Çiçek: Rejim kaos aralığının içinde

Türkiye’de rejimin içine girdiği kaos aralığının yarattığı tehdit ve tehlikelere işaret HDK Eşsözcüsü Çiçek, “Örgütlü toplum iddiasını başardığımız oranda faşizm yenilgiye uğratılacak” dedi.

Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eşsözcüsü Cengiz Çiçek, 3. Yol’un bir strateji, Demokrasi İttifakı’nınsa bir mücadele ortaklığı olduğunun altını çizdi.

Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) geçen hafta ittifaklar ve kapatma davasına ilişkin bileşenleriyle yaptığı toplantıya katılan HDK Eşsözcüsü Cengiz Çiçek, ANF’nin sorularını yanıtladı.

HDP’nin bileşenleriyle yaptığı toplantıya katıldınız, toplantının temel gündemi neydi?

Toplantımızda son dönemlerde siyasal gündemlerimizin odağında olan Demokrasi İttifakı ve HDP kapatma davası süreci konuları ele alındı. HDK-HDP ve bileşenlerinin ortak mücadelelerinin geleceğini doğrudan ilgilendiren bu konularda tartışmalar yürütmesi, ortak tavır geliştirmesi ve birlikte hareket etmesi, halkların ve ezilen kimliklerin demokrasi ve özgürlük mücadelesi açısından hayati önemde kıymetlidir. Bu ve buna benzer buluşmaları, tartışmaları, toplumsal muhalif örgütlerle derinleştirmek ve yaygınlaştırmak, beraberinde emekçi, ezilen kitlelerle birlikte ele almak; hem örgütlü mücadele kazanımlarımızı korumak hem de halkların demokratik seçeneğini kurmak açısından da önemli olacaktır.

Cumhur ve Millet ittifaklarının dışında 3. Yol ve Demokrasi İttifakı çabanız var. Bu iki temel başlığı biraz izah edebilir misiniz?

Esasında bu başlıklar, kuruluşumuzdan beri gündemimizde. Program ve hedeflerimizin belirgin kılınmasında 3. Yol önemli bir yer teşkil ediyor. En somut siyasal ve örgütsel olarak dile gelmiş hali, HDK’nin kendisidir. Birleşik mücadele zemini olarak ortaya çıkan bizim gibi yapılarda, karakter, özgünlük ve güncel ihtiyaçlar değişse de her dönem gündemimizde olan bir diğer başlık da Demokrasi İttifakı’dır. Bu ikisini birbirine karıştırmamak için de özel özen göstermemiz gerekiyor. Şöyle izah edeyim;

* 3. Yol, tarihsel olarak iki hegemonik, devletçi, milliyetçi çizgi olarak tanımladığımız İslamcı Türkçülük ve Ulusalcı Türkçülük dışında eşit, adil, demokratik, özgürlükçü ve çoğulcu bir politikayı savunuyor. Güncel olarak toplumun İslamcılık ve Kemalizm adı altında kamplaştırılmasının, katılaştırılmasının tehlikesine işaret ediyor. Halkı ortak sorunları etrafında daha fazla yan yana getirmeyi, bir arada tutmayı gerekli görüyor. Sistem içi siyasetlerin ürettiği kamplaşmanın, gerçek sorunlarımızın üstünü örten tehlikesine de dikkat çekiyor. Türkiye ve Kürdistan’da halkların, emekçilerin, kadınların ve doğanın bütün tarihsel değerlerini, birikimlerini, kimliklerini kendisinin ideolojik mayası ve güncel toplumsal-politik-örgütsel gücü olarak görüyor. Bu güç biriktikçe devletçi, milliyetçi, dinci, erkek egemen, sermayeden yana diğer iki kutup da geriletilecektir. Dolayısıyla güç biriktirme süreci tamamlanmış değildir ve güncelde yeni toplumsal güç birikimlerini hedefi olarak görüyor. Bu, 3. Yol okumamızın stratejik yönüdür.

* Taktiksel olanı da güncel örgütsel, politik hedeflerimizin başarılabilmesi için gerekli bir alandır. Kendisini 3. Yol olarak ifade eden bizlerin en yakın ve yakıcı hedefi, AKP-MHP faşizmini yıkmaktır. Bu iktidar bloku zorbalıkta, zulümde ve kendisini bir gasp rejimi olarak örgütlemede zirvededir. Bu hedef, diğer bir sistem içi blok olan CHP/İYİ Parti blokunu tarihsel rol ve ideolojik kodlar bağlamında eleştirmiyoruz ya da görmezden geliyoruz anlamına kesinlikle gelmiyor. Tersine zihniyet ve politik olarak eleştirilerimiz, reddiyemiz, her iki hegemonik kutba da oldukça nettir ve şaşmazdır.

Güncel hedefimiz, AKP-MHP iktidarı özelinde faşizmi devirmek, CHP/İYİ parti nezdinde de cumhuriyetin yeniden devletçi, milliyetçi, tekçi, tekelci restorasyonuna da geçit vermemektir. Türkiye ve Kürdistan halkları bu iki seçeneğe mecbur değildir ve bizlerin hem tarihsel birikim hem de örgütlü kitle desteği ve bilinci anlamında tarihi değiştirecek bir gücümüz olduğu unutulmamalıdır. Siyaseti, toplumu ve dolayısıyla iktidarları dönüştürecek stratejik güç bizleriz. Bu hedefi önümüze koyarken bizim dışımızdaki demokratik, özgürlükçü, sosyalist tüm partileri, çevreleri bir doğal ittifak gücü olarak gördüğümüzü ve yan yana gelerek ortak ilke ve programlarımızı oluşturmamızın önünde bir engel olmadığını belirtmek istiyoruz. Belki her konuda benzer düşünmeyebiliriz, ancak toplumun bir bütün olarak öncelikli olarak neye ihtiyacı var konusunda hemfikir olduğumuzu biliyoruz. Emekçi kitlelerin, kadınların, Kürtlerin, Alevilerin ve daha nicelerinin ortak ihtiyacı ‘Demokratik Cumhuriyet’tir ve bizler bu demokratik dönüşümü hep birlikte başarabileceğimize inanıyoruz. İşte böylesi kader tayin edici bir süreçte AKP-MHP iktidarını devirme ve sonrasında Demokratik Cumhuriyeti hedefleyenlerin güncel mücadele ortaklığı kurma çabalarını, ‘Demokrasi İttifakı’ olarak tanımlıyoruz.

Böylece Demokrasi İttifakı’nın da salt bir seçim işbirliği veya ittifakı olmadığı mı anlaşılmalı?

Elbette. Bizler tarihsel bir hedefin izini sürüyoruz. Salt AKP-MHP’den kurtulma hikayesi değil bizimkisi. Onların şahsında memleketi soyup soğana çeviren; insanlara açlığı, onursuzluğu dayatan; halklar arası iç savaşı besleyen; doğasını yağmalayan; erkekliğin her toplumsal halini zirveleştiren; gençleri umutsuz kılan; yeşile ve insana düşman kentler yaratan bu sermaye dostu, halk düşmanı zihniyetten de kurtulmak istiyoruz. İstediğimiz bir rejim değişikliğidir ve elbette bu değişim süreçlerinin belirli aşamaları olacaktır.

Nedir bunun ilk aşaması?

İlk işimiz; faşist iktidardan kurtulacak meşru, toplumsal ve demokratik yol ve yöntemleri tüm yaratıcılığımızla açığa çıkarmaktır. Bunun için de yeri geldiğinde olası bir seçimde iktidarı tahtından indirecek seçim hesapları, taktikleri olacak, yeri geldiğinde faşist rejimlerin hukuk, yasa tanımaz karakterlerinin öngörüsüyle demokratik, özgürlükçü bir halk hareketini büyütecek meşru mücadele yöntemlerini geliştireceğiz. İşte bu durumun kendisini, yani geliştirmek istediğimiz Demokrasi İttifakı’nı, ‘seçimleri gözeten ama seçimleri aşan’ bir ittifak olarak tanımlıyoruz.

Yine faşizmin soluğunu ensesinde en az biz örgütlü yapılar kadar hisseden toplumsal kesimler var. O nedenle faşizme karşı mücadeleyi bir örgütler, partiler arası mücadele olarak sınırlandırmayan, halkın haklı öfkesini “aman siz sokağa çıkmayın, bunlar sahiden gidici” gibi safsatalarla frenleyerek devletçi çıkarları kollayan anlayışı da kabul etmeyen bir yerden okuyoruz süreci. Madem söz konusu olan halkların demokratik geleceğidir, huzuru, refahıdır; o halde Demokrasi İttifakı’nı bu bağlamda da ‘örgütleri gözeten ama örgütleri aşan’ bir ittifak olarak ele alıyoruz. Toplumun ihtiyaçları üzerinden örgütsel ihtiyaçlarımızı belirlediğimiz bir bakış açısına şiddetle ihtiyacımız var. Aynı bakış açısıyla sürecin elzem kıldığı halklar ittifakını ve bu paralelde açılım yapabileceğimiz yeni hedef kitleleri netleştirmek ve bunun politik-pratik programını çıkarmak zorundayız. Demokrasi İttifakı’nı bu paralelde tanımlayan herkesle iş tutmak zorundayız. Yeri gelmişken söyleyelim; bu yaklaşımlarımıza paralel okumalar yapmalarına rağmen faşizme kaybettirme ve halkların demokratik sistemini kurma hedefiyle demokrasi ittifakına gelmeyen her parti ve çevreyi tarih ve toplum mahkum edecektir.

Başta HDP olmak üzere muhalif kesimlere yönelik fiziki ve yargı kullanılarak siyasi saldırıların daha da artacağı beklentisi var. Buna katılıyor musunuz, buna karşı neler yapılmalı?

Aslında HDP’ye saldırı ve olası saldırıların derinleştirilmesi ihtimali, her geçen gün toplumsal meşruiyetini kaybeden AKP-MHP iktidarının kendisini iktidarda tutmak için sarılacağı bir iç savaş ipidir. Türkiye’de iktidarda kalma, iktidarın toplumsal rızasını üretme tekniği olarak da değerlendirilebilecek bu anlayış, AKP-MHP’ye has bir icat değil. Bir Türk ulus devlet geleneği olarak karşımızda duruyor. Soyguncu, rantçı, korsan rejimlerini ayakta tutmak için uzunca süredir Kürt meselesinde “askeri zaferler” kovalayan bu iktidarın, yapmaya çalıştıkları yapacaklarının da göstergesidir. Kan kaybettikçe özellikle HDP ve Kürt halkı üzerinden toplumu germeye, çatıştırmaya çalışacakları malum. Yine HDP üzerindeki kapatma davası da bu yaklaşımın bir sonucu.

Bunun karşısında elbette ki önceliğimiz, partimiz HDP’yi savunmak olacak. Savunmayı da sadece hukuki değil; demokratik, meşru kitlesel eylemsellikleri daha fazla yaygınlaştırarak ve halk örgütlülüğünü daha fazla güçlendirerek yapmak zorundayız. Elindeki iktidar olanaklarıyla sadece bir zulüm makinasına dönüşmemiş adeta spekülasyon uzmanı haline gelmiş bu iktidar bloku karşısında gerçekleri daha fazla topluma anlatabilmenin yol ve yöntemlerini hep beraber bulmak zorundayız. Makro düzeyde kurulacak sözlerden tutalım kitle iletişim kanallarına kadar; kitlesel eylemlerden tutalım ev, işyeri, tarla ziyaretlerine kadar iktidarın hile, yalan ve zor oyunlarını boşa çıkaracak her türlü siyasi, toplumsal, diplomatik işlere daha fazla yüklenmemiz gereken bir dönemden geçiyoruz. Bu amaçla HDK zemininde bütün bileşenlerimizi ortak tartışan, ortak eyleyen ve ortak kuran bir zeminde daha güçlü buluşturmayı hedefleyen çalışmalarımız mevcut. En kısa zamanda bütün bileşen örgütlerimizle yapacağımız birebir ve toplu tartışmalarla en azından önümüzdeki iki yılın olası gelişmelerini gözeten ve ilerici, toplumsal hedefli örgütler olarak bizlere düşen görevlerin neler olduğuna dair kendisini dönemin ihtiyaçlarına göre güncelleyen bir HDK gerçeği kaçınılmaz görünüyor.

Bu yeni dönemin yol haritası, elbette yapacağımız tartışmalarla içerik kazanacak. Ancak peşinen belirtmek gerekir ki; bu dönemde her grubun, örgütün kendi renkleriyle bir araya geleceği ortak pratikleri açığa çıkaramazsak süreç karşısındaki rollerimizi de oynayamayacağız. Faşizmi devirinceye kadar kenetlenmiş örgütlerin birleşik mücadele ruhu ve yan yana duruşları, hem örgütlerin kendisinde hem de halklarda fazlasıyla bir sinerji yaratacaktır. Bu arayışlarımızı tetikleyen temel motivasyonlarımızdan birisi de tek tek verili örgütsel kapasitelerimizin, birbirimizle ve toplumla kurduğumuz ilişkilerin derinliği, zemini, biçimi vs. sürecin ve halkların ihtiyaçlarını karşılamaya yetmediğidir. Kuruluşundan bugüne, faşizme karşı demokratik direniş umudunu ayakta tutmak başta olmak üzere önemli roller üstlenmiş, önemli işler başarmış bir yapı olarak dışa dönük kurucu rolümüzün benzerini de içe, örgütlü dünyalarımıza dönük kurucu faaliyetlerle buluşturmanın zamanı geldi de geçiyor bile.

Erdoğan’ın tehditler savurduğu, söylemin daha da sertleştiği ve ırkçı saldırılara göz yumulan bu dönemde demokratik kitle örgütlerinin yapması gereken nedir?

Türkiye’de sistem içi diye tarif ettiğimiz siyaset kurumunun en önemli özelliklerinden birisi, toplumu kamplaştırmak ve zehirlemek. Ne uğruna? Tabii ki iktidar ve rant uğruna. Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin son açıklamalarını bu gözle değerlendirmek daha isabetli olacaktır. İşte Erdoğan’ın ağzından çıkan, “sokaklara döküleceklermiş, ya siz 15 Temmuz’u görmediniz mi?” cümlesi bile her şeyi tarif etmeye yeter. Sanki 15 Temmuz’da kitleler, halklar sokağa çıkmış gibi; yıllarca kol kola ülkeyi yönettiğiniz ve iktidarı paylaşamadığınız bir yapının askeri kanadı sokağa çıktı. O da görünen yüzünü tarif ediyoruz tabii. Hala aydınlatılmamış onlarca karanlık noktası olan bir süreçten bahsediyoruz. İşte Erdoğan bu sözlerle hem gerçeği çarpıtıyor hem de hesap vermesi gereken bir konuda üste çıkıyor; “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misali.

Evet, Erdoğan gibi karakterler halk hareketlerinden, kitlesel eylemselliklerden korkarlar ama korktukları kendi oyun sahası içinde olan 15 Temmuz gibi hadiseler değil. Bilakis Gezi gibi halk hareketlilikleridir. Aslında perde arkasından verdiği mesaj da Gezi’yedir, toplumsal muhalefetedir. En son Kazakistan’daki halk isyanını devletlerin nasıl örgütlü bir şekilde bastırmak için işbirliği yaptıklarını hep birlikte gördük. Bu örnek bile ulus devletlerin ve iktidarların korkularının asıl kaynağını göstermesi açısından epey öğretici bir deneyim oldu tekrardan.

Görülmektedir ki; 21. yüzyılda, kendisini toplum dışı ve toplum düşmanı olarak var eden kapitalizm ve onun devletçi zihniyetiyle halkların, ezilenlerin demokrasi ve özgürlük talebi, bilinci arasındaki kavga büyüyecek, yaygınlaşacak ve derinleşecektir. Tabii ki halkların daha adil bir düzen ve yaşanabilir dünya talebi karşısında dizleri titreyen diktatörlükler daha saldırgan olacak. İşte son olarak Bahçeli’nin açıklamalarını da bu minvalde okumak gerek. Bahçeli’nin HDP ve milletvekilleriyle ilgili sarf ettiği sözlerin resmini çizin deseniz, karşımızda Nazilerin toplama kampları belirir. Tüm bunlar karşısında bizlerin önceleyeceği tek şey, örgütlü bir halk hareketini açığa çıkarmaktır.

Türkiye’de rejim öylesine bir kaos aralığının içine girdi ki her şeyin her an olacağı, aklımızın bile almayacağı gelişmelerin yaşanacağı günlerden geçiyoruz. Böylesi dönemlerde örgütlü halk tanımını sadece mevcut rejimle, iktidarla arasına siyasi mesafe koymuş, bu siyasal mesafeyi ağırlıklı olarak seçimlerde kullandığı oyla gösteren veriler üzerinden yapamayız. Örgütlü halk gerçeğini, sürecin gerektirdikleri ve günlük hayatlarımızın nasıl içeriklendirileceği üzerinden ele almak kaçınılmaz görünüyor. Hayatın kendisini örgütleyen, eylemini de haklar mücadelesini de bunun içinden çıkaran bir örgütlü toplum iddiasını hep birlikte ortaya koymak zorundayız. Bunu başardığımız oranda faşizmi yenilgiye uğratacak, kalıcı bir demokratik toplumsal yaşam ve demokratik rejim inşa edebilecek.