'12 Mart darbesini doğru çözümlemek günümüzde de önemli'

12 Mart darbesini değerlendiren PKK Yürütme Komitesi Üyesi Harun Koçgiri, günümüz koşullarında Türkiye’de hem hegemonik güçler arasında hem de toplumsal kesimler arasında çelişkinin çok şiddetli olduğunu söyledi.

12 Mart darbesini değerlendiren PKK Yürütme Komitesi Üyesi Harun Koçgiri, günümüz koşullarında Türkiye’de hem hegemonik güçler arasında hem de toplumsal kesimler arasında çelişkinin çok şiddetli olduğunu söyledi.

Günümüzde de tıpkı 12 Mart darbesi sürecinde olduğu gibi Türkiye’de bir yandan klasik statükocu güçlerin iktidardaki var olan konumlarını güçlendirme hamlelerinin gerçekleştiğini belirten PKK Merkez Komite Üyesi Harun Koçgiri “Diğer taraftan da kendisini yeniden iktidar gücü olarak örgütlemeye çalışan AKP’nin rakibi durumunda olan diğer iktidarcı güçlere karşı gerçekleştirmiş olduğu hamleler var. Tüm bu hamleler de aslında bir nevi karşılıklı darbeler girişimlerinde bulunma özelliklerini taşıyor. Demokratik güçler bu gerçeği iyi görerek kendisini bir demokrasi bloğu şeklinde örgütlemelidir” dedi.

'HÜKÜMET ASKERLERCE İSTİFAYA ZORLANDI'

12 Mart Darbe rejimi döneminde Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, İbrahim Kaypakkaya ve birçok devrimci, Gazi ve Qamışlo katliamlarında yaşamını yitirenleri de anan Koçgiri şunları belirtti: "Bu darbeyle mevcut hükümet askerlerin verdiği muhtırayla yönetimden el çektirilmeden istifa etmeye zorlandı. Bu darbenin yöntemi mevcut hükümete istifa ettirilerek de var olan meclise dayanarak yeni bir hükümetin oluşturulmasıydı. Daha çok bunlar teknokratlardan oluşan hükümetlerdi. İşte o süreçlerde Nihat Erim, Naim Talu ve Ferit Melen hükümetleri gibi hükümetler oluşmuştu. Bu hükümetlerin ortak özelliği meclis içerisinden seçilmesiydi ve var olan meclise onaylattırmasıydı."

'DAHA SONRA YAPILAN DARBELERE EMSAL TEŞKİL ETTİ’

12 Mart 1971 darbesinin daha sonraki birçok darbeye de emsal teşkil ettiğine dikkat çekerek, 28 Şubat 1997'de gerçekleştirilen ve ‘post modern darbe’ olarak adlandırılan darbenin bunun bir örneği olduğunu ifade etti.

28 Şubat darbesi ile mevcut olan hükümetin zorlandığını da vurgulayan Koçgiri, “Hatta o hükümeti oluşturan Erbakan’ın başında bulunduğu hükümete, kendisi aleyhine kararlar aldırtıldı. Daha sonra da felç hale getirilen iktidar, iktidar olamadı. Fakat bunlar yapılırken da meclis yine kapatılmadı. Meclis içerisinde alınan kararlar kabul edilmeye çalışıldı. Bu yönüyle ortak özellikler ifade etti, daha sonraki olan darbelerde bir nevi emsal teşkil edebilecek ya da darbecilere, darbeleri nasıl yapabilecekleri yönünde biraz yönlendirici özellikleri oldu" diye devam etti.

'12 MART KOŞULLARIYLA GÜNÜMÜZ ARASINDA ÖNEMLİ BENZERLİKLER VAR’

Günümüzde de 12 Mart benzeri darbelerin yaşandığını belirten Koçgiri, bunları anlayabilmek için o dönemdeki siyasal konjonktürün iyi anlaşılması gerektiğini de sözlerine ekledi.

“Türkiye o dönemde uluslararası ve bölgesel güçlerle ilişkilerinde sorunlar yaşadı. O zaman dünyada petrol krizi yaşanıyordu. Buna bağlı olarak da Türkiye'de de ekonomik ve finansal sorunlar yaşanmaya başladı. Bu durum Türkiye’de iktidar mücadelesi içerisinde olan ya da iktidarı oluşturan oligarşi güçleri arasında bazı sorunlar yarattı ve aralarında çekişme arttı” diyen Koçgiri, yine o günkü koşullarda Ortadoğu ve Irak’ta sorunların olduğunu hatırlattı. Dünya genelinde petrol krizinin yaşandığını, ama kaynağını Ortadoğu’dan aldığını da söyleyen Koçgiri şunlara dikkat çekti: “O süreçte de başta ABD olmak üzere uluslararası güçler Irak'tan başlayarak Ortadoğu'ya müdahale etme girişimleri vardı. ABD bu süreçte Başbakan Demirel'e Türk ordusunun Irak’a girmesi dayatmasında bulundu. Tabi ABD bu dayatmada bulunurken Türkiye’nin eskiden Misak-ı Milli sınırları kapsamında Kerkük, Musul sorunu ve yine diğer Kürt bölgeleri sorununu koz olarak kullanıyordu. O zaman Lozan antlaşması ve sonrasında yapılan Ankara, Bağdat antlaşmasıyla her ne kadar bu sorunlar çözülmüş gibi görünse de bunlar çözülmeyen sorunlardı. İşte ABD bu süreçte aslında Türkiye’ye Irak'a girin derken ‘hem geçmişte bundan rahatsızdınız size bu şansı yeniden tanıyoruz. Girin aynı zamanda da yaşanan krize bizim çıkarlarımız doğrultusunda çözüm bulun’ şeklinde bir dayatmada bulunuyordu ve bu konuda Demirel'in önüne somut projeyle gidiliyordu. Demirel o günkü koşullarda bunu göze alamadı. 12 Mart darbesine giden süreçte bunun çok önemli payı vardır."

Aslında AKP’nin iktidara gelmesinin de ABD’nin Türkiye’ye bir müdahalesi olduğunu ifade eden Koçgiri o zamanda 12 Mart süreciyle benzer özellikler taşıyan bir sürecin yaşandığını belirtti.

Ecevit hükümetine bir nevi darbe şeklinde bir yaklaşımda bulunulduğunu ifade eden Koçgiri, “Ecevit hükümeti güçsüzleştirildi, iktidarı terk etme durumunda bırakıldı. Bu boşlukta da hazırlanan AKP iktidar yapıldı o da bir darbeydi. Irak müdahalesi döneminde yine Türkiye’ye rol vermek istediler. Türkiye’de ulus devlette ısrar eden güçler de, AKP de bunu göze alamadı. ABD 2003 yılında Irak’a müdahale etti ama Ortadoğu'daki sorunlar çözülmedi. Irak, Afganistan’dan daha tehlikeli bir hale geldi, hala savaş var. Ardından Libya’ya müdahale oldu. Ardında Mısır’da gelişen halk hareketi, bir darbeyle sonuçlandı. Tunus’ta gelişen bir halk hareketi, El-Kaide’nin oraya bir nevi iktidara getirilmesiyle karşı darbeye dönüştürülmek istendi. Gerçi son süreçte bu hava Tunus’ta değiştirildi. Ardından Suriye’ye yapılan bir müdahale var. Tüm bunlar Ortadoğu’ya yeniden şekil vermekti. Böylesi bir süreçte yine Türkiye’ye verilen roller var atfedilen görevler vardı. Bu sorun da Ortadoğu’nun 12 Mart dönemindeki yaşadığı o çatışmalı, o çelişkili uluslararası güçlerin kendi cephelerinden müdahalede bulunma yaklaşımı, politikası bugün de devam ediyor” diye konuştu.

'AKP'NİN DE DARBELERDEN UZAK OLDUĞU SÖYLENEMEZ’

AKP’nin uzun bir dönem darbe karşıtı olduğu propagandasını yaptığını da hatırlatan Koçgiri, fakat kendisinin de darbeci yaklaşımlar içinde olduğunu belirtti. Darbenin asker, sivil bürokrasi içerisinde yer alan ve etkili olmaya çalışan hegemonik güçlerin geliştirdiği ittifaklara başvurduğu yöntemler olduğunu kaydeden Koçgiri, o açıdan sadece askerlere ve sivillere dayalı bir darbe yaklaşımın olamayacağını da söyledi.

“Fakat bugüne kadar darbeleri askerlerle adlandırılmasının nedeni, daha çok darbelerin askerler tarafından gerçekleştiriliyor gibi görünmesidir. O durumda asıl darbeci güçler kendilerini de gizlemiş olmaktadır. Bunlar destekleyici güç gibi görünmektedirler. AKP bir hükümet olarak iktidar koltuğuna oturdu fakat ordudan uzak kalmadı. 2005 yılında gerçekleştirilen Dolmabahçe toplantısı var. Yaşar Büyükanıt’la gerçekleştirilen bu görüşmenin kendisi askerlerle hükümetin var olan ilişkisini ortaya koydu. Daha sonraki süreçte de AKP’nin orduyla ilişkisi kopmadı, devam etti. Fakat ordu içerisinde kendisine karşıymış gibi olarak görünen sivil, asker bürokrasisinin içerisinde yer alan bazı kişilerin sınırlandırmasına girdi” diye devam eden Koçgiri, bir nevi bunları tasfiye ettiğini, ama onların yerine Necdet Özer gibi kendisiyle işbirliği yapabilecek kişileri de ordu içerisinde alabildiğince güçlendirdiğini sözlerine ekledi.

Buna dayalı olarak da kendisini yeniden yapılandırmak, güçlendirmek istediğini ve halen bu politikasına devam ettiğini de ifade eden Koçgiri, Nejdet Özer şahsında ordunun R. Tayyip Erdoğan şahsında da sivil bürokrasinin arasında ittifaka dayalı bir güç birliğine dayalı darbesel girişimler olduğunu söyledi. İç güvenlik paketi ve buna dayalı çıkartılmaya çalışılan yasaların da bu çerçevede geliştirildiğini de kaydetti.

'BUGÜN DE İKTİDAR GÜÇLERİ ARASINDA DARBECİ HAMLELER GELİŞİYOR’

Günümüzde Türkiye’de de mevcut iktidar güçleri arasında tıpkı 12 Mart öncesi süreç gibi yoğun bir hegomonya mücadelesinin yaşandığına dikkat çeken Koçgiri, bu hegemon güçlerin iktidarda etkili hale gelmek için karşılıklı darbe hamleleri geliştirdiklerini söyledi.

AKP hükümetleri döneminde de bu durumun açıkça görüldüğünü ifade eden Koçgiri, "Bir yandan klasik statükocu güçlerin iktidardaki var olan konumlarını güçlendirme hamleleri gerçekleşiyor. Diğer taraftan da kendisini yeniden iktidar gücü olarak örgütlemeye çalışan AKP’nin rakibi durumunda olan diğer iktidar güçlerine karşı gerçekleştirmiş olduğu hamleler var. Tüm bu hamleler de aslında bir nevi karşılıklı darbeler girişimlerinde bulunma özelliklerini taşıyor. Bunu meclisteki tartışmalarda, birbirlerine karşı yapılan konuşmalarda ve çıkartılan yasalardan açıkça görebiliyoruz. Tüm bunları sadece seçim ve propaganda çalışmaları olarak görmek doğru değil. Yaşananlar hegemonik güçlerin iktidar mücadelesidir. Bu anlamda günümüz koşullarının ve gerçekleştirilenlerin 12 Mart öncesi süreç ve darbeyle benzerlikleri var" dedi.

'12 MART SÜRECİNDEKİ GİBİ GÜNÜMÜZDE DE DEMOKRATİK HAREKETLİLİK GELİŞKİN’

Günümüzde yaşananların toplumsal muhalefetin yükselişi noktasında da 12 Mart daresi öncesi süreçle benzerlikleri olduğunu vurgulayan Koçgiri şunlara dikkat çekti: “O süreçte de tıpkı günümüzdeki gibi hem dünya hem de Türkiye’de demokratik, sosyalist güçler yükselişe geçti.

1968 Avrupa’da devrimci gençlik hareketi başlamıştı ve belki de o günkü atmosfer içerisinde en yakıcı etkisini Türkiye’de göstermişti. Türkiye’de 68’de yaygın bir gençlik hareketi oluştu. Yine köylülerin toprak işgalleri ve işçi hareketleri vardı. 1961’de Türkiye'de İşçi Partisi kurulmuştu ve mecliste ciddi bir muhalefet rolünü oynadı. Onun işçi hareketleri üzerinde etkisi vardı. Gençlik ve öğrenci hareketi köylü ve işçi hareketleriyle de bütünleşme yoluna gitti. Bu gelişmeler hem Türkiye'deki hem de uluslararası egemen sistem açısından büyük tehlike oluşturuyordu. Şimdi dünyada yine benzeri bir durum söz konusu ama bu Avrupa merkezli değil. Ortadoğu ve Kobanê merkezlidir. Kobanê’deki yaşanan direniş ve devrim dünyayı ayağa kaldırarak gençleri, kadınları, sosyalistleri harekete geçirdi. Yani Vietnam devriminden sonra ilk defa dünyada ilerici, devrimci, demokrasi özgürlük güçleri ortak bir noktada birleşerek topyekun harekete geçtiler. Bu hareket, tüm dünyayı da etkiledi ve o tüm dünya içerisinde Türkiye’yi de etkiledi. Türkiye’deki demokrasi hareketleri Kobanê direnişiyle birlikte harekete geçtiler. Kendi varlıklarını göstermeye başladılar. Bu Türkiye’deki var olan devrimci potansiyelin yeniden harekete geçmesi demektir."

'DEMOKRATİK GÜÇLER GÜNÜMÜZDE DE 12 MART’TAN SONUÇLAR ÇIKARMALI’

12 Mart döneminde Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin öncülüğünü yaptığı devrimci mücadele gençlik hareketi o günkü iktidar güçleri açısından nasıl bir tehlike yaratmışsa şimdi de Kobanê direnişinden sonra açığa çıkan devrimci potansiyelin iktidar güçleri açısından bir tehlike yarattığına dikkat çekti.

Bu devrimci, demokratik yükselişten dolayı 6-9 Ekim sonrasında hükümet, “Bir daha buna müsaade etmeyeceğiz” biçiminde açıklamalarda bulunduğunu hatırlatan Koçgiri, “Ona müsaade ettirmemek için de iç güvenlik paketi gündeme getirdi. Yani Türkiye’nin içinde yaşadığı mevcut durumla aslında 12 Mart darbesinin yaşanmış olduğu koşullar bu anlamda benzerlik gösteriyor, kuşkusuz aynı değil. Ama yaşanan çelişkinin boyutu var olan toplumsal kesimlerin konumlanışı, bunun hızlı bir şekilde devrimci bir kabarışa evirilme gösterdiği bir aşamada günümüzdeki iktidar güçlerinin de ona karşı atmış olduğu adımlar. Bu yönleriyle benzerlikler arz ediyor. Bunlar 12 Mart’ın 44. yılında mutlaka, devrimci demokrasi güçleri açısından çıkartılması ve üzerinde durulması gereken sonuçlar olma özelliğini taşıyor" diye konuştu.

'SOSYALİSTLER VE DEMOKRATLAR DOĞRU TUTUM BELİRLEMELİ’

PKK Yürütme Komitesi üyesi Harun Koçgiri, günümüz koşullarında Türkiye’de hem hegemonik güçler arasında hem de toplumsal kesimler arasında çelişkinin çok şiddetli olduğunu vurguladı. Bundan çıkış arayışları olduğunu da kaydeden Koçgiri şöyle devam etti: “Bu eğilimlerin içerisinde demokrasi mücadelesini temsil edenler var. İşte Bu HDP' de somutlaşıyor. Yani mevcut iktidara ve hegemonik güçlere karşı onların kendileri arasındaki iktidar mücadelesinin bir tarafı haline gelmeden bağımsız-demokratik siyaseti ortaya koyma yaklaşımıdır. Bu demokrasi ve özgürlük mücadelesidir. O günkü koşullardan farklı olarak PKK'nin 40 yılı aşkın süredir verdiği ideolojik-politik-askeri mücadelenin ortaya çıkardığı sonuçlar zemininde demokratik siyaset mücadelesini verilebiliyor.

Fakat bunun karşısında Türkiye'deki iktidar güçleri arasında yaşanan mücadeleyi doğru çözümleyemeyip onun karşısında taraf olma yerine onlar arasındaki çelişkiden yararlanarak kendisine örgütlenme imkanı yaratmak isteyen güçler de var. Örneğin bu güçlerde hegemonik güçlerin kendi arasında süren bu iktidar mücadelesinde onların her ikisine karşı bağımsız bir tutum belirleme yerine bunlardan birinden yana tavır alma eğilimi içerisine giriyorlar. Mesela CHP ile ittifak arayışları ya da CHP listesinden seçimlere girme arayışları böyledir. Onlar hegemonik güçtür, iktidar güçleridir. Kendi aralarında mücadele ediyorlar. Senin devrimci tutumun burada bunlara karşı 3. Bir güç olarak kendi bağımsız siyasetini geliştirmektir. Bunun yerine bu iktidar mücadelesi içerisinde olan güçlerden birinden diğerinin yanına tavır belirler pozisyona geliyorlar. Bu yanlıştır ve kazandırmaz, aksine kaybettir. Egemen güçler arasında kendini bir taraf haline getirerek ondan yararlanma eğilimi bu egemenlere güç ve destek vermekten öteye gitmez. İşte o gün, yerine getirilmek istenen devrimci görevlerle aslında bugün yerine getirilmek istenen devrimci görevlerin benzerliklerini bu şekilde ortaya koymak gerekir. Deniz, Mahir, İbrahim gibi devrimci önderler 12 Mart sürecinde yaşamlarını ortaya koydular, büyük bedeller verdiler ve devrimci görevlerini yerine getirdiler. Yaşamlarına mal oldu ama o mirasın ortaya çıkardığı sonuçlar bugün demokratik siyaset imkanının ortaya çıkmasını sağladı. Ve büyük kazanımlara dönüştü. Bu açıdan bizim o zamanki devrimci sorumluluğun gereği ortaya çıkan devrimci mücadelenin bu günle ortak yönlerini ortaya koyup onu sahiplenen bir mücadele gerçekliğine dönüştürmeliyiz."