Öcalan'ın 27 Kasım perspektifleri

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın “Bir türkü, bir şiir ve sonu gelmemiş bir roman ve de güzel...” diye tanımladığı PKK'nin 40'ıncı kuruluş yıldönümü geride kalırken, geçmiş 27 Kasım'larda Öcalan'ın PKK'nin önüne koyduğu perspektifleri derledik.

26-27 Kasım 1978’de Amed'in Licê ilçesine bağlı Fis köyünde 22 genç insan tarafından kurulan Partiya Karkerên Kurdistan'ın (Kürdistan İşçi Partisi- PKK) kuruluşunun üzerinden 40 yıl geçti. Esas olarak 1973 yılında Ankara'da üniversite gençliği içinde başlayan hareketlenme 1978 yılında partileşme ile yeni bir aşamaya geçti ve PKK bugün Kürdistan ile Ortadoğu'nun en etkin siyasi ve askeri hareketi olarak 40'ıncı yılını geride bırakıyor.

Ankara'da küçük bir öğrenci hareketi olarak ortaya çıkan PKK, geride kalan 40 yılın her dakikasını büyük bir mücadele ile geçirmesinin yanı sıra düşünsel, felsefi, sosyolojik, askeri ve bilimsel olarak her gün kendisini yeniledi. Şüphesiz bu yenilenmedeki en büyük pay da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a ait oldu. 20 yıldır zindanda ağırlaştırılmış tecrit koşullarında yaşayan Öcalan, bulduğu en küçük fırsatı bile PKK'nin değişim ve dönüşümü için fırsata çevirmeye çalışıyor.

Öcalan üzerindeki tecridin ağırlaştırılarak devam ettiği bugünlerde 40'ıncı yılını geride bırakan PKK'ye ilişkin Öcalan'ın geçmiş yılların 27 Kasım kutlamalarında PKK'nin önüne hedef olarak koyduğu kimi perspektifleri ANF derledi. Günümüzde Kürdistan'ın dört parçası ve Ortadoğu'da yaşanan çetin mücadele koşullarında ufuk açıcı mahiyette olan o tespitlerden bazıları yıllara göre şöyle:

27 KASIM 1978 VERİLİ KÜRDİSTAN'I KABUL ETMEME

(...) Biz kendimizi bu tarihi, siyasi olayların çizdiği bir Kürdistan'ı kabul etmeme gibi bir durumla karşı karşıya buluyoruz. Emperyalistler, sömürgeciler ve feodallerin bazen savaşarak, bazen uzlaşarak çizdikleri bir Kürdistan statüsü, bizim için kabul edilecek bir statü değildir. Bizim için üzerinde gelişmenin olacağı, partinin, halkın üzerinde özgürce gelişeceği bir statü değildir; bir halkın siyasal, ekonomik, kültürel gelişmesini bağımsızca sağlayacağı bir statü değildir. Tam tersine, bu statünün aşılması olayında, geçmişte yapılan çeşitli anlaşmalar ve hala varlığını sürdüren bu hukuki anlaşmalar sonucu kurulan siyasi rejimleri, bu siyasi rejimlerin gerçekleştirdiği talana varana dek geliştirilen ekonomik sömürü kurumlarını kabul etmemiz mümkün değildir; kabul ettiğimiz oranda da bu ülkede yaşayan, bu topraklar üzerinde yaşayan halk yığınları açısından özgürlük ve daha gelişmiş bir yaşam vaat etmemiz mümkün değildir.(...)

27 KASIM 1986 BİR İKİ AY ÖMÜRLERİ VAR DİYORLARDI

(...) Hepiniz hatırlarsınız ki, bizim için ‘ömürleri bir ay, iki ay, üç aydır, bundan fazla yaşayamazlar’ diyorlardı. Ama şimdi bunların tümünün tersi tarihimizde ispatlandı. Düşmanımız ne denli vahşi, ne denli büyük bir güçle üzerimize gelirse gelsin, sergilediğimiz direniş, bunların tümünü boşa çıkardı. Her gün, her ay, her yıl eskisinden çok daha fazla ilerleme ve güçlenme sağladık. Çoğu kişinin yüreğinde hissedemediği, aklından bile geçiremediği şeyler, şimdi bizde gerçek oldu. Düne kadar hiç kimse bizi ne halk, ne de ulus sayıyordu. Şimdi tüm dünya bizi tanıyor. Size hak-hukuk gereklidir diyorlar. Önce unutulan, kimsenin kabul etmediği bir halktık. Şimdi sizlerde görüyorsunuz ki, içerde-dışarda, dost-düşman hepsi kabul ediyorlar. Bu durum nasıl oldu? Bunu çok iyi anlamak gerekir. Bu kendi kendine, durup dururken olmadı. Düşünce ve çabamızla birlikte çıktı.(...)

27 KASIM 1987 BÜYÜK POTANSİYELİ HAREKETE GEÇİRME

(...) Her zaman sizlere önemle vurguladığım gibi, büyük potansiyeli harekete geçiremiyorsunuz. Özellikle yetenekleri açığa çıkarıp hizmete koşturamıyorsunuz. Bu konudaki potansiyeli mutlaka açığa çıkarın. Bu siyasallaşmadır, örgütleşmedir ve bu da askerileşmeyi güçlendirir. Bu konuda bütün birimler, yetkili ve inisiyatifli olsunlar. Onlardan da ucuz ayakta kalma, başka yerlere, başka güçlere dayanarak ayakta kalma değil, öz güçleriyle, özellikle takım seviyesinden başlamak üzere, herkesin öz gücüne dayanarak mutlaka arazi tutma, hareket etme ve kendini korumayla birlikte gelişmeye yol açmayı bilmesi lazım.(...)

27 KASIM 1990 TOPRAĞINIZI TERK ETMEYİN

(...) Ata topraklarından kolay kaçmayın diyorum. İşsiz-güçsüzsünüz, elaleme kul-köle olmayın diyorum. Vatanda bir şeyler üretmenin gereğinden bahsediyorum. Ne kadar da geri olursa olsun tarihimizi inkar edemeyiz, bu tarihimize eğilmek gerekir, ne kadar bölük-pörçük olursa da bir kimliğimiz var diyorum. (...) Çocuklarınız aç-perişan, okulsuz, eğitimsiz! Bunun sağlıklı bir gidişat olmadığını söyledik. Zaten hiçbirinizin işi-gücü sağlam değil. Başınızı almış dünyanın her tarafına savruluyorsunuz. Bunun doğru bir gidişat olmadığını söyledik. Bunları eleştirdik, zorlansanız da mecbur da edilseniz bunlar üzerinde düşünün dedik ve geriye bir şeyler vadettik. Yaşamı şu anda önümüze sermese de yine de tapınmanız gereken bu ana-baba toprakları, ata toprakları harabe haline gelmiş olsa da, bu tarihi gerçeğimiz doğru dürüst ifade gücünde olmasa da, dilimizi hâlâ yaşayamazsak da bir kültürümüz, kimliğimiz vardır. Bunların üzerinde düşünelim.(...)

27 KASIM 1991 ORTADOĞU KONFERASYONUNA ÇAĞRI

(...) Arap ve İran halklarıyla bağımsız ve özgür temellerde ilişkiye yol alma çağrımız var. PKK bir Ortadoğu devrimci gücüdür. Özellikle Ortadoğu'ya dayatılan emperyalizmin son yeni dünya düzeni politikasına karşı halkların bağımsız, özgür ve eşit ilişkilerine dayalı, Ortadoğu halklarının konfederasyonuna çağırıyoruz. Bu çağrımız daha şimdiden ilgi görüyor. Devletler, kişiler, kuruluşlar partimizin Ortadoğu'da temel bir güç olduğuna, onun demokratik dönüşüme ve bağımsız gelişmeye fırsat tanıdığına, imkan sağladığına inanıyorlar; iyi bir ittifakçı güç olarak dayanışma içinde bulunma isteklerini belirtiyorlar. Biz her zaman buna açık olduğumuzu söyledik. Partimizin kuruluşunda yer alan, onun gerçekten değerli enternasyonalist militanı Kemal Pir yoldaşımız, “Biz, Ortadoğu'da halkların konfederasyonundan yanayız” derken bir gerçeği iyi ifade ediyordu. Bunun giderek pratik adımlarını atma, gerçekleştirme aşamasındayız.(...)

27 KASIM 1992 PKK EVRENSELLEŞİYOR

(...) Artık bütün etkenler, PKK'nin salt ulusal sınırlar içinde bir ulusal kurtuluşçuluk ve hatta demokratik bir toplumla işin içinden kendini sıyıramayacağını gösteriyor. Bu rolünün bir gereği olarak giderek bölgeselleşip evrenselleşiyor. Bunun için daha derinlikli bir noktada ulaştığı sosyalizm içeriği, onu, mevcut sosyalizm deneyimlerini aşarak yaşanılabilir bir sosyalizmi yakalama ihtiyacı olarak, bunun siyasal ifadesi ve ulusal düzeyi kadar uluslararası düzeyin de yeni ifadesi olmaya zorluyor. Birey hakkı kadar, toplumun kolektif hakkını da bu muhteva içinde sağlam ele alarak değerlendirmeye götürüyor. Ya böyle gelişir ve başarır ya da ele alamaz ve başarısızlığa uğrama noktasına dayanır.

O halde PKK gerçeğini ele alırken, ulusal kurtuluş savaşımı ve ona dayatılan özel savaşla ilgilenemeyiz. Bu yetmezliğe düşmemek için PKK öncülüğünün içeriğine bakmak gerekiyor. Yeni dönemde zenginleşen bu içeriği dar, milli sınırlara sığdırmakla ve yine diğer birçok ulusal kurtuluş örneğinde görüldüğü gibi günümüz devrimlerinden bir tanesi haline gelmekle bile onlar kadar başarı sağlanamayacağını görüyoruz. (...)

27 KASIM 1993 HALKA DOĞRU YAKLAŞIM VE HALK ORDULAŞMASI

(...) Halkı örgütlemek milyonluk orduyu örgütlemek gibi bir olaydır. Belki gerilla ordusu değildir ama yine de bu küçümsenemez görevlerle karşı karşıya olan ve çok başaran bir orduya ulaşmak demektir. Zaten halk ordulaşması olmadan; her köyde, her şehirde halkımızın ailelerini hücre ve mangalar halinde bu savaşın içine çekmeden biz sadece gerilla ile, partinin öncü çabalarıyla bu savaşı kazanamayız. Kaldı ki halkımız bu savaşa, savaşın siyasi çizgisine, onun öncülüğüne inanmış ve karar vermiştir. Ben varım diyor ve ilk defa kendi öz çıkarları temelinde kendi öz gücüyle sahnede yerini alıyor. Düşman da en çok bu yıl açık katliamlar da dahil, sayısız faili meçhul cinayetlerle, binlerce tutuklamalarla, işkencelerle ve giderek kent-köyleri toptan ortadan kaldırmakla halkın ordulaşmasını, halkın savaşmasını durdurmak istiyor. (...) Bir halk bir partinin öncülüğüne bu kadar katıldı mı, milyonları gözünü kırpmadan savaşa sürdü mü ve her türlü işkenceyi göze aldı mı, eğer bir iç ihanet olmazsa, iç engeller olmazsa bu halk zaten kazanmış demektir. Dünya da birleşse, bütün gökyüzü bombalarla da dolu olsa yine bu halk kazanır. (...)

O halde tarihimizde kimi zaman görülen halka doğru yaklaşmadık, halkın imkanlarını çarçur ettik, halkın bağlılığını kötüye kullandık gibi tutumlar ağır suçlardır ve lanetli tarihi hortlatma anlamındadır. Hiçbirinizin hiçbir gerekçeyle böyle tavırlar sergileme hakkı yoktur. Yersiz bir sözcük sarf etmekten tutalım onun sunduğu imkanları yersiz değerlendirme ve kötü kullanmaya kadar hepsi bağışlanmayacak temel suçlardandır. Her şey halk içindir, her şey bu kadar düşmüş bir halkı kazanmak ve kurtarmak içindir.(...)

27 KASIM 1994 ZAFER KİŞİLİĞİNİ YAKALAMAK

(...) Halk tabiri içinde halk demokrasisi içinde sosyalizme göre olmayanların da yeri vardır ama, sosyalizm en emekçi, dolayısıyla onun bilimsel olduğu kadar en iradeli olma öncülüğüdür. PKK olayında bu da vardır. Öncünün çekirdeğinin tamamen sosyalist olduğunu bir an bile göz ardı etmemek lazım. PKK şüphesiz demokratik bir halk hareketidir de ama, öncülük sosyalizmindir. Yine daha geniş bir Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne Önderlik ediyor. İçinde oldukça çeşitli sınıflar, hatta onların önderlikleri vardır, ama öncülüğün sosyalizm olması nedeniyle, bunları da sürüklemeyi bilir. Cephesel önderliğin hem demokratik cephenin, hem Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin önderi olmayı bir an bile göz ardı edemez. Bu anlamda önderlik bir taktik harekettir.

(...)

Taktik önderlik olmadan, elbette ki savaşın başarısı olmaz. Onun da en belirgin ifadesi kurumsal olarak kazanan kişiliğe ulaşmaktır, örgütün bu temelde kurumlaşmasını zafer temelinde sağlayabilmektir. Düşmanın günlük bütün saldırılarını göğüslediği gibi, kendisinin de saldırılarını düzenleyebilmektir. Bu da adım adım başarıyı getirir. “Savaştım da yenildim” demek olmaz. Bu yenilmiş bir taktik önderliktir. “Savaştım da, boşa çıkartıldım” demek, bu sanatın gereklerine daha ulaşamamışsın demektir.

Görülüyor ki, zafer kişiliğini yakalamak kadronun en temel görevidir. Nasıl yakalanır PKK’nin Önderlik sanatında bu kadar büyük tecrübeden sonra, sanıyorum bunu görmemek, görüp de gereklerini yerine getirmemek artık mümkün değildir.(...)

27 KASIM 1996 PARTİLEŞMEDE ISRAR

(...) Son zamanlarda sıkça görüyorum; “parti ölçüleri aşındı, gerilla da aşındı, yurtdışında Avrupa’da yaşam aşındı!” diyorsunuz. Bir PKK kadrosu için bu sözleri söylemek ve söyleyip de acı duymamak kadar, acı duyup da kendisine karşı savaşmamak kadar tehlikeli bir tutum olamaz. (...) Ben PKK’nin bütün şehitlerinin anısına belirtirim ki, partileşmek kadar değerli hiçbir çaba yoktur! Parti ölçülerinde ısrar, parti yaşam tarzında ısrar, parti görevlerinde ısrar, cephede kazanacağınız en son nihai zaferden bile daha değerlidir! Nihai bir zafer gelip geçicidir, belki ardından bir yenilgi de gelebilir, ama kapsamlı bir partileşmenin önünde her zaman başarı vardır ve süreklidir.

(...)

Halbuki bu süreci başlatmak demek, mucizevi bir olay! Tarihte hiçbir Kürt isyanı bir kaç aydan öteye gitmemiş ve hepsi de baş aşağı gidişin bir adımı olmuştur. İlk defa giderek yükselen ve başarı umudu veren bir süreç yakalanmıştır. (...) Karşımızdaki özel savaş fırtına gibi. Çok iyi biliyorum ki, özel savaşın arkasındaki şunu söylüyordu ona; “bu başkaldıranın, bin yıldır yerle bir ettiğinizin, ama daha ölmemiş ‘ben yaşamak istiyorum’ diyenin başını ez.” Bin yıllık tarihi ona bunu dayatıyordu. Bir hücum dalgası daha!

(...)

Dolayısıyla, PKK tarihine doğru dönüş yapacaksınız, doğru anlam vereceksiniz. Bu yıldönümü dolayısıyla çok açık konuşuyorum. Böylesine dönüş yapmayanlara, hakkını vermeyenlere benim hiç saygım olmadığı gibi, metelik kadar değer vermeyeceğim. Benim için bu her şey! Benim için parti tarzına göre olmak her şeydir. Böyle olan benim yüreğimdir, ruhumdur, sevgimdir. Biz, zaten bunlar için varız. Başka türlü kimse bizi kullanamaz, kimse bunu paylaşamaz!(...)

27 KASIM 1997 BİZİM TÜRKÜMÜZ...

(...) Herkesin bir türküsü vardır, bizim de türkümüz budur. Herkesin bir şarkısı bir ezgisi vardır. O havaya kendini kaptırır yaşar gider, bizim de türkümüzün adı böyledir ve giderek süreklileşiyor, derinleşiyor, dinliyor, dinletiyor, sürüp gidiyor. Trajik olduğu kadar komik, acı olduğu kadar zevkli, yaşattığı kadar bitiren bir yaşam türküsü oluyor.

(...)

PKK denilen olayı bu anlamda herhangi genel bazı doğrulara göre bir siyasal parti, bir ideolojik siyasi çizgi anlamında kendini yürüten bir siyasal kuvvet, askeri bir kuvvet olarak görmek çok yüzeysel bir yaklaşımdır. Belki de bunlar işin biçim kısımları, koruyucu kabuklardır. Öz çok daha belirleyici oluyor veya öze ulaşmak öncelikli ve gerekli olandır. Bırakalım öze ulaşmayı, bu kaba çizgi olayında bile asgari doğrularda ısrar, anlam verme ile çelişkileriniz çok açık, ölür müsünüz yaşar mısınız bu çizgide, kesin değil. Kararınız ölüm kararı mı, yaşam kararı mı Bu da kesin değil. Biz bir karar geliştirmek istedik baştan beri; olacaksa bir yaşam, insanların onuruna göre olmak, özgürce olmak ya da hiç olmamak. Bu iddiamı, bu tezimi ben halen sürdürüyorum ve çok iyi biliyorum ki bu benim için olduğu kadar, tüm toplum ve hatta insanlığın temel ideallerine göre davranmak isteyen herkes için olursa olurdur. Olmazsa onuruyla, olmazsa asgari gerekli olan şartlarıyla, varsın hiç olmasın. PKK olayında karar böyledir. (...) Dedik savaşta zafer, yaşamda özgürlük imkanları artıyor. Bunu anlamaya çalışın. Bununla biraz kendinizi büyütmeye çalışın. Bu tek çıkar yol. (...)”

27 KASIM 1998:

“(…)Özellikle bağrı yanık analar, genç kızlarımıza o gösterdikleri büyük duyarlılığa hepsine tek tek saygı, sevgilerimi yollamak durumundayım. Gerçekten istediklerinden ve umduklarından daha fazla onların emrinde, hizmetinde bir insan olduğumu yine belirtmek istiyorum. Her insanın belli bir ömrü vardır, onun iyi değerlendirme sözüne son derece bağlı olduğumu belirtmek istiyorum. Mühim olan bireyler değil veya bireyler rollerini en iyi oynamak durumunda derken onu da oynamaya çalışma sözümü yeniliyorum. Ama kurumlar daha değerlidir, daha uzun ömürlüdür. PKK'de iyi bir kurumdur. Onun etrafında oluşan birçok kurumda değerlidir. Bizim için Rönesans’tır. En şerefli, onurlu bir çağdır. Onun içinde kendimize iyi bir yer etme, iyi bir sözcüsü, iyi bir yürütücüsü olmanızı diliyorum. (…) İnanıyorum ki, her zamankinden daha fazla PKK yürüyüşü zafer yürüyüşüdür, sosyalizm yürüyüşüdür, kardeşlik yürüyüşüdür. (…)”