ANALİZ

İktidar İslam’ı ve Erdoğan’ın Müslümanlığı-ANALİZ

Kapitalist modernite dünyasını özetleyen kilit bir cümle olduğunu bildiğim için tekrarlamaktan çekinmiyorum. Theodor Adorno, “Yaşama bakışımız, artık yaşam olmadığını gizleyen bir ideolojiye dönüşmüştür” demişti...

Aynı belirleme, faşist diktatör Erdoğan’ın öne çıkardığı İslam anlayışına da uyarlanabilir. Günümüzdeki hâkim İslam anlayışının artık İslam olmadığını gizleyen bir ideolojiye dönüştüğü aşikârdır. Tabii iktidarın hizmetine koşturulmuş bir İslam türünden söz ediyorum. Kaldı ki İslam’ın kendi özüne yabancılaşması günümüze özgü bir olgu değildir. Daha Emeviler döneminde, hakiki İslam’ın soylu siması Hasan Basri’nin, “Şimdiki zamanda gerçek Müslümanlar mezarda, gerçek Müslümanlık ise kitaptadır” dediğini birçok Müslüman iyi bilir. Emevi iktidarıyla birlikte egemen hale gelen İslam iktidar İslam’ıdır, akıl almaz bir terörle yüklenmiş karşı-İslam’dır. Erdoğan’ın Kürtlere karşı herkesi bayrağı altında cihada çağırdığı İslam, bu karşı-İslam geleneğinin en bozulmuş halidir.

Faşizm kavramının tek başına Erdoğan’ın iktidarını tanımlamaya yetmediği kanısındayım. IŞİD ve onun devletleşmiş hali olan Erdoğan rejimi, kapitalizmin ulus-devlet faşizmi kadar, kutsadığı iktidar uğruna derya misali kan akıtan bu karşı-İslam geleneğine dayanıyor. Mevcut TC devleti, her iki geleneğin çarpıcı bir sentezini oluşturuyor. Her ikisinin özünde iktidarın korunması uğruna akıl almaz terör kullanımı vardır. Her ikisi kutsallardan çok söz etseler de, çıkarları emrettiğinde kutsallara saldırmaktan asla çekinmemişlerdir. Bu açıdan Erdoğan’ın kuduz itlerinin Efrîn ve Sur’da camileri bombalamasına ya da IŞİD’in kutsal mekânları havaya uçurmasına şaşırmamak gerekir. İktidarı döneminde Yezit de İslam’ın en kutsal mekânı olan Kâbe’yi mancınıklarla dövüp duvarlarını yıkmıştı. Aynı Emevi iktidarı döneminde, hicreti sırasında Hz. Muhammed’e kucak açmış Mekke şehri bir düşman şehri gibi işgal edilmiş; ahalisi korkunç bir katliama tabi tutulmuş, sahabe çocukları bile kılıçtan geçirilmişti. Katliamcı Emevi ordusu komutanı, üç gün boyunca askerlerin şehri talan etmelerine izin vermişti. Erdoğan işte bu geleneği esas alıyor, eylemlerinin meşruluğunu tam da bu geleneğe dayandırıyor.

Faşist Erdoğan iktidarının Efrîn halkı başta olmak üzere direnen Kürt halkı karşısında bunun ötesine geçmek istediğinden eminim. Kürtler söz konusu olduğunda, bu faşist diktatörün nasıl bir ruh haline kapıldığını anlamak açısından, karşı-İslam tarihinden çarpıcı bir örnek vermek isterim. İsimler konusunda yanılabilirim, ama anlatmak istediğim olay gerçektir. Bu olayda sergilenen vahşetin kültür olarak İslam’ın gereği olmadığını iyi biliyorum. Tüyler ürpertici bu vahşetin altında, sahiplerini esir alan o korkunç iktidar şehveti vardır.

Sanırım Halife Abdülmelik dönemindedir. Kalabalık bir Emevi ordusu Gurgan’a doğru sefere çıkar. Alanda kuşatmaya aldığı bir kent büyük bir direniş gösterir. Direnişçiler halkın cezalandırılmaması koşuluyla sonunda teslim olurlar. Kenti ele geçiren Halife Ordusu, yeni yerler fethetmek üzere yoluna devam eder. Kısa bir süre sonra kentin yeniden ayaklandığını haber alan halife ordusunun komutanı büyük öfkeye kapılır. “Ant olsun ki, arkamdan ayaklanmaya cüret edenlerin hepsini yok edeceğim. Kanlarıyla değirmen döndürecek ve unundan ekmek yapıp yiyeceğim” der. Öyle de yapar. Ordusuyla dönüp şehri yerle bir ederek direnen herkesi kılıçtan geçirir. Teslim olan on binlerce insanı şehir dışına çıkarıp topluca katleder. Kanlarıyla sulanmış topraklardan akıttığı sularla un değirmenini çalıştırır ve öğüttüğü buğdaydan ekmek yapıp yiyerek yeminine sadık kaldığını göstermiş olur. Erdoğan, Bahçeli ve Soysuz Sülo’nun Kürt düşmanı demeçlerine bakın, aynı şehvani ruh haliyle karşılaşırsınız. Bu gerçeği görmemek, Kürtler açısından imha kapısının ardına kadar açılması demektir.

Kuşkusuz hiçbir insanımızın gözünü korkutma niyetinde değilim. Sadece kapımıza dayanmış olan tehlikenin büyüklüğünü anlatmaya çalışıyorum. Bu anlamda diktatör Erdoğan’ın “Efrîn’i teröristlerden temizleyip gerçek sahiplerine teslim edeceğiz” cümlesini doğru okumamız gerektiğine inanıyorum. Efrîn’i ele geçirecek bu diktatörün, IŞİD’in Şengal’de yapmaya çalıştığını yapmayacağını düşünmek safdillik olur. Soykırımcı AKP iktidarı insani duyarlılığından değil, etnik temizlik hesapları nedeniyle milyonlarca Suriyeliyi Türkiye’ye çekti. Şimdi kendilerine mikrofon uzatılan bu insanlardan bazıları, Erdoğan’ın bu cümlesine bir cennet vaadi gibi bakıyor ve bu nedenle şükranlarını ifade ediyorlar. Kızgın çölden çıkıp yeşil Efrîn’e yerleşmenin bunlarda cehennemden çıkıp cennete girmek gibi bir duygu uyandırdığını bilmek durumundayız. Kaldı ki Erdoğan, Efrîn’e başlattığı soykırım seferine daha fazla çeteyi katabilmek için bu vaadi dillendiriyor. Bunu asla unutmamalıyız.

İttihat ve Terakki iktidarının gerçekleştirdiği Ermeni soykırımında Teşkilat-ı Mahsusa ne rol oynadıysa, Efrîn’e yönelik soykırım amaçlı işgal harekâtında da MİT benzer bir rol oynamaya çalışıyor. Teşkilat-ı Mahsusa devşirdiği gözü dönmüş binlerce hırsız, çapulcu, katil ve caniyi tehcir yolundaki Ermenilere saldırtmış, yüz binlerce masum insanı hunharca katlettirmişti. MİT de Türkiye’ye getirtilen Suriyeliler arasında Kürtler ve öteki demokrasi güçlerine karşı yıllardır tamamen benzer amaçlar temelinde sistematik bir çalışma yürütüyor. Bu çerçevede katliam yapacak on binlerce çete devşiriyor. Bunun için milyarlarca Dolar harcıyor. Üstelik şimdiki çeteler çok daha eğitimli ve örgütlüdür. Erdoğan’ın ısrarla bu potansiyel soykırım şebekesini ‘yerli ve milli’ olarak tanımlaması, Kürtlere yönelik soykırım planlarında kendilerine atfettiği uğursuz rolle bağlantılıdır. Fırsat bulmaları halinde bu rolü en etkili şekilde oynayacaklarından ve IŞİD’i aratmayacaklarından kuşku duymamak gerekiyor. Özcesi, gerçek IŞİD Erdoğan’ın silahlı güçleridir ve IŞİD’in asıl halifesi Erdoğan’dır.

Kısacası katliam tehdidi altında olan sadece Efrîn’deki silahlı direniş güçleri değildir; onlardan çok daha fazla, Efrîn dahil, tüm Rojava halkıdır. Beşikteki bebekten ömür merdiveninin son basamağındaki yaşlıya kadar herkes faşist TC devletinin soykırım tehdidi altındadır. Öyleyse yedi yaşındaki çocuktan yetmiş yedi yaşındaki insana kadar her birey bu soykırım savaşına karşı varoluş ve özgür yaşam direnişinde mutlaka yerini almakla yükümlüdür. Bu direnişin bir devrimci halk savaşı düzeyine çıkarılması gerektiği açıktır. Bu noktada yansıyan bir yetersizliğe işaret etmek isterim: Halktan insanlar “YPG ve YPJ oldukça TC Efrîn’i işgal edemez” derken, direnişçiler de buna paralel açıklamalar yapıyorlar. Bu tür açıklamalar soykırıma karşı devrimci halk savaşı gerçeğine terstir. Silahlı direniş güçleri ancak örgütlü toplumla birlikte soykırımcı işgalcilere karşı tam bir seferberlik halinde savaşa kalkıştığı zaman halkın geleceği güvence altında olacaktır. Zaferin garantisi budur.

Tüm Kürtler için her şeyden daha önemli olan husus, gelinen aşamada soykırımlar ve katliamlar tarihinin tekerrür etmesine asla geçit vermemektir. Çünkü bu tür bir tekerrür ihanetten beter bir düşüş anlamına gelecektir. Mevcut durum Kürtlerin sadece risklerle dolu bir dönemden geçtiklerini göstermiyor; aynı zamanda Kürt halkının soykırım sistemini yerle bir edecek potansiyele sahip olduğuna işaret ediyor. Geçmiş soykırımlar ve katliamların tüm kurbanları adeta mezarlarından doğrulup, “Ey Kürt halkı! Ayağa kalk, örgütlenip topyekûn direnişe geç ve mutlaka kazan” diye haykırıyor. Faşist TC’nin hayvani bir hırsla mezarlarını tahrip ettiği şehitler Kürtler ve dost halklara aynı mesajı veriyor. Bunlardan daha üstün bir komuta gücü düşünülemez. Bu komuta altında savaşan Kürtler ve dost halkların kaderinde zafer vardır. Kürtler zafere, soykırımcılar yok oluşa yazgılıdır. Tarihin sözü budur ve bu tanrısal sözü pratikleştirmek Kürtler için boyun borcudur.