkları işin kutsallığının farkında...

Acının değmediği neredeyse hiç kimsenin olmadığı Kobanê’de sanırım bu da bizim en zorlandığımız görüşme. Ondandır iki gündür kıvranarak nasıl giriş yapacağımı düşünüyorum. Sadeleştirerek başlamak en doğrusu gibi. Kobanêli Kelime Şewket Aldemir, buradaki savaş boyunca Şehit Aile Kurumu adına Kobanê’de kalan tek kadın. Erkek kardeşi Şahap 90’ların başında Bitlis’te şehit düşmüş. Diğer kardeşi Gernas ise neredeyse 30 yıldır Özgürlük Hareketi içerisindeki mücadelesini sürdürüyor. Kelime ile birlikte aynı ekipte olan üç de erkek var. Onlar da şehit yakınları. Biri şehit babası, ikisi şehit kardeşi… Dört kişilik ekip. Görevleri: Şehitleri sonsuz yolculuklarına hazırlamak…

Aylar boyunca; yüzlerce şehidi yıkayıp, açık yaralarını dikip, kefenleyen Kelime, yaptıkları işin kutsallığının farkında. Kelime, “Elimizdeki imkanlar dahilinde şehitlerimize son görevi eksiksiz yapmaya çalıştık. Ailelerin zaten ciğeri yanmış, evladını kanlı veya açık yaralarla görüp daha fazla acı çekmelerini istemiyorduk” diyor.

Sınır kapısındaki yıkık binada yaptığımız görüşmede o zamanın ruhu dolaşıyor adeta… Kelime’ye o günleri yeniden yaşattığımız için biz de acı çekiyoruz ama onları anlatmak, tarihe not düşme zorunluluğumuzun da bilincindeyiz.

“Sohbet ettiğin, birlikte güldüğün insanların bir bir şehit düşmesini, o şehidin naaşını yıkayıp kefenlemenin acısını anlatamam” diyen Kelime, şehitlerle yaşadığı anıları, hikayelerini, vasiyetlerini anlatmaya başlıyor…

AMAÇ; ŞEHİTLERİ İSİMSİZ-KİMLİKSİZ BIRAKMAMAK

“Savaş başladığında biz kurumdan dört kişiydik. Laleşîn adlı savaşçı da bizimleydi. Görevimiz; şehitlerimizi sonsuz yolculuklarına hazırlamaktı. Bazen ön cephelere kadar gidip şehitlerimiz hakkında bilgiler topluyorduk. Çoğu zaman da YPG ve YPJ’den arkadaşlar yanımıza geliyordu. Amaç şehitlerimizin isimsiz-kimliksiz kalmamasıydı. Ama öylesi zamanlar oluyordu ki; bazı şehitleri kemerlerinden bazılarını yüzüklerinden tanıyabiliyordu savaşçılar. Bazen de çıkaramıyorduk.

YÜZÜNDEKİ BENDEN TANIDIK

Mesela bir savaşçı vardı Amedliydi. Üç kardeşlermiş, o ve iki kız kardeşi. Gelip savaşa katılmıştı. Kobanê’de şehit düştü. Biz o savaşçıyı gözünün üzerindeki benden tanıdık. Hatta annesine birkaç fotoğraf gösterdik tanımadı. Bilgisayarda fotoğrafı büyütüp baktıktan sonra ancak tanınabildi. Zaten sonrasında aile DNA testi yaptırdı, doğruydu.

BABASI ŞEHİDİ KOKLADI ‘BU BENİM OĞLUMDUR’ DEDİ

Nusaybinli Şehit Mehmet Zeki Soyal, Şehit Destina Binası’nda şehit düşmüştü. Yıkıntıların altından 3 gün sonra çıkarabilmişlerdi ve haliyle tanımak güçtü. Elbiselerinin ceplerine bakıldı. Şortunun cebinde bir ödeme kağıdı vardı. Oradan anlayabildik kim olduğunu. Kapıdan geçirip ailesine teslim için götürdüğümüzde babası görür görmez, kokladı ve “bu benim oğlumdur” dedi. DNA testi yapılmadan baba öyle söyledi. DNA’yla da teyit oldu o şehit Mehmet Zeki Soyal’dı. Nusaybin’de defnedildi.

VASİYETLER...

Savaş sırasında en yaralayıcı şey; YPJ ve YPG’lilerle sürekli diyalog halindeydik ve o savaşçılar şehit düşüyordu. Bizim için şöyle bir ayrım yoktu; Kobanêli, Kuzeyli, Doğulu, Güneyli! Hepsinin acısı aynıydı. Tanıdığımız tüm şehitlerimizin de değişik hikayeleri, vasiyetleri vardı.

‘SÖZ VER BENİ AMED’DE, KÖYÜME GÖNDERECEKSİN’

Onlardan biri Şehit Cudi Amed’di. Bir defa geldi. Laleşîn arkadaşa bakıp “sen benim anneme benziyorsun” dedi. “Ben de senin annenim zaten” diye yanıtladı Laleşîn. Sonra “Heval bana bir söz vermeni istiyorum. Şehit düşersem beni Amed’e, köyüme göndereceksin” deyince Laleşîn ise “Öyle büyük bir söz veremem” dedi. Çok ısrar etti ama Laleşîn arkadaş “O sözü veremem ve sana da bir şey olmasını istemiyorum” dedi. Başka bir gün şehit arkadaşların kimliğinde yardımcı olmak için yine geldi. Ve yine aynı sözü vermesini istedi Laleşîn hevalden. “Heval Cudî her savaşçı bize vasiyet ediyor, yükümüz ağırlaşıyor. Nasıl böyle bir söz verebilirim?” demesine rağmen, ısrarla “Sen de benim annem sayılırsın, söz ver” deyince Laleşîn çaresiz; “Umarım bir şey olmaz ama eğer olursa da sadece seni Kuzey’e geçireceğimin sözünü verebilirim” dedi. Kısa bir süre sonra şehit oldu Cudî. O günlerde de Türkler hiçbir geçişe izin vermiyordu. Laleşîn “Heval Cudî’ye verdiğim sözünü yerine getireceğim” diyerek çabaladı ve onu Kuzey’e geçirdi. Amed’e oradan da köyüne, ailesine ulaştırıldı.

AKLIMDAN HİÇ ÇIKMAYANLAR...

İki şehidimizin yüzünü hiç unutmuyorum. Naaşları geldi, bildiğiniz kocaman gülümseler vardı yüzlerinde. O şekilde şehit düşmüşlerdi. Yine bir şehit vardı, savaş süreci ve sonrasında da medyada çokça fotoğrafı çıktı. Görmüşsünüzdür. Silahı kavramış ve o şekilde yapışıp kalmıştı, kopmuş koluyla silaha… O’nu yıkıntıların altından biz çıkarmıştık. Başka bir şehit ise zafer işareti yapmış şekilde eli kopmuştu… Bunlar aklımdan hiç çıkmayanlar.

ERTESİ GÜN CENAZESİ GELENLER...

Kasım ayıydı. Yoğun saldırılar oluyordu bulunduğumuz yere ve biz oradan şehitlerimizi alıp başka bir yere taşıdık. Hem hafif yaralılar hem de diğer savaşçılar ara ara gelip şehit kimliklerini tespit etmemizde bize yardımcı oluyorlardı. Şehit Ezda vardı. Bir gün o geldi. Elinden yaralanmıştı. Ben de “Heval Ezda elini sıcak tut, acısı biraz azalır” dedim. “Heval ben de öyle yapıyorum ama hava çok soğuk ağrı hep var” şeklinde yanıt verdi. O gün bayağı bir yanımızdaki arkadaşlarla şakalaştı, bizim Arif arkadaş vardı Ezda arkadaşa çok takıldı. Akşama kadar yanımızda kaldı. Sonra gitti. Ertesi gün cenazesi geldi o savaşçının.

AİLELER DAHA FAZLA ACI ÇEKMESİN DİYE...

Bu şekilde konuştuğun, sohbet ettiğin, birlikte güldüğün insanların bir bir şehit düşmesini, o şehidin naaşını yıkayıp kefenlemenin acısını anlatamam. Çünkü ailesi gelip alacak, ailenin evlat acısı üzerine bir de cenazelerin bakımsız olması daha büyük acı olurdu. Sırf aileler o acıyı çekmesin diye şehitlerimize son görevi elimizdeki imkanlar dahilinde eksiksiz yapmaya çalışıyorduk. Türkler, şehit ailelerine iki saat süre tanıyordu. Gelip çocuklarını görüp, defnedip gitmeleri için.

O yüzden şehitlerimizin açık yaralarını dikiyor, temiz yıkıyor, kefenliyor, morg buzdolabına koyuyorduk. Aileler gelip gördüğünde vücutlarındaki açık yaraları görmesin, vedalaşacakları vakit olsun diye. Ailelerin zaten ciğeri yanmış, evladını kanlı veya yaralarla görüp daha fazla acı çeksinler istemiyorduk.

Bazı aileler de gelip çocuklarını defnettikten sonra gitmek istemiyordu. Biz “acınız biraz soğuğusun sonra gelirsiniz” diyerek kalmalarına izin vermiyorduk.

ŞEHİT HARUN VE ŞEHİT ZÊRÎN

Şehit Harun vardı. Onun üç dayısı şehit düşmüştü. Son dayısı aynı zamanda yoldaşıydı, o da Kobanê’de savaşıyordu. Şehit düşünce çok etkilenmiş ve Harun’u bizim yanımıza göndermişlerdi. 3 gün yanımızda kaldı. Toparladı ve savaşa geri döndü.

Şehitleri ailelerine ulaştırmak, yine kimlik bilgileri için Kuzey’deki MEYA-DER ile telefon görüşmelerimiz oluyordu. O gün telefonum bozulmuştu. Şarj sıfırlanmıştı. Yeni bir tane nereden bulabiliriz diye saldırıların hafiflediği bir saatte çıktık yerimizden. Biraz uzaklaşmıştık ki birden “Heval nereye gidiyorsunuz, suikast yapılıyor sürekli” diyerek bizi uyardı. Perdeler gerilmişti sokakta. Biz sivil olduğumuz için “yeni mi geldiniz Kobanê’ye?” diye sordu. Biz Şehit Aile Kurumu’ndan olduğumuzu söyledik. O da “Kurumdansanız, o zaman gelin birlikte fotoğraf çekilelim, şehit düştüğümde kullanırsınız” dedi. “Allah korusun dedik, bizim yanımıza geleceksen sağ-salim gel” dedik biz de. Fotoğraf çektik birlikte. “Bir tane de tek fotoğrafımı çekebilir misiniz, şehit ilanında onu kullanırsınız” dedi birden. Bir tane de yalnız fotoğrafını çektik. Ve gitti. Sonradan öğrendik ismi Zerîn’miş. Biz de batarya bulamadan döndük.

Kara Okul (Mekteba Reş) taraflarında çetelerin araba patlattığı gündü. Oradan bize iki şehit getirdiler. Battaniyelere sarılı şehitleri çıkardığımızda Şehit Harun ve Şehit Zerîn’in naaşlarıydı. Biz Zerîn’i sadece 15 dakika görmüştük. Ama gönlümüzdeki yerini sevgiyle yapmıştı.

HEVAL HARUN’UN BAŞINI BEN YIKAYACAĞIM!

Şehit Harun da şehit düşmeden birkaç gün önce gelmişti yine yanımıza. Bizim morg buzdolaplarımız vardı o yüzden sürekli jeneratör kullanıyorduk. Şehit Harun da telefon pillerini şarj etmek için gelmişti. Kendi pillerini bıraktı şarj etmemiz için benim ve Laleşîn arkadaşın telefon pillerini aldı. “Birkaç gün sonra sizinkileri getirir, onları alırım” dedi ve gitti. Cenazeyi hazırladığımızda gördüm ki saçı-başı kirli. “Heval Harun’un başını ben yıkayacağım, sağken yapamadım bari şimdi ben yıkayayım” dedim yanımdaki iki şehit babası İbrahim arkadaşa. O da “Yok, ben yıkarım” dedi. Ben ısrar ettim, “sen ayaklarını ben de kafasını yıkayayım” dedim ve öyle yaptık. Ben şampuanla saçlarını tertemiz yıkadım, hatta tarakla güzel taradım ve öyle kefenledik… Tabi ağlamamızı durduramıyoruz, İbrahim arkadaşla benim gözyaşlarımız sel olmuş akıyor. Ne kadar gözyaşlarımız üzerine damlamasın diye çabaladıysak yıkayıp kefenleyene kadar gözyaşlarımız şehidimizin üzerine damladı… (Burada ağlıyor ve birkaç dakika ara vermek zorunda kalıyoruz)

BAZI İSTEKLERİ YERİNE GETİREMEDİK!

Şehitlerimizin anıları ve vasiyetleriyle dolmuştuk. Birçok şehidin isteklerini de yerine getiremedik. Düşman ilerleyince istedikleri yerlere gömemedik mesela bazı şehitlerimizi. Şehitlerimiz “düşman ancak cenazelerimize basarak bizi geçebilir” dediler. Onlarca böyle örnek insanımız var. Şehitlerimizin kahramanlıklarını duyduğumuzda, gördüğümüzde o dehşet uyandıran savaşın içinde gurur kaynağıydı, moral kaynağıydı.

ROJAVA DEVRİMİNİN SÜTUNLARI KADIN SAVAŞÇILARDIR

Tabii ki kadın direnişinin önemine değinmeden Kobanê anlatılamaz. Cephet El Nusra savaşından günümüze kadar direnişin öncülüğünü kadın savaşçılar yapmıştır. Ş. Viyan Amara, Serzori direnişi, Arin Mirkan ve daha niceleri. Tüm bu kadın savaşçılar Rojava devriminin sütunları olmuşlardır. Kadın savaşçılarımız en vahşi düşman karşısında nasıl direnileceğini ve başarılacağını dünyaya ispatlamışlardır.

KOBANÊ’NİN ÖZGÜRLEŞTİĞİ GÜN CENAZESİ GELDİ...

Şehit Hamza vardı. Halep grubundandı. Şehit düşmeden önce bize yakın bir yerdeydiler ve yanımıza gelmişti şehit sicilinde yardımcı olmak için. Biz de dolma yapıyorduk. “Ooo dolma yapıyorsunuz. Nasıl da acıkmışım” dedi. Biz de “evet az kaldı” dedik. İçeri bilgisayarın başına geçti. “DAİŞ’i yeneceğiz, Kobanê’yi özgürleştireceğiz. Az kaldı. Kuzey, Doğu her yere gideceğiz Kürdistan’ı özgürleştireceğiz” diyordu büyük coşkuyla. Daha yeni şehit sicillerine bakıyorlardı ki telefon geldi. Hemen kalktı. “Heval Hamza birlikte yemek yiyecektik” dedik. “Çatışmalar yoğunlaşmış, gitmem gerek” dedi ve gitti. Kobanê’nin özgürleştirildiği gün Şehit Hamza’nın cenazesi geldi. O günü göremedi! O coşkuyla gelip, hızla gittiği gün söyledikleri geldi aklıma ve “keşke Kobanê’nin özgürleştiğini bir saatlik de olsa görseydi, sonra şehit düşseydi” dedim içimden. Ama olmadı.

YPG basınından Şepik Cudî adlı kadın savaşının görüntülerini izlemiştim. Kobanê’nin özgürleşmesi üzerine konuşuyor, zılgıt atıyor keşke şehit arkadaşlar da bugünü görseydi diyordu. Şehitlerin ismini de sayıyordu. Kısa bir süre içinde o da şehit düştü. Onun cenazesini de ben yıkayıp, hazırladım. Yine Emir Kubadî adlı bir Fars vardı Kobanê’de şehit düştü.

YAPTIĞIMIZ İÇİN KUTSALLIĞINI BİLİYORDUK

Bu savaş sırasında yaptığımız işin kutsallığını biliyoruz. YPJ ve YPG’nin de yardımıyla şehitlerimizin cenazelerinin yerde kalmasına elimizden geldiğince izin vermedik. Kobanê’nin kaybetmesi Kürt halkının yok olması demekti. Ve dört parça Kürdistan’ın evlatları buna müsaade etmedi. Hatta yabancı ülkelerden gelenler de burada şehit düştü. Ayrıca ne Kürtlük ne örgüt bilen insanlar Kobanê savaşıyla kendilerini tanıyıp, savaşa katılarak şehit düştüler.

ACISI MUTLULUKTAN FAZLAYDI O GÜNÜN

Kobanê’nin özgürleştirildiği gün hüzün ve mutluluk karışımı bir gündü. Çünkü yaşamlarının baharında olan yüzlerce genç bugün için şehit düşmüştü. O yüzden onları düşünmeksizin özgürlüğü yaşamak imkansızdır. Benim için acısı mutluluktan fazlaydı o günün. Çok da istedim coşkulu olmayı o gün ama yapamadım.

KOBANÊ’DEKİ DAİŞ SAVAŞI DEĞİLDİ

Kobanê’deki savaş DAİŞ’e karşı verilen savaş değildi. Kürtlerin güç olmasını istemeyen onlarca devlete karşı bir savaştı. Kimse şöyle yorumlamamalıdır “Koalisyon geldi ve Kobanê kurtuldu!” Hayır, YPJ ve YPG’nin direnişi ile düşmedi. Çeteler, Kobanê’nin içine gelene kadar tüm askeri araçları açık açık yol boylarında geldi, herkesin de görebileceği yerlerden geldi bunlar. Fakat direnişin geçit vermeyeceğini gördüklerinde harekete geçtiler. Güya Kürtlere arka çıktılar ama Şêxler tarafından da DAİŞ’e mühimmat aktarılıyordu. Bunları gördük, biliyoruz.

Direnişin olduğu yerde, tüm dünya da karşında olsa başarı kaçınılmazdır. “Ben ruhumu bu halka feda ediyorum” yaklaşımı karşısında hiçbir şey duramaz. Feda’yı, direnişi şehitlerimizden gördük, öğrendik.

REQA VE DÊRAZOR HAMLELERİNDE ASKERİ HASTANE GÖREVLİSİ OLARAK ÇALIŞTI

Kobanê savaşından sonra 2016’nın sonuna kadar da Şehit Aile Kurumu’ndaydım. Girê Spî’de, köy hatlarında, Sirrin’de de kurum şubelerini oluşturduk. Minbic için de çalıştığımız sırada Askeri Hastane’ye geçtim. Yaralı savaşçılarla ilgileniyordum. Reqa hamlesi boyunca ve Dêrazor hamlesi boyunca da yaralı ve şehitleri cephelerden alıp hastaneye getiriyorduk. Benim cepheye gitmediğim bir seferde ambulansta mayın patlattı DAİŞ, Heysem arkadaşımız şehit düştü. O şahadetin ardından Dêrazor’dan bizi çektiler.

5 yıl boyunca aralıksız şehit ve yaralılarımıza elimden gelen görevi yerine getirdim. Öyle oldu ki; tanıdığım tüm insanlar şehit düşüyor gibi geldi bana. Duygusal olarak çok ağır bir psikoloji yaratmıştı bende. İki ay önce bir süreliğine izne ayrıldım.