Fransa’da 2019 ‘alternatifsiz’ Macron’a karşı direnişle kapanıyor

Fransa’da hükümet liberal politikalarını hayata geçirmeye devam ederken, 2018 sonunda başlayan Sarı Yelekliler’den sonra 2019 yılı milyonlarca çalışanı yoksulluğa mahkûm edecek emeklilik reformuna karşı direnişle kapanıyor.

Fransa’da hükümet liberal politikalarını hayata geçirmeye devam ederken, 2018 sonunda başlayan Sarı Yelekliler’den sonra 2019 yılı milyonlarca çalışanı yoksulluğa mahkûm edecek emeklilik reformuna karşı direnişle kapanıyor. Cumhurbaşkanı Macron’un liberal politikalarında ısrar etmesinin arka planında ise, solun parçalanmışlığı ve aşırı sağın giderek daha fazla alternatif güç hale gelmesinin verdiği rahatlık yatıyor.

Mayıs 2017’de iktidara gelen Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve atadığı Başbakan Edouard Philippe, solun zayıflamış olması ve en büyük muhalif güç olarak aşırı sağcı Ulusal Birlik (RN) adlı partinin kalmasını da fırsat bilerek, liberal politikalarını hayata geçirmeye devam ediyor. Ancak 2018 sonunda olduğu gibi 2019 yılı sonunda da halkın büyük bir kesiminin 1980’lerden bu yana izlenen kimi liberal politikaların üst aşaması olan ‘Macron reformlarına’ karşı sessiz kalmayacağı ortaya çıktı.

GELİR GELMEZ ZENGİNLERE KIYAK

Göreve geldiği günden bu yana sendikalar, siyasi partiler ve hatta kimi medya organları tarafından geniş kesimleri ‘küçümseyici’ tavırları olmakla suçlanan Macron, işbaşına geldiğinden bu yana zengin azınlığı memnun edecek adımlar atmıştı. Macron, 1 Ocak 2018’den itibaren mal varlıkları 1,3 milyon Euro’nun üzerinde olan kişilerden alınan ‘Varlık Vergisini’ (ISF) kaldırırken, işverenlere daha az prim ödetecek düzenlemeler getirmişti.

Böylelikle 1989 yılından itibaren uygulamada olan ve 360 bini aşkın kişinin ödediği ve devlete her yıl 5 milyar Euro’nun üzerinde gelir getiren bu vergiden bir çırpıda vazgeçilmişti. Bu vergi düzenlemesi en yüksek mal varlığına sahip 350 bin kişiyi ihya ederken, oluşan açığı kapatmak için milyonlarca dar gelirli ile öğrencilere verilen yardımlara dahi göz dikilmişti.

Örneğin 2017 yılı ekim ayında dar gelirlilere veya işsiz bireylere verilen kira yardımlarında 5’er Euro kesintiler yapılmıştı. Hemen ardından ISF’nin kaldırılması, sorunun ‘bütçeyi dengeleme’ olmadığını, tam aksine yoksullardan mümkün olduğunca kısılarak, zenginlere daha fazla ayrıcalık tanınmasının amaçlandığını göstermişti. Aynı hükümet, 2016 yılında dönemin Sosyalist Parti (PS) hükümetince önemli oranda törpülenen Çalışma Yasası’nı, çalışanları işverenler karşısında daha savunmasız hale getiren ek önlemlerle zayıflatmıştı.

Hükümet diğer yandan da on milyonlarca çalışanı ‘memnun etme’ adına ‘satın alma gücünü güçlendirmeyi’ amaçladığını iddia etti. Bu yıl bu amaçla çalışan maaşlarından işsizlik yardımı prim kesintilerine son verilirken, diğer yandan da sosyal güvenlik ve emeklilik kasalarını besleyen CSG adlı primleri yükseltmişti. Yani ortalama bir çalışana yüzde 2,4’lük prim desteği sağlanırken, diğer taraftan bunun en az yarısı geri alınıyordu. Bir elden verilen, diğer elle geri alınıyordu.

YILLARCA EN ÇOK EZİLEN DAR-ORTA GELİRLİ ÇALIŞANLAR İSYAN ETTİ

2015’te yüzde 10’u aşan işsizlik oranının bu yıl yüzde 8,5 civarına gerilediği Fransa’da Macron’un Ekonomi Bakanı olduğu 2014-2016 arası dönem ile 2017’den bu yana Cumhurbaşkanı olarak görev yaptığı dönemde ‘fedakârlık’ beklenen tek kesim çalışanlar oldu.

Hükümetin ‘ekonomik büyümeyi devam ettirme’ adına işverenler lehine; ‘ülkeden kaçışları engellemek’ adına da varlıklı bireyler lehine uyguladığı bu politikalara karşı ilk ciddi karşı duruş, 2018 sonunda ortaya konmuştu. 17 Kasım 2018’de akaryakıt fiyatlarına getirilecek ek vergilere karşı başlayan protestolar, ülkede biriken hoşnutsuzluğun dışa vurumu olmuştu.

Devletten sosyal yardım almaya hak kazanacak düzeyin üstünde kazanan, ama aynı zamanda aldığı maaşı da rahat bir yaşam sürmesine yetmeyen milyonlar, işe gitmek için daha fazla akaryakıt gideriyle karşı karşıyaydı. Ancak kısa sürede sorunun sadece akaryakıt giderleri olmadığı anlaşıldı. ‘Ay sonunu getiremeyen’ milyonlarca dar gelirli çalışanın son 30 yıldaki politikalarda nasıl da göz ardı edildiği ortaya çıkıyordu.

Emmanuel Macron ve Edouard Philippe başbakanlığındaki hükümet, her Cumartesi ülke genelinde büyük yankı bulan eylemlere imza atılan, binlerce çalışanın gece-gündüz yollarda ateşler yakarak tepkilerini dile getirdiği Sarı Yelekliler eylemleri karşısında kısmen geri atmıştı. 1 Ocak 2019’dan itibaren geçerli olmak üzere dar gelirli çalışanların yararlanabildiği ‘çalışma primi’ (Prime d’activité) adlı sosyal yardımlar arttırılırken, olayları tetikleyen akaryakıt vergileri 6 aylığına ertelenmişti. Yine hanelere enerji giderleri için yapılan yardımların kapsamı genişletilmişti.

Bu ve benzeri bazı diğer düzenlemelerin aylar süren protestolar boyunca dile getirilen talepleri karşılamaktan uzak olmasına rağmen, Sarı Yelekliler eylemleri halen sürse de artık istenen desteği bulamıyor. Kamuoyunun yoğun desteğine rağmen protesto gösterilerinde yaşanan olaylar; ilginç bir biçimde kimi grupların aşırı şiddet kullanması ve polisin de daha sert müdahalesi sonucu eylemlere olan ilgi azaldı.

Ancak Macron ve Başbakan Edouard Philippe’in politikalarına olan tepki, dinmedi. İşsizlik sigortasında yapılan değişiklikler, söz verilmesine rağmen varlık vergisinin ‘yeniden elden geçirilmemesi’ ve son olarak emeklilik reform tartışmaları, Fransa’da çalışanların eylem ve direniş çizgisinden kolay kolay vazgeçmeyeceğini bir kez daha gösterdi.

EMEKLİLİK REFORMU BARDAĞI TAŞIRAN SON DAMLA

Bu yılın Kasım ayından itibaren işsizlik sigortasından yararlanabilmek için en az 4 ay olan çalışma süresi 6 aya çıkarılırken, dar gelirlilere verilen kira yardımları da 1 Nisan 2020’den itibaren Almanya’daki gibi son 3 aylık gelirlere göre hesaplanacak. Hükümet, sadece bu iki düzenlemeyle yıllık 2 milyar Euro civarında bir ‘tasarruf’ elde etmeyi amaçlıyor. Hükümetin hayata geçirmek istediği ve milyonları yeniden sokağa döken düzenleme ise emeklilik reformu oldu. Mevcut sistemde yapılmak istenen reforma gerekçe olarak ise, önümüzdeki on yıllarda emeklilik kasalarının ciddi açık verecek olması gösteriliyor.

Bugüne kadar emeklilik maaşı hesaplamasında kullanılan çeyrek yıl sayısına dayalı sisteme son verilerek, en az 172 çeyrek yıl (43 yıl) çalışmış olma şartı kaldırılmak isteniyor. Halen her bir çeyrek yıl için en az brüt 1500 Euro üzerinde maaş almış olmak gerekirken, emekli maaşı hesaplamasında bireyin çalıştığı sürede en iyi gelir elde ettiği 25 yılın ortalaması da dahil ediliyor.

Yeni sistemde ise çalışılan sürede alınan maaşlara göre puan biriktirme seçeneğine geçilmesi isteniyor. Öte yandan ortalama 64 yaşında emekli olan bir çalışanın alacağı en düşük emekli maaşı bugünkü değerle 1000 Euro olacak. Fakat belirli sürelerde işsiz kalan bireyler bu metottan olumsuz etkilenecek ve maaşı bu düzeyin de altında kalabilecek. Halen çalışanların yeterli süreyi doldurmaları halinde 62 yaşında, ful emeklilik için gerekli süreyi doldurana kadar 67 yaş öncesinde emekli olmaları mümkün. Ful emeklilik için gerekli 43 yıllık çalışma süresini dolduramayanların ise 67 yaşına kadar çalışmaları gerekiyor.

Macron ve Philippe’in hayata geçirmek istedikleri reform kapsamında halen var olan 43 ayrı emeklilik sisteminin tek bir sistemde toplanması da amaçlanıyor. Bu sistemlerin çoğu, 1945 yılında genel emeklilik sistemi oluşturulmadan önce sektörler veya meslekler bazında var olan emeklilik kasalarından kaynaklı. Kimi meslek grupları açısından mevcut sistem bir tür ‘imtiyaz’ olarak görülse de başta demiryollarında olmak üzere dar gelirli çalışanlar açısından on yıllar öncesine dayanan hakları bir çırpıda silinmesi ve belirsiz bir sisteme mahkum edilmek demek.

5 Aralık’ta emeklilik reformuna karşı başlatılan eylemler kapsamında en kararlı direniş de yine demiryolları çalışanlarınca gösterildi ve CFDT, CFCT gibi ‘reformist’ sendikalara rağmen on binlerce demiryolu çalışanı Noel ve yılbaşı tatillerinde grevlere son vermeye karşı çıktı. Bunda CGT ve FO gibi daha soldaki sendikaların duruşu etkili oldu.

İLK TAVİZİ DEMİR VE HAVAYOLLARI İLE POLİSE VERDİ

Hükümet reformun açıklamasından önce, yapılan birçok kamuoyu yoklamasında tek bir emeklilik sistemi oluşturulmasına destek verilmesine de güveniyordu. Ancak 5 Aralık’ta sadece emeklilik sistemleri ortadan kaldırılmak istenen meslek gruplarının değil, ‘geleceğinden endişeli’ gençler ve öğrenciler ile mevcut genel emeklilik sistemine dahil olan çalışanlar da emeklilik reformuna karşı çıktı. 5 Aralık’ta ‘resmî açıklamalara’ göre dahi en az 800 bin kişinin sokağa çıkması, üniversitelerde direnişin sahiplenilmesi ve demiryolları sendikalarının grevleri uzatmasıyla hükümetin yalpaladığı görüldü. Ayrıca kamuoyu anketleri, Fransızların emeklilikte tek bir sisteme karşı çıkmamasına rağmen, greve giden çalışanları haklı bulduğunu gösteriyor.

Fransa’da yıllık tüketimin beşte birinden fazlasının kaydedildiği aralık ayındaki bu direnişe karşı hükümet demir ve havayolları çalışanlarının özel statülerinin yeni sistemde de önemli oranda korunacağını duyurmak zorunda kaldı. Polisler, gardiyanlar ve itfaiye erlerinin çalışma koşullarını da dikkate alacağını duyuran Başbakan Edouard Philippe, eylemlere yoğun katılan öğretmenler ile sağlık çalışanlarının maaşlarında iyileştirme yapma sözünü de verdi. Öte yandan birçok meslek grubunda ‘yıpranmanın’ göz önüne alınması ve 64 olarak planlanan emeklilik yaşında ısrar edilmemesi gibi ihtimaller doğdu.

2020’YE DİRENİŞLE GİRİLİYOR

Havayollarındaki bazı sendikaların Başbakan Edouard Philippe’in tavizleri sonrasında 3 Ocak için öngördükleri grevleri iptal etmelerine rağmen emeklilik reformuna karşı grevlerin sürmesi bekleniyor. Zira sorun sadece birkaç sektörü ilgilendirmiyor ve sorun sadece emeklilik reformu da değil. Bir bütün olarak hükümetin izlediği politikalarda bilinçli bir biçimde sürekli dar ve orta gelirlilerden fedakârlık bekleyen tutumuna karşı direniliyor.

BU PERVASIZLIĞIN NEDENİ ALTERNATİFİN OLMAYIŞI MI?

Fransa’da geniş halk yığınlarının tepkilerine rağmen Emmanuel Macron ve hükümetinin zenginler lehine politikalar izlerken on milyonlarca dar gelirlinin geleceğini daha da belirsizliğe iten liberal politikalarda ısrar etmesi dikkat çekiyor. Tüm bu politikaları izlerken, gözlerden kaçmayan pervasızca bir duruş söz konusu. Bunun nedeni de çok fazla gizlenecek türden değil: Karşısında seçim kaybettirecek bir gücün olmayışı.

2017 seçimlerinde yüzde 24’e yakın oy alan Macron, yüzde 21’i aşan oy alan aşırı sağcı Marine Le Pen’e karşı ikinci tura kalmış ve yüzde 66’yı aşan bir oyla cumhurbaşkanı seçilmişti. Bu seçimlerin ilk turunda sağcı François Fillon yüzde 20, 2008’de giderek Sosyalist Parti (PS)’nin sağa kayan politikalarına karşı Sol Cephe (FG) seçeneğine öncülük ederek yola çıkan Jean-Luc Melenchon ise yüzde 19,5 oy almıştı.

Söylemlerinde dikkatli davranmaya çalışsa da ırkçı ve göçmen karşıtı kimliğini gizlemeyen Marine Le Pen, solun birçok argümanını kullanarak özellikle işçiler arasında ciddi bir oy potansiyeline sahip. Ancak Fransız halkının henüz Marine Le Pen gibi ırkçı imajından kurtulamamış birini cumhurbaşkanı seçmesi ihtimali yok ve bunu en iyi bilen de Emmanuel Macron. Mayıs ayındaki Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde de buna oynamıştı Macron ve seçmeni açıkça partisi LREM ile Le Pen’in partisi RN arasında tercih yapmaya davet etmişti. Sonuçta RN yüzde 23,3’le birinci, LREM ise yüzde 22,4’le ikinci olmuştu.

Bu durumun iki turlu olan 2022 seçimlerinde tekrarlanacağına neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. Merkez sağ ve sol seçmeni çekmeyi başaran Macron, bugün seçim olması halinde yine Le Pen’le ikinci tura kalacak ve 2017’ye oranla oy kaybetse dahi seçimi rahatlıkla kazanacak. Aralık başında yayınlanan son bir ankete göre, Le Pen ve Macron ilk turda yüzde 27-28 oyla başa baş gidiyorlar ve üçüncü gelecek adayla aralarında ciddi bir oy farkı olacak. Yani 2017’deki gibi 4 adayın da ikinci tur şansı olduğu bir seçim olmayacak.

RİNGE KOLAY RAKİPLE (LE PEN) ÇIKMA STRATEJİSİ

Bunda ilk olarak solun 2012-2017 arasındaki Sosyalist Parti (PS) politikaları nedeniyle yıpranması ve söylemlerini aşırı sağcı RN’ye kaptırması etkili oldu. Ayrıca RN ve Le Pen’in dar gelirli, küçük ve orta büyüklükteki yerleşimlerde yaşayan veya işsizliğin yüksek olduğu şehirlerde giderek artan göçmen karşıtı söylemlerine sol partilerce alternatif bir söylem üretilememesi etkili oldu.

Tabii Macron ve destekçisi medyanın Jean-Luc Mélenchon gibi ciddi alternatiflere yönelik yıpratma politikaları da bunda önemli rol oynuyor. Mélenchon’un 2017 seçim kampanyasında usulsüzlükler olduğu gerekçesiyle 2018 yılında parti binasına yapılan bir baskında polis ve savcıyla yaşadığı bir tartışmadaki görüntüleri haftalarca tartışılmıştı. Mélenchon’un ‘saldırgan’, ‘sinirlerine hâkim olamayan’ bir siyasetçi olduğu konuşulmuştu. Ancak tam bir yıl sonra aslında görüntülerin gerçekte çok uzun olduğu ve tanınmış siyasetçiye yönelik polisin provokatif tavır takındığı bölümlerin bilinçli olarak kesildiği ortaya çıkmıştı.

Öte yandan şimdilik Macron’un merkez sağdan ciddi bir alternatif çıkması gibi bir endişesi de yok. 1958 yılından bu yana bazı istisnalar hariç iktidarda hep merkez sağ veya sol partiler olmuştu ve tüm Avrupa’da olduğu gibi bu partiler Fransa’da da sadece tümüyle siyasetten silinmemenin hesabını yapıyorlar. Böyle bir aday çıksa dahi, ikinci turda kazanma şansı şimdilik yok.

Ancak her halükârda 2020 yılı aynı zamanda 2021’de hız kazanacak bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimleri kampanyası için sol partilerin ciddi bir tartışmayı yaşayacakları bir yıl olacak.