Rıza Altun, Önder Apo’nun ilk yoldaşlarından ve PKK’nin kurucu önderlerinden biri olarak Kürt özgürlük mücadelesinin sembol isimlerinden oldu. 25 Eylül 2019’da şehadete ulaşan Rıza Altun’un mücadele ruhu, PKK’nin 12. Kongresi sonuç bildirisinde onurla anıldı.
Yoldaşları Haydar Varto, Serhat Engizek ve Rauf Karakoçan, ANF’nin sorularını yanıtlayarak Rıza Altun’un bitmeyen kararlılığını, fedakârlığını ve halkına adanmışlığını anlattı.
ÖNDERLİK SAHASINDA TANIŞMA
Rıza Altun'u nasıl tanıdınız?
Haydar Varto: Tabii, Rıza arkadaşla tanışıklığımızı, yaşadığımız anıları anlatmadan önce, başta Heval Rıza ve Ali Haydar Kaytan’ın şahsında tüm şehitlerimizi şükran ve minnetle anıyorum, saygılarımı sunuyorum.
Rıza arkadaşın anısını anlatmak gerçekten hem biraz zor hem de kolay. Sebebi şu: Zordur, çünkü şehadeti gerçekten bir hüzün yarattı. Çok arkadaşlığımız oldu, epey zaman geçirdik, iyi anılarımız oldu ve hoş geçirdiğimiz dönemler oldu. Dolayısıyla da Heval Rıza’nın anılarını anlatmak, hayatını dile getirmek hem hüzün verici hem de tabii ders çıkarıcıdır. Bu açıdan biraz zor. Kolay, çünkü Heval Rıza çok hayat dolu, esprili, zeki ve oldukça arkadaşlığı güzel bir arkadaştı. İnsan onunla her zaman yaşamak isterdi. O açıdan da çok sade ve güzel bir yaşama vardı ve anlatılması kolaydı.
Önderlik sahasında hem 96’da hem de 97’de kaldım. O dönem orada karşılaştık. Daha önce adını duymuştum. Dışarıdayken, gerilladayken, cezaevindeyken; Heval Rıza’nın cezaevi direnişini, yaşamını onu tanıyan, bilen arkadaşlar anlatıyorlardı. O konuda bilgimiz vardı. Rıza Altun adını duymuştuk. Tabii ilk katılan arkadaşlardan olduğu için tanınan bir arkadaştı. Ama yakinen tanışıklığımız yoktu. Öyle uzaktan sadece biliyorduk; böyle bir arkadaş var, direnişçi bir arkadaş, Amed Zindanı’nda kalmış, Hayri ve Mazlum arkadaşlarla orada direnmiş ve büyük bir direniş göstermiş. O açıdan tabi adını duymuştuk.
Ama fiilen karşılaşmamız ve görüşmemiz 96 mıydı veya 97 miydi, tam hatırlamıyorum; Önderlik sahasında oldu. Orada görüştük. Ben eğitim devredesindeyken, Heval Rıza da Suriye’de çalışmalar yürütüyordu. Bir ara akademiye uğradı. Bizimle konuştu, tartıştı. Tabii o zaman tam tanışmıyorduk. Kısa bir görüşmeydi. Beraber uzun süre kalmadık, yani ilk tanışmamız öyle oldu.
Daha sonraki tanışmamız ise dağ sahasında oldu, yani gerilladayken. 2007 veya 2008’de Xinêrê’de beraberdik. Diyebilirim ki 2007-2008’den 2014’ün ortalarına ya da yazına kadar beraber kaldık. Yani çalışmalarımız hep ortak oldu. Siyasi Komite’de ortak çalışmalar yürüttük. Bu süre boyunca epey tartışmamız, ondan öğrendiğimiz çok dersler oldu. Gerçekten de hep saygıyla anacağımız, hatırlayacağımız güzel ve beraber geçirdiğimiz dönemler oldu.
İLK KARŞILAŞMA ZAP’TA
Rauf Karakoçan: Heval Rıza ve Ali Haydar Kaytan’ın şahsında tüm şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Kuşkusuz, PKK 12. Kongresi’nde ilan edilen bu şehit arkadaşların, parti yaşamında da bizim mücadele yaşamımızda da ayrı bir yeri var.
Rıza arkadaşı 96’nın baharında, Zap’ta tanıdım. Rıza Arkadaş, Zap Karargahı’nın sorumlusuydu. Biz de şehirden gelmiştik, 30’a yakın bir arkadaş grubuyduk. Hepimizi karargâhın girişinde ayakta karşıladı ve tek tek merhabalaştık. Heval Cuma gelene kadar bir aydan fazla karargâhta bekledim. Karargâhtan ayrılmadan önce, günü birlik görüşüyorduk. Rıza arkadaşla böylece tanışmış oldum.
Bıraktığı ilk izlenim, sert imajlı bir kişiliğe sahip olmasıydı. Hatta kısmen bir havalı duruşu vardı. Rıza arkadaşı gıyaben de tanıyordum. Cezaevlerinde PKK ana davaları vardı. Ben de bir süre cezaevinde kaldığımdan kaynaklı, iddianamelerin çoğunu okudum. O iddianamelerde Rıza arkadaşın adı çok geçiyordu. O iddianameler aracılığıyla gıyaben Rıza arkadaşı tanımıştım.
Çok aktif biri, eylem düzeyi yüksekti. Sürece damgasını vuran yöneticilik yapmış, askeri komutanlık yapmış, öncü kadrolardan biri olarak o kayıtlara geçmişti. İlk gördüğümde de bu duruşa, edaya sahipti. Heybetli ve kendisine has bir duruşu vardı. Otorite sahibi, kendi hakimiyetini kurabilen, kendisini dinletebilen ve sözünü geçirebilen bir kişiliğe sahipti.
1976 TUZLUÇAYIR’DA BULUŞMA
Serhat Engizek: Heval Rıza ve Heval Fuat şahsında tüm şehitlerimizi saygıyla, hürmetle anıyorum. Heval Rıza’yı 1976’nın sonbaharında, Ankara Tuzluçayır’da tanıdım. Benim biraz Apo’culuğa ilgim vardı. Daha 19-20 yaşlarında bir gençtim. Avrupa’da arkadaşlarım vardı. Bu arkadaşların bir kısmı Tuzluçayırlı’ydı. Onların ilişkileri vardı. O Tuzluçayırlı grubuyla öyle bir ilişkilenmem oldu. Gidip gelmeler oldu, tartışmalarımız oluyordu.
Fakat sosyalizmi, devrimciliği, Apo’culuğu hiç tanımayanlardandım. Ama sol eğilimim özellikle de Kürt meselesine ilgim vardı. Onun için Apo’culuk ilgimi çekti. Apo’culara katılmak için Avrupa’dan Tuzluçayır’a dönme kararı aldım. Apo’cuların da artık ismi duyuluyordu, eylemsellik içindeydiler. Geldim, arkadaşlarla görüştük. Heval Rıza’nın kardeşi Haydar (Kara Ömer) ve diğer arkadaşlarla; Ali vardı, Yusuf vardı, başka arkadaşlar da vardı, onlarla görüştük. Yani o grubun hepsini tanıdım. Öyle bir hafta kadar orada birlikte yaşadık, birlikte kaldık, tartışmalar yaptık.
Daha sonra o arkadaşlar, ‘Eğitim var, eğitime gidelim’ dediler. Ben de geleyim dedim. Haydar arkadaş, ‘Bir arkadaşlara sorayım’ dedi. Çünkü onlarla örgütsel bir faaliyet içerisinde değildim. Bir de başka bir örgütle ilişkim vardı. Heval Rıza’ya sormuşlar, o da ‘Daha erken, sonra olabilir’ demiş. O arkadaş da mahcup oldu. Onlar eğitime gidecek, ben onlarla gidemeyeceğim. Nasıl anlatacağını düşünüyordu. Ben de ‘O zaman bana güvenmiyorsunuz. Nasıl arkadaşlık yapacağız?’ dedim. Kimin kabul etmediğini sordum. O da ‘Şirket’ dedi. Heval Rıza, şirket olarak bilinir ve tanınırdı.
Ben de kendisini görmek istedim. Haydar arkadaşla bir kahvede oturmuş, köşede sohbet ederken Heval Rıza oradan geçti. Kalktım, peşine verdim. Heval Rıza’yı bir sokağa girerken yakaladım. ‘Dur seninle işim var’ dedim. Bana böyle bir baktı, ‘Senin benimle ne işin olabilir’ dedi. Dedim, ‘Sen böyle böyle demişsin.’ ‘Benim şimdi bir işim var, seninle uğraşamam’ dedi ve gitti. Ben de mecbur oradan ayrıldım. Bana güvenmediklerini düşünüyordum. Ben bunlarla nasıl çalışayım diyordum. Alınmıştım. Arkadaşlara gidip ‘Sizinle çalışmıyorum’ dedim. İlk tanışmamız öyle oldu.
Rıza Altun’un mücadelesine, katılım ve duruşuna ilişkin neler söyleyebilirsiniz?
‘PRATİK ZEKÂSI ÖN PLANDAYDI’
Haydar Varto: Heval Rıza ile 2007 ve 2008 yıllarından sonra daha yakından tanışma fırsatımız oldu. O dönem Avrupa’dan gelmişti. Avrupa’da da o zaman bazı sorunlar yaşanmıştı. Daha sonra yanımıza geldi. Heval Rauf da yanımızdaydı, beraber kaldık. Heval Rıza, daha çok bize akıl danışmanlığını yapıyordu. Her şeyden önce, Heval Rıza çok zeki bir arkadaştı. Gerçekten çok zekiydi. Pratik zekâsı çok ön planda olan bir arkadaştı.
Normalde okula çok gitmemişti; sanıyorum ilkokul mezunuydu. Ama kendisini çok iyi yetiştirmişti. Avrupa’da çok kitap okumuştu. Örgüt içinde çok kitap okumuştu. Cezaevinde çok kitap okumuştu. İyi bir aydındı. Kendisinde ileri düzeyde bir aydınlanma yaratmıştı. Gençlik yıllarında sokak kabadayısı olmasına rağmen, kendisini sürekli yetiştiren, okuyan, araştıran, aydınlatmaya uğraşan bir arkadaştı.
‘ESPRİLİ YÖNÜ ÇOK ÖN PLANDAYDI’
Örgütün ideolojik ve teorik konularını çok iyi tartışan, izah eden, eğitim veren, analiz eden bir özelliğe sahipti. Yazdığımız kitaplara tam hâkim değildik, abuk sabuk şeyler de yazıyorduk. Bizimle dalga geçiyorlardı. Biz de daha çok araştırıyorduk. Derken iyi bir kitap çıktı. İyi bir araştırma yaptık.
Heval Rıza, daha çok araştırmaya ve öğrenmeye teşvik ediyordu. Biraz da esprili, zekice, bazen dalga geçerek arkadaşları daha çok araştırmaya, incelemeye, daha çok düşünmeye teşvik ediyordu. Esprili yönü çok ön plandaydı. Diyelim ki sen bazen çok gergin olduğunda, tepki duyduğun, senin için çok büyük olan bir olayı, çok basit esprilerle onun hiç öyle olmadığını sana kavratırdı.
Hayatı anlamlandıran, mizahi ve espri gücü yönüyle, anlatım yönüyle, hayatın derinliğini bilen, hayatla biraz da dalga geçen bir arkadaştı. Ve onun için de o özellikleri çok sevilen bir arkadaştı. Heval Rıza’nın olduğu yerde hayat bitmezdi. Espriliydi, neşeliydi; etrafı şen, düğün, dernek gibiydi. Çok yaratıcı, çok hayat dolu bir arkadaştı.
‘BİR OKUL GİBİYDİ’
Rauf Karakoçan: Takriben iki yıla yakın bir süre aynı ortamlarda kaldık. Günübirlik diyaloglarda, toplantılarda, tekmillerde ve pratik işlerde birlikte kaldık. Kitleyle ilişkileri muazzam canlıydı. Onu tanıyan adeta bağımlı hale gelirdi. Üslubu, diyalogları, sohbetleri ve esprileriyle bir çekim merkezi haline geliyordu. Onun bulunduğu yerde zaman çok çabuk geçerdi.
Hazır cevap bir kişiliğe sahipti. İşler sıkışınca, mutlaka o işin önünün açmak için baskıcı oluyor, bir çözüm buluyordu. Her şeyden önce nüktedan, esprili, hazır cevap ve çok zeki biriydi. Rıza arkadaş, bir okul gibiydi. Hem edebiyat alanında hem şiir alanında hem de diplomatik alanda bir okul misaliydi. Çok dobra biriydi.
Diplomatik faaliyetler yürüttüğü dönemde kamp yaşamına ilişkin bir anısını anlatayım: Irak’la işler istenilen düzeyde yürümüyordu. Saddam döneminde atanan bir subay vardı; adı Ebu Nawaf’tı. Maxmur Kamp’ının sorunlarını halletmek için Ebu Nawaf ile zaman zaman toplantılar yapıyordu.
Bir gün, toplantı istendiği gibi ilerlemeyince Rıza arkadaş, ayağındaki terliği fırlattı ve Saddam gibi bir yönetimin subayını kovdu. Irak’ın temsilcisiydi ve Rıza arkadaşın karşısında tir tir titriyordu. Bir devletin temsilcisini kovmuştu; o denli otoriter bir arkadaştı.
Tabii kamp sakinleri bu duruma çok sevinmişti. Halkta büyük bir moral, büyük bir güven, büyük bir coşku yaratmıştı. Attığı adımların riskini de alıyordu. Bunu getirisi nedir, götürüsü nedir? diye de düşünür, bunun hesabını çok iyi yapardı. Rıza arkadaşın kazanamayacağı bir şey yoktu; kazanamayacağı bir şeye de çok girmezdi ha. Yani hesap ediyordu, o tavrı da çok netti. En zor şartlarda bile insanları güldürebilen, insanları hareketlendirebilen, iş yaptırabilen bir yeteneği vardı.
Haydar Varto: Heval Rauf’un, Maxmur anlatımlarını tamamlamak amacıyla bir iki kelime ekleyeyim: Esasen Maxmur’un hâlâ var olmasını sağlayan Heval Rıza’dır. Heval Rıza olmasaydı, o kamp orada duramazdı. Kamptaki halk hâlâ Rıza arkadaşı unutmamıştır ve Maxmur halkının gönlünde Heval Rıza’nın yeri bir başkadır.
‘KENDİNE GÜVENEN VE İNANAN BİR YOLDAŞTI’
Serhat Engizek: Heval Rıza ile ikinci görüşmemiz 1993-1994 yıllarında, akademide oldu. İlk görüşmemiz çok kısa, ayak üstüydü. Akademide tartışmak istedim, çünkü ilgiyle izlediğim bir arkadaştı. Zindan direnişi, cesareti, duruşu hep anlatılırdı. Bir de aynı yöredendik. Yöresel olarak da bir bağımız vardı. Ayrıca aile dostluğumuz vardı. Yani ilgiyle izliyordum ve tanımak istiyordum.
Önderliğin yanından gelmişti. O arada ders veriyordu; özel savaş üzerine ders verdi. O esnada bir fırsat oldu ve kendisine, ‘Sen niye böyle soğuksun’ diye sormuştum. ‘Sen beni soğuk mu görüyorsun? diye sordu. ‘Fazla soğuk görüyorum, normal soğuk da değil’ dedim. Sonraları baktım ki aslında öyle değilmiş. Meğerse bu, otoriterliğinden kaynaklıymış.
Aslında kendine güvenen, kendine inanan, direnişçi ve korkusuz bir arkadaştı. Çocukluğundan beri öyle yetişmişti. Bu, parti saflarında da böyle gelişti. Kendine güvendiği için hazır cevap bir durumu da vardı. Bu arkadaş kırılır mı, üzülür mü, farklı mı anlar biçiminde yaklaşmazdı. İyi bir ilişki uzmanıydı. İnsanlarla ilişkileri, eğiticilik üzerinden gelişirdi.
Mesela kitap okurdu ve arkadaşları da okumaları için teşvik ederdi. İlgini çekip senin de okumanı sağlardı. Önemli gördüğü, araştırıp incelediği konuları özet biçiminde paylaşırdı. Senin de ilgini çekip teşvik ederdi.
İnsan ilişkilerinde de öyleydi. İnsanları çekebiliyordu. Mizahi yönü çok güçlüydü. Hatta benim bildiğim, Önderlik ve Heval Cuma dışında bütün arkadaşlarla mizah yapıyordu. Zaten arkadaşlar gelince, ‘Rıza sen yine bizi makaraya mı alacaksın?’ diyorlardı.
ÖNDERLİKLE İLİŞKİSİ ÇOK DOĞALDI
Önderlikle ilişkilenme tarzı, en çok etkilendiğim husustu. Birçok yönetici arkadaş vardı; onların Önderliğin ilişkisi, Heval Rıza’nınkinden farklıydı. Düşündüm, niye bunlar farklı? Onlar daha çok resmiydi; Önderlik bir şey söylediğinde, ‘Tamam başkanım’ diye cevap verirlerdi.
Heval Rıza öyle değildi. Önderlikle bahçede sohbet ediyorlardı. Önderlik, ‘Gel gel, bu senin hemşerindir’ dedi. Rıza arkadaş da ‘Bu benim hemşerim değil. Ben Kayseriliyim, O Maraşlı’dır’ dedi. Yani ilişkileri çok farklıydı, çok doğaldı; iki arkadaş gibiydiler. Tabii Önderliğe saygısı büyüktü, ama doğal bir ilişkilenme de söz konusuydu.
Heval Rıza çok politik bir insandı. Söylediği hiçbir şeyi boşuna söylemezdi. Zeki ve politik güce sahipti. Gerçekten direnişçiydi; kendine inanan, güvenen, kendini ve çevresini eğiten özellikleri öndeydi. Çekiciydi. İnsanlara nasıl hitap edeceğini, nasıl birleştireceğini, onların toplumsallığını nasıl geliştireceğini iyi bilirdi. Bu konuda uzmandı.
Anılarınızı anlatır mısınız?
‘ESPRİLİ BİR ARKADAŞTI’
Haydar Varto: Önderliğin esareti ardından, yani 1999’dan sonra -tam yılını hatırlamasam da- bir toplantımız olmuştu. Önderlik yakalanmıştı; çok büyük bir kargaşa vardı, duygusal bir atmosfer hâkimdi ve arkadaşların tepkili olduğu bir süreçti. Önderliğin ‘Sümer Rahip Devletinden Demokratik Cumhuriyete’ çözümlemeleri gelmişti. Önderliğin ilk savunmalarından sonra yaptığımız kapsamlı bir toplantıydı.
Kalktım, bir değerlendirme yaptım. Dedim ki: Önderlik, Türk devletini yumuşatmak için böyle politik bir yaklaşım sergiliyor. Önderliğin stratejiyi kökten değiştirdiğinin, yeni bir ideolojik yaklaşım geliştirdiğinin, yeni politik bir hat oluşturduğunun çok farkında değildik. Ben daha şiddetli yönelimleri engellemek için yapıyor diye düşünüyordum, taktiksel bir yaklaşım olarak ele alıyordum. Birçok arkadaş da öyle anlıyordu; ben de onlardan biriydim.
‘Önderliğin değerlendirmelerini yadırgamamak lazım, taktiksel yaklaşımlardır; köprüden geçinceye kadar ayıya dayı demek gerekir’ diye bir değerlendirmede bulunmuştum.
Heval Rıza ile yan yana oturmuştuk. Bir baktım, bir arkadaşa karikatür çizdirdi. Karikatürde bir köprü vardı; ben o köprüden geçiyorum, köprünün üstünde bir ayı var. Ben de ayıya, ‘Dayı, dayı, dayı geçebilir miyim?’ diyorum. O toplantı içinde öyle bir güldük ki… Arkadaşlar, bunlar neye gülüyor diye bize bakıyordu. Demek istediğim şu ki; Rıza arkadaş, böyle çok esprili bir arkadaştı.
‘ARAŞTIRMAYA VE İNCELEMEYE TEŞVİK EDİYORDU’
Rauf Karakoçan: Ben ve Haydar (Varto) arkadaş, Xinêrê’de birlikteydik. Rıza arkadaş da Avrupa’dan yeni gelmişti. Bilim Aydınlama’da birlikte kaldık. Rıza arkadaşla aynı çadırda kalıyordum. Hukuk kitabını ortak yazmıştık. Aslında Heval Haydar, Serhat ve ben -biz üç arkadaş- görevlendirilmiştik. Ben ve Rıza arkadaş, hukukun tarihsel geçmişini araştırıyorduk. Sümer tabletleri, Hammurabi’nin yazılı kanunları, Yunanistan’daki Solon yasaları, Roma kanunları gibi tarihsel kaynaklar bize aitti.
Mesela biz Solon’u araştırdığımızda, Solon’un bir aristokrat, Yunan’ın aristokrasisinden geldiğini ve anayasayı hazırladığını gördük. Anayasayı hazırladıktan sonra ise, bu anayasa bize hizmet etmesin diyerek, on yıl boyunca Yunanistan’ı terk ediyor. Rıza arkadaş da ‘Ya bu Solon ne acayip bir insan’ diye takılmıştı. ‘Ne kadar vicdanlı bir insan. Sırf çıkardığı bu anayasa kendi çıkarına uygun olmasın diye, millet böyle anlamasın diye on yıl Yunanistan’ı terk ediyor’ demişti.
‘Prens’ meselesini ise Önderliğin bir çözümlemesinde okumuştum. Rıza arkadaş, Önderlik sahasından ülkeye geleceği zaman platformu oluyor. Bu platformda Önderlik, yaptığı değerlendirmede Rıza arkadaş için ‘PKK’nin Prensi’ değerlendirmesinde bulunuyor. Sonradan bunu Heval Rıza’yla da paylaştım.
‘Zaten ben prensiyim’ dedi. Ama nasıl prens? Makyavelli’nin bahsettiği prens mi? Gramsci’nin bahsettiği modern prens mi? ‘Yok’ dedi, ‘Ben PKK’nin prensiyim.’
Yaşamında böyleydi. Hiçbir arkadaşa benzemeyen bir duruşu var.dı Nazım Hikmet’in bir şiirini okurdu, ardından da ‘Sen bu şiirin ismini biliyor musun?’ derdi. Yani hem söylüyor hem de öğretiyordu. Nazım Hikmet’in şiiri olduğunu biliyordum, ama adı aklıma gelmemişti. ‘Cahil adam, okumuyorsun tabii ki bilmezsin, okuman gerekiyor’ diyordu. Teşvik ediyordu. Ne kadar sorduysam da şiirin adını söylemedi ve adını kendim buldum. Şiirin adı ‘Davet’ti.’ O şiirin isminin Davet olduğunu orada öğrendim. Araştırmaya, incelemeye böyle teşvik ediyordu.
Öğreticiydi. Dalga geçmek, espri yapmak, tiye almak bir öğretim yöntemiydi. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim; PKK içerisinde Rıza arkadaş kadar kitap okuyan arkadaş, pek nadirdir. Kendisine ait kütüphanesi vardı. Nereye giderse, o iki valize yerleştirdiği kütüphanesini kendisiyle götürürdü. Elinin altında kitap bulunduran tek arkadaştı. Bu özellik hiçbirimizde de yoktu.
‘KEMAL PİR’İ RIZA ARKADAŞLA TANIDIM’
Siyasette, diplomaside, edebiyatta, şiirde kendini geliştiren özelliklere sahipti. Asker alandan tutalım, başka alanlara kadar. Aslında ‘PKK’nin Prensi’ tanımlaması da buradan geliyor. PKK içerisinde farklı bir yaşam tarzı, faklı bir duruşu vardı. Önderliğe karşı da böyleydi, Heval Cuma’ya karşı da böyleydi. Rıza arkadaşla uzun yıllar kalmama rağmen, bir gün olsun Cuma arkadaşın yanında sigara içtiğini görmedim. Hep saklı içerdi. Saygıya dayalı bir resmiyeti vardı.
Rıza arkadaşın en çarpıcı özelliklerinden biri de parti ortamında Kemal Pir’e benzetilmesidir. Kandil’de birlikte kaldığımız bir süreçte, Kemal Pir’in bir yeğeni gelmişti. O da uzun uzadıya sadece Kemal Pir hakkında, Rıza arkadaş anılarını anlattı. Bir buçuk saatten fazla ses kaydı da yaptı. Eğer o ses kayıtları arşivde bulunup yayınlanırsa, çok öğretici olacaktır.
Kemal Pir’i, Rıza arkadaştan en iyi o zaman öğrendim. Anladım ki Kemal Pir’in ruhu ikiziydi. Cıva gibi akışkanlığı, iş bitiriciliği, gözü karalığı ve eylemciliği. Gençliğin ders çıkarması gereken birçok özelliği var. Daha önceleri, Rıza arkadaşın Kemal Pir’le bu kadar ortak özelliklerinin olduğunu bilmiyordum. Kemal Pir’i anlatırken farkına vardım.
TARİHE MAL OLMALI
Rıza Altun nasıl yaşatılmalı, anısına nasıl bağlı kalınmalıdır?
Haydar Varto: Heval Rıza’nın hayatı hem bir roman hem bir şiir hem bir felsefe hem de bir siyasi ve diplomatik çalışmadır. Bunları, Heval Rıza’nın hayatından dersler olarak çıkarabiliriz. Çok zengin bir kişilik ile mücadele özelliği ve bıraktığı çok zengin anılar var. Bunlar çok kısa anlatımlarla, bizim dile getiremeyeceğimiz hususlardır. Bu nedenle arkadaşlar hakkında daha derinlikli romanlar, kitaplar, anılar yazmalı ve tarihe mal etmeliyiz.
‘AĞLAYABİLEN BİR RIZA GÖRMÜŞTÜM’
Rauf Karakoçan: Rıza arkadaşın duygusal yönüne de tanık olan biriyim. Xinêrê’de kaldığımız süre zarfında düzenlemesi oldu ve askeri güçlere gitti. Birlikte araba yoluna kadar gittik. Orada vedalaşırken bize sarılıp ağladı. İlk kez ağladığına tanık oldum. Hepimizde duygusal bir atmosfer oluştu.
Rıza arkadaşı böyle bilmezdim; hiç tanık olmamıştım. Arkadaşlara bağlılığı derin iz bıraktı. Çok uzak değildi, tekrardan buluşacaktık ama alıştığı ortamdan kopmanın duygu yoğunluğunu derinden yaşamıştı. Bende yarattığı imajın tam tersi, ağlayabilen bir Rıza görmüştüm.
‘ŞAHSINDA TÜM AİLESİNİ PARTİYE KATTI’
Örnek alınması gereken diğer önemli husus ise, Rıza arkadaşın kendi şahsında tüm ailesini de partiye katmış olmasıdır. Bu katma durumu zorla değildir. PKK kadroları içerisinde, bütün ailesini PKK’ye katan ve hizmete koşan tek arkadaştır. Bunu kendi şahsında yaratmıştır. Bunu ikna etmeyle veya dayatmayla değil, ailenin Rıza arkadaşa duyduğu bağlılıktan dolayı, tereddütsüz bu davayı sahiplenmesinden kaynaklanmaktadır. Tabii buna annesi de dahildir.
PKK Diriliş Tarihi’nde Hatice Ana’nın nasıl biri olduğu çok iyi anlatılır. Rıza arkadaş, ailesi üzerinde böyle etkisi olan bir arkadaştı. Bu özellik hiçbirimizde yoktur. Örnek alınması gereken bir özelliği de budur. Bu özellikleriyle, önümüzdeki dönemde de mücadele içerisinde yaşatılması gereken bir arkadaştır. Bu kişilik özelliklerine tam da ihtiyaç duyduğumuz bir dönemdeyiz.
‘YENİ DÖNEME KATACAKLARI VARDI’
Keşke Rıza Arkadaş bu günleri görseydi. Mesela çok kitap okurdu ama yazı hiç yazmazdı; kafasına kaydederdi. Evrensel Tarih: Ortadoğu adlı bir kitabı var. Ortadoğu’nun o karmaşık tarihini çok iyi anlatan bir kitaptır. Sözlü olarak anlatmış, sonradan kitaplaştırılmıştı.
PKK’nin feshiyle girilen yeni dönemin ihtiyaç duyduğu kadro, Rıza arkadaştı. Yaşasaydı bu partiye daha çok şey katacaktı. Bu mücadelenin geleceği için daha çok şey katacak bir arkadaştı.
‘ONLARIN YOLUNDA YÜRÜYECEĞİZ’
Serhat Engizek: Heval Rıza ile ilişkim, sevgi ve saygıya dayalı bir ilişkiydi. Heval Rıza şehit düştüğünde hissetmiştim. Diyorlar ya, çok sevdiğin bir insanı hissedersin. Benimki de öyle oldu. Birkaç defa Heval Haydar’a (Varto), ‘Heval Rıza şehit düştü’ dedim. Tabii örgüt daha açıklamamıştı. Her gelene soruyordum, fakat bir cevap alamadım. Cevap alamayınca da şehadete ulaştığını anlamıştım.
Rıza arkadaş gibi arkadaşların, toplumu yeniden yüceltme, canlandırma ve toplumsallığı var etmede rolleri büyüktür. Dirilen bir toplum, artık geleceğini örgütleyebilir ve gelecekte kendisini daha iyi var edebilir. Şehadetlerin hepsi erkendir ama Heval Rıza daha çok erkendi. Heval Rıza, tam da bu sürecin insanıydı. Bu yeni süreçte olsaydı, çok daha büyük katkılar sunardı. Böyle bir birikimi, deneyimi vardı.
Elbette, Heval Rıza’nın, Heval Fuat’ın ve bütün şehitlerimizin yolunda yürüyeceğiz. Başarı sağlanana kadar da bu sürdürülecektir. Ömrümüz yeter ya da yetmez; ama var olduğumuz müddetçe bu yoldaşlarımızı unutmayacağız, unutturmayacağız ve onların yolunda yürüyeceğiz.