'12 Eylül bir köpeğe selam vermek demek!'

'12 Eylül bir köpeğe selam vermek demek!'

"Köpeği getirdiler, köpeğe '4. koğuş emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım' diyerek selam verdim" diyen Orhan Ayhan, 12 Eylül'de Diyarbakır Cezaevi'nde bir yıl kaldı. Tek suçu çocuklarının isminin, 'Eylem, Deniz ve Sidar' olmasıydı.

Türkiye'nin en karanlık dönemi olan 12 Eylül 1980 tarihinde yaşananlar, insanlık tarihine 'kara leke' olarak girdi. O dönem yaşananlar yıllarca anlatıldı, yazıldı-çizildi. Anlatılanlar, sorumluların yargılanmaması nedeniyle her defasında vicdanları kanattı. Bugün de kanatmaya devam ediyor...

O dönem Diyarbakır Cezaevi'nde kalan Orhan Ayhan'ın yaşadıkları, darbenin insanlar üzerinde yarattığı travmaya bir kez daha gözler önüne serdi.

Ayhan Diyarbakır Cezaevi ile ilgili ANF'nin sorularını yanıtladı.

ŞAM VE BEYRUT'TA KALDI

Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Sizi Diyarbakır Cezaevi’ne götüren süreci anlatır mısınız?

Ben Orhan Ayhan, Diyarbakırlıyım... O dönem Bismil'de öğretmendim. Seçimle TÖBDER başkanlığına getirilmiştim. 80'den önce Bismil'de toprak ağaları ve beyler vardı. Bizim içinde bulunduğumuz konumdan dolayı bu ağa ve beylere karşı mücadele yürütüyorduk. Bu süreçte devam ederken 78'de Türkiye'nin karabasanı yaşanmaya başladı. Türkiye ve Kürdistan'daki gelişmelerden ötürü sermaye ve iktidar rahatsız oldu ve birçok ilde sıkıyönetim ilan edildi. Dolayısıyla Diyarbakır'da da sıkıyönetim ilan edilmiş oldu. Benim hakkımda o dönem TÖBDER başkanı olarak aranmaya başladım. 45 gün saklandım fakat daha sonra hakkımızdaki karar kaldırıldı. Daha sonra bir arkadaşım 'seni arıyorlar, niye geldin' dedi. O anda içeriye bir polis girdi ve benim koluma girerek yakalanma kararımı bana söyledi. Beni emniyete götürdüklerinde 18 saat hiçbir gerekçe olmadan beni tuttular ama daha sonra yine bıraktılar. Ondan sonra 45 gün daha Bismil'de kaldım fakat öğretmenliğimi elimden aldılar. Bu süreçten sonra yoğun bir operasyon başlatıldı. Operasyon sırasında Bismil'den kaçarak Diyarbakır'daki farklı ilişkilerle Suriye'ye kaçtım. Şam'da kısa bir süre kaldık. Şam'dan Beyrut'a geçtik. Orada örgütlenmemizi yaptık.

22 GÜN İŞKENCEDE, 'SADIK BİR DEVRİMCİ' OLARAK DİRENDİ

Beyrut'tan Türkiye'ye döndünüz... Daha sonra süreç nasıl gelişti?

Türkiye'ye 82 yılında döndüğümde aranıyordum. Yaklaşık bir yıl kadar yakalanmadım. Fakat daha sonra yakalandım. O zaman beni önce gözaltına aldılar. Gözaltında 22 günde işkencede kaldım. Çok ağır işkenceler yaşadık. Gözaltındayken o ağır işkencelerde gözümün önünde bazı arkadaşlarımın delirdiğine şahit oldum. Ben nasıl çözülmediğimi bazen kendime soruyorum. O dönem Çek devrimci Julius Fuçik'in bir sözü aklıma geliyordu. Ben o sözü kendime rehber ettim. Fuçik bir kitabında, 'Kahraman mücadele eder, ödlek çözülür, korkak ihanet eder, sadık olan direnir' diyordu. Ben bu sözde kendimi bir yere koymaya çalıştım. Ben kahraman olmadığımı biliyorum ama ödlek de değildim ihanetçi de değilim. Ben bu mücadelenin sadık bir savunucusuyum. O zaman bana direnmek kalıyordu. Çünkü ben bu mücadeleye, ölüme giderken bile gülüşümü yüzümüzden eksik etmeyecek kadar inanıyordum. Bu yüzden de 22 gün boyunca direnmeyi seçtim.

ÇOCUKLARININ İSMİ YÜZÜNDEN TUTUKLANDI

Gözaltından sonra mahkeme süreciniz nasıl geçti? Orada da işkence devam etti mi?

Oradan mahkemeye çıkarttılar. Orada da işkence vardı. Sürekli dayak yiyorduk. Gözlerimiz bağlı olduğu için saldırının nereden geldiğini bilemiyorduk. Mahkemeye çıkartılırken bana başçavuş, 'oğlum senin neyin var?' dedi. Ben de 'bir şeyim yok' dedim. Başçavuş bana, 'zaten senin dosyanda bir şey yok, seni bırakırlar' dedi. Mahkemeye çıktım... Mahkeme başkanı bana, çocuklarımın ismini sordu. Ben de, 'Eylem, Deniz, Sidar' dedim. Bana başka hiç bir soru sormadan 'tutuklandın' dedi. Dışarı çıktığımda Başçavuş, 'senin bir suçun yok, neden tutuklandın' diye şaşırdı. Çocuklarımın ismi benim tutuklanmama yetti. Mahkeme başkanı çocuklarımın ismini duyunca delirdi. Oradan bizi Diyarbakır 5 nolu cezaevine aldılar.

DAYAK, HAKARET, İŞKENCE...

Diyarbakır Cezaevi'nde neler yaşadınız?

Orada ilk önce hücrelere alıyorlardı. Bizi de 4 nolu hücreye koydular. Hücrelerde sorumlu seçiyorlardı. Ben olmak istemiyordum ama beni komutan zorla hücrenin sorumlusu yaptı. Hücrede 17 kişi kalıyoruz. Yatmayı bırakın, oturacak yer yok, hepimiz ayakta duruyoruz. Günler böyle geçti. Orada Esat Oktay Yıldıran'ın köpeği vardı. Çavuşlar o köpeği her gün getiriyorlardı. Köpek geldiği zaman kısa künye veriyorsun, 'Orhan Ayhan Diyarbakır emret komutanım. 4. hücre 17 kişiyle görüş ve emirlerinize hazırdır komutanım' diyoruz. Köpeği alıştırmışlar bunu söyleyene kadar bekliyor, sonra arkasını dönüp gidiyordu. Hücrede hem işkence hem hakaret görüyorduk. Bunun yanı sıra su da olmadığı için tuvalet suyunu içiyorduk, başka şansımız yoktu. Sürekli dayak yiyorduk. Zaten 15 yıl cezaevinden sonrada kemiklerimiz ağrıyordu. 15 yıl düzelmedik. Hücreden sonra 82'inin Aralık ayında koğuşlara götürdüler. Oraya götürürken de anadan üryan çırılçıplak soydular.

'VEDAT AYDIN VE PKK'Lİ ARKADAŞLAR MORALİMİZ OLUYORDU'

Peki tüm bu işkencelere nasıl dayanabildiniz?

Orada Vedat Aydın'la karşılaştık. Bize hamamda sürekli dayak atıyorlardı. Sürekli faşizan-ırkçı marşlar söyletiyorlardı. Bize moral veren en önemli kişi Vedat Aydın'dı. Vedat Aydın 32. koğuşta kalıyordu. O her 15 günde bir mahkemeye çıkartılıyordu. Mahkemeye götürülürken ve getirilirken askerlere, komutanlara Kürtçe küfür ediyordu. Biz de bundan moral buluyorduk. Komutanlar sorduklarında, "Nasılsınız, iyimi siniz? diye soruyorum" diyordu. PKK'li arkadaş Vedat Aydın'a, 'Her hafta mahkemeye çıkarsalar seni keşke' diye takılıyorlardı. Ben PKK'li arkadaşların direnmesinden çok etkilendim. Belki de yeni hayatın kapılarını bize açıyorlardı. PKK'li arkadaşlar 25 yaşından büyük olanları yaşlı kabul ediyorlardı. Bir iş olduğunda hemen kendi aralarında hallediyorlardı. Hatta başkalarının yerine de dayak yiyorlardı. Mesela, komutan geliyordu, 'Hamamda tası kim bıraktı?' diye soruyordu. Aslında orada tas filan bırakılmadı ama dayak atmak için bahane oluşturuyorlardı. PKK'li arkadaşlardan birisi hemen 'ben bıraktım' diyordu ve bizim yerimize de dayak yiyordu. Bir kere de ben arkadaşlarımın yerine dayak yiyeyim diyerek, 'ben bıraktım' dedim. Mazgaldaki demirin üstüne elini koydurup, demirle dövüyorlardı. Yani yapılan işkence anlatılacak gibi değil. Özellikle PKK'li arkadaşlar çok büyük direniş gösterdiler. Başka gruplardan da direnenler vardı ama PKK'li arkadaşların direnmesinin sonucunu dostta düşman da bugün görüyor.

'12 EYLÜL VİCDANLARI KANATMAYA DEVAM EDİYOR'

Yaşadıklarınızı unutmanız mümkün değil ama darbecilerin yargılanması sizi nasıl etkiledi? Acınızı hafifletti mi?

Biz 78'liler olarak Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananlar ile ilgili olarak sorumluların yargılanması talebiyle dava açmıştık. Daha bugün buna mahkemeden cevap geldi ve 'zamanaşımından dolayı' yargılama talebimizin reddedilmesine karar verildiği bildirildi.

Bizler 12 Eylül mağdurları olarak hesabı verilmeyen bu insanlık suçunun Türkiye'nin ayıbı olduğunu düşünüyoruz. Bunun hesabı mutlaka verilmeli. Yoksa bu ülke hiç bir zaman aydınlığa çıkamayacak, vicdanlar hep yaralı kalacak. Bizim bedensel yaralarımız iyileşti ama insanlık büyük yara aldı.