Bayık: Kürt Arap İttifakı Ortadoğu’nun çehresini değiştirir-YENİLENDİ

Kürt Arap ittifakının Ortadoğu’nun çehresini değiştireceğini söyleyen KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, “Türk devletinin yeni-Osmanlı hayallerini durduracak güç de Kürt-Arap ittifakıdır" dedi.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık,  Arapça yayın yapan Al Nahar gazetesinin sorularını yanıtladı. 

Cemil Bayık, soruları şöyle cevapladı:

 

Bir yıl önce Türk medyası sizin MİT’in Irak’taki ve PKK’nin bulunduğu alanlardaki etkinliğine (etkisine) dair yapmış olduğunuz değerlendirmelere yer verdi. Aynı zamanda özellikle Türk keşif uçaklarıyla olmak üzere Türk ordusu da Irak Kürdistan bölgesini hedef alıyor ve operasyon gerçekleştiriyor. Siz Türkiye’nin son zamanlarda yaptığı askeri ve istihbarati eylemleri nasıl değerlendiriyorsunuz ve bunun alandaki PKK yapısı ve askeri alanda etkisi nedir?

Türk devletinin bizim Medya Savunma Alanları dediğimiz Türkiye-Irak sınır boylarında ve gerillanın bulunduğu alanlarda keşif uçaklarıyla ve savaş uçaklarıyla saldırılar yapıp gerillaya kayıplar verdirdiği doğrudur. Ancak bunlar MİT’in verdiği istihbaratla olmuyor. KDP’ye bağlı istihbarat birimleri bu bilgileri veriyor, yada KDP istihbaratının imkan sunması ve göz yumması ile MİT bazı ajanları örgütlüyor. Onlar da MİT’e bilgi veriyor. Böylece gerillalarımız vurduruluyor. Bu tür saldırılar KDP’nin Türkiye ile ilişkileri sonucu gerçekleşiyor. KDP’nin istihbarat örgütü MİT ile işbirliği içinde olmazsa böyle saldırılar gerçekleşemez. Tabi ki bu saldırılar bizim harekat tarzımızı etkiliyor. Ancak biz de buna karşı tedbirlerimizi alıyoruz. Bu nedenle önceki yıllardaki gibi toplu kayıplarımız olmuyor. Biz de bu istihbarat biçimine ve saldırı yöntemine karşı düşman istihbaratı ve tekniğini boşa çıkaracak bir üslenme ve hareket tarzına geçmiş bulunuyoruz. Gerilla zaten on yıllardır düşmanın geliştirdiği her tekniğe karşı kendi tarzını yaratarak mücadeleyi süreklileştirmektedir.

 

Türkiye’nin 4 ay önce başlattığı askeri operasyonların yanı sıra Ankara son dönemlerde medya üzerinden PKK’nin yıkılma sürecinde olduğuna dair propagandalar yapmaktadır. Buna göre Türkiye içinde PKK’nin sadece yüzlerce üyesinin kaldığı gibi tahminler yapılıyor. Bu iddia ne kadar doğrudur? Türkiye’nin sınırları içinde ve dışında PKK’nin silahlı güçlerinin sayısı ne kadardır? Savaşın sürmesi halinde Türk ordusuna ve onun gelişmiş askeri, lojistik ve teknolojik gücüne karşı başarılı olacağınıza inanıyor musunuz?

AKP-MHP faşist ittifakının iç işleri bakanı 2017 yılından bu yana gelecek yıl PKK’nin ismini kimse ağzına almayacak, diyor. Yani bitireceğini söylüyor. On yıllardır her gelen hükümet de aynı şeyler söylemiştir. 6 aydır Türk ordusu saldırıyor; gerilla da fedaice direniyor. Türkiye sınırına yakın bazı tepeler dışında hiçbir ilerleme sağlamamıştır. Gerilla direnişi karşısında çaresiz kalınca kimyasal silah ve zehirli gazlar kullanmaktadır. Böyle onlarca kimyasal silah saldırısı yapmıştır. Onlarca gerilla bu silahlarla katledilmiştir. Türk ordusu böylece direnişi kırıp AKP-MHP iktidarını ayakta tutmaya çalışıyor. Her türlü silah kullanabilirsiniz talimatını Tayyip Erdoğan vermektedir. PKK’yi terör örgütleri listesinde tutan ABD ve Avrupa’nın ses çıkarmayacağını düşünerek bu silahları kullanmaktadır.

PKK yarım asırlık bir özgürlük hareketidir. Kürdistan’ın 4 parçası ve yurt dışında Kürtlerin büyük çoğunluğunun desteğini almaktadır. Onlarca yıldır her türlü zorluklara karşı mücadele ederek bugünlere gelmiştir. Kürt halkının özgürlük mücadelesinin tarzı ve kanunu zorluklara karşı mücadele edip başarmadır. Zaten Türk devleti karşısında bu tarzda mücadele edilmezse başarılı olunamaz. Bu nedenle bizim dışımızdaki tüm siyasi hareketler kısa sürede tasfiye olmuşlardır.

Şunu vurgulamalıyız ki, Türk devletinin Kürtlere yönelik soykırım savaşının en az yarısı kirli özel savaş ve psikolojik savaştır. Şimdi bu savaş daha da tırmandırılmış biçimde yürütülüyor. Uyuşturucu, fuhuş ve ajanlaştırma ile toplum çürütülüyor ve bizim tabanımızın iradesi kırılmaya çalışılıyor. Diğer taraftan da sürekli şu kadarını vurduk, şu kadar kaldılar, diyor. Biz önceleri Kürdistan dağlarında binlerce gerilla ile hareket ediyorduk. Ancak keşif uçakları ile savaş uçaklarının koordineli saldırısı nedeniyle biz de savaş doktrinimizi değiştirdik. Gerilla tabi ki düşmanın elindeki silahın niteliğine göre savaş doktrinini ve savaş tarzını değiştirir. Bundan doğal bir şey olamaz. Bundan dolayı eyaletlerde gerilla sayısını azaltmış bulunuyoruz. Çünkü eskisi gibi çok fazla gerillayı bir alanda bulundurmak risklidir. Ancak büyük eylem gerektiğinde toplanma-dağılma ilkesi uygulanıyor. Artık küçük birimlerle hareket ediliyor. Bunu zaten düşman da biliyor. İlk önce alışkanlıklar nedeniyle savaş tarzımızı hızlı değiştiremedik; bazı kayıplar verdik. Ancak şimdi yeni savaş tarzını önemli oranda oturtmuş bulunuyoruz.

Türk devleti her zaman gerilla sayısını en az 5 kat az söyler. Türkiye sınırları içinde 1500’den fazla gerilla gücümüz vardır. Diğer alanlardaki güçlerimiz de 2500’den fazladır.

Bizim savaşımız sadece askeri bir savaş değildir; yada tek başına askeri mücadele ile Türkiye’deki siyasi iradeyi yenilgiye uğratma iddiasında değiliz. Siyasi, toplumsal, askeri, kültürel ve diplomatik mücadelenin birleşik etkisi ile Türk devletinin soykırımcı Kürt politikası çökertilecek; Özgür Kürdistan, Demokratik Türkiye, Demokratik Ortadoğu hedefine ulaşılacaktır.

 

HDP karşıtları ve hatta seçimlerde ve iç politikada kendisiyle birlikte hareket eden muhalefet bloku tarafından PKK’nin Türkiye’deki siyasi kolu olmakla suçlanıyor. Siz HDP ile olan ilişkinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Acaba bu ilişki organik bağ (doğal iç içe olma durumu) veya ilişkili olmak gibi değerlendirilebilir mi?

HDP’nin yada daha önce bu siyasi çizgiye yakın partilerin PKK’nin siyasi kolu olarak gösterilmesinin nedenleri var. Bu partiler gerilla mücadelesinin gelişmesi sonucu 1990’lı yılların başından itibaren gerçekleşen serhildanlar sonrası kurulmuş siyasi partilerdir. Serhildanı gerçekleştiren halka dayanarak bu partiler kurulmuştur. Siyasi amaçları içinde Kürt halkının özgürlüğü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi var. Bu açıdan yöntemleri farklı olsa da PKK’yle onların siyasi amaçları birbirinden uzak değildir. Zaten Türkiye’de hangi siyasi hareket PKK karşıtlığı yapmaz, Kürt halkının özgürlüğü için mücadele ederse o siyasi hareket PKK ile ilişkilendirilir. Türkiye’de Kürt sorununun çözümünü isteyenler de PKK yandaşı olmakla suçlanıyor. Bırakalım bu partileri Türkiye’de demokratikleşme isteyen siyasi çevreler, aydınlar, yazarlar, sanatçılar bile PKK yandaşı olarak suçlanıyor. Çünkü demokratikleşmeden Kürtlerin yararlanacağı düşünülmektedir.

 

Türkiye’deki HDP’ye dair iddialar Suriye’de Özerk Yönetim’in arkasında olan PYD için de geçerlidir. Bölgede PYD temsilciliğine sadece Moskova ev sahipliği yapmasına rağmen Özerk Yönetim’in yaptığı açıklamalarda sürekli Rusya’ya karşı saldırı ve suçlamalar olduğunu görüyoruz. PYD, Özerk Yönetim ve Moskova ile ilişkileriniz nasıldır? Bu ilişkiyi nasıl yorumluyor ve adlandırıyorsunuz?

PYD Rêber Apo’nun felsefesini ve ideolojik çizgisini benimsemiş bir partidir. Zaten Rêber Apo’nun Suriye, Lübnan ve Rojava’daki 20 yıllık çalışmalarına dayanarak kurulmuştur. Hiç kimse bir partiye sen şu ideolojiyi niye benimsiyorsun, diyemez. Hele bir Kürt partisine sen niye Abdullah Öcalan’ın düşüncelerini savunuyorsun, diyemez. Bugün Rêber Apo’nun düşünceleri Arap halkı, Türkiye halkları içinde etkiliyse kuşkusuz Kürtler üzerinde daha fazla etkide bulunur. Bugün dünyada birçok demokratik sosyalist hareket, kadın hareketleri, ekoloji hareketleri Rêber Apo’nun düşüncesinden birçok şey almaktadırlar.

Özerk yönetimin Kürtlere saldırmayan, Kürt halkını reddetmeyen her siyasi güçle ilişki kurması kadar doğal bir şey olamaz. Yine Rusya ile ilişkili olması kadar doğal bir şey olamaz. Biz PYD’nin de özerk yönetimin de Rusya ile ilişkilerinin olduğunu biliyoruz. Rusya’ya yönelik eleştiriler olabilir, ancak sizin belirttiğiniz gibi suçlamaları ve saldırgan dili ve üslubu doğru bulmayız.

Bizim Rusya ile ilişkilerimiz bazen dolaylı bazen dolaysız olmuştur. Rusya’nın Türkiye ile ilişkilerine göre değişkenlik göstermektedir. Kürt sorunu tüm Ortadoğu’yu etkilemektedir. Bu açıdan Ortadoğu ile ilgisi olan her güçle ilişkimizin olması yada bazen de karşı karşıya gelmemiz söz konusu olabilir. Bizim ne Rusya’ya ne de başka bir ülkeye olumsuz yaklaşmamız yoktur. Ancak Türkiye ile ilişkisi nedeniyle bize karşı olumsuz tutum içinde olan ülkeler vardır. ABD ve bazı Avrupa ülkeleri ile sorun yaşamamız bu nedenledir.

Bizim PYD ve özerk yönetimle organik ilişkimiz yok. Ancak PYD ağırlık bir Kürt hareketi olduğu için, özerk yönetim içinde Kürtler de bulunduğu için doğal bir yakınlığımız vardır. Öte yandan birçok QSD komutanı daha önce PKK içindeydiler. Rojava Devrimi gerçekleşince Rojava ve Suriye’de siyasi ve askeri mücadele içinde olmak istediler. Biz de bunu doğal karşıladık. İlişkilerimizin boyutu böyledir. Yoksa onların ne yapıp yapmayacağını belirleme gibi bir durumumuz yoktur.

 

PKK ve Şam arasında 90’lı yıllarda Ankara’nın savaş uyarılarına rağmen Abdullah Öcalan’ı kucaklamasına dayanan tarihsel bir ilişki vardır. Bugün Şam ile ilişkilerinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Özerk yönetimin onlarla ilişkilerini nasıl görüyorsunuz?

PKK’nin Suriye ilişkisinin bir tarihsel temeli vardır. Yine Filistin halkı ve Arap halkıyla ilişkilerimiz vardır. Biz bunları unutmayız. Biz bunları unutacak ve değer vermeyecek hareket değiliz. Hafız Esad ve ailesiyle ilişkilerimiz de yakın ve sıcak olmuştur. Bizim ne Suriye karşıtlığı ne de Esad karşıtlığı yapmamız söz konusu olur.  Biz önceleri de ilişkilerimizi Kürtlerin genel çıkarı ve Kürt-Arap kardeşliği üzerinden kurmuştuk. Şimdi de böyle bir ilişki içinde olmak istiyoruz. Rojava’da yaşananlardan dolayı Beşar Esad yönetiminin bize soğuk ve olumsuz yaklaşımları olsa da biz benzer bir yaklaşım içinde olmadık. Onları anlamaya çalıştık. Onların da bizi anlamalarını isteriz. Şam ile ilişkimizi hiç koparmadık; onlar koparmadıkça biz hiçbir zaman koparmayız. Rêber Apo ile Esad ailesi dostluğuna hep değer verdik. Şam bizim için olumsuz bir şey söyleyemez, söylerse bu haksız ve sübjektif değerlendirme olur.

Biz her zaman özerk yönetimin sorunlarını Şam’la çözmelerini istedik. Bu yönlü etkimizi kullanmaya çalıştık. Çünkü en doğru çözüm özerk yönetimle Şam hükümetinin uzlaşmasıdır. Suriye 2011 öncesi Suriye’si olamaz. Onlar da bunu kabul etmiştir. Ademi merkeziyetçi bir sistem düşündüklerini söylemeleri özerk yönetimle bir uzlaşma kapısı açmıştır. Yine Kürtçe eğitim olacağını söylemişlerdir. Karşılıklı iyi niyet ve esneklik olursa Şam’la özerk yönetim bir çözümde uzlaşırlar. Kürtlerin yararına olacak olan da budur. Şam ile Suriye arasında çözüm istemeyen esas güç Türkiye’dir. Çünkü böyle bir çözümün Türkiye’deki soykırımcı sistemini sarsacağından korkuyor. Bu nedenle Kürtlerin yaşadığı alanlara yönelik saldırılarda bulunuyor. Saldırılarının tek nedeni budur.

Özerk yönetim ile Şam’ın zaman zaman görüşmeler yaptığını duyuyoruz. Bundan memnun oluyoruz. Biz bu konuda hem özerk yönetimi hem de Şam’ı teşvik edici bir yaklaşım içindeyiz. Şam da özerk yönetim de ön yargıları bırakmalıdır; Suriye Kürtlerle güçlenebilir. Kürtler de Suriye içinde temel haklarına kavuşarak sorunlarını çözer ve Suriye’nin temel güçlerinden olur. Suriye rejimi de biliyor ki, eğer Rojava ile Kuzey ve Doğu Suriye DAİŞ ve çetelerin eline geçseydi Halep de Şam da düşerdi. Rojava ile Kuzey ve Doğu Suriye’yi DAİŞ’e ve çetelere karşı koruyan Kürtler, Araplar ve Süryaniler mücadeleleriyle Şam’ın da ayakta kalmasını sağlamışlardır. Halep’te yaşayan Kürtlerin de direnişleriyle Halep’i korudukları bilinmektedir.

 

Amerika’nın Irak’tan güçlerini çekeceğine dair söylentiler var. Irak Kürdistan Bölgesi’nde büyük bir askeri üssün yapımı bitti. Bu da Washington ve Hewler arasındaki ilişkilerin güçlenmesi anlamına gelir. Sizin onlarla ilişkilerinizin sıkıntılı olduğu görülüyor. Bu yakınlaşma sizi nasıl etkileyecek? Özellikle Celal Talabani’nin ölümünden sonra Hewlêr’in etkisi artarken buna karşı Süleymaniye’nin etkisinin azaldığı da görülüyor.

ABD ulaştığı teknikle artık az güçle de bir bölgede etkinliğini sürdürebiliyor. Bu nedenle Irak’ta çok güç bırakmasına gerek kalmıyor. Zaten Başûrê Kurdistan’a büyük bir üs kuruyor. Buradaki güçlerle Irak’ın her yerine müdahale edebilir. ABD’nin KDP denetimi alanında askeri üs kurmasının bize yönelik olumsuz etkisi olabilir. Zaten KDP şimdi Türkiye saldırısına ortaklık yapıyor. Birçok gerilla alanını kuşatarak gerillanın Türk ordusuna yönelik etkin savaşmasının önüne engeller çıkarıyor. ABD bir NATO gücü; Türk ordusu da öyle. Öte yandan KDP, ABD üssünün kendi alanında bulunmasını PKK üzerinde bir baskı gücü olarak kullanır. Çünkü KDP’nin tüm uluslararası ilişkilerinde PKK aleyhine çalıştığını çok iyi biliyoruz.

Celal Talabani’den sonra Hewlêr’in etkisinin arttığını söylemek pek gerçekçi olmaz. Aslında Hewlêr de siyasi olarak zayıflamıştır. En iyi ilişkide olduğu güç Türkiye’dir. Onları buluşturan da PKK karşıtlığıdır. YNK’de Celal Talabani’nin boşluğunu doldurmak kolay değil. Ancak toplum içinde bu boşluğu KDP’nin doldurması gibi bir durum yoktur. Süleymaniye ve çevresinin tarihsel bir kimliği var. Bu karakter KDP’yi sindirmiyor. Kuşkusuz YNK içindeki sorunlar onları olumsuz etkiliyor. Güçlü liderlerin arkasından böyle sorunların çıkması anlaşılırdır. Zamanla bu sürecin olgun ve etkin bir yönetimle sonuçlanacağına inanıyoruz. Çünkü Süleymaniye ve çevresine dayanan siyasi bir geleneğe Kürtlerin ihtiyacı var. Başûrê Kurdistan’da da özgürlükçü ve demokratik düşünceye sahip yeni bir kuşak ortaya çıkıyor. Süleymaniye ve çevresindeki gelenek yeni nesillerle daha güçlü bir siyasi etkinliğe kavuşabilir.

 

Bağdat ve Hewlêr üzerinde Türkiye’nin artan baskıları sonucu, PKK’nin Kuzey Irak’ın bazı bölgelerinden çekilmesine şahit olduk ve buralarda ki askeri varlığını bazen peşmerge bazen de Haşdi Şabi ile değiştirdi.  Bu durum Kandil’de, Türkiye ve İran sınırlarındaki dağlık bölgelerde varlığınız gittikçe zayıflayıp, azaldığı anlamına mı geliyor?

Türkiye’nin Bağdat ve Hewlêr üzerindeki baskısı nedeniyle bir yerlerden çekilmiş değiliz. Neden böyle bir yargıya varılmış bilemiyoruz. Şengal’de askeri güçlerimiz vardı. Êzidî güçleri YBŞ-YJŞ eğitildikten sonra HPG-YJA Star gerillaları 1 Nisan 2018 tarihinde Şengal’den çekildiler. Çok az eğitimci bırakılmıştı, onlar da sonradan çekildiler. Gerilla hiçbir yeri Haşdi Şabi yada peşmergeye bırakmamıştır. HPG çekildikten sonra Êzidî askeri güçleri daha çok kendi alanlarını korumak için bazı yerlerden çekilmişlerdir. Buralara da Irak ordusu girmiştir.  Zaten DAİŞ alandan atıldıktan sonra bazı yerlere Haşdi Şabi girmişti. KDP, PKK yada Êzidîlerin askeri gücü YBŞ Haşdi Şabi ile ilişki içinde propagandası yaparak ABD ve bazı güçleri PKK ve YBŞ karşıtı bir harekata teşvik ediyorlar. Bunların gerçekle alakası yoktur.

DAİŞ saldırısı sırasında gerilla güçleri Kerkük’ü korumak, Hewlêr’i korumak, Maxmur’u korumak, hatta bir saldırı olduğunda Duhok’u korumak için bu alanlara gitmiştir. Nitekim Hewlêr ve Kerkük’ün DAİŞ tarafından ele geçirilmesinin önüne gerilla geçmiştir. Daha sonra aralıklı olarak bu güçlerini çekmiştir. Bazı yerlerde olası DAİŞ saldırısına karşı sınırlı bir güç bırakmıştır.

Son 6 aylık tarihi direniş bu alanlardaki varlığımızı ve gücümüzü açıkça ortaya koymuştur. Şubat ayında TC’nin Gare’ye indirme yapması ise bir bozgunla sonuçlanmıştır. Zaten bizzat Erdoğan başarısız kaldık, diyerek bu harekattaki yenilgilerini itiraf etmişlerdi.

Kandil’deki güçlü varlığımız herkes tarafından bilinmektedir. Bu alanda İran’a yakın hiçbir yerde hiçbir mevziimiz bırakılmamıştır. Zaten Kandil her zaman hedef gösterilmektedir. Türkiye-İran-Irak üçgeninde varlığımız sürmektedir. Türkiye 2 yıldır KDP desteğiyle sınıra yakın bazı tepeleri tutmuş bulunmaktadır. Diğer İran sınırlarında ise bizim askeri gücümüz bulunmuyor. Bir Rojhıilat Kürdistan örgütü olan PJAK güçlerinin ayrı bir güç olduğu bilinmektedir.

 

Biden’ın Kürtlere karşı siyaseti şimdiye kadar netleşmedi. Moskova ve Şam Suriye’deki tüm yabancı güçlerin çekilmesini istiyor. PKK’nin de burada olduğunu biliyoruz. Siz kendinizi Suriye’den çekilmesi gereken güçler arasında görüyor musunuz? Suriye’den çekilecek misiniz?

Suriye’de tüm yabancı güçlerin çekilmesi talebi haklı bir taleptir. Bunun zamanla gerçekleşeceğine inanıyoruz. En büyük yabancı ve işgalci güç ise Türkiye’dir. Türkiye birçok alanı işgal etmiştir. Eğer konjonktürü uygun görürlerse bazı alanları Hatay gibi işgal ve ilhak edebilirler.

DAİŞ’e karşı mücadelede Türkiye’deki askeri güçlerimizin bir kısmını Kobanê’ye gönderdik. Yine yüzlerce, hatta binlerce genç Bakurê Kurdistan ve Türkiye’den telleri aşarak Rojava’ya geçti. DAİŞ’in yenilgiye uğratılmasında önemli rol oynadılar. Binlercesi şehit düştü, yaralandı. DAİŞ’in yenilgisinden sonra gönüllü kalanlar dışında askeri gücümüzü çektik. Orası da Kürtlerin vatanı ve toprağı. Kürt şehirlerinde kalıyorlar; Kürtlerin özsavunması içinde yer alıyorlar. Onlara biz zorla gelin, diyemeyiz. Biz HPG’ye ait güçleri hem çektik hem de gelmelerini istedik. Bazı kalanlar var. Onları çekecek misiniz diyorsanız; artık bizim onlara talimat verme konumumuz yok. Onların iradeleri var; kendi bilecekleri iştir.

 

PKK Marksist bir parti olarak tanımlanıyor, ancak diğer taraftan da ideolojisinde bazı değişiklikler yaptı. Kürt halkının hak davasından demokrasi ve kardeşlik davasına geçti. Partinin çözümü bugün Suriye’de Amerika güçlerinin varlığıyla bağlantılıdır. Bunun için ne söyleyeceksiniz ve nasıl bir değerlendirme yapacaksınız?

PKK’nin çıkışında Marksist bir parti olduğu doğrudur. Ancak Rêber Apo’nun daha Sovyetler dağılmadan önce reel sosyalizme yönelik eleştirileri vardı. Bu eleştirilerini 1980’li yılların ortalarından itibaren artırdı. 1990 yılındaki 4. Kongrede bu eleştirilerini yoğunlaştırdı. Reel sosyalizmin yıkılışında Marks, Engels ve Lenin’in ideolojik ve teorik bazı değerlendirme ve tespitlerindeki yanlışlıkların da rolü olduğunu vurgulamıştır. Esaret yıllarındaki yoğunlaşmalarıyla bu tezlerini kapsamlı bir paradigmaya, ideolojik ve teorik çerçeveye kavuşturmuştur. Kuşkusuz Marks, Engels ve Lenin’in sosyalizmin ideoloji ve teorisinin yaratılmasında önemli katkıları olmuştur. Eğer Rêber Apo bugün daha olgun ve nitelikli bir demokratik sosyalist çizgiye ulaşmışsa onların ortaya koyduklarının önemli katkısı vardır. Ancak Rêber Apo onları aşmıştır. Bazı yönleriyle de onların yanlış ideolojik-teorik tezlerini eleştirmiş, doğrularını koymuştur. Bu açıdan Rêber Apo’yu ve PKK’yi Marksist olarak tanımlamak gerçekliği ifade etmez, karşılamaz. Eğer bir tanım yapılacak ve ad verilecekse Apoizm dersek gerçekliği daha doğru ifade etmiş oluruz.

Rêber Apo devlet ile sosyalizmi karşıt şeyler olarak ele alır. Devlet egemenlerin aracı olarak tarihte var olmuştur. Artık devletsiz demokratik yönetimler ortaya çıkarılmalıdır. Zaten kadın özgürlüğünün ulusal ve sınıfsal özgürlükten daha önemli ve tarihi sonuçlar yaratacağını vurgulamaktadır. Ekoloji konusunda söyledikleri de çarpıcıdır.

Kürtlerin özgürlüğünün de en iyi biçimde Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin demokratikleşmesiyle sağlanacağına inanmaktadır. Bunu da Demokratik Ulus anlayışı ve halkların kardeşliği teziyle birlikte ele almaktadır. Bu açıdan Kürtlerin hak davasından vazgeçme değil de haklarını elde etmesi biçimini ulus devlet anlayışında görmeyen bir yaklaşım benimsenmiştir.

Bizim Suriye’de önerdiğimiz ve doğru bulduğumuz çözüm ABD’nin varlığına değil; Suriye ile özerk yönetimin uzlaşmasına bağlıdır. Özerk yönetimin varlığı, siyasi yaklaşımı ve önerileri Suriye’de tek uzlaşı sağlanacak paydayı ifade etmektedir. Suriye’de ne eskide ısrar ile ne de TC’nin desteklediği çeteler ve onların etkisindeki güçlerin yaklaşımıyla barış ve istikrar sağlanır. Suriye ile özerk yönetimin uzlaşması tüm Suriyelilerin kabul edeceği bir çözüm olur.

 

Daha önce ABD’nin sizinle Türkiye arasında arabuluculuk yapabileceğini söylemiştiniz. ABD’nin sizi, Murat Karayılan ve Duran Kalkan’ı arananlar listesine alıp başınıza ödül koymasından sonra da bu öneriniz hala geçerli mi?

ABD’nin Türkiye ile ilişkileri iyidir. Türkiye üzerinde etkisi vardır. İsterse bir çözüm için olumlu rol oynayabilir. Bu açıdan bizim ABD’ye önerdiğimiz arabuluculuk önerisi geçerlidir. ABD böyle bir arabuluculuk rolüne soyunduğunda bugüne kadarki PKK ile ilgili düşüncelerini değiştirmesi anlamına gelecektir. Arabulucu olursa bizler hakkında aldığı karar anlamsız hale gelir. Çünkü 3 arkadaşımızın da içinde olduğu yönetimler ile Türkiye arasında arabulucu olacaktır. Doğrudan Rêber Apo ile Türkiye arasında da arabuluculuk yapabilir. Türkiye’de bir deyim var; önemli olan üzüm yemektir; bağcıyı dövmek değil. Biz ABD’den sürekli Önderliğimizin esaretinde rol alan ülke olarak özür dilemesini istiyoruz. ABD bu özür dilemeyi Kürt sorununun çözümüne katkı sunarak yapabilir. Böyle bir özür dileme en doğru özür dileme olur.

 

Size göre Suriye’de Fırat’ın doğusunun kaderi ne olacak? PKK’nin bu konudaki talepleri nelerdir?

PKK Suriye’nin birliğinden yanadır. Kürtler bulundukları alanda bir özyönetime, demokratik özerkliğe kavuşsun. Kürtlerin anadilde eğitiminin kabulü, düşünce ve örgütleme özgürlüğü temelinde yerel demokrasi ve yerel yönetimler sorunu çözer. Zaten savunma, diplomasi, genel ekonomi Suriye genel yönetiminin sorumluluğunda olur. Yerel yönetim dil, kültür, eğitim, sağlık, belediye hizmetleri ve iç güvenliği üstlenirse bu Suriye’yi zayıflatmaz, aksine güçlendirir. Arap, Kürt, Süryani, Ermeni, Alevi, Sünni, Durzi, tüm halkların ve inançların kendilerini ifade ettiği bir Demokratik Suriye tüm Ortadoğu’ya örnek olur. Suriye’nin tarihi de toplumsal gerçekliği de böyle bir rolü oynayacak potansiyele ve güce sahiptir.

Suriye’deki Arap-Kürt ittifakının tüm Arap ve Kürtler için yeni bir tarihi dönem başlatacağına inanıyoruz. Suriye’de bu mayalanmıştır. Kürt-Arap ittifakını titizlikle korumak ve bunu genelleştirmek gerekir. Bundan Araplar da Kürtler de güçlü çıkar.

 

Eğer Türkiye yakın bir zamanda diyalog sürecine dönüleceğini açıklarsa, tutumunuz ne olur? Türkiye’deki Kürtler için nasıl bir kader ve çözüm istersiniz?

Türkiye şimdiye kadar gerçek anlamda bir diyalog süreci içinde olmadı. AKP iktidarı çatışmasızlık ortamından yararlanıp iktidarını ayakta tutmak ve güçlendirmek için bir oyalama politikası yürüttü. Biz de bu süreci kamuoyunu hazırlayıp AKP iktidarını ve devleti çözüm sürecine sokma çabası yürüttük. Ancak çabalarımız AKP iktidarını ve devleti çözüm için adım attırmaya yetmedi. Kürt halkının birçok bakımdan güçlendiğini görünce de Çöktürme Planı hazırlayıp saldırıya geçtiler. Şu anda tümüyle Özgürlük Hareketini tasfiye etmeye kilitlenmişler. İktidarını savaş dışında ayakta tutamayacaklarını görüyorlar. Bu nedenle AKP bu savaşı durdurmaz, herhangi bir diyalog sürecine girmez. Kuşkusuz biz savaşı durduruyoruz, siyasi tutukluları serbest bırakacağız, diyalog ile sorunu çözmek istiyoruz, bu sorunu meclise götürüp sorunu çözeceğiz, derlerse olumlu karşılık veririz.

Kürt sorununda devlet yada devletçik biçiminde bir çözüm arayışımız yoktur. Rêber Apo defalarca demokratik özerklik için yol haritası sundu. Devlet+demokrasi çözüm formülünü önerdi. Devlet Kürdistan’da da var olabilir. Ancak Kürt halkının demokrasisini, özyönetimini ve demokratik özerkliğini de tanımalı. Kürtlerin varlığı anayasal güvenceye alınmalı ve bu temelde dil, kültür ve kimlik özgürlüğü temelinde özyönetimi tanınmalı. Biz Türkiye’nin toprak birliği ve siyasi birliği yönündeki kaygıları giderecek bir çözüm üzerinde uzlaşırız. Demokratikleşen bir Türkiye ile uzlaşmamız zor olmaz.

 

Zaman zaman Partide sol kadrolar ile Rojava ve ABD sempatizanı liberal kadrolar arasında mücadele yaşandığından söz ediliyor. Ayrıca Parti’nin üst yönetimi olan başkanlık komitesi üyeleri arasında ciddi farklılıkların olduğu söyleniyor. Bu farklılıkların nedeni nedir? Bu durum partinin temeli, uygulamaları ve sürekliliği için ne kadar tehlikelidir?

Bu tür haberlerin kaynağı Türk devletidir. Rêber Apo çizgisindeki bir siyasi harekette farklı düşünceleri susturma yada tek seslilik yoktur. Kuşkusuz bir ideolojik ve siyasi çizgi vardır. Ancak pratikte çeşitli konularda farklı düşünceler ortaya çıkar. Bizim Rojava’yı yönetme gibi bir durumumuz yoktur. Rojava’daki yönetim içinde bazı pratik konularda görüşlerinin farklı olması aralarında bir sorunun olduğu anlamına gelmez. Rojava’da Rêber Apo’nun ideolojik-politik çizgisi dışında bir ideolojik ve siyasi görüşün savunulacağını sanmıyoruz. Rojava halkı gençliği ve kadını ile Rêber Apo’ya bağlıdır. Bu bağlılık ve güç her türlü yanlış eğilimi düzeltir. Tek tek bazı Rojavalı kadrolarda yanlış eğilimler olsa da bunun geneli etkilemesi ve genel bir siyasi görüş haline gelmesi mümkün değildir. Biz bazı farklı düşünceleri zararlı görmüyoruz. Herkes tek görüşte olursa orada düşünce gelişimi, politika gelişimi olmaz. Rojava’da çeşitli konularda farklı düşüncelerin olması onları ilgilendiren bir konudur. Ancak şimdiye kadar ciddi sorun yaratacak düzeyde bir görüş farklılığını olduğu bizlere yansımamıştır.

PKK Yürütme Komitesi, KCK Yürütme Konseyi, PAJK-KJK yönetimleri, gençlik yönetimi ve Halk Savunma Merkezi Karargahı bir bütün olarak yönetim gücümüzü oluşturuyor. Tüm bu örgütsel kurumların üstlendikleri sorumluluklar var. Her örgüt yapımız toplantılarını yapıyor; kendi çalışma alanlarına göre kararlar alıyorlar. Siyasi kararlar KCK-KJK yönetimleri tarafından alınıyor ve pratikleştiriliyor. Farklı görüşler PKK-PAJK-KCK-KJK toplantılarında tartışılır, sonunda kararlaştırılanı tüm örgüt yapılarımız uygular. Biz ideolojik-politik çizginin uygulama aşamasında hiçbir farklı görüş olmasın demeyiz. Her görüş toplantılarda rahatlıkla dile getirilir ve ortak bir karara varılır. Zaten ideolojik-politik çizgi konusunda görüş farklılığı olursa o bir ayrılık olur ki, hareketimiz açısından böyle bir durum yoktur. Her arkadaş Rêber Apo’nun ideolojik-politik çizgisine bağlıdır. Rêber Apo’nun 23 yıl içinde hazırladığı dokümanlarda ideolojik-politik çizgi nettir. Dış güçler PKK içinde böyle bir şey görmek ister; Türk devleti bunu ister. Ama PKK’nin de 50 yıla yakın bir yönetim deneyimi vardır. Her türlü sorunu çözecek bir yönetim gücüne ve iradesine sahiptir.

 

AKP iktidarının son 10 yılda izlediği politikalar, daha önce PKK’yi ret etmeleriyle bilinen birçok Arap başkenti ve Ankara arasında düşmanlığa neden oldu. Acaba partiniz PKK bu başkentlerle daha sıcak bir ilişki kurmak için bu boşluğu kullanamaz mıydı?

Bu eleştirinize katılıyoruz. Arap-Kürt ittifakını hedefledik. Bunu her fırsatta dile getirdik. Bunun perspektifini hem diplomasi çalışmalarına hem de ilgili birimlere ilettik. Bazı gelişmeler oldu. Ancak imkanlar ve fırsatlar kadar bir gelişme yaratılamadı. Kürt-Arap ittifakı için güçlü bir tarihsel zemin de var. Rêber Apo Lübnan, Suriye ve Rojava’da kaldığı dönemde bu konuda güçlü bir zemin yarattı. Şimdi bunu teorik bir çerçeveye de kavuşturdu. Biz bu zemini iyi değerlendiremedik.  Ancak Arap ülkeleri de Kürt-Arap ilişkileri ve ittifakına yeterince önem görmedi. Irak’ta Kürt sorununun çözümü önemli oranda gerçekleşti. Suriye’de de gerçekleşeceğine inanıyoruz. Bunlar da Kürt-Arap ittifakını güçlendirecek zeminlerdir. Bizim Kürt sorununun demokratik çözümü dışında hiçbir gizli ajandamız yok. Halklar arası sorunlar ve çatışma yaratma zemini olan devlet arayışlarını doğru bulmuyor, demokratikleşmeyi geliştirme temelinde Kürt sorununun kalıcı ve güvenceli çözümünü sağlamayı esas alıyoruz. Bize göre özgür ve demokratik yaşama kavuşmak devlet kurmada ve sınırlar çizmede aranmamalıdır.

Biz tabi ki hem Irak’ta hem Suriye’de Kürt-Arap birliğini geliştirmede Kürt siyasi güçlerinin daha aktif davranmasını istiyoruz. Kürtler de, Bağdat ve Şam da dar milliyetçi yaklaşımları aşsınlar. Çünkü Kürt-Arap ittifakının temeli en başta da Irak ve Suriye’de atılır. Bu da Ortadoğu’nun çehresini değiştirir.

Türk devletinin yeni-Osmanlı hayallerini durduracak güç de Kürt-Arap ittifakıdır. AKP-MHP iktidarının 19 yıllık politikaları hem Kürtlere hem de Arap halklarına bu gerçekliği göstermiştir.