200 yıllık kötülüğün alternatifi: Demokratik Ulus

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın ulus devlet illeti ve onun kötülük rejimine karşı alternatif olarak geliştirdiği 'Demokratik Ulus' nedir ve neden kaçınılmaz çözüm modelidir?

Kürt siyasetinde önemli bir dönemeçten geçiyoruz. Kürdistan coğrafyasında gelişen siyasal-sosyal olaylar, etraftaki aktör ve faktörlerle birleşince Ortadoğu’da ‘politika’ yapmanın, daha doğrusu bir politika sahibi olmanın ne kadar önemli olduğunu tekrar ortaya çıkarıyor.

Politika öz olarak şehir yönetimi anlamına gelse de gerçekte bir sanattır, bu sanat özgürlüktür! Politika geliştirilemeyen yerde iktidarlar nefes alır. Politika için söylenebilecek en temel şey, toplumun çıkarlarına yönelik oluşudur, onun yapısal ve anlamsal esenliği ve gelişkinliğidir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın da dikkat çektiği üzere, politikasız veya zayıf politikalı toplumlar ya dıştan bir imha ve sömürge iktidarını ya da içten bir iktidar elitinin ve sömürücü sınıfın baskı ve sömürüsünü yaşamaktan kurtulamazlar. Bir topluma yapılabilecek en büyük iyilik, onu politik toplum seviyesine yükseltmektir. Daha da iyisi, onu demokratik siyasetin 24 saat çalıştığı sürekli bir demokrasiye kavuşturmaktır.

Bir politikaya sahip olmak yetiyor mu? Her şeyi çözüyor mu? Elbette hayır. İlgili politikanın bilince çıkarılması, içselleştirilmesi ve eylemsel kılınması gerekmektedir. Yoksa ileri yerine geri adım atılır. Kürt tarihindeki çıkmazları, gelişmeleri ve ivmeleri analiz eden Öcalan'ın, bugünkü bunalımdan ve kapitalizmin yarattığı, yaslandığı ucube toplumsal anlayışlardan, iktidarlardan, yönetimlerden kurtulmak için geliştirdiği temel tezler var. Bu tezler temelde politiktir. Fakat Rojava örneğinde görüldüğü üzere uygulanabilirliği, doğruluğu ve insan-barış-özgür yaşam odaklı oldukları teyit edilmiştir.

Son ABD seçimleri sırasında, 17 Eylül 2016’da, başkan adayı olan Donald Trump şöyle bir tweet attı: “Sınırları olmayan bir ülke, ülke değildir. Amerika’yı yeniden güvenli hale getireceğiz.”

Bugün kapitalist modernite eksenli ulus devletler çağındayız. Trump’ın korumaya çalıştığı ve ifade etmeye çalıştığı şey, bu devlet çeşididir. Ulus devletlerin nasıl oluştuğu, neleri amaçladığı, parametrelerinin neler olduğu, sömürü-sınıf ve soykırımı nasıl derinleştirdiği ayrı bir konu. Bu yazıda bunun karşı kutbuna yerleşen ve ‘Demokratik Ulus’ ile hayat bulan kutba bakacağız. Şüphesiz kapitalist modernite anlaşılmadan, çözümlenmeden ve nasıl bir insanlık günahı olduğu açığa çıkarılmadan demokratik ulusun anlamı ve değeri eksik kalacaktır. Bu anlamda olabildiğince 'Demokratik Ulus' nedir, ne demektir, özce ne anlaşılmalıdır, somut örnekleri nelerdir? sorularına cevap ararken, karşı kutba vurgu yapmak önemli olacaktır.

KAVRAM DEĞİL KURAM

Demokratik Ulus ile ilgili bilinmesi gereken ilk çerçeve, bu tabirin bir “kavram” değil “kuram” olduğudur. Kuramdan kasıt herhangi bir olayı, vakayı, fenomeni açıklamak için kullanılan düşünce sistemidir. Genel anlamda, kuram, bir düşüncenin genel, soyut ve rasyonel olmasıdır. Ayrıca bir kuram, açıklanabilir genel bağımsız ilkelere dayanmalıdır. Bu ilkelere bağlı kalarak doğada sonuçların nasıl örneklendirileceğini açıklamaya çalışır. Özetle; kavrama balık dersek, kuram deniz olur.

Ulus devlet denen şey bir kontrol mekanizmasıdır. Burada kontrol edilen şey toplumdaki her birey, her bireyin mahremiyeti başta olmak üzere parası, talepleri ve aklınıza gelecek başka her şeydir. Devletler bunları kontrol iddiasıyla ayakta kalırlar. Özgürlük talebi ile özgürlüğü sınırlar ve ses edene “ama sen o yetkiyi verdin bana” diyerek susturur. Çoğunluk adına suç işlemeye başlar ve bu meşru olur.

TOPLUMSAL FORMLARIN EVRİMİ

Bir toplumsallaşma ve kurtuluş sistemi olarak 'Demokratik Ulus' adlandırmasına nasıl gelindi? Bunun anlaşılması için biraz daha geriye giderek tarihsel toplumun insanlık formlarına bakmak gerekmektedir. Özetle belirtmek gerekirse bunlar klan-kabile-aşiret-kavim-ulus vb. şeklinde gider.

Klan, eşitlik düzenini ifade eden toplumsal formun adıdır. Burada ekonomik yaşam ortaktır. Klan, kan bağına dayalı ve sınırlı sayıda insandan oluşan bir örgütlenmedir. 20-30 kişilik geniş bir aile gibidir. Klan yaşamını, topluluk olma özelliklerinin yanı sıra kullanılan teknik belirler. Bulduklarıyla yetinirler. Klanda, göçerlik temel yaklaşım olduğundan yurt, vatan, ülke bilinci gelişmemiştir. İnanç simgeleri yani totemler, aynı zamanda klanların kimliği ve aidiyet bilinci anlamına gelmektedir.

Klandan sonra gelişen, onu aşan toplumsal kimlik “kabile” olarak ifadelendirilir.

Kabile, toplumların ilk gelişmiş kimliğidir. İnsanlık tarihinin en uzun süresi bu örgütlenme ve yaşam tarzı altında gerçekleşmiştir. Kabile örgütlenmesi ve yaşamı komünaldır. Toplumsal yaşam, toplumun varlık bulmasının vazgeçilmezi, önkoşuludur. Genelde canlı türlerin, özelde insan türünün yaşamı doğal olarak toplumsal olmak zorundadır.

Klan, kabileden sonra gelişen toplumsal kimliğe “aşiret” diyoruz.

Aşiretsel yapı, klan ve kabileyi sosyolojik anlamda aşan bir formdur. Aşiretler, ya kabilelerin büyüyüp bölünerek ya da bir araya gelerek oluşturdukları ve kabilelerden oluşan toplumsal formlardır. (Dımdım Kalesi Destanı iyi bilinen bir Kürt destanıdır. Aşiret mantığını neleri kazandırdığı ve neleri kaybettirdiğini anlamak açısından önemli bir içeriğe sahiptir. Buna benzer başka Kürt destanlarını da örnek vermek mümkün)

Bir sonraki form karşımıza “ulus” olarak çıkar!

Sözlük olarak tanımına baktığımızda “siyasal olarak örgütlenmiş biçimde ve belli bir toprak üzerinde bir arada yaşayan, ekonomik yaşam, dil, tarih, ruhsal yapı ve kültürel özellikler yönünden ortaklık gösteren en geniş insan topluluğu” denilmektedir. Fransız İhtilali yükselen ulus mantığını bünyesine katmıştır. Bir topluluğun ulus olarak adlandırılabilmesi için: “Toplulukta ortak bir dilin konuşulması, topluluğun tarihsel geçmişe sahip olması, şimdi bir arada yaşayan bu topluluğun, gelecek için de bir arada yaşama inancında olması, topluluktaki bireylerin birlik ve beraberlik içinde, ortak duyguları paylaşması, toplulukta kültürel ortaklık bulunması gereklidir.”

Şüphesiz yukarıdaki tanım ve şartlar son 200 yıllık süreçte şekillendi. Örneğin çok rahat “homojen” denebilmektedir. Oysa Öcalan’ın bu noktada koyduğu şerh önemlidir: “Homojen toplum en geliştirilmiş köle toplumudur. Hiçbir sınıflı toplumun gücü kapitalizm kadar kölelik üretme gücünde değildir.”

ÖCALAN'IN MİLLİYETÇİLİK İNCELEMESİ

Ulus kavramına dair en önemli nokta “milliyetçilik” olgusudur. Kördüğüm burasıdır demek yanlış olmayacaktır. Çünkü milliyetçilik başa beladır ve doğru çözümlenmediğinde hezeyanlarla dolu bir geçmiş bırakır. Bunun en iyi anlaşılması gereken yer Ortadoğu’dur. En iyi çözümlenmesi gereken yer de. Çağımızda ‘tek bayrak’, ‘tek dil’, ‘tek vatan’, ‘tek devlet, ‘üniter devlet’ biçimindeki ulus devlet sembolleri ve temel sloganlarının kulakları sağır edercesine haykırılması, gözlerin farklı renkten bayraklardan alerji duyup küçümsemesi, zihniyet dünyasının monolitik hale getirilip sakatlanması, ulusal şovenizmin her gösteride, özellikle spor ve sanat etkinliklerinde şahlandırılırcasına ritüel haline getirilmesi, milliyetçilik dininin ibadetleri olarak yorumlanmalıdır. Öcalan savunmalarının büyük bir kısmını bu kavram ve onu çözümlemeye ayırması tesadüf değildir.

Kürt Özgürlük Hareketi cephesinden de ulus kavramı  “klan, kabile ve akraba aşiretlerin kavim, halk veya milliyet biçimindeki oluşumlarından sonra gelen ve kendini en çok dil ve kültür benzerliğiyle karakterize eden toplum biçimlenişidir” şeklinde tanımlanır.

ULUS DEVLET İLLETİ

Toparlarsak kapitalizm çağında daha önce kısmen var olan “halk” ve “millet” kavramları yerine daha çarpıcı ve tercih edilen, anatomisi de değiştirilen “ulus” kavramı kullanılmaktadır. Yukarıda da tanımı verildiği üzere ortak dil, tarih vs. gibi esasta da homojenliği ölçüt alan formdur. Ulus devletler denen illetler de bu zamanda doğdu! Ulus devletlerin genel özelliklerine baktığımızda “ulus” kavramına yüklenen anlamlar da açığa çıkar. Ulusun nasıl anlam kaymasına uğradığı da belirginleşir.  Çünkü kapitalizm sayesinde ulus devlet kavramı da bir silaha dönüştü. Bunun nasıl bir mekanizma olduğu ve nasıl işlediğini Öcalan, Savunmalar'ının 4.Cildinde genişçe açar.

ULUS DEVLETİN 10 TEMEL ÖZELLİĞİ

Buna göre ulus devletin 10 temel özelliğinden bahseder. 
Bu on özellik iyi anlaşılmadan ulus devlet ve doğal olarak da antisi olan “demokratik ulus” anlaşılmayacaktır. Bunlar sırasıyla:

1- SINIRLAR VE VATAN

İnsan toplumu uzun tarihi boyunca hiçbir zaman ulus-devlet tarzı sınırlar tanımadı. İnsanın kültürel doğasına aykırıdır. Topraklar için sınırlar çizildi. İnsan topluluklarının toprağa yerleşmesi, mekânın maddi ve manevi kültürle kaynaşması, vatan kavramının oluşmasına yol açar. Sorun, ulus devletin kapitalizmle iç içe vatanı, içindeki toplumla birlikte hegemonyası altına almasıyla başlar. Homojen dil ve kültür anlayışı dayatıldıkça vatan ve sınırlar; toplumun genel kölelik düzeyindeki gelişmeyle birlikte büyük bir gözaltına dönüşür. Ulus devlet tarzı sınırlar geliştirilmeden toplumdan bireyler kopartılamaz, proleterleştirilemez. Bu gerçekler ancak “kutsal vatan sınırları” olarak dinselleştirilip meşrulaştırılmaya çalışılır.

2- HOMOJEN TOPLUM DAYATMASI

Aynı tip insan yaratmak demektir. Onu renginden, çeşitliliğinden almak demektir. Homojen ulusal toplum; tarihin hiçbir firavun rejiminde gerçekleştirilmesi tahayyül bile edilmeyen “toplumsal mühendislik projesi”nin eseridir. En yapay topluluk biçimidir. Peygamber ümmetleri bile bu denli tek tür olmadılar. Toplumsal mühendisliğin kendisi en gaddar tanrıcılıktan başka anlam ifade etmez. Kaynağını Eflatun’un Demiurg (Mimar Tanrı) adlı tanrısından alır.

3- YURTTAŞ ÜRETİMİ

Bunlar ağırlıklı olarak okul, kışla, cami ve resmi ritüellerdir. Kapitalizmin, özellikle finans kapitalin sınır tanımayan kâr, sermaye çoğaltım ihtiraslarını tatmin etmek tüm yurttaşların ancak günlük olarak okulda, kışlada, camide, resmi ritüellerde kimliğini tek tipleştirip amacına uygun tarzda inşa etmekle mümkündür. Eğitimle ulus devlet inşası ve kâr-sermaye arasındaki ilişkiyi kavramadıkça modern toplumu çözümlemek mümkün değildir. Ulus devletin yurttaş eğitimi, tarihin tanık olduğu en kaba nesne putçuluktan öte bir anlam ifade etmez. Bu eğitimle faşizmin soykırımı üretilmiş, çevre yıkılmıştır.

4- BÜROKRASİ

Bürokrasi toplumsal doğayı çürüten en yapay unsurdur. Ur gibi toplumun sırtında büyüyen bürokrasi, ulus devletin olmazsa olmazıdır. Ulus devlet toplumunun omurgasıdır. Doğal toplumun ise kafesidir. Kapitalizm bu demir kafesle toplumu ehlileştirip kâr-sermaye üretimine koşturmaktadır. Dolayısıyla bürokrasi; ulus devlet-kapitalizm arasındaki ilişkiyi çözümlemeden modern toplumun sorunlarını değil çözmek, tespit etmek bile mümkün değildir. Çözüm araçları olarak toplumsal alanlara monte edilen bürokratik aygıtlar, modern toplumun dördüncü büyük sorun kaynaklarıdır.

5- CİNSİYETÇİLİK

Geleneksel hiyerarşinin kadın üzerinde geliştirdiği erkek egemenliği, uygarlık tarihi boyunca hep yetkinleştirilmiştir. Ulus devlet formunda azamileşen iktidar bu gücünü büyük oranda yaydığı ve yoğunlaştırdığı cinsiyetçilikten alır. Cinsiyetçilik en az milliyetçilik kadar iktidar ve ulus devlet üreten bir ideolojidir. Normal bir biyolojik işlev değildir. Erkek egemen için kadın cinsiyeti; üzerinde her tür ihtirasını gerçekleştirdiği bir obje, nesnedir. Kutsal kitaplardaki “tarlanızdır, istediğiniz gibi sürebilirsiniz” deyimiyle, modernitenin “bir saz gibidir istediğiniz gibi çalabilirsiniz” deyimi bu gerçekliği dile getirir. Toplumsal cinsiyetçilik en az kapitalizm kadar tehlikeli bir canavardır. Ne yazık ki amansız ve kurnaz erkek egemenliği, bu olgunun hakikatinin açığa çıkmasını engellemek için gözü kara bir tutum içindedir. Kapitalizm kadar araştırmayı gerektirdiği halde en karanlıkta bırakılan toplumsal alandır. Tüm iktidar ve devlet ideolojileri, ilk kaynağını cinsiyetçi tutum ve davranışlardan alırlar. En derin, örtbas edilmiş ve üzerinde her tür kölelik, baskı ve sömürünün gerçekleştiği toplumsal alan, kadın köleliğidir. Tüm iktidar ve devlet biçimlerinin üzerinde denendiği, kaynak bulduğu toplumsal nesnedir.

6- MİLLİYETÇİLİK

Eğer ulus devlet yeryüzünde gezinen tanrıysa milliyetçilik de o tanrının yeryüzündeki (seküler-laik) dinidir. Çok iyi bilmek gerekir ki, tüm hiyerarşik ve devlet kökenli dinselliklerin kapitalist moderniteye yansımaları teo (tanrı) ve teolojinin (tanrı bilimi) yerine ulus devlet ve ulusalcılık (milliyetçilik) olarak ikame edilmiştir. Ulus devlet ve ulusalcılık tüm pozitif görünümlerine rağmen en kaba, içi boşaltılmış metafizik karakterdedirler. Kapitalist kâr ve sermayenin gerçekleştirilmesinin efsunlanmış iki sihirli kavramlarıdır. Bu kavramların yansıttığı bin bir çelişkili, zorba, sömürülü olgusal ilişkiler yumağıdırlar. O kadar çekici ve hegemonik karakter arz etmeleri, bağrında gizledikleri kâr, sermaye, iktidar ilişkileri nedeniyledir. Bir kez daha vurgulamalıyım ki; milliyetçilik, modernitenin tem dinsel argümanıdır ama hizmet ettiği, emrinde olduğu tanrısı ulus devlettir. Milliyetçiliği dinlerin dini, ulus devleti tanrıların tanrısı olarak (merkezi uygarlık-sistemi anlamında) yorumlamak son derece öğretici olacaktır. Toplumsal yaşamla bağı olan hiçbir kavram ve temsil ettiği olgu; bu iki kavram ve yansıttıkları ilişkiler yumağı kadar toplumu olumsuz etkilemezler. Olumsuz olarak etkileme gücünde değildirler. Aynı zamanda hakikati örtbas etme ve çarpıtma gücünde değildirler. İki pozitivist olgu ve kavram olarak “toplumsal hakikat rejimi”ni azami düzeyde çarpıtma ve karanlıkta bırakma gücünü temsil ederler.

7- İKTİDAR VE FAŞİZM

Ulus devlet, herhangi bir iktidar biçimi değildir. Faşizmin izinde geliştiği bir devlet biçimlenmesidir. Ulus devlet, bu anlamla tanımlanır. Faşizm ise bu devlet biçimini içten ve dıştan ezilen ve sömürülen toplumsal kesimlerle, rekabet halinde olduğu güçlerle savaş haline girdiğinde vardığı aşamadır. Aralarındaki fark, barışla savaş süreci arasındaki farka benzer. Her ikisinde de farklı siyasi oluşumlar tasfiye edilir. İktidar toplum gibi homojenleştirilir. Homojenleştirilmiş toplum, homojenleştirilmiş iktidar olarak konsolide edilir. Faşist devlet de homojen toplum ve devlet azami birliğini ifade eder. Tek dil, tek vatan, tek kültür, tek bayrak, tek ulus temel sloganıdır. Bu yapılanma açık ki, toplumsal doğa gibi çok karmaşıklık ve çeşitlilik arz eden gerçeklik için bir çözüm değil, muazzam oranda problem üretir.

8- AHLAK VE POLİTİKA

Ulus devlet, kendini hukuk devleti olarak yansıtmaya özen gösterir. Hatta hukukun ilk defa tam gerçekleşmiş hali olarak sunar. Bu gerçekliğinin altında ahlaki ve politik toplumun inkârı yatar. Hukuk, genelde devlet sınıflarının; özelde burjuvazinin ahlak ve politikanın yerine egemen kılmaya çalıştığı toplumsal kategoridir. Ahlaki ve politik toplumun, dolayısıyla demokratik toplumun inkârı üzerine kurulan ulus devletin, burjuva hukuku için ideal çerçeveyi oluşturması anlaşılırdır. Fakat iddia edildiği gibi ne ulus devlet ne de hukuk, demokratik toplumun çerçevesini teşkil etmez. Tersi geçerlidir. Ulus devlet ve hukuk iç içe ne kadar yoğunlaşır, toplumun her alanına sızarsa o denli ahlaki ve politik toplum aşılmış olur. Demokratik toplum bir gösteri toplumuna dönüşür.

9- SİVİL TOPLUM VE ÇEVRE

Kapitalizmin 1970’lerden itibaren derinleşen bunalımının bir parçası olarak ulus devletin de yapısal olarak krizinin derinleştiği bir süreçtir. Ulus devlet tanrısının çıplak halinin görüldüğü, ideolojik örtüsünün tel tel döküldüğü bir dönemdir. Devrimci çöküşlerin önüne geçmek için sivil toplumların kendini göstermesi kaçınılmaz oldu. Sivil toplum, devlet ve aile toplumunun dışında kalan toplum olarak ifade edilebilir. Ulus devletin kuşatıcı özelliğini yitirdiği, toplumun tam özgür ve demokratikleşmesini sağlamadığı dönemin geçiş örgütlenmeleri olarak anlam bulurlar. Her iki yandan sıkıştırılırlar. Ya ulus devletin ya da demokratik özgür toplumun saflarında yer almak durumuyla yüz yüze kalırlar. Aksi halde işlevsizleşmekten kurtulamazlar. Çok sınırlı bir çözüm kapasiteleri vardır. En ideal olanları feminist ve ekolojik çerçevede hareket ederler. Eski sol, anarşist gruplarla ulus-devletin uzantısı olmayan sendika ve siyasal oluşumlar da bu kategoriye girerler. Ulus devlet aşınmasından ötürü zorunlu olarak yer verdiği sivili sürekli baskılayarak çözüm güçlerini asgariye indirir. Toplum içinde olduğu kadar, ekolojisi üzerinde de iktidarın en gelişmiş tahakküm biçimi olarak ulus devletin sivil ve demokratik toplumu engellediği oranda dokuzuncu büyük sorun kaynağı olduğu açıktır.

10- BİLİM, SANAT VE HAKİKAT

Pozitivizm, ulus devleti bilim ve sanatın somutlaşmış hali olarak yansıtmaya büyük özen gösterir. Kapitalist modernite bu yüzüyle en büyük yalanı dolaşıma sokmuş olur. Ne kadar olgusal, nesnel, bilimsel olduğunu ısrarla iddia eder. Ulus devlet tüm gücünü bu propagandaya adar. Muazzam büyüklükte bir akademik dünya inşa eder. Tarihte hiçbir tanrı ve dinin (kral ve meşruiyeti) gerçekleştiremediği mitoloji ve propagandası bu modernite döneminde oluşturulup pazara sunulur. Tıpkı tüm ahlaki ve politik gözenekleri tahrip edildiği gibi anlam odakları da tahrip edildiği için bu çağdaş mitleri ve propagandaları yemeyecek bir beyin ve yürek kalmamış gibidir. Ulus devlet toplumsal doğayı mühendislik projeleriyle doğramakla sadece olgusal gerçekliği değil, algısallığını da tahrip eder. Olgu yok edildiğinde algısının da darbe yemesi kaçınılmazdır. Toplumsal bilimin açığa çıkmış hakikatlerden birisi toplumun tarihselliğidir.

ALTERNATİFİN ADI: DEMOKRATİK ULUS

Ulus ve onun ‘devletsel’ haline baktıktan sonra şimdi esas konu başlığı olan Demokratik Ulus konusuna odaklanabiliriz. Yukarıda özet olarak çizilen toplumsal formlar ve özellikleri, günümüze kadar gelişim süreçleri göz önüne alındığında şuan içinde yaşadığımız ulus devlet gerçekliğine ve onun kötülük saçan rejimine karşı alternatif koymak şarttır. Demokratik Ulus, bu alternatifin adıdır. Haliyle tanımı da önemli ve derindir.  Öcalan bu kavrama dair en geniş analizini, “Kürt Sorunu Ve Demokratik Ulus Çözümü” adlı savunma dizisinin 5. cildinde ortaya koyar. Tüm yönleri ile ele alır. Bu bağlamda temel başvuru niteliğindedir.

DEVAM EDECEK…