İran’da ‘Ferinaz Devrimi’-ANALİZ

Bu bir demokrasi mücadelesi; özgürlük ve eşitlik kavgası. Dolayısıyla burada amaç çok önemli. Sorun ne basit anlamda iş ve aş sorunudur, ne de kadınların başlarına geçirdikleri o bir parça bezdir. Asıl sorun, rejimin kendisidir. Zihniyetidir.

Derler ki İran, hep kendi toprakları dışında savaşır. Doğru. Bunlar, tarih boyunca böyle bir taktik veya siyaset izlemişler. Gerçekten de İran, bu yolla günümüze kadar ayakta kalabilen ender bir ülke konumunda. Ancak bu sefer durum çok farklı. Her şeyden önce mevcut yönelim dışarıdan değil, tümüyle içeriden. Çelişki ya da çatışma doğrudan rejim ile halk arasında. Çünkü sorunun tamamı toplumsal. Özü de şu; insanlar, etnik kimliğini, yine din, mezhep ve cinsiyet olarak aidiyetini bir tarafa bırakıp özgür, eşit ve demokratik bir sistemde yaşamak istiyor.

İşte bu nedenle günlerdir İran’ın tüm şehir ve kasabalarında halk sokaklarda. Meydanlar, inim inim inliyor. Toplumun ezici çoğunluğu “Ya Özgürlük Ya Ölüm”, “Suriye Ve Irak’ı Bırak Halimize Bak” ve nihayetinde diz boyu yolsuzluklara, yaşanan işsizlik ve sefalete isyan edip “Bu Rejim Yıkılsın” diyor.

İran’da işlerin nasıl bu noktaya gelindiği sorusuna aranacak cevap, aynı zamanda bölgenin genel fotoğrafına da ışık tutabilir. Zaten zihniyet de yapılanma da çok farklı değil. Sorunlar da öyle. Dolayısıyla İran’daki son gelişmeleri bölgede yaşanan çelişki ve çatışmaların dışında ele almak kesinlikle eksik ve yetersiz kalacaktır.

Hatırlanacak olursa 2010 yılında Tunus’ta başlayan ve kısa bir süre içerisinde tüm bölgeye yayılan halk ayaklanmalarının da iki temel sloganı vardı. Bunlardan birisi özgürlük, diğeri ise aş ve işti. Kimileri buna Arap, kimileri de İhvan Baharı dediler. Ancak gerçek olan şuydu ki bölge halkı, kesin bir dil ve tavırla her türlü baskı ve sindirmeye, açlık ve işsizliğe, yolsuzluğa; özcesi miadını doldurmuş tüm dikta rejimlere hayır dediler.

Sözü edilen bu süreç, bölgede her ülkeyi farklı şekillerde etkiledi. Örneğin Tunus ve Mısır’da rejim el değiştirirken, Libya ve Suriye’de ise oldukça kanlı çatışmalara sahne oldu. Çünkü bölgenin geneline yayılan halk hareketleri yer yer kontrolden çıktı. Bir yandan dış güçler, diğer bir yandan da İslam kisvesi altında ortaya çıkan gerici güçler, kendi amaçları doğrultusunda bu ayaklanmalara yön vermeye çalıştılar. Şayet bölgede İhvan, El Kaide ve son olarak da DAİŞ gibi çete örgütlenmeler türemeyip, halk hareketlerini gölgelemeselerdi, bugün durum çok daha farklı olabilirdi. Zaten asıl karmaşa ve belirsizlik de bu noktadan sonra başladı. Nihayetinde bölge iki bloka ayrıldı ya da ayrıştırıldı; Sünniler ve Şiiler!

Sünni cephenin bir ucunda Suudi Arabistan, diğer ucunda ise Türkiye ya da Katar dururken, bunlara karşıt olarak Şiilerin başını da İran çekmeye başladı. Sünni blokun bu parçalı ve çok başlı duruşu hiç şüphesiz tümden İran’ın işine yaradı. İran, bu sayede bölge siyasetinde bir türlü dikiş tutturamayan Türkiye ve Katar gibi ülkeleri de çok rahatlıkla yanına çekerek, kendini bölgenin en etkili gücü haline getirmeye çalıştı. Öyle ki DAİŞ denilen güruhun ve onun arkasındaki odakların etkinlik kaybetmesiyle birlikte İran, bölge genelinde ki özellikle de Suriye ve Irak’ta zafer nidaları atmaya başladı.

Dışarıda kazanıyor gibi görünen İran, içeride kaybettiğini yeni yeni anlayacak duruma geldi. Hem de büyük bir şokla. Ancak rejim, bu süreci ne kadar doğru okur ve toplumun talepleri doğrultusunda hareket eder, bu pek bilinmiyor. Muhtemelen aynı retorikle, yani ABD ve İsrail fitneliğidir, deyip durumu geçiştirmeye devam edecek. Arkasından da baskı, tutuklanma ve şiddet dalgası oluşturarak kitleleri sindirmeye çalışacaktır. İran rejimi, bunları yapmasına yapacak da peki bu kez postu kurtarabilecek mi, işte şimdilik bu pek belli değil.

Meydanları dolduran öfkeli kalabalığın içerisinde en fazla kadın ve gençlerin sesi yükseliyor. Onların rengi çok belirgin. Geçmişte de bu böyleydi. Rejim, özellikle de kadınlardan çok çekiniyor. Onlardan korkuyor. Bu gayet anlaşılır bir durum. Çünkü bugünkü yöneticileri iktidara taşıyanlar da ağırlıkta kadınlardı. Ama kadınlar farklı. Bunlar, mevcut rejimi sorguluyorlar. Benimsemiyorlar. İçinde bulundukları yaşamı demir kafes bilip buna isyan ediyorlar. Bu nedenle tüm gösterilerde başı çeken onlar. Öncüdürler. Polislerin karşısında eşarbını çıkarıp fırlatan kadın, kesinlikle yaptığı eylemin farkında. O bilinçle hareket ediyor. Dolayısıyla bu mücadeleye ya da hareket diyelim, bir ad konulacaksa eğer, hiç şüphesiz bu “Kadın Hareketi” şeklinde olur. Bilemiyorum, belki de daha şimdiden bu başkaldırıya “Ferinaz Devrimi” demek lazım. Çünkü o bu hareketin ilk çığlığı, isyanı ve eylemiydi. Feryadı hiçbir zaman toplumun beleğinden silinmedi, silinmeyecek. Diğer temel bir ayağı da kuşkusuz gençliktir. Sokak başlarını tutan, polis şiddetinin önüne geçen ve geleceğin resmini çizen onlardır.

Bugün İran’da yaşanan süreci tüm dünya izliyor. Bu bir demokrasi mücadelesi; özgürlük ve eşitlik kavgası. Dolayısıyla burada amaç çok önemli. Sorun ne basit anlamda iş ve aş sorunudur, ne de kadınların başlarına geçirdikleri o bir parça bezdir. Asıl sorun, rejimin kendisidir. Zihniyetidir. Öyle bir zihniyettir ki ne bireyi ne toplumu ne de farklı ulusların kimlik ve kültürünü görüyor. Herkese ve her şeye zorla şeriat gömleğini giydirip aynılaştırmaya çalışıyor. İşte kıyamet tam da bu noktada kopuyor. İnsanlar, bu duruma artık yeter deyip, meydanlara akın ediyor.

Dış güçler elbette ki bu yaşananlara seyirci kalmayacak. Bir biçimiyle müdahil olmaya çalışacaktır. Bu suç ise o halde İran, bu suçu her gün işliyor. Çünkü bölgede müdahale etmedikleri yer kalmadı. Bu nedenle halk meydanlarda “Irak ve Suriye’yi Bırak, Halimize Bak” sloganlarını yükseltiyor. Ancak şu da bir gerçektir ki İran, mevcut haliyle her türlü müdahaleyi çoktan hak etmiş durumda. Çünkü dış güçlerin ambargosu olsa da olmasa da İran’ın topluma dönük sosyal, siyasal ve psikolojik ambargosu her zaman sabit tutmakta. Bunu hiçbir zaman değiştirmedi, değiştirmeye kalkışanları da sürekli idamla tehdit etti.

Sözün kısası bu kez her taraftan rejime şah çekilmiş. Aslında fazla hamle yapma şansı da kalmamış. Amiyane deyimle köşeye sıkıştırılmış durumda. Ancak oldukça hassas bir süreç. Hata yapan erken kaybedebilir. Dolayısıyla kadını, genci, işçisi, işsizi, öğrencisi ve özellikle de örgütlü bir güç olarak Kürtler, özgürlük bilincini ve birlik ruhunu her geçen gün güçlendirerek hareket etmeli. İran rejimi, ya toplumun talepleri doğrultusunda köklü değişimlere gider, ya da rejimi halka teslim eder. Başka bir şansı olmadığı gibi, artık meşruiyeti de kalmamıştır.