Öndül: Türkiye hukuk tanımıyor

İnsan hakları savunucusu Öndül, Türk hükümetinin barış yanlılarına yönelik uygulamalarıyla hem iç hukukunu hem de bağlı olduğu uluslararası hukuku tanımadığını söyledi.

İnsan hakları savunucusu Avukat Hüsnü Öndül, Türkiye’nin savaş karşıtlarına, barış savunucularına dönük baskılarına karşı zamana yayılan uluslararası yaptırımların olacağını söyledi.

Türk devletinin Efrîn’e dönük işgal girişimi devam ederken, buna karşı gelişen protestolar da çeşitli mecralarda sürüyor. Savaş karşıtlığı baz alınarak süren bu protesto biçimleri, gözaltı ve tutuklamalarla bastırılmaya çalışılıyor. Özellikle sosyal medyada ‘Efrîn paylaşımları’ yapanların gece yarıları evleri basılarak gözaltına alınmaları ve bunların bir kısmının tutuklanmaları, son günlerin en çok tepki çeken gündemi haline geldi. Savaş karşıtlığının bile yaptırıma tabi tutulduğu siyasi ve hukuki erozyonun yaşandığı Türkiye’de, iç ve dış yargının bu konudaki sorumluluk ve yükümlülüklerini hukukçu ve insan hakları savunucusu Hüsnü Öndül’e sorduk.

SAVAŞ PROPAGANDASI YASAKTIR

Savaş karşıtlığı üzerinden fikir beyanında bulunanların gözaltına alınmalarının veya tutuklanmalarının hem iç hukuka hem de ulusal üstü insan hakları hukukuna aykırı olduğunu hatırlatan Avukat Öndül, Birleşmiş Milletler’in (BM) kuruluş amacının dünyada barışı sağlamak olduğuna işaret etti. Avukat Öndül, şöyle devam etti:

* BM’nin şartının, kuruluş yasasının birinci maddesi barışı sağlamayı öngörür. İlk temel amaç barıştır.

* İkincisi, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin girişinde savaşın kötülüğü üzerine ve savaşların olmaması için nelerin yapılması gerektiğine dair açıklamalar var.

* Üçüncüsü, 1966’da kabul edilen ve Türkiye’nin de 2003’te onayladığı anayasasının 90. maddesine göre, tüm yasaların üstünde olan Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 20. maddesi savaş propagandası ve düşmanlığı yasaklar.

Dolayısıyla yeryüzündeki insanların ve bir ülkedeki toplulukların, Türkiye’de veya Suriye’de barışı savunmasının doğal bir insanlık görevi olduğunu vurgulayan Av. Öndül, herhangi bir yasa ile yasaklanmasının mümkün olmadığını söyledi.

İNSANLIK ONURUNA SALDIRIDIR

Barışı savunmanın yasaklanmasının, insan onuruna saldırı olduğunu ve böyle bir saldırının kabul edilemeyeceğini kaydeden Av. Öndül, "Benim değerlendirmeme göre ‘Savaş istemiyorum, barıştan yanayım’ diyenlerin soruşturulması çok büyük bir suçtur. O nedenle Türkiye’de şimdi bir tek görüş isteniyor ve toplumun hiçbir meseleye eleştirel bakması istenmiyor. Bundan dolayı da aykırı düşünceler gözaltılar, hapis ve yargı tehditleriyle bastırılmaya çalışılıyor" dedi.

HUKUKUN DEĞİL, DEVLETİN GÜCÜ

Türk devlet yetkililerinin Efrîn’i işgal girişimine karşı gelenlere yönelik yaptığı ‘vatan hainliği’ suçlamasına da değinen Av. Öndül, şunları söyledi: "Bu suçlamanın ne Türk anayasasında ne de uluslararası hukukta karşılığı var. Savaş karşıtlarının, barışseverlerin herhangi bir hukuksal işleme maruz bırakılmasının ceza kanunlarında bir dayanağı yok. Bunlar hukukun gücünü değil, tamamen devletin gücünü kullanarak, keyfi yorumlara dayanarak insanları özgürlüklerinden yoksun bırakıyor. Gözaltı ve tutuklama gibi uygulamalar, bu keyfilikten kaynaklanıyor. Hukuka dayanmıyor."

HAK İHLALERİNDE İLK ÜÇTE

Dünya sisteminin insan hakları ve özgürlüklerinin korunması için her ülkenin kendi içinde önlemler almasını öngördüğünü;  Amerikan Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Afrika Halkların Hakları Şartı gibi bölgesel sözleşmeler olduğunu; yine her ülkenin de anayasa ve yasalarda insan hakları ve özgürlüklerinin korunması/yaşama geçmesiyle ilgili iç düzenlemeler yaptığını anımsatan Avukat Hüsnü Öndül, şunları paylaştı: "Türkiye, 1950’den beri Avrupa Konseyi’nin üyesi, Mart 1954’ten beri de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin tarafı. 64 yıldır bu sözleşmeye taraf olmuş ama aynı Türkiye, yakın tarihlerde açıklandığı üzere Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) açısından hem ifade özgürlüğü hem adil yargılanma bağlamında en çok hakkında ihlal kararı verilen ülke. AİHM’e başvuru sayısı açısından da üçüncü ülke durumunda. 47 üyesi olan Avrupa Konseyi’nin, ihlallerde ilk üçüncü sırayı alan üyesi Türkiye oldu."

YAPTIRIMLAR ZAMANA YAYILIYOR

Esasında söz konusu bu keyfi uygulamaların yaptırımı olduğunu vurgulayan insan hakları savunucusu Avukat Hüsnü Öndül, şunları dile getirdi: "AİHM, Avrupa Konseyi gibi uluslararası kurumların aykırılıkları düzeltmesi de çok uzun yıllara sarkıyor. Dolayısıyla dünya ve bölgesel sistemler tarafından insan haklarının korunması konusunda büyük zaaflar taşıdığını söylemek mümkün. Bir ülkede sistematik biçimde ihlaller olduğunda da, söz gelimi 12 Eylül askeri darbesinden sonra Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliği askıya alındı ve 2004’ten itibaren tekrar olağan bir üye olarak devam etti. Tabii bunun öncesinde askıdan indirilip izlemeye alınma süreci de vardı. Yani yaptırımlar var ama bunlar etkili değil. Kısa dönemde etkisini gösteren tarzda değil. Uzun zamana yayılan önlemler bunlar."