Hewramanlı toprak dostu...

Mam Mihamed toprak ile bağı birçok Hewramanlı gibi toprakla kurulan ilişkinin hakikatle olan ilişkisine vakıf derin yurtseverliğe dayanıyor.

O, bilinen ve dayatılan, egemen olan kurallara karşı kendi doğrularının kurallarıyla geçirilmiş koca bir ömür yaratmış, hayata hep farklı pencereden bakan bilge ve asi bir toprak insanı. Doğumundan şimdiye kadar taşıdığı ömrünü, doğaya, toprağa, yurduna ve sevgiye adamış. Temiz yaşayan insanın ölümden korkmaması gerektiğini, uzun ömrünü kısa bir türkü tadında yaşayan ve bunu hayatının düsturu haline getiren Mam Mihammed, ömrünün 2011 yılına denk gelen takviminde kendi mezarını kendi elleriyle kazması gerektiğini düşünmüş ve mezar yeri olarak da köyün en güzel yerini seçmiş. Kendi mezarını hazırlamış…

***

Güneş, Şarazur ovasının üzerinden ışıklarını çekmeye başlarken, dağlar ve gök yüzünün buluştuğu noktada birbirlerini kucaklayan kızıl bir ateş topuna dönüşüyor.

Yolunuz Güney Kürdistan’ın Hewraman bölgesine düşmüşse veya burada yaşıyor olma şansına sahipseniz her gün batımında dağların güneşle bu hüzünlü vedalaşmasına tanık olabilirsiniz. Günümüzde, güneşin kızıl bir hüzne dönüşerek dağlarla yaptığı bu muhteşem veda seremonisini izlemek her ölümlünün sahip olabileceği bir manzara değil.

Hewreman’ı göğün koynuna kadar almış bu görkemli dağlar, Zağros dağ silsilesinin güneybatısına düşen son hattı oluşturuyor. Bu hattaki bazı zirveler üç bin metre yüksekliği buluyor. Balxa köyü ise son hattan ayrılan Befri Miri dağının yamacına sırtını dayamış, eteklerine Şarazur ovasını bağlamış. Saçlarının örüklerinden ovaya güneş ışığı süzen, mitolojik bir hikâyeden çıkagelmiş bilgeliğinden ve güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş. Adeta binlerce yıl yaşamış bir kadını andırıyor.

Buradan güneşin batışını seyrettiğinizde, Şarazur ovasının ortasında hiç kımıldamadan duran Derbendixan Gölü’nün, batmakta olan güneşin son ışıklarıyla tuttuğu halayı da izleme şansına sahip olursunuz. Gölün durgun yüzeyinde dans eden güneş ışıkları sanki bütün gölü beraber alıp götürecek hissi uyandırır zihninizde. Hemen yakınında Hewraman bölgesini Şarazur bölgesinden ayıran Seban düzlüğünü, sonunu takip edemeyeceği bir genişlikte uzayıp gider. Gözünüze sonu görünmeyen bir derinlik, sonsuzluk hissi verir… Düzlüğün sonunu görme merakı uyandırır… Artık, Seban’dan yukarısı ise toprak dostu insanların yurdu Hewreman’dır...

Topraklarında bizi misafir eden Hewremanlı Mam Mihamed, tanıklıklarını ve uzun ömrünün hikayesini anlatır…

TOPRAĞIN YOLDAŞI MAM MIHAMED KENDİ MEZARINI YAPIYOR

Mihamed Seyid Abubekir toprağın üstündeki yaşamıyla vedalaşıp toprağın altındaki hayatına başladığında mezarının batısına düşecek bu doğa harikasıyla yakın temasını sürdürecek bir mezar yeri seçmiş olmaktan çok mutlu. Yatacağı yerin kuzeydoğusunda ömrünü geçirdiği Balxa köyü duracak. Yeraltındaki yaşamını sürdüreceği mekânın bir yolu ise Kürdistan’ın doğusuna uzanacak. Güneyinde ise Haware Berz tepelerinin ardında yirmi kilometre uzaklıktaki Halepçe şehri duracak. Mihamed Seyid, yaklaşık altı yıl önce yaşamının toprağa, doğaya temas eden tüm noktalarıyla ilişki kurabileceği, yıllarca büyük emek ve sabırla bakıp beslediği üzüm asmalarının bulunduğu bağının içine kendi elleriyle kendi mezar yerini yapmış. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamı yaratmaya ve bedenini devindirmeye devam eden Mihamed Sayid’in nabzı seksen beş yıldır bu topraklarda, bu topraklar için atıyor.

Uzun boyu ve uzun ömrü boyunca yaşadığı acıları, bedeninde ve ruhunda yarattığı ağırlık ince ve uzun bedenini bükmüş olsa da bedeninin tüm yükünü çeken ayakları ilerliyor. Adım atmada yavaşlamış olsa da yürümeye başladığında bedenini dik vaziyete getirmeyi ve ayaklarına topraktan aldığı gücü sürerek hala dik yürümeye çalışıyor.

Mam Mihamed, toprağa sahip olmanın değil, insanın toprakla bir hakikat arayışçılığı ile buluşmasının, gerçek yurtseverlik olduğu sırrına ermiş, bir toprak yoldaşı. Toprak ile ilişkisinde bir sırra erdiğini, toprakla kurduğu ilişkide zihninin ve ruhunun nasıl tekamül ettiğini ancak Mam Mihamed’in yaşam öyküsüne vakıf olunca anlaşılır.

IRAK-İRAN SAVAŞI VE GÖÇ…

Çevredeki birçok Hewraman köyü gibi burada da, yaşanmışlıkların ağır izi var. 1980’lere kadar bu köyde yaklaşık üç yüz hane varmış. Mam Mihamed’in eski, yıkık dökük diyebileceğimiz evi, köyün muazzam dönemlerinden şimdi geriye kalan otuz iki hanesinden biri. Köyün dışında da yaklaşık bin ailenin geçmişi Balxa ile anılıyor. Hewraman bölgesi başta olmak üzere Güney Kürdistan’ın kırsal alanlarında yaşanan eğitim, sağlık vb. alanlardaki eksiklikler burada da etkisini gösteriyor. Sekizinci sınıftan sonra köyde eğitim görmenin koşullarının olmaması ve birçok alanda yaşanan mahrumiyetlerden dolayı kentlere bir göç yaşanmış ve şehir yaşamının hengamesinde kaybolan insanların köy ile bağları geçen zaman içerisinde oldukça zayıflamış.

Köyü ve toprağı ile en kopmaz bağı inşa eden az sayıdaki insandan biri Mam Mihamed’dir. O, aynı zamanda Güney Kürdistan halkının geçmiş yıllarda yaşadıkları acı ve kıyımların tanıklarından.

1979 yılının Nisan ayında Baas rejimi, Hewraman bölgesindeki köylere “dört ay içerisinde köylerden çıkın” talimatı vermiş. Birçok Hewramanlı topraklarından çıkmamakta direnseler de dört aylık süre sonunda rejimin askeri gücünün zoruyla topraklarından koparılmışlar. Çocuklarına bakar gibi baktıkları bağ ve bahçelerini geride bırakmak zorunda kalmışlar. Mam Mihamed’in köyü ile civardaki diğer köyler, bu süreçten sonra başlayan ve uzun yıllar sürecek Irak-İran savaşının cephesine dönüştürülmüş. Çıplak ayaklar ile cıvıl cıvıl çocukların geçtiği yerleri, postalları ile askerler dolaşmaya başlamış. Çocukların yaşamlarının baharını yaşadığı topraklar, silahları ölüm kusan askerlerin can aldıkları, çocukları anasız babasız bıraktığı topraklara dönüşmüş. Buradaki köylülerin birçoğu Halepçe ve Şarezur ovasına göç etmiş. Bağ ve bahçelerinden uzak 1988’e kadar burada kalmışlar. Balxa’da yürüyen savaşın gürültüsünü duyacak, dehşetini hissedecek kadar yakındır köylerine fakat köylerine gidişlerine izin yoktur.

1988’de Halepçe katliamına tanıklık ederler. Birkaç saat içinde beş bin insanın azap içinde yaşamlarını kaybettiği bu katliamdan sonra Mam Mihamed ailesini alıp, İran’a gider. İki yıl burada kalır. Buradaki mülteci hayatına daha fazla dayanmayıp, ailesini alarak Süleymaniye’ye gelir. 1991’de Güney Kürdistan’da yaşanan Raperin (Halk ayaklanması) ile birlikte oluşan siyasi ortam sonrası tekrar yurduna ve toprağına geri dönme imkânı bulur. Irak-İran savaşında tahrip edilen diğer Hewreman köyleri gibi Balxa’da tahrip edilmiş ve çevresi mayınlar ile tuzaklanmıştır. İnsanlar toprağa, bağlara, bahçelere ve ağaçlara kavuşmanın sevinci ile zarar gören birçok şeyi yeniden inşa etmeye başlarlar. Uzun yıllar boyunca ölüm ve mayın ekilen topraklarda yeniden yaşam ve ağaç boy verir.

GİTMEKTENSE BURADA ÖLÜRÜM

Felaketler bitmez. 1994’te “Brakuji” adı verilen kardeşin kardeşi öldürdüğü çatışmalar başlar. Hewraman bölgesi de bundan etkilenir ve yeniden bir göç dalgası yaşanır. Mam Mihamed ailesini göndermiş fakat bu sefer kendisi köyünde, bahçesinde kalır. Artık toprak hasreti, yurt hasreti çekmeye dayanacak takati yoktur. Kararlıdır, bir daha terk etmeyecektir doğduğu yeri ve toprakları. Takip eden yıllar boyunca Balxa’ya gidip gelmeye devam eder. Dost bildiği, yoldaş kıldığı toprakla, bahçesiyle, ağaçlarıyla buluşmayı, söyleşmeyi sürdürür. Mam Mihamed karnına dokunmaya, kulağına fısıldamaya, elinden tutmaya devam eder toprağın, toprak ise meyve ve ürün ikram etmeyi sürdürür Mam Mihamed’e.

1999 yılında yaşanan tüm felaketlerin bir devamı olarak bu sefer El Kaide ile bağlantılı olduğu söylenen Ensar el-İslam adlı silahlı İslamcı örgüt gelir buralara yerleşir ve adeta bu bölgeyi istila eder. Diğer felaketlerde daha önce burada kalıp da göç etmeyen ve artık direnecek takati kalmayanlarla, defalarca göç edip geri dönmüş olanların yeni bir göçü başlar. Mam Mihamed bu sefer de gitmemekte, kalıp direnmekte kararlıdır. Bilir ki giderse, yurdundan uzak, toprağının dost kokusundan ırak dayanacak takati kalmamıştır; giderse sefalet, zorluk ve yurtsuzluk daim olacaktır. Bir kez daha “gitmektense burada ölürüm” der ve bu tehlikeli ortamda kalır.

ŞEHİRLERİN CAZİBESİ…

2003’de ABD’nin Irak işgali ile birlikte Ensar el-İslam’ın yerleştiği yerler de Amerikalılar tarafından uçak bombardımanlarıyla vurulur ve örgüt bölgeden çıkarılır. Bu bombardımanlar sonucu köylerdeki evler, bahçeler, su kanalları vb. yerler de büyük oranda zarar görür, burada yaşam koşullarını yeniden yaratmak hayli güçleşir. Irak’ta oluşan yeni siyasi dengeler Kürdistan bölgesine önemli bir özgürlük alanı yaratmıştır, şehirler iyi bir yaşam kurmak için güçlü bir seçenek halini almış, köye geri dönüşler önemli ölçüde durmuştur. Dûhok, Hewlêr, Süleymaniye, Kerkük ve Halepçe gibi şehirler süslü bir tuzak gibi insanları kendine çekmiş. Eskiden köylerinden ve evlerinden zorla çıkarılan insanların büyük bir bölümü köye dönmezken köylerinde kalıp gitmeye direnen insanların da şehirlerdeki fırsatlardan yararlanmak için adeta koşarcasına şehirlere göçü başlamış. Şehirlere göçün bu kadar yoğun olmasında şehirlerin bu cazibesinin yanı sıra elbette yakılıp yıkılmış olan köylerin yeniden inşasının büyük zorlukları olmasının ve insanların köylerinde yaşadıkları sayısız felaketin anıları da oldukça etkili olmuş. Şehirde yeni bir yaşam kurmaya karar vermiş olan insanların, köyleriyle, yıllarca yaşadıkları, çocuklarını büyüttükleri evleriyle, tadına doyum olmayan meyveleri olan bağ ve bahçeleriyle gönül bağları zaman zaman buraları ziyaret etmek dışında neredeyse kesilmiş, buraları yeniden inşa etmek ve bağlara, bahçelere bakmak insanların aklında olan bir seçenek olmaktan çıkmıştır...

 Mam Mihamed, yılın üç mevsimini köyünde, bir mevsimini ise Halepçe’de, ailesinin diğer fertlerinin yanında geçiriyor. İster köyde olsun ister bir mevsim için indiği şehirde olsun beslenmesine ayrıca özen gösteriyor. Şehire ait yiyecekleri yemiyor. Yazın yetiştirip kuruttuklarını, kışın tüketiyor. Ceviz, üzüm, incir, kayısı ve dut kurusu dışında pek bir şey yemiyor zaten. Kışın kaldığı şehirde baharın gelişini iple çeken Mam Mihamed, karların erimesiyle birlikte baharda coşan bir nehre dönüşüyor, içindeki özlem fırtınasını sırtına yükleyip Balxa köyüne doğru akıtıyor ruhunu ve bedenini.

“TOPRAK, TOPRAK… TOPRAK YAŞAMDIR”

Mam Mihamed bahçesinde yetiştirdiği hiçbir şeye ticari bir mal muamelesi yapılmasına izin vermiyor, asla pazarlık konusu yapmıyor. Dolayısıyla yetiştirdiği hiçbir şeyi de satmıyor. Hatta öyle ki birileri verimli toprağını satın alma konusunda bir teklif götürdüğünde bunu ahlaksız bir teklif olarak görüyor ve buna çok sert tepki veriyor. Toprağın insana ait bir mal olduğunu ve insanın toprak üzerinde istediği tasarrufa sahip olduğunu düşünmüyor. Toprak insana ait değil, insan toprağa aittir O’na göre. Toprak insana dosttur, yoldaştır, insan nasıl satar dostunu, yoldaşını; yahut yoldaşının, dostunun ona ikram ettiği meyveleri nasıl satar?

Mam Mihamed’e “toprak senin için neyi ifade ediyor” diye sorduğumda, yardan söz eder gibi, onlarca yıl birlikte bir yastığa baş koydukları, bütün acıları, tasaları, sevinçleri paylaştıkları bir eşten söz eder gibi, kara sevdayla tutkun olunan bir maşuktan söz eder gibi coşkuyla, gözlerindeki ışıl ışıl parıltı ile konuşuyor. Kutsal bir kitaptan en kutsal metni terennüm eder gibi çıkıyor ağzından sözcükler. “Toprak, toprak... toprak yaşamdır” diyor.

 Gerçekten de toprak yaşamdır Mam Mihamed için. O, yaşamını ölüm ile sonlandırmıyor. Bedeni sırrına vakıf olduğu toprağa kavuştuğunda, o da bir sırrını paylaşacaktır toprakla. Birbirinin sırrına erenler, birbirinin sırrını paylaşanlar nasıl ebedi bir bağla bağlanırsa öyle bağlanmışlardır birbirlerine Mam Mihamed ve toprak. Eğer hala bunca kötülüğün yeryüzündeki bu yıkıcı egemenliğine karşı dünyada yaşanılası mekanlar kurulabilmişse, hala dünyanın insanlar ve tüm varlıklar için bir cennet olabileceği tasavvuru kurulabiliyorsa ise, bu Mam Mihamed’lerin yüzü suyu hürmetinedir.

TOPRAK BİLGELİĞİ

Mam Mihamed’in babasını, 1975’te, ceviz ağaçlarını ekerken gören bir komşusu “yaşın geldi geçiyor ve bu ağaçlar ancak on yıl sonra ceviz verir. Sen yiyemeyeceksin, kendini niye bu kadar yoruyorsun” dediğinde, yaşlı adamın verdiği yanıt, Mam Mihamed’teki toprağa bağlılığın ve bilgeliğin bir toprak yoldaşı olan babasından miras kaldığını gösterir. Şöyle cevap verir yaşlı adam: “kendim veya çocuklarım için değil, torunlarım ceviz yesinler diye ekiyorum”. Gerçekten de Balxa köyünde yaşlı adamın torunları bu hikayenin önemli bölümlerini bana anlatırken, biz onun ektiği ağaçların cevizlerini yiyorduk.

Mam Mihamed de babasından devraldığı bu mirası büyük bir özenle koruyor. Bahçesinde yüz ceviz ağacıyla birlikte evinde üç kız ve beş oğul büyütmüş. Her ceviz ağacını bir evladına benzetiyor. Çünkü ister evlat, isterse de ceviz ağacı olsun, ikisinin de büyümek için emeğe ve sevgiye ihtiyacı olduğunu söylüyor.

Takvimler ömrünün sayfalarında 2011’i gösterdiğinde yaşlandığını fark edip, yaşarken çok sevdiği yerleri seyretmek için durduğu yere kendi mezarını kazmaya başlar. Mezar kazar gibi değil adeta bir ağacın gölgesine üzerinde uyuyacağı yumuşak yatağını serer gibi kazar toprağı. Komşuları onun bunadığını düşünür. Hatta biri sorar; “daha yaşıyorsun, niye mezarını yapıyorsun ki?”. Yine bilgecedir verdiği cevap: “eğer temiz yaşamayı ilke edinmişsen, korkulacak bir şey yoktur. Bu ölüm bile olsa”.

YURT SEVGİSİ…

Gün ağardı. Güneş Mam Mihamed’le vedalaşıyormuş gibi bir eda ile yavaşça Şerazur ovasının arkasına çekildi. Gökyüzündeki kızıllık önce koyu maviye, maviden siyaha doğru geçti. Mam Mihamed akşam karanlığında “dur o zaman” dedi ve odasına gitti. Hewremanlılara has takılan takılarını ve kıyafetleri giymiş vaziyette çıktı içeriden. “Çekeceksen fotoğrafımı, bunlarla çek” dedi.

Mam Mihamed toprak ile bağı birçok Hewramanlı gibi toprakla kurulan ilişkinin hakikatle olan ilişkisine vakıf derin yurtseverliğe dayanıyor. Yaşamı boyunca Kürdistan’da yaşanan savaş, zorunlu göç, asimilasyon politikalarına rağmen yurtseverliğin nasıl olması gerektiğine dair bir duruş sahibi olmuş. Hani “insan, yaşadığı yeri ‘yaşar’ hale getirendir” sözüne yaraşır gibi yaşamış. Yaşadığı alan belki kendi köyü ile sınırlı bir hayat ama bu alanda toprak ile kurduğu bağ o kadar güçlü ki, yaşam denen eylemler zincirini ölüm ile toprak altında sonlandırmıyor. Yaşamın ölüm ile sonlanmadığını, yaşamın toprağın altında da devam ettiğini göstermek için köyün en güzel yerine, yaşamı yeryüzünde sürmekteyken gitmeyi en çok sevdiği yere yapmış mezarını. Mam Mihamed akla düşünce, bir kez daha düşünmeden edemiyor insan yaşamın ve ölümün anlamını, toprağa bağlılığı, toprağın hakikatine ermiş yurtseverliğini...