Almasınlar diye yüzümü deldim, is sürdüm

Her gün gelip kadınları götürüyorlardı ve sıranın bana geldiğini hissediyordum. Ne yapacağımı bilemiyordum. Yanımda sakladığım iğneyle yüzümü deldim, bir sürü delik açtım, sonra is sürdüm. Çirkin bir görüntü yaratmaya çalıştım.

Êzîdîlere yönelik 3 Ağustos 2014’te başlayan 74. fermanda binlerce Êzîdî kadın DAİŞ’lilerin eline geçti; alıkonulan kadınlar, 21. yüzyılın köle pazarlarında satıldı; tecavüze, işkenceye, baskıya ve zulme maruz kaldı.

Bugün Şengal’de yaşayan S.H., 27 yaşında bir kadın; DAİŞ’lilerin kaçırıp türlü zulümler ettiği, pazarlarda sattığı kadınlardan biri. Genç yaşına rağmen onca zulmü, baskıyı, tecavüzü ve işkenceyi başta yüreği olmak üzere tüm bedeninde hisseden ve zalim, tecavüzcü bir sisteme karşı direnen; inancını, umudunu kaybetmeden kurtuluşun yollarını arayan binlerce kadından biri.

S.H., DAİŞ’in elinden kurtulduktan sonra o günleri kimseye anlatmamış ama hepimizden çok o biliyor ki, bu utanç onun tertemiz yüreğinin ve hiçbir kirlilik taşımayan bedeninin değil, ona bu işkenceyi ve tecavüzü yapanların. Onun olmayan bir dünyaya sürüklendi, alıkonuldu; orada dünyanın ne kadar kiri, kokuşmuşluğu ve zulmü varsa çekmek zorunda kaldı. Ona bu zulmü yapanlar, bu utancın da yaratıcıları ve sahipleri; S.H. ve binlerce Êzîdî kadın ise temizliğin, umudun ve direncin temsilcisi.

ANLATMAK, ANLAT(A) MAMAK

S.H. çekiniyor, yaşadıklarını bazen anlatmak istemiyor ama bunlar bilinsin de istiyor. Bir müddet düşünüyor, anlatıp anlatmamak arasında gidip geliyor. Onun o halini anlıyor ve anlatmanın cesaret istediğini, zor olduğunu biliyoruz. Sonunda anlatmasını sağlayan, yaşadıklarının bilinmesini istemesi oluyor; çünkü böyle hikâyelerin gizli kalmaması gerekiyor. Gözümüze zor bir kararın arifesindeki ruh hâli çarpıyor. Gözleri boşlukta salınıyor, uzun uzun dalıyor. Kirpikleri gözlerini örtüyor, acısı önümüze düşmesin diye. Anlatsa o günleri tekrar yaşayacak, anlatmasa o günler içini kemiren bir irin gibi kalacak. Onu rahatlatmaya çalışıyoruz. Yanındayım ve bir kadın olarak yaşadıklarının hepsini derinden hissediyor ve anlıyorum. Hayatın, yaşadıklarını, onların olmayan suçları cesurca anlatan ve birbirine anlatarak direnç kazanan kadınlarla güzelleşeceğini söylüyorum. Bu zulmü yapanların, tecavüzcülerin, kadın düşmanlarının kim olduğu, ne olduğu, her yerde, herkes tarafından bilinmeli.

S.H., konuşmak konusunda ilk adımını atıyor. Hayatında ilk defa bu konuda konuşmaya cesaret ediyor. Hiç kimseye anlatamadığı hikâyesini, DAİŞ’ten intikamını almak ve herkese olan biteni duyurmak isteğiyle, çıkarıyor ardı ardına heybesinden.

‘ANNEMİN ADIYLA SESLENİN’

1 yıl 6 ay DAİŞ’in elinde kaldıktan sonra ailesine fidye karşılığında satılan S.H., 3 üç çocuğu ile birlikte şu anda Şengal’de yaşıyor.

DAİŞ’in elinde 1 yıl 6 ay esir kaldıktan sonra fidye karşılığında ailesine “satıldı”.

“Bana annemin ismiyle, Feyziye diye hitap edin” diyor. Biz de 74. fermanın en yakın tanıklarından S.H.’nin hikayesini dinlerken, ona hep Feyziye diye hitap ediyoruz. Şimdi anlatırken de onu Feyziye ismiyle anacağız. 

 

İLK SALDIRAN KOMŞULARI

Feyziye, aslen Gir Zerekli. Gir Zerek’te, 17 yaşında evleniyor ve burada bir çocuğu oluyor. Yaşam koşullarının zorluğundan kaynaklı, fermandan iki yıl önce, ailece Şengal’e bağlı Dumiz kasabasına yerleşiyorlar. Dumiz kasabası, Şengal’in batısında, Şengal ile Gir Zerek arasında yer alıyor ve burada ağırlıkta Araplar, Mitelta aşireti yaşıyor. 50’ye yakın da Êzîdî aile var.

Dumiz’in her sokağına yerleşen Êzîdî aileler, bulundukları sokaklarda ise birbirlerine yakın durmaya çalışıyor. Ferman döneminde Dumiz’de yaşayan Êzîdî ailelerin pek çoğu, DAİŞ’in eline geçiyor. Ferman öncesi Arap komşularıyla iyi ilişkileri olan Êzîdîler, Dumiz’de, ferman günü, komşuları tarafından ihanete uğruyor. Êzîdîlere ilk saldıran, Arap komşuları oluyor.

Arap komşular, önce, “Kaçmayın, size bir şey olmayacak, biz sizi koruruz” diyorlar. Birçok Êzîdî, komşularının sözlerine inanıyor ve kalma kararı alıyor. Zaman geçiyor ve DAİŞ yönünü Gir Zerek ve oradan Dumiz’e veriyor. Durum değişiyor. Êzîdîlerin “Biz sizi koruruz” diyen Arap ve Müslüman komşuları, DAİŞ’in yanında saf tutuyor ve Êzîdî ailelerine ilk saldıranlar da onlar oluyor. Hatta ferman sabahı Arap ve Müslüman komşularına sığınan birçok Êzîdî, sığındıkları o evlerde katlediliyor.

Feyziye’nin bir amcası da ferman günü Arap bir komşusuna sığınıyor. Üstelik bu komşuları, aynı zamanda kirveleri. Amcası, misafir olduğu komşularının evinde, komşuları tarafından katlediliyor.

Feyziye ve ailesinin yaşadıklarının benzerini birçok Êzîdî yaşıyor. Êzîdîler, en yakındaki komşuları, kirveleri, dostları tarafından da katlediliyor.

KORUMAYACAKLARINI BİLSEYDİK ERKENDEN ÇIKAR GİDERDİK

Feyziye, Dumiz’de, ferman öncesindeki hayatını da anlatıyor bize. Şu sözlerle: “Şengal’de, fermandan önce hayat güzeldi. Komşularla, dostlarla iyi geçinirdik; ufak tefek sorunlar dışında iyi bir yaşamımız vardı. Evimizdeydik; akrabalarımızla, komşularımızla birlikteydik. O zamanlar her yerde DAİŞ’ten bahsediliyordu. Haberlerde, ‘DAİŞ Musul’a girdi, Mexmûr’a girdi’ diyorlardı. Biz de her haberi takip ediyorduk. Akşamları evlerimizde korkuyla yatıp kalkıyorduk ama yine de ‘DAİŞ Şengal’e gelirse bizim için değil, askeri güçler için gelir’ diye düşünüyorduk. ‘Eğer DAİŞ gelirse peşmergeler burada, Iraklılar burada, onlar savaşır ve bizi korur’ zannediyorduk. Eğer böyle olacağını bilseydik, erkenden çıkar giderdik ama şimdi kimse kalmadı, herkes dağıldı.”

14 KİŞİYDİK, HEPİMİZİ DAİŞ’LİLER ALDI

Fermandan 3 yıl önce, 17 yaşında evlenen Feyziye, artık üç çocuk sahibidir. Fermandan birkaç gün önce Feyziye’nin eşi, Duhok’a çalışmaya gider; Feyziye, üç çocuğu ve kaynanası ile kalır. Düşük bir ses tonuyla, utangaçlığını üstünden atamadan devam ediyor anlatmaya:

“Ferman günü her şey çok ağırdı; komşularımızın ihanetini yaşadıktan sonra can havliyle Şengal’e, oradan Şengal’in Kandil’ine, Çilmera’ya giden zikzaklara (lofalara) gittik. Sabah saat 8’de DAİŞ, Şengal’e girdi. Biz de geç kalmıştık. İlk lofalara ulaştığımızda arkamızdan gelen DAİŞ’liler bize yetişti. Biz 14 kişiydik. Ben ve 3 çocuğum, kaynanam, görümcem ve 5 çocuğu, kız kardeşim, kayınbiraderimin kızı ve arabamızı süren amcamın oğlu olmak üzere toplam 14 kişi. Sonra çok sayıda DAİŞ’li geldi ve önümüzü tuttu. Erkekleri bir tarafa, kadınları bir tarafa ve çocukları da bir tarafa aldılar. Üzerimizdeki telefon, altın ve paralara el koydular; hiçbir şey bırakmadılar.

GÜZEL ÊZİDÎ KADINLARI GÖTÜRÜYORLARDI

Sonra bizi arabalara doldurup Şengal Nüfus Dairesi binasına götürdüler. Burası, iki katlı bir yerdi. Erkekleri üst kata, kadınları da alt kata ayırdılar. Her gün gelip güzel kızları aramızdan alıyorlardı. Üç gün orada kaldık. Sonra bizi Şengal’in çıkışına götürdüler. Erkekleri orada bıraktılar, sadece kadınları aldılar. Beş gün kaldık orada ve uçaklar o çevreyi vurmaya başlayınca bizi Şengal ve Telafer arasında kalan Baduşa kasabasındaki Baduş Zindanı’na götürdüler. Orada da 13 gün kaldık. Baduş’tan sonra bizi Telafer’de bir okula götürdüler ve orada 23 gün tuttular. O sürede bize her gün işkenceler yapıyorlardı. Sadece iki öğün, az miktarda yemek veriyorlardı. Çocuklarımız ve biz korkmuştuk, sonumuzun ölüm olduğunu biliyorduk. Hepimiz bir an önce ölmek istiyorduk. Aramızdan güzel kızları seçtiklerinde içimiz ürperiyordu. ‘Ne oluyor, neden o kızları aramızdan alıp götürüyorlar’ sorusu, hepimizin kafasındaydı. Aramızdaki güzel kadınlar, yüzlerini saklıyordu; yüzünü yaralayanlar oldu. Her kız götürüldüğünde o uzun koridorlar, bir süre o kadınların çığlıklarıyla yankılanıyordu. Sesleri önce yakından geliyordu, sonra gittikçe uzaklaşıyordu. Kimse o kızlara ne olduğunu bilmiyordu. Yaşlı kadınlara işkence yapıyorlardı. Öyle ki birçok yaşlı Êzîdî kadının başının yarıldığını gördüm.

Bize de işkence yapıyorlardı. Ben en çok çocuklarımdan korkuyordum. Genelde çocukları götürüyorlardı ama anne kucağında olan küçük çocukları almadılar. Benimkiler çok küçüktü, benden almadılar. Bir tanesi göğsümdeydi, onu sürekli emziriyordum; kalbime yakın dursun, Êzîdî kadınların çığlıklarını duymasın istiyordum. Bir süre orada bırakıldıktan sonra gelip, ‘Kimler aile olarak burada kalıyor’ diye sordular. Aile olanları ayırdılar ve onları Telafer’deki evlere yerleştirdiler. O evlerde onlara DAİŞ’liler için koyun ve inek besletecek, DAİŞ’lilere kölelik yaptıracaklardı. Beni de alsınlar istedim ama eşim yanımda değildi. Ne yaptıysam beni almadılar. DAİŞ’lilere kölelik yapmak, bize yaptıklarının, yapacaklarının yanında en hafifiydi ve ben çocuklarımı korumak için her şeyi yapmaya hazırdım.

ALMASINLAR DİYE YÜZÜMÜ İĞNELERLE DELDİM

Eşi olmayanlar, Telafer’deki okulda bırakıldık. Her gün gelip kadınları götürüyorlardı ve sıranın bana geldiğini hissediyordum. Ne yapacağımı bilemiyordum. Yanımda sakladığım iğneyle yüzümü deldim. Yanaklarımdan gözlerimin kıyısına kadar iğnelerle bir sürü delik açtıktan sonra is sürdüm. Yüzüme sürdüğüm isi deliklere doldurmaya, yüzümde çirkin bir görüntü yaratmaya çalıştım. Yüzümü değiştirmiştim. Bana çok acı veriyordu ama onların beni götürmesi, çocuklarımdan ayırması daha acı olacaktı ve ben her acıya katlanmaya hazırdım.

Yarın: * Reqa günleri

* 'Bu senin değil, bu dünyanın günahı'

* 'DAİŞ'i Êzîdî kadınlar yargılamalı'

Kaynak: Yeni Özgür Politika