Kakailer: Köklerinde yaşamak

Kakailer için en kutsal gün 21 Mart’tır. Çünkü o gün Sultan İshak’ın doğum günüdür. Dünyanın birçok yerinde yaşayan Kakailer, 21 Mart günü Geliyê Hawar’a akın ederler

“O zaman Geliyê Hawar’daki Hawara Kon, Hawara Nu ve Dara Tuyê köylerinde 192 aile yaşıyordu. Hepimizin ceviz ağaçları, kiraz, incir, nar, üzüm bahçe ve bağlarımız vardı. Arılarımızı, bahçelerimizi bırakıp gitmek zorunda kaldık. Korkunç bir fermandı. Tüm kutsallarımızından sürülüyorduk. Tarifsiz bir acıydı. Hiçbirimiz o günü unutmadık. Ve her Kakai o günü doğan çocuklarına anlatır.”

Kakai inancının en yüksek mertebesi ve ziyareti Sultan İshak Türbesidir. Ancak Güney Kürdistan’da yaşayan Kakailer Sultan İshak türbesini istedikleri zaman ziyaret edemiyor. Nedeni ise türbe Doğu Kürdistan tarafında yer alıyor. Sınır sadece yaşayanları değil, inançları da bölmüş durumda.

Sultan İshak Türbesi, Kirmanşan Eyaletinin Dalaho kentine bağlı Zerde, Peraw, Yaran ve Piran adındaki dört köyden oluşan bölgede yer alıyor. Kakailer, türbeye gitmek için önce Geliyê Hawar’a, oradan vadi boyunca ilerleyerek Pirdiwar’a ardından Sirwan suyu üzerindeki köprüden pasaportla Dalaho’ya geçmek zorundalar.

Sultan İshak Türbesini ziyaret eden bir Kakai, haç vazifesinin bir bölümünü tamamlamış oluyor. Geri kalan bölümünü ise Geliyê Hawar’da tamamlamak zorunda.

Kakailer için en kutsal gün 21 Mart’tır. Çünkü o gün Sultan İshak’ın doğum günüdür. Dünyanın birçok yerinde yaşayan Kakailer, 21 Mart günü Geliyê Hawar’a akın ederler. Hawar köyünde bir araya gelen Kakailer topluca sınırın öte tarafındaki Sultan İshak Türbesi’ni ziyaret edip, ardından Geliyê Hawar’a dönüp cem yaparlar.

OSMANLI'DAN SADDAM'A

Şêrzat ile sohbetimizin bu bölümünde Kakailere yönelik baskı ve saldırıları konuştuk. Şêrzat, Kakailer ve Hawar köyüne yönelik imha seferleri ve katliamların yüz yıllardır sürdüğünü anlatıyor.

Şerzat, baskıların temel sebebinin inançları olduğunu ifade etti ve anlatmaya başladı: “Sürekli namaz kılınmaya zorlandık. Din değiştirmemiz dayatıldı. Oysa bizim kendi namaz ve oruç günlerimiz var. Size atalarımızın, dedelerimizin anlattığı bir olayı anlatayım: Osmanlı paşası müfrezesini Hawar köyü üstüne gönderiyor. Askerler, Kakailere İslamiyeti anlatmışlar, sonra namaz kılmanız gerekir demişler. Bizimkiler inançlarına göre yaşayacaklarını, bundan hiç taviz vermeyeceklerini söylerler. Paşa ferman çıkartır; ya namaz kılacaksınız ya da her gün 20 kişiyi ücretsiz çalışmak için göndereceksiniz, demiş. Bizimkiler birkaç gün her evden bir kişiyi göndermişler. Sonra Kakailer buna isyan edip dağa çıkmışlar. Osmanlı, askerlerini Kakailerin üzerine sürünce yoğun çatışmalar yaşanıyor. Çok sayıda Kakai katledilir. Ancak inançlarından taviz vermiyorlar.”

TOPLAMA KAMPLARI

Kakailere yönelik katliam politikası 1970’li yıllarda farklı bir boyut kazanır. Dönemin Irak Başkanı Ahmed Hasan el-Bekir tüm Kürdistan için toplu köy projesini başlatır. Behdinan, Xakurkê, Lolan, Qendil, Zagros hattındaki köylerin boşaltıp; Hewler, Süleymaniye, Ranya, Diyana, Zaxo, Duhok, Kaledizê ve Halepçe yakınlarında toplama kampları kurar.

Hasan el-Bekir, Kakailer için de bir kamp kurar. Bu kamp Halepçe’nin Enab köyünde kurulur. O sırada Saddam Hüseyin darbe yapar ve iktidarı ele geçirir. Ancak Saddam bu politikayı olduğu gibi devam ettirir. Enab köyünde yapımı başlatılan kamp henüz tamamlanmamasına rağmen Kakailere köylerini boşaltıp kampa geçmeleri için süre tanınır. Kakailer buna karşı direnir ve köylerini boşaltmazlar. Ancak sonbahara doğru Saddam ordusunu Geliyê Hawar’a sürer ve Kakailere köylerini boşaltmaları için iki saat süre verir.

Kakailerin bir daha köylerine geri dönmemeleri için evleri tek tek yıkılır.

ÖLÜM YOLCULUĞU

O dönemler genç bir delikanlı olan Şêrzat şöyle anlattı: “O zaman Geliyê Hawardaki Hawara Kon, Hawara Nu ve Dara Tuyê köylerinde 192 aile yaşıyordu. Hepimizin ceviz ağaçları, kiraz, incir, nar, üzüm bahçe ve bağlarımız vardı. Toprak kovanlarda her ailenin en az 50 kovan arısı vardı. Yine hayvanlarımız vardı. Arılarımızı, bahçelerimizi bırakıp gitmek zorunda kalmıştık. Sadece hayvanlarımızı önümüze katarak yaya bir şekilde yürüyüp Enab’a gittik. Kadınlar, yaşlılar, çocuklarla saatlerce yürüdük. Korkunç bir fermandı. Hepimizin başı önüne eğikti. Çünkü doğup, büyüdüğümüz, tüm kutsallarımızın olduğu vadimiz, köyümüz, evlerimiz, tarla ve bahçelerimizden sürülüyorduk. Tarifsiz bir acıydı. Hiçbirimiz o günü unutmadık. Ve her Kakai o günü doğan çocuklarına anlatır. Şimdi gidip on yaşındaki çocuğa sorun size o günü kendisi yaşamış gibi anlatır. Kampa gittik. Küçük odalardan oluşan evlere bizi yerleştirdiler. Büyük evlerimizden, güzel doğamızın içinden çıkıp o beton evlere yerleşmek ölüm gibiydi.”

Şêrzat bunları anlatırken tek odalı evinin duvarına astığı ve gençlik günlerinden kalma fotoğraflarla çok eski zamanlarını bize gösteriyor. Fotoğraflardan birinde Şêrzat boşaltılmadan önce köyde bulunan Çayxana’da, köye gelen misafirlerle görünüyor. Başka bir fotoğrafta ise birkaç atlının yanında duruyor. Şêrzat fotoğrafın 1972 yılına ait olduğunu, atlıların ise köye getirilecek gelini karşılamaya gidecekleri zamanda fotoğrafın çekildiğini belirtiyor.

HAWAR'A GİTMEK, DÖNMEK YASAK

1979 yılında Geliyê Hawar Baas rejimi tarafından zorla boşaltıldıktan sonra bölgeye giriş yasağı getirilir, köylere Irak askerleri yerleştirilir. Üstelik zor zamanlardır. Bir taraftan kampta yaşamak zorundalar, bir taraftan İran-Irak savaşının olduğu zamanlardı. 1991’e kadar devam eden Körfez savaşından sonra Saddam Hüseyin zayıfladığı için askerlerini Geliyê Hawar’dan çekmek zorunda kalır. O günden sonra Kakailer yeniden köylerine dönmek isterler ancak bu kez İslamcı gruplar engel olurlar.

Bu kez Güney Kürdistan’da başta Ensar El İslam grubu ve diğer islamcı yapılar Kakailerin yurduna yerleşirler. Kakailer bu gruplar tarafından ‘katli helal’ denilerek hedef gösterilir. İran-Irak savaşından kurtulan Kakailerin kubbe, ziyaret ve kutsalları İslamcılar tarafından tahrip edilir.

2003 yılında ABD’nin Irak’a müdahalesiyle birlikte Kakailer köylerine dönmeye başlar. Yakılıp, yıkılmış köylerini, türbelerini, evlerini onarırlar. Ve Kakailer için hayat yeniden başlar.

Topraklarına dönmelerine rağmen Geliyê Hawar hala yıkımın izlerini taşıyor. İnançlarından ötürü Güney Kürdistan hükümeti buralara tek bir hizmet götürmüş değil. Telefonsuz, elektriksiz, yolsuz ve sussuz bir köydür Hawar.

Hawar köyünün kışı sert geçer. Yollar kapanır. Bundan ötürü Kakailer kış aylarını şehirde geçirmek zorunda kalırlar.

VADİDE ACININ VE YIKIMIN İZLERİ

Şêrzat’a sorabileceğimiz daha birçok soru vardı. Beklediğimiz Seyid Serhat geç geleceği için geri dönmeye karar verdik. Vadiden çıkıp sınır güvenlik noktasını geçtikten sonra karşıdan gelen Kakai Seyid Serhat’la karşılaştık. Geç kaldığı için özür dileyerek, hazırlık yaptığını bize yemek ısmarlamadan bırakmayacağını, Hawar’da gezdirip göstermek istediği yerler olduğunu söylüyor. Kakai Serhat ile yeniden Hawar’a dönüyoruz.

Seyid Serhat ile birlikte Hawara Nu köyünün üstünden çıkıp bir boğaza vardık. Boğazda bir kulübe vardı. Duvarlarında Soranice yazılar vardı. Burası Irak sınır askerlerinin nöbet tuttuğu mekanmış. Boğazı geçtikten sonra bu kez Geliyê Hawar’ın farklı güzel bir yüzü çıktı karşımıza. Vadi yemyeşildi. Boğazı biraz geçtikten sonra durduk. Seyid Serhat vadinin dibindeki yeri göstererek ‘’İşte bu da bizim mezarlığımız’’ dedi. Mezarlık köylerden daha bakımlıydı. Mezar taşları düzgün, çiçekler ekilmiş, etrafı duvarla çevrilmişti. Seyid Serhat, “dünyanın neredesinde olursa olsun bir Kakai ölünce buraya gömülmesini vasiyet eder. Aileleri de onları getirip buraya gömerler. İsimleri Kakai olarak geçenler tabi. Gerçi son zamanlarda bazı insanlarımız öldükleri yerlere gömüldüler” diyor.

Mezarlığın büyüklüğünü görünce bir arkadaşımın köylerine ilişkin anlattığı hikayeyi hatırlattı; “Bizimkiler nerede ölürse ölsün götürülüp köye gömülüyorlar. Onun için zamanla köylerimiz küçülürken mezarlıklarımız büyüdü…”

HAWAR'IN KUTSAL İNCİRLERİ

Dağın yamacından, vadinin içinden geçen yoldan yaklaşık on beş kilometre kadar daha gidince Hawara Kon denilen köyün üzerine geldik. Seyid Serhat “arabaları vadinin içine indirip çıkarmak zor. O yüzden arabaları burada bırakıp yürüyerek gidelim” dedi. Yürümeye başladık. Vadinin sıfır noktasına varmadan yolun sağında, solunda yıkılmış, sadece temelleri kalmış ev kalıntıları karşımıza çıktı. Seyid Serhat, “İşte 1979 yılında Saddam tarafından halkımızın içinden zorla çıkarılıp yakılan, yıkılan evleri” dedi.

Başurê Kürdistan’da gittiğim her yerde egemenlerin yakıp yıktığı köyler, evlere rastlamıştım. Behdinan, Zagros, Xakurkê, Lolan ve daha birçok yerde böylesi yıkımların kalıntılarına rastlamıştım. Şimdi de Geliyê Hawar’da bu kalıntılarla karşılaşıyordum.

Sağlı, sollu yıkılmış evlerin temellerinin arasından geçerek vadinin dibindeki dereye vardık. Berrak bir su akıyordu. Soğuk suya ayaklarımızı koyup birer sigara içtikten sonra köprünün üzerinden geçerek vadinin karşı tarafına geçtik. Karşı tarafta evlerin yıkıntıları arasında bir süre ilerledikten sonra bir patikaya girdik. İncir, nar ağaçları patikanın üstünü kapatmıştı. Seyid Serhat önde biz arkasında yürüyoruz. Seyid olgunlaşmış incirlerden toplayıp, toplayıp bize veriyor. “Hawar’ın kutsal incirleri bunlar. Geliyê Hawar’a  gelip kutsal incirlerinden yemeden gitmek olmaz’’ diyor.

Biraz daha ilerledikten sonra kırmızı boya ile boyanmış, bir kapı çıktı karşımıza. Dikkatlice baktığımda kapının sağında ve solunda birkaç taşla biraz yükseltilmiş örülmüş bir duvar olduğunu gördüm. Duvarın taşları da kırmızı boya ile boyanmıştı. Seyid Serhat, “Burası da bu kutsal topraklarımızdaki  Mirê Sür yani Kızıl Bey dediğimiz bir ziyaretimiz. Ziyaretin bittiği yerde bir de çeşmesi var. Şimdi gidip Mirê Sur’un çeşmesinden dilek suyumuzu içeriz” dedi. Mirê Sur ziyaretinin alt tarafından geçerek çeşmeye gittik. Seyid Serhat ‘’çeşmeye ayakkabı ile gidilmez’’ diyerek, ayakkabılarını çıkarıp çeşmenin başına gitti. Mirê Sur çeşmesindeki tası önce yıkadı. Sonra suyundan doldurup bize uzattı. Suyu uzatırken de, “Mirê Sur çeşmesi dilek çeşmesidir. Suyundan içerken tutulan dilek yerine gelir” dedi. Kakai Seyid’i Seyid Serhat’ın elinden dilek suyundan içerken bende bir dilek tuttum.

Mirê Sur ziyaretinin bulunan ağaçlarda dağdağan ağaçlarıydı. Daha önce Şeyh Şahabettin Ziyaretin’de de aynı ağaçları görmüştüm. Ağaçlardan ikisi çok yaşlı olmasından galiba ortadan kırılıp devrilmişti. Seyid Serhat’a “neden bu ağaçları kaldırıp altını temizlemiyorsunuz” diye sordum. Seyid Serhat, “Buradaki hiçbir şeye hiç kimse dokunamaz. Buradan bir çöpü bile kaldıramazsınız” diyerek, Mirê Sur’un Kakailer için kutsal olduğunu vurguladı.

Mirê Sur ziyaretini de görüp, kutsal ve dilek suyundan içtikten sonra geldiğimiz yoldan geri döndük. Serhat karşı vadinin karşı tarafındaki dağın yamacını göstererek, “O yamaçta iki kutsal iki Şunpê var. İki kutsal insanımızın oradan geçerken kalan ayak izleridir. Orası da ziyaretlerimizden biridir. Ancak vakit geç olduğu için sizi götüremiyorum. Artık bir daha ki sefere” dedikten sonra yolumuza devam ettik. Şêrzat’ın evine geldik. Yemeğimizi hep birlikte hazırlayıp yemeye başladı.

Vadiye yavaş yavaş karanlık çöküyordu, derin bir yalnızlık duygusu gibi. Şêrzat’ın evinden çıkıp boğaza doğru yol alırken içimi bir hüzün kapladı. Sanki onları vadide kaderleri ile baş başa, ıssızlığın içinde bırakıp gidiyormuşum gibi. Boğaza doğru ilerledikçe hüznüm daha da ağır basmaya başladı. Boğazı geçip Halepçe’ye doğru yol alırken gün boyu Hawar’da yaşadıklarımı düşünmeye başladım. Geliyê Hawar’dan büyük bir hüzünle ayrıldım ama Kakaileri tanıdım. Yaşadıkları acılara bir nebze de olsa ortak olduğumu anladım…

Kaynak: Yeni Özgür Politika