Şêx Said ve direnişi
92 yıl önce 46 arkadaşıyla birlikte Kürt tarihinin en saygın ve yüzü akı çınarlardan birinin insafsızca katledilişinin yıl dönümündeyiz.
92 yıl önce 46 arkadaşıyla birlikte Kürt tarihinin en saygın ve yüzü akı çınarlardan birinin insafsızca katledilişinin yıl dönümündeyiz.
Bu kişi Şêx Said'di. Kimine göre Şêx Said ê ‘kal’ yani ihtiyar, ak saçlı, aksakallı. Öyle ki dar ağacına giderken “Dünya yaşantımın sonu geldi. Ulusum için kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız bizi düşmanlarımızın önünde mahcup bırakmasınlar“ diyecekti.
Şêx Said kimdir? 1865 yılında Erzurum’un ilçesi Hınıs’a bağlı Kolhisar köyünde dünyaya geldi. Babasının adı Şêx Mahmut Fevzi’dir. Şêx Said'in ailesi köklü bir aileydi. Dedesi olan Şêx Ali, Mevlana Halid’in öğrencilerindendi. Şêx Ali, Mevlana Halid’in, Şam’daki dergâhında eğitim gören öğrenciler arasında özel olarak ilgilendiği 11 gençten birisiydi.
Şêx Said medreselerde eğitim görmüş, dönemin en iyi din eğitiminden geçmiş, Arap-İslam felsefesinin yanında eski Yunan felsefesi ile mantık derslerinin eğitimini almıştı. Arapçayı Kürtçe kadar iyi konuşuyor, okuyor ve yazıyordu.
Genç yaşta çevresinde sivrilmiş, tanınmış bir kişilik olmuş, olgunluk çağında ise bölgede tartışmasız kabul gören saygınlığına, Nakşibendîliğin “Postnişin”ini eklemişti.
Bu pozisyonuyla doğal bir halk lideri, halkın sevdiği ve gönül verdiği, herkesin güvendiği, kabul ettiği, sözü geçerli ve saygın bir isimdi.
Kürdistan’da yeni gelişmeler olmaktadır. Türklerle ortak düşmana karşı kıyasıya bir mücadele verilmişti. Bu yüzden de Türkiye Cumhuriyeti devleti her iki halkın aktif katılımıyla oluşmuş bir cumhuriyetti.
AZADİ CEMİYETİ KURULUR
Ne var ki süreç ilerledikçe iki halkın “kardeşliği“ büyük kardeş lehine bozulacaktı. Sevr’de emperyalistler Türklerden taviz koparmak için, adeta bilinçlice tüm Türkiye’nin parçalanmasını gündemlerine alırken, Lozan Antlaşması ile-artık Musul Kerkük İngilizlere bırakılmış, Kürtler yok sayılmış Sevr unutulmuştu. Olup bitenler kıyasıya mücadeleyle olmuştu. Öyle de olsa İngilizler istediklerini elde etmişlerdi.
Gelişmeler bu yönlü olurken, Kürtlerin bir kısmı aydın örgütlenmelerine girişmektedir. Bu örgütlerden bir tanesi belki de en önemlisi Azadi örgütüdür. Ya da Azadi Cemiyeti.
Azadi Cemiyeti, 1923’te merkezi Erzurum olmak üzere yeni bir örgüt olarak 8. Kolordu bölgesinde kurulur. “Azadi” adını taşıyan bu yeni cemiyetin çekirdeğini, eski Hamidiye Alayları subayları ile Türk ordusundaki bazı Kürdistanlı subaylar oluşturmaktaydı. Kuruluş gerekçesi, geçmişte verilen vaatlerin yerine getirilmemesiydi.
Azadi Cemiyeti’nin liderleri Cibran Aşireti ağalarından Halit Bey ile Bitlis beylerinden Yusuf Ziya Bey'di. Halit Bey, Abdülhamit’in Hamidiye Ordusu için kurduğu aşiret mekteplerinde okumuştu. Bu yüzden aşiret liderlerinin çoğundan büyük saygı görüyordu. Düzenli orduda albaydı. Yusuf Ziya Bey ise Bitlis’te büyük nüfuzu olan biriydi. Ankara Meclisine Bitlis milletvekili olarak seçilmişti. Rahat hareket etme imkânı bu pozisyonundan dolayı mevcuttu. Cibranlı Halit Bey, Kürt meselesini Milletler Cemiyeti’ne götürmek istiyordu. Ayrıca Azadi örgütü içerisinde yer alan subaylar da vardı. Bunlar; Bitlisli İhsan Nuri, Süleymaniyeli Mülazım İsmail Hakkı Şaveyş ve Hortulu Hurşit gibi Kürt ileri gelenleriydi.
Azadi Cemiyeti, 1924 yılında ilk kongresini yaptı. Katılanlar arasında, Halit Bey’in akrabası olan Şêx Said de vardı. Bu toplantıda gelişmelere göre Mayıs 1925'te isyanı başlatma ve o güne kadar her yere Azadi’nin teşkilatlanmasını oluşturma ve ayrıca ‘dış güçlerle ilişki arama’ kararları alınmıştı. Hedefte bağımsız bir Kürdistan belirlenmiş, ancak dini motifli propagandanın Şêx Said tarafından yapılması da önerilmişti.
İSYAN DEĞİL, DİRENİŞ
Kürtler adım adım örgütlenmeye başlayacaklardı. Ancak öyle görülüyor ki Kürtlerin örgütlenmeleri TC devletinin yöneticilerine ulaşacaktır. Buna karşı devlet kendi cephesinde tedbir alacaktır. Geçmişten beri TC devletinin ve Osmanlıların edindikleri tecrübelerinin başında direnişin liderlerini ya vurma, ya kaçırma ya da kendi yanlarına çekme yöntemi vardı. Şêx Said direnişinde önceleri Cibranlı Xalıt, sonra da Ziya Yusuf Paşa takip edilerek zindanlara atılacaktı. Peşinden ise bilinen başka bir yöntem devreye girecekti, o da; direnişi tam örgütlenmeden erken doğuma zorlayarak hazırlıksız yakalamaktı. Buna göre 13 Şubat 1925'te Şêx Said'in bulunduğu köye bir askeri birlik gönderilecek ve sözde bazılarını köyde tutuklayacaklardı. Şêx Said'in tüm çabalarına rağmen bu plan uygulamaya konulur. Hâlbuki Şêx "istenen kişileri kendisinin sonra göndereceğini" söyler, ancak buna rağmen istenen kişiler zorla alınmak istenir. Çıkan çatışmada askerler öldürülür ve “isyan” başlamış olur.
Olup biten bir isyan değildir. Olup biten bir direniştir. Kendini savunmadır. Ne var ki liderlik yapacaklar ve askerlik yapacaklar tutuklu olunca tüm yük Şêx Said'e kalacaktır. Şêx bu işi bilenleri harekete geçirecek, ancak bir sürü başıboş çetevari yaklaşımlar da yaşanınca önceleri önemli başarı elde edilse, halk destek sunsa da işbirlikçilerin, ihanet edenlerin arkadan vurmalarıyla direnişe destek zayıflayacaktı. TC devleti de erken patlattığı bu direnişe sert yönelerek doğum halindeki isyanı bastıracaktı. Daha trajik olanı ise Şêx Said, eniştesi olacak Binbaşı Kasım’ın eliyle yakalatılacaktı; bir tarihçi şöyle yazıyor: "İdamlar 28 Haziran’ı 29’una bağlayan gece, saat 03.00’ten itibaren, şehrin Dağ Kapısı’nın dışında gerçekleştirildi. Açılan hendeklere yan yana dizilen ölülerin, halen Diyarbakır Orduevi Bahçesi ile Alman Hastanesi’nin arasındaki bölgede yattığı rivayet olunuyor."
Bir devlet ki katlettikleri insanların ölülerinden korkuyor. Bir devlet ki katlettikleri insanların cenazelerini ailelerine vermekten korkuyor. Kendilerince gerekçeleri var. Bunlar da; mezarları türbeye dönüştürülür, kıble olur, kutsallaştırılır.
Madem katlettiğiniz insanlar şaki, çete, halk düşmanı, yeni deyiminizle terörist diyorsunuz, o zaman neden öldürüldükten sonra kutsallaştırılsın ki? Neden o insanlar kahraman sayılsın ki?
Madem bölücü, madem kardeşkanı dökücü ve madem eşkıya, hem de zoraki halkın malına, varlığına ve namusuna el koymuşlar, neden halk onlara tapsın ki? Neden halk onları kendilerine taç kılsın ki?
Evet, böyle onlarca belki de yüzlerce soru sorabiliriz. Ve her bir soruya verilecek onlarca cevap mutlaka da bulunur.
Bir devlet ki elinde her türlü öldürücü silah var, neden bu kadar hileye, komploya, üçkâğıtçılığa ve kalleşliğe başvurur? Bir devlet ki “vücutlarında akan kan asil kandır", “ilk insanlık onlardan türemiş” ve tabii ki “tüm dünyaya sadece bir taneleri bedeldir" diyor.
Evet, bu kadar 'kudretli' bir devlet neden ölü insanların bedenlerinden bu kadar korkar ki?
SON SÖZLERİ
Yanıtları herhalde katledilenlerin, idam sehpalarında insafsızca sallandırılanların son sarf ettikleri sözlerden yola çıkarak bulabiliriz.
Cibranlı Xalit -Azadi örgütünün kurucusu ve önderliğidir-, “Karşınızda yalnız değilim. Arkamda İran, Mezopotamya ve Türkiye'de muazzam bir Kürt ulusu bulunmaktadır. Bugün beni asıyorsunuz, fakat hiç şüphemiz yoktur ki yarın torunlarımız de sizleri yok edeceklerdir“ demiştir. Bu sözler katledenler için oldukça ürkütücüdür.
Yusuf Ziya, “Bize mevki ve rütbe bahşetmek suretiyle bizi aldatabilirsiniz endişesi içindeydim. Şükür Allah'a ki bizi mermi ve iple karşılıyorsunuz ve bundan dolayı biz hiç pişman değiliz. Verdiğiniz ders sayesinde torunlarımız öcümüzü alacaklardır” demiştir. Ve Yusuf Ziyalar'ın torunları bugün o katliamların hesabını misliyle soruyor.
Şêx Abdulkadir, “Zaten sizler yakma ve yıkma konusunda büyük bir şöhrete sahipsiniz. Burasını da Kerbela'ya çevirdiniz. Şunu biliniz ki, dehşet ve insafsızca sömürü ile şan ve şeref kazanılmaz” der, başka sözler de ekleyerek. Şêx Abdulkadir’in son sözünü buraya almasak da, faşist bir devletin bugünkü cumhurbaşbakanı İsrail devletine “sizin nasıl insan öldürdüğünüzü, çocuk öldürdüğünüzü bilirim” demişti, önce Şêx Abdulkadir’i -ki bir dönemler Osmanlı'da Senato Başkanlığı yapmıştır- bu 'One Minute Cumhurbaşbakanı'nın okumasını öneririz. Yakma ve yıkmada kimin şöhret sahibi olduğunu bilmesi için de olsa iyi olurdu.
Avukat Tevfik, “Cesedimi bütün dünyaya gösteriniz ve herkes bilsin ki kişisel haklar için değil, ulusal haklar için savaşıyorum. Yaşasın Kürdistan!" derken Binbaşı Kasım’ınızı, Hormek aşiretini ve Nazım Hikmet'in dediği gibi “bilmem kaçıncı tuğuna ettiğim" cümle cemaat işbirlikçilerinizi, hainlerinizi, fesatçılarınızı, fırsatçılarınızı ve de bugün Kürt halkına arkadan bıçak sallayan o beyaz dönmüş, Converso, Mangurt Kürt çıyanlarınızı kast ettiğini herhalde bilecek düzeydesiniz.
Şair Mola Abduhraman, “Sefiller!... Sizi ayağımızın altında çok alçak ve küçük görüyorum. Biliniz ki Kürt bir ağaç değildir, ölür fakat eğilmez!" diyecektir. Evet, Kürdü vurabilirsiniz ama asla boyun eğdiremezsiniz. Hele hele bu halk yeniden doğmuşken, yeniden kendini küllerinden yaratmışken bu kesinlikle böyledir.
Hanizade Şair Kemal Fevzi; “Cennet Kürdistan bizimdir. Ev sahibi biziz ve kim ne derse desin biz yine içeri gireceğiz, buna hiçbir güç engel olamaz, çünkü O bizimdir. ”Kim beğenmezse bu ülkeyi, bu toprakları terk edip gitmesi gerektiğini şairimiz çok çarpıcı cümlelerle dile getiriyor.
Ve bir de ulu çınarımız, pir u kalımız, onur abidemiz Şêx Said, “Dünya yaşantımın sonu geldi. Ulusum için kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız bizi düşmanlarımızın önünde mahcup bırakmasınlar" demiştir. Ve torunları bugün Şêx Saidler'i ve cümle cemaat bu halk için emek sarfetmiş, kan akıtmış, çabalamış ne kadar direnişçi varsa hepsini hak ettikleri yere koyuyor. Onure ediyor. Unutulan o tüm kutsal değerleri yeniden tarihin sahnesine çıkarıyor. Ve öyle ki faşist devleti yaptıklarıyla her gün yüz yüze getiriyor. Ve daha da getireceğine söz veriyor.
Evet, Şêx Said direnişine bir de bu pencereden bakmak anlamlı olacaktır.
Şêx Said ve arkadaşlarını onure etmek biraz da onların yaşadıklarını yeniden yaşamamaktan geçiyor. Onları anarken cümle iblislerin onların başlarına getirdiklerini yaşamamaktan geçiyor.
92 YIL ÖNCE NE OLUP BİTMİŞTİ?
Osmanlı Birinci Dünya Savaşı'na Almanlarla birlikte girmiştir. Kaybettiklerini Almanların eliyle ya da onların savaşta elde edecekleri başarılarla yeniden ele geçirmenin planını yapmışlardı. Dimyat’a giderken evindeki bulgurdan olma deyimi Osmanlının başına gelecekti. Osmanlı, Almanların Birinci Dünya Savaşı'nı kaybetmeleriyle tarih sahnesinde silinecektir. Entente diye bilinen itilaf güçleri Osmanlı topraklarını işgal edecek, Osmanlı sömürge konumuna getirilecekti. Uzatmadan, bu işgale karşı Türkiye halkları direnişe geçecek ve görkemli bir direnişle bugün Türkiye diye bilinen yapı oluşturulacaktı. Kürtler de Türkler gibi kurucu üyeler olarak bu yeni oluşumda yerlerini alacaktı, ancak Türkiye’yi daha önce işgal eden güçler Misak i Milli diye bilinen sınırlara göz koymuşlardı. Musul ve Kerkük’te petrol yatakları bulunmuştu. Yine Suriye’nin bir kısmını ellerinde bulundurmak istiyorlardı.
Hikâye uzun, petrol yataklarını Türkiye’den koparmak için Sevr’de yapılan toplantıda Türkiye’nin adeta paramparça edilişi gündeme getirilir. Türkiye’nin bir kısmı Yunanlara, bir kısmı Fransızlara, bir kısmı Ermenilere, bir kısmı İngilizlere ve Kürtlere önceleri otonomi, daha sonra ise isterlerse bağımsızlık verilecekti. İtalyanları, Rusları da bu planların içine dahil ettiler.
Sonuç; Türkiye bölünmeyle karşı karşıyadır. Sözde Sevr bazı halklara haklar verecekti. Hâlbuki biz biliyoruz ki, bu şekliyle kurulacak Türkiye, sadece ve sadece kan revan içinde olacaktı. Kan revan, yani sürekli çatışma, sadece gücü fazla olanların yani emperyalistlerin işine yarayacaktır. Bir Irak’a bakın; 90 yıl sonra bile halen kan durulamıyor. İstikrarsızlık üzerine kurulu bir yapılanmanın yaratacağı durum, sadece ve sadece istikrarsızlıktır, ama bugün daha iyi anlıyoruz ki, bu bile Kürtlere ve Ermenilere çok görülmüş. Yapılan sadece bir blöftü. Meğer yapılan sadece bir B planıymış. Asıl plan Türklere ölümü göstererek sıtmaya razı etmekmiş. Bugünlerde Türklerin Kürtlere yaptıkları gibi. Musul ve Kerkük’e karşı Ermeni ve Kürtler için düşünülenlerden vazgeçmek. Ya da tersinden söyleyecek olursak; Musul-Kerkük alınacak Sevr de tarihe karışacak.
İngilizler, sadece iş olsun diye böyle işin içine girmiyorlar. Somut, pratik adımlar atıyorlar. Bunlar emperyalist işlerini tesadüflere bırakmazlar. Bir de bunlar, emperyalistler tek at üzerinden koşuya girmezler. Bunlar, her zaman birkaç at, birkaç jokey ve birkaç planla çalışırlar.
İlk planları Güney Kürtlerini yanlarına alarak Türkiye’de yaşayan Kürtlerle birlikte Türkiye devletine karşı çıkarmaktır. Bunun için Şêx Mahmud Berzenci’yi önce Süleymaniye kralı yaparlar, ancak Şêx İngilizlerin oyunlarına gelmez, oyunları kabul etmez. Bunun üzerine İngilizler Kürtleri bombalamaya başlarlar. Hatta uçaklarla vururlar. Şêx'i esir alarak Hindistan’a sürerler. Nafile! Kürtler, İngilizlerin siyasetlerine gelmezler. Kürtler, Türklerle birlikte Cumhuriyetin asli kurucu üyeleri olarak yer almak isterler. İngilizler planlarından vazgeçmezler. Şêx Mahmut Berzenci’yi Hindistan’dan geri getirerek yeniden Süleymaniye kralı yaparlar. Kendilerince kulaklarını sıkarak, ancak Şêx bu oyuna yine gelmez. Türkiye devletinin yanında yer alır. Yani Misak i Milli sınırlarını savunur. Bu oyunlara gelmediği için Kürdistan yeniden bombalanır ve Şêx yeniden esir alınır. Bu kez Basra’ya sürülür.
Devam edelim...
İngilizler dediğimiz gibi tek at üzerinden siyaset yapmazlar. Bir yandan Şêx Berzenci’yi kendi yanlarına alarak Türkiye’ye karşı çıkarmak isterlerken, diğer yandan ise kuzeyde Azadi örgütüyle ilişki kurmak için uğraşırlar. Bu arada Türkler Kürtleri giderek daraltmaktadırlar. Kürtlere vadedilenler yerine getirilmemiştir. Hatta bir Koçgiri isyanı kanla bastırılmıştır. Her ne kadar daha sonraları tatlıya bağlansa da, olup biteni herkes görmüştür. Daha önemli olan dediğimiz gibi Kürtlerin giderek dıştalanmalarıdır. Bir taraftan bu durum, diğer taraftan İngilizlerin vaatleri, bir diğer yandan Türkiye Cumhuriyeti'nin zorlanmaları ve tabii buna hilafetin kaldırılması gibi birçok çevreyi etkileyen durumlar da etkilenince Kürtler daha fazla aktifleşeceklerdir.
İngilizler Kürtleri tahrik ederek yardım edeceklerini söyleyeceklerdi, ardından da Türklere "Bakın Musul ve Kerkük bize bırakılmazsa bırakın Sevr’i, bir Kürt devleti kurulacak ve genç Türkiye parçalanacaktır" diyeceklerdi. Yani Önderliğimizin dediği gibi "Tavşana kaç, tazıya tut" denilecektir. "Kürtlere ayaklan, Türklere ise vur" diyeceklerdir. Tabii Musul ve Kerkük verilmiş ise.
Biz tarihi irdelediğimizde Lozan Konferansı öncesi aslında Musul ve Kerkük verilmiş, İngilizler Kürtleri satmıştı. Lozan Konferansı esasta Kürtlerin öncesinden pazarlandıklarının ve inkâr edildiklerinin resmiyete dökülmüş belgesidir. Başka da bir şey değildir. "Şu şöyle söyledi, bu böyle söyledi", hepsi hikâyedir. Lafügüzaftır. Kürdistan’ın inkârında sadece teferruattır. Ayrıntıdır. Asıl olan Kürtlerin uluslararası sistem tarafından resmen inkâr edilmeleridir. O çok bilinen demokrat Amerikan Wilson da bu inkârın içerisindedir.
İşte Şêx Said ve yoldaşları bu kadar kapsamlı yürütülen bir uluslararası komployu göremeyeceklerdi. Hatta bu İngilizlerden medet umacaklardı. Kürtlerin ayaklanmaya hazırlandıklarını TC devletine bizatihi aktaranlar İngilizlerdir. Aynen 45 yıl öncesinden Şêx Übeydullah Narin'imizi ihbar ettikleri gibi, bu kez Şêx Said’imizi, Cibranlı Xalit'imizi ve tabii Yusuf Ziya paşamızı…
Emperyalistler ve onlara boyun eğen Türkler, Kürtleri zayıf pozisyonda yakalamak, erken doğum yaptırmak için Şêx'in bulunduğu köye gelerek, bazı kişileri esir almak istemeleri sadece ve sadece bir provokasyon iken, erken doğuma tahrik iken, hazır değilken isyanı patlatmak olduğu politikasını göremeyen Şêx Said direnişi, hazırlıksız bir şekilde bilinçlice İngilizlerin ihbarı sonucu başlayacaktır. Direnişçiler hazırlıklı değildirler. Liderleri olan Cibranlı Xalit tutuklanmıştır. Azadi örgütü bir nevi başsız bırakılmıştır. Örgütlemeyi koordine edecek beyin alınmıştır. Örgüt koordinesiz kalmıştır. Sonuç, kendi kendine gelişen bir isyan ya da direniş. Sonuç, tümden kendisini hazırlamış işgalci bir Türk ordusu ve devleti. Sonuç, ayağa kalkanların katledilmesi ve direniş liderlerinin idam edilmesi.
Evet, bir yandan muazzam bir yürek ve yurtseverlik, diğer yandan müthiş bir yenilgi ve ardından da Kürdistan’ın derinlikli olarak işgal edilmesi ve soykırımlar…
Biz Şêx Said'in torunları olarak olup biteni biliyoruz. Ve Şêx Said’e pir u kalımızın “Dünya yaşantımın sonu geldi. Ulusum için kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız bizi düşmanlarımızın önünde mahcup bırakmasınlar“ sözlerine Kürdistan özgürlük gerillaları olarak bağlı yaşayacağımıza ve Kürdistan gençlerinin de bu sözlere bağlı kalarak dağlara akacaklarına, size ve işgalcilerce idam sehpalarında sallandırılan tüm direnişçilere layık olacağımıza ve olacaklara söz veriyoruz.