Karataş: ABD, Türkiye’yi sınırladı

ABD’nin Türkiye’nin harekât alanını büyük oranda sınırlayıp kendi stratejisine yakınlaştırdığını söyleyen gazeteci Yusuf Karataş, iktidarın asıl hedefinden tamamen vazgeçtiğini söylemenin erken olduğunu belirtti.

Türkiye’nin, Suriye sınırından 30-35 kilometre bir alana girmek istemesi üzerine ABD ile yapılan son üç günlük görüşme neticesinde planları değişti. Varılan mutabakat sonucu Urfa’ya Müşterek Harekat Merkezi kuruldu ve iki taraf da detaylar üzerine istişarelerin devam ettiğini söyledi. Evrensel Gazetesi Yazarı Yusuf Karataş, varılan uzlaşmanın ABD’nin bölgedeki hedefleriyle uyumlu olduğunu ifade etti. Karataş, Kürtlere yönelik saldırılarının önüne bir süre daha geçilse de AKP iktidarının saldırı hedefinden tamamen vazgeçtiğini söylemek için erken olduğunu dile getirdi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın barış ve süreç vurgusuna da dikkat çeken Karataş, "Öcalan’ın yeniden devreye gireceği koşulların oluşması ihtimal dışı değildir. Bu noktada ülkedeki demokrasi ve barış güçlerine düşen görev, böylesi bir sürece peşinen karşı çıkmak değil, bu sürecin Kürt halkı ve ülkedeki demokrasi güçlerinin kazanacağı bir noktaya ilerletilmesi için mücadele etmek olmalıdır" dedi.

Evrensel Gazetesi Yazarı Yusuf Karataş, ANF’nin sorularını yanıtladı.

'Güvenli Bölge' tartışmaları sonrası ABD ve Türkiye arasında bir mutabakata varıldı. Görüşmelerin üç maddelik resmi açıklamanın dışındaki bazı detayları da sızdı. Tüm bunları bölge koşulları açısından nasıl değerlendirirsiniz?

Ankara’da Türk ve ABD’li yetkililer arasında yapılan pazarlıklar sonrasında varılan uzlaşma, Fırat’ın doğusuna tek taraflı müdahale tehdidini yapan Erdoğan iktidarının ABD stratejisine bir adım daha yakınlaştırıldığı bir uzlaşma oldu. Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada varılan uzlaşmanın çerçevesi açıklanmamış, ‘Güvenli Bölge’nin hangi alanları kapsayacağı, kaç kilometre derinlikte olacağı, bu bölgedeki devriye güçlerinin ve buraya yerleştirilecek Suriyelilerin kimlerden oluşacağı, nasıl belirleneceği belirsiz bırakılmıştır. Ancak daha sonra basına sızan bilgilere göre bu ‘Güvenli Bölge’nin Til Abyad (Girê Spî) ile Serêkaniyê arasındaki 100 kilometrelik alanı kapsadığı ve 5 kilometre derinlikte olacağı belirtiliyor. Dolayısıyla anlaşmanın ilk aşaması ABD’nin daha önce açıkladığı Arap nüfusun yoğun olduğu bölgelerde Türkiye ile ortak hareket etme planına uygun görünüyor.

Hem Türkiye’nin tek taraflı müdahale girişimlerinin engellenmesi ve hem de Erdoğan iktidarının ABD ile ortak hareket etme noktasına getirilmiş olması bakımından varılan uzlaşma, ABD’nin bölgedeki hedefleriyle uyumlu.

"Türkiye zaten istediği alanı alamayacaktı ama yine de tartışma yarattı" şeklinde bir yorum da var. Sizce bu Türkiye için kazanım mı, yani ABD, Türkiye’nin harekât alanını sınırladı mı yoksa zemin mi hazırladı?

Öncelikle Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi almasından sonra ABD yaptırım kararı aldığı halde Trump yönetiminin uygulamaması, Türkiye’yi kolay kolay kaybetmek istemediğini gösteriyor. Erdoğan iktidarı, ‘Güvenli Bölge’ konusunda varılan mutabakatı, Türkiye’yi Suriye’deki egemenlik mücadelesinin içinde tutması bakımından bir kazanım olarak görebilir. Ancak açıktır ki, Erdoğan iktidarının yayılmacı emelleri ve Kürtlerin her kazanımını ülke içinde Kürt sorununda uyguladığı politika için tehdit olarak görmesi; emperyalistlerin bu yayılmacı emelleri ve Kürt sorunundaki hassasiyetleri kendi çıkarları için kullanabilmelerinin önünü açmaktadır. Dolayısıyla İran’ı kuşatma stratejisinin başarısı için Türkiye’ye ihtiyaç duyan ABD, Suriye’de ‘Güvenli Bölge’ pazarlığı üzerinden Erdoğan iktidarını kendi stratejisine yakınlaştırmıştır.

Böylesi bir tabloda ABD’nin bugün için Türkiye’nin müdahale hedeflerini sınırladığını söyleyebiliriz. Türkiye’deki iktidarın hedefi, Kürtlerin Suriye’deki kazanımlarını tamamen ortadan kaldırmaktı ama mutabakat bunu içermiyor. Türkiye’deki iktidarın müdahale hedefinden tamamen vazgeçtiğini de söylemek için erken. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde sürecin yapılan pazarlıklarda kimin ne alıp vereceğine göre şekilleneceğini söyleyebiliriz.

Türkiye’nin, bölgede yeniden ABD ile müşterek bir noktaya gelmesi, Rusya ile durumunu nasıl etkiler?

Rusya, bugün için sessizliğini korusa da Suriye yönetimi bu mutabakatı uluslararası hukuka aykırı ve kendi egemenlik haklarına yönelik bir saldırı olarak gördüğünü açıkladı. Rusya, 2016’da ‘Fırat Kalkanı operasyonu’na ‘olur’ verdiği günden bugüne, NATO üyesi Türkiye’yi ABD ile karşı karşıya getirmeye dayalı bir politika izliyor ve kolay kolay bu politikadan vazgeçmek istemiyor. İdlib’de Türkiye’nin cihatçı grupların tasfiyesi konusunda taahhütlerini yerine getirmemesine rağmen Rusya. Erdoğan iktidarı ile işbirliğini sürdürmeye çalışıyor.

Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna müdahale girişimlerine karşı Putin, Adana Mutabakatı’nı hatırlatarak sınır bölgelerinin Suriye yönetimine devredilmesi gerektiğini söylemiş ve bu konuda Demokratik Suriye Güçleri ile Suriye yönetimi arasındaki görüşmelerin yapılmasına da arabuluculuk etmişti. Uzatmadan söylersek; Türkiye’deki iktidarın, ABD ile daha geniş kapsamlı bir iş birliğine yönelmesi halinde Rusya’nın tutumunun da değişmesi sürpriz olmayacaktır. Bu durumda Türkiye’nin gerek İdlib’de ve gerekse Efrîn'den başlayarak ÖSO ile birlikte ele geçirilen yerlerdeki varlığı giderek daha fazla tartışma konusu olmaya başlayacaktır.

Tüm bu gelişmeler Rojava açısından tehdit mi? Çünkü Erdoğan hâlâ ‘zafer’den bahsediyor ki ‘Güvenli Bölge'nin oranın yapısını değiştirecek bir hamle olduğundan da bahsediliyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

Erdoğan iktidarı, ekonomik ve siyasal olarak ciddi bir sıkışmışlık yaşadığı ve etrafındaki güçlerde çözülmeler başladığı için başarısızlıklarının üstünü örtecek sahte zaferlere ihtiyaç duyuyor. Peki, bu tablo Kürtler için bir güvence mi? Bugün için kazanımlarını kısmen sınırlansa da bu mutabakatın Kürtlere yönelik saldırı tehdidini, en azından bu dönem için geri plana ittiğini söyleyebiliriz. Şu da unutulmalıdır; ABD’nin derdi Kürtlerin kazanımlarını korumak değil, Türkiye’deki iktidarı ve Kürtleri kendi stratejisinde yan yana getirmek, İran’ı kuşatıp bölgesel paylaşım mücadelesinde belirleyici hale gelmektir. En son Federe Kürdistan Bölgesi’ndeki bağımsızlık referandumunda ABD’nin Kürtleri yüzüstü bırakması, derdinin Kürtler değil, kendi bölgesel çıkarları olduğunu acı bir şekilde göstermişti.

Türkiye’de bu mutabakatın hemen ardından Öcalan ile son bir görüşme daha yaşandı. Öcalan, Kürt sorununun çözümü üzerinde duruyordu. Kuzey-Doğu Suriye konusunda şimdi nasıl bir noktaya gelindi?

Bölgedeki gelişmeleri az çok takip eden herkes, eğer Kürt sorununun çözümü bakımından yeni bir süreç başlayacaksa bunun başlama noktasının Suriye olacağını görüyor. Öcalan’ın mesajlarında her defasında Suriye için özel vurgu yapması da bu gerçeğe işaret ediyor. Öcalan, “Türkiye’nin hassasiyetlerini gözetme” ve “çözüm için hazır olduğu” açıklamaları ile Türkiye’yle yeni bir görüşme sürecine hazır olduğu mesajını veriyor. İktidar bir yandan Kürt siyasetçileri hapislere doldurarak, diğer yandan sınır ötesi operasyonlar yaparak Kürt hareketini tasfiye edemese de olabildiğince geriletmek istiyor. Yeni bir sürece zorlanacağı koşullarda Kürt Hareketi’ne kendi çözümünü dayatacağı zemini yaratmak istiyor. Her şeye rağmen barışçıl çözüm çabalarının bu ülkede demokrasi ve barış mücadelesini büyüttüğünü de biliyoruz.

Fırat’ın doğusunda ABD ile yapılan pazarlıklara da bağlı olarak Öcalan’ın yeniden devreye gireceği koşulların oluşması ihtimal dışı değildir. Bu noktada ülkedeki demokrasi ve barış güçlerine düşen görev, böylesi bir sürece peşinen karşı çıkmak değil, bu sürecin Kürt halkı ve ülkedeki demokrasi güçlerinin kazanacağı bir noktaya ilerletilmesi için mücadele etmek olmalıdır.

Türkiye’deki Kürt sorunu çözülmeden iktidarın bu hamlesi nasıl sonuçlanır?

İktidarın Fırat’ın doğusunu bir tehdit olarak görmesinin nedeni ülke içinde Kürt sorununda uyguladığı politikaların sürdürülemez hale geleceği kaygısıdır. Dolaysıyla tehdit, Fırat’ın doğusunda değil, iktidarın Kürt sorununu baskı ve şiddet politikalarıyla çözme anlayışının ülkeyi sürüklediği gerilim ve çatışmalardır. Kendi Kürt sorununu demokrasi ve eşitlik temelinde çözmüş, bölgede yayılmacı emellerinden vazgeçmiş bir Türkiye’nin, ne Fırat’ın doğusunda ‘Güvenli Bölge’ye ne de bu amaçla emperyalistlerle pazarlıklar yapmaya ihtiyacı var.