Strasbourg’dan Alman devletine: Willy Brandt gibi cesur olunsun

Strasbourg direnişçileri tarafından Almanya Başbakanı, Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı’na gönderilen mektupta, 1970’lerin başbakanı Willy Brandt gibi cesur bir politika izlenerek, tecride son verilmesi için harekete geçilmesi çağrısı yapıldı.

Strasbourg’daki açlık grevcileri adına KCDK-E Eşbaşkanı Yüksel Koç imzasıyla Almanya Cumhurbaşkanı Franz-Walter Steinmeier, Başbakan Angela Merkel ve Dışişleri Bakanı Heiko Maas’a gönderilen mektupta, Almanya’nın Türkiye’ye etki gücü yüksek bir ülke olarak demokrasi, barış ve özgürlükler lehine rolünü oynaması istendi.

Avrupa’da bünyesinde 457 kurum ve derneği barındıran KCDK-E Eşbaşkanı olarak birlikte açlık grevinde olduğu 14 kişi adına yazdığını söyleyen Yüksel Koç, eylemcilerden 5’inin Almanya’da ikamet ettiğini hatırlattı. Öcalan’ın 7 yıldır avukatlarıyla, 3 yıldır da ailesiyle görüştürülmediği hatırlatılan mektupta, ciddi bir insan hakları ihlali yaşandığı vurgulandı.

‘TECRİTLE BİRLİKTE BASKI, SİNDİRME VE KATLİAMLAR YOĞUNLAŞTI’

Mektupta, Öcalan’la görüşmelerin kesildiği 6 Nisan 2015’ten sonra halkın demokratik temsilcilerinin hedef alınarak, belediyelerine el konduğu, binlerce kişinin hapse atıldığı ve Rojava başta olmak üzere Kürdistan’ın işgal saldırı ve katliamlarına maruz kaldığına dikkat çekildi.

Tecrit ile birlikte Kürtler başta olmak üzere tüm muhaliflere karşı savaş ve baskı politikasının hayata geçirildiğine işaret edilen mektupta, müzakereler döneminde ise Rojava’da halkların projesi ile Türkiye’de HDP projesinin yakaladığı başarıya değinildi. Demokratik gelişme umudunun büyüdüğü bir esnada Erdoğan’ın Öcalan’la müzakere sürecini bitirdiğine işaret edilen mektupta, Türkiye’nin açık bir hapishane haline getirildiği; Rojava’da ise DAİŞ ve El Nusra gibi çeteler aracılığıyla savaş politikalarının devreye konduğunun altı çizildi.

Öcalan’a Özgürlük İnisiyatifi üyesi 14 kişi olarak Strasbourg’da sürdürülen açlık grevinde milletvekili, gazeteci, hukukçu, akademisyen, kadın hakları savunucuları ve aktivistler olarak yer alındığı belirtilen mektupta, Leyla Güven’in başlattığı direnişin bugün çok sayıda ülkede ve cezaevlerinde yüzlerce tutsak tarafından sürdürüldüğü bilgisi paylaşıldı.

‘WİLLY BRANDT GİBİ CESUR BİR BAŞBAKAN GEREKİYOR’

Almanya ve Türkiye’nin ekonomik ve siyasi ilişkilerinin hatırlatıldığı mektupta, özellikle Avrupa Konseyi (AK) tarafından 22 Ocak’ta kabul edilen Türkiye’ye ilişkin tasarının uygulanmasının sağlanmasında Alman hükümetinin rol oynayabileceği vurgulandı. Almanya Başbakanı Angela Merkel’den 1970’li yıllarda Doğu Politikası’nı hayata geçiren ve Yahudi Soykırımı anıtı önünde diz çökerek özür dileyen eski Başbakan Willy Brandt gibi cesur politikalar izlemesi istendi.

Mektubun yazıldığı 13 Şubat tarihi itibariyle açlık grevinin 59’uncu gününde olunduğu belirtilirken, eylemcilerden 7’sinin sağlık durumunun kritik aşamada olduğu bilgisi verildi. Mektupta, Almanya’da oturum hakkı bulunan 5 eylemcinin sağlığından Alman hükümetinin de sorumlu olduğu ve bu amaçla harekete geçmesi çağrısı yapıldı.

Almanya Başbakanı Angela Merkel’in yanı sıra Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve Dışişleri Bakanı Heiko Maas’a gönderilen mektubu olduğu gibi veriyoruz:

“Ben Yüksel Koç 55 yaşında ve iki çocuk babasıyım. 30 yıldan bu yana Almanya’da oturumu olan, çalışan, aktif siyaset yapan, bünyesinde 457 kurum ve derneği barındıran, Avrupa’da en büyük Kürt sivil toplum örgütü olan KCDK-E’nin eş başkanıyım.

Ben ve 13 arkadaşım Sayın Öcalan’a Özgürlük İnisiyatifi adıyla 17 Aralıkta Fransa’nın Strasburg kentinde süresiz dönüşümsüz açlık grevine başladık. Bu 14 arkadaştan 5 arkadaşımız Almanya oturumludur. Eylemimizin 59. gününde sağlık sorunlarımız giderek ağırlaşmaktadır.

Eylemimizin amacı Sayın Öcalan üzerindeki tecrittin ki, bildiğiniz gibi Sayın Öcalan 7 yıldır avukatları ile, 3 yıldır da ailesiyle görüştürülmüyor. Bu bir temel insan hakları ihlali olduğu kadar, diktatör Erdoğan’ın şefliğinde faşist AKP-MHP hükümeti 6 Nisan 2015 yılında Sayın Öcalan’ın üzerindeki tecridi derinleştirmesinden sonra, başta Kürtler olmak üzere Türkiyeli muhaliflere ve demokratlara karşı katliam, baskı politikaları hukuksuz biçimde yaygınlaştırdı. HDP eş başkanları, milletvekilleri, halkın iradesiyle seçilen belediyele başkanları tutuklanmış, halkın iradesiyle seçilen belediyelere kayyumlar atanmıştır. Türkiye’de barış istedikleri için binlerce akademisyene davalar açıldı, baskılar uygulandı ve tutuklandı. Aynı şekilde insan hakları savunucularına, gazetecilere ve kısaca muhalif olan herkese baskı uygulandı. İşkence ve tutuklamalarla binlerce insan hapislere atılarak susturulmaya çalışılmaktadır. Bununla da yetinmeyen faşist hükümet Suriye’deki Kürtlere, Asurilere, Araplara karşı savaş, katliam ve işgal politikalarını hiçbir hukuk ve kural tanımadan geliştirdi. Tüm dünyanın gözleri önünde Efrin’i işgal etti. Ezidi Kürtlerin yaşadığı Şengal ve Güney Kürdistan’ı bombalamakta ve sivil insanları katletmektedir.

Tüm bu politikalar 2012-2015 yılları arasında Sayın Öcalan’la yürütülen müzakerelerin Erdoğan’ın talimatıyla bitmesinden sonra uygulandı. Önce sayın Öcalan’a tecrit uygulandı, ardından Kürtlere ve tüm muhaliflere karşı savaş ve baskı politikası hayata geçirildi. Oysa 2012-2015 yılları arasında Sayın Öcalan’la Türk devleti arasında müzakereler yürütüldüğü dönemde çatışmalı ortam durmuş, hiçbir can kaybı yaşanmamaktaydı. Türkiye’de herkes Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için düşüncelerini ve fikirlerini özgürce söylüyor, yazıyor ve bunun için çaba harcıyordu. Ortadoğu’da ilk defa Rojava’da uygulanan kadın özgürlükçü ve tüm kimliklerin, inançların özgür eşit ortak yaşam projesi 7 Haziran 2015 seçimlerinde Türkiye’de hayat buldu. Sayın Öcalan’ın önerisiyle kurulan HDP 7 Haziran’da Türkiye’deki tüm farklı kimlik ve inançların temsilcileri olan Kürt, Türk, Ermeni, Asuri, Laz, Çerkes, Alevi, Ezidi, Hristiyan, Müslüman ve eşit kadın temsiliyeti ile parlamentoda yüzde 13 oy oranıyla temsil edildi.

Bu demokratik gelişme toplumda barış ve demokrasi umudunu büyüttü. Tam böylesi bir dönemde Erdoğan, Sayın Öcalan’la müzakere sürecini bitirdi ve ülkeyi açık bir hapishane haline getirdi. Ardından DAİŞ el Nusra gibi insanlık düşmanı çetelerle Rojava’ya saldırılar geliştirdi ve Kürt düşmanı politikalarını Türkiye sınırlarının dışına taşıyarak komsu ülkelerdeki Kürtlere karşı savaş politikalarını devreye koydu.

Bizler Sayın Öcalan’a Özgürlük İnisiyatifi 14 arkadaş, kurum yöneticileri, siyasetçi, eski HDP milletvekilleri, gazeteci, hukukçu, akademisyen, kadın hakları savunucuları ve aktivistler olarak, 7 Kasım’da HDP milletvekili ve DTK Eş Başkanı sayın Leyla Güven’in Diyarbakır Zindanı’nda başlattığı süresiz ve dönüşümsüz açlık grevi talepleri, bizim de taleplerimizdir. Sayın Leyla Güven’in, Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kırılması ve savaşın durması için öne sürdüğü talepler bizim de taleplerimizdir. Bu talepler Türkiye cezaevlerinde 297 tutuklu, Güney Kürdistan, İngiltere, Hollanda, Kanada, Almanya Duisburg, Nürnberg, Kassel, Avusturya ve biz Strasburg’dakilerin ortak talebidir.

Kamuoyu ve herkesin bilmesini isteriz ki, bizler yaşamı çok seviyor ve savaş ve katliamlarda yeni can kayıpları olmasın diye bedenimizi tıpkı Gandhi gibi açlığa yatırdık. Bizler sadece Kürtler için değil, Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’daki Kürtler, Türkler, Araplar, Asuriler, Ermeniler, Türkmenler, Farslar, Aleviler, Müslümanlar, Ezidiler, Hristiyanlar, kadınlar, gençler, akademisyenler ve gazetecilerin özgür ve eşit birlikte yaşamaları ve hiç kimse ölmesin diye bu eylemi yapıyoruz. Tüm insanları seviyoruz, onların yaşamını korumak için son çare olarak kendi yaşamımızla, onların yaşamını korumak için bu eylemi yapıyoruz.

Almanya kamuoyuna ve hükümetine,

Alman hükümeti adına Devlet Bakanı Sayın Michael Roth’un da 16 Ocak’ta belirttiği gibi ve yine Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) 24 Ocak tarihindeki kararında olduğu üzere Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi alanlarında normlara uyması gerektiği vurgulanmıştır. Hepimiz iyi biliyoruz ki; Almanya ve Türkiye arasındaki siyasi, ekonomik, askeri ve diplomatik ilişkiler çok güçlüdür. Ben ve tüm eylemci arkadaşlarım, bu kararları hayata geçirmede ALMANYA’nın öncülük yapabileceği ve Türkiye ile olan ilişkilerini sonunun çözümü için devreye sokabileceğine inanıyoruz.

Şunu biliyorum ki; Almanya kamuoyu ve halkı bu insani taleplerimizi destekliyor. Parlamento hatta hükümet içinde bunu destekleyenlerin de olduğunu biliyorum. Tıpkı İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudi Soykırımı’nı kabul eden ve Soğuk Savaş döneminde doğu ve batı Almanya arasında düşmanlığı değil, dostluğu geliştirmek isteyen WILLY BRANDT gibi cesur bir karar alıcı başbakan olmalıdır. Almanya bu konuda cesur adımlar atarak, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü için Kürt politikasını değiştirmelidir. Bunun başlangıcında açlık grevlerinde ölümler olmadan kendi çağrısını ve konseyin kararını hayata geçirmek için Türkiye ile olan ilişkilerini demokrasi ve barış için kullanarak hayata geçirebilir. Ardından Rojava’yla ilişkilerini resmi düzeye taşıyarak, geliştirebilir.

Açlık grevimizin 59. Gününde benim ve 7 arkadaşımın yaşamı kritik noktadadır. Strasburg’daki 5 eylemci Almanya oturumluyuz. Sağlık sorunlarımız kritik bir noktadadır ancak taleplerimiz kabul edilene kadar eylemimize devam edeceğiz. Herhangi bir ölümün olmaması, bu insani taleplerimizin kabul edilmesi için herkesin elinden geleni yapmaya çağırıyoruz. Biz Almanya oturumlu 5 arkadaşın sağlığından Alman hükümeti de sorumludur ve bu nedenle Alman hükümetini harekete geçmeye çağırıyoruz.

Demokrasi, özgürlük, eşitlik, kadın özgürlüğü ve Ortadoğu’da savaşın durması hepimizin ortak talebidir. Bizim taleplerimizin kabulü, insanların yaşamı ve barışın saülanması için rol üstlenebilirsiniz.

Tüm Açlık Grevcileri Adına

Yüksel Koç

KCDK-E Eşbaşkanı”