Ümit: İnisiyatif gençliktedir

Kürt gençliğinin savaş sürecinin gereklerini hızla kavrayarak inisiyatifli-otonom birimler haline dönüşebilmesi gerektiğini söyleyen PKK Merkez Komite Üyesi Helin Ümit, bu konuda hiçbir engel olmadığının altını çizdi.

PKK Merkez Komite Üyesi Helin Ümit, Kürt gençliğinin içinde bulunduğumuz savaş sürecinde kendi kendisini örgütleyerek harekete geçen bir düzeye ulaşmak durumunda olduğunu belirterek, “AKP-MHP faşizmine vurmak için gerekli olan tek şey düşman bilinci, öfke ve harekete geçme iradesidir. Düşmanı kendi merkezlerinde etkisiz hale getirmek mümkündür. Yeter ki buna inanalım” dedi.

PKK Merkez Komite Üyesi Helin Ümit, ANF’nin sorularını yanıtladı.

Türk devleti, nasıl bir işgal ve soykırım saldırısı içerisindedir?

AKP-MHP faşist ittifakının Kürt halkına, Kürdistan’a yönelik saldırılarının, soykırım temelinde olduğu tespitini hep yapıyoruz. Soykırım gerçekliği, fiziksel olarak algılanmadığı için katlanılabilir, zamanla yarattığı zararlar giderilebilir gibi çok yanlış yaklaşımların olduğunu görüyoruz. Bu nedenle kıyametin koparılması gereken saldırılar karşısında varlık ve özgürlük savaşımının geliştirilmesinde yetersizlikler yaşandığından bahsediyoruz. Oysa karşı karşıya kaldığımız saldırılar sadece özgürlüklerin sınırlandırılması ile ilgili değildir. Sadece varlığın inkarı da değildir. Bu durumu çok aşan bir politika söz konusudur. Bu konuda yaşanan kafa karışıklıklarının hızla ve mutlaka son bulması gerekiyor. AKP-MHP faşist ittifakı, yaşama nedenimizi, varlığımızın amaçlarını ortadan kaldırmaya dayalı bir saldırı yürütüyor. Zamana yayılmış fiziki soykırım saldırılarını da hep devrede tutuyor. Kürt halkının ulusal demokratik gelişme yaşamış bütün unsurlarını, her türlü şiddet ile tasfiye etmeyi gerçekleştirmeye çalışırken bunda ısrarlı olanları ise yok etmek için başta katletmek olmak üzere, zindanlarda iradesini teslim alma, özel savaş yöntemleri kullanarak iç dinamikleri ile oynuyor. Kürt toplumunun bilinçli mücadele eden kesimlerini zindanlarda esir statüsünde rehabilite etmeyi hedeflerken dışarıda ise amansız bir devlet terörü uygulanıyor. Tüm Kürdistan’da OHAL koşulları normal bir durum haline getirilirken, askeri işgal şehirlerde polis işgalciliğine çevrilmiş bulunuyor. Kürt toplumuna sadece biyolojik olarak yaşam ölçüleri dayatılıyor. Biyolojik yaşam ise toplumun insanlıktan çıkarılması, araçsallaşması, metalaşması, dahası kullanım değeri taşıyan eşya düzeyine indirgenmesidir. 100 yıla yaklaşan cumhuriyet tarihi kısaca dikkat çekmeye çalıştığım bu soykırım saldırılarıyla geçmiştir. Şimdi AKP-MHP faşizmi, uluslararası destek ve bölgede yürüyen dünya savaşının yarattığı konjonktürde bunu sonuca götürmek istiyor. Bu uygulamalarla Kürt halkının demokratik uluslaşma ile kazanmış olduğu varlık bilincinin ortadan kaldırılması hedefleniyor.

Soykırımcı sömürgeci TC, AKP-MHP faşist iktidarı döneminde tüm imkanlarını Kürt halkının özgürlük ve varlık savaşını tasfiye etmeye sevk etmektedir. En üst düzeyde Türkiye ekonomisi ve sosyal yaşamının tamamı buna göre dizayn edilmekle kalmamıştır. Devlet, Türk tipi başkanlık sistemi denilen fakat özünde devletin devlet olmaktan çıkarılarak gayrı nizami harp tekniklerini hayata geçirebileceği çete-mafya gerçekliğine dönüştürülmüştür. Bunu şunun için belirtiyorum; geleneksel devlet yapıları da çeşitli iktidar ve sermaye gruplarının, rantçı yapıların bir araya gelerek toplumun değerleri üzerinde kendisini yaşattığı yapılardır. Ancak bunu bazı kurallara bağlar ve bu temelde toplumsal sömürüye meşruluk yaratır. AKP-MHP faşist iktidarında ise bu kurallar yoktur. Kurala bağlanan tek gerçek ise Kürt halkını soykırımdan geçirecek mekanizmaların ayakta tutulması ve azami derecede çalıştırılmasıdır. Evet insan gibi insan olana, birazcık ahlak ve vicdan sahibi olana bu tanımlama gerçekçi gelmiyor. İnsan gibi anlam gücüne dayanarak yaşam bulmuş bir varlık, güneş gibi bir gerçekliği olan bir halkın neden katliam ve soykırımdan geçirildiğini idrak edemiyor. Bunun cevapları ise Türk devletinin oluşum süreçlerinde, mayasında gizli. Anadolu ve Kürdistan halklarının inkarı ve imhası olmadan Türklük adına bu coğrafyada bir devlet oluşturulamayacağı hakikatiyle bağlantılıdır.

AKP-MHP faşist iktidarı, Kürt halkına ve dolayısıyla Türkiye halklarına karşı yürüttüğü savaşı tek boyutta yürütmüyor. Yeterince anlaşılmayan bir konu da bu oluyor. Görünürde kendisini ‘milletin başı’ ilan eden Erdoğan ve ruh ikizi Bahçeli ikilisi, PKK’ye karşı savaşıyormuş gibi propaganda yapıyor. Özünde ise Türkiye ve Kürdistan halklarının iradeli, özgür, demokratik ve eşit yaşamak isteyen tüm unsurlarına karşı saldırı yürütüyorlar. Tüm bu hususlarda saldırı yürüttüklerine ise PKK damgasını vurması ise görünenin ötesindekini anlayanlara çok şey anlatıyor. PKK gerçek anlamda demokrasinin, özgürlüklerin, adil ve eşit bir yaşamın kurucu unsuru olarak ortaya çıkıyor. PKK, gerçekten Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının açtığı yoldan ilerleyerek Türkiye’de demokratik devrimin ön açıcı gücü olduğunu bu süreçte bir kez daha ortaya koymuş bulunuyor. Nasıl ki bu büyük devrimciler ‘ulusun zulme karşı direnme hakkını’ bir insan olmanın, demokrat ve devrimci olmanın ölçüsü olarak görmüş ve mücadele etmişlerse güncelde de Türkiye’de demokratik ulus paradigması çerçevesinde demokratik halk devrimini geliştiren PKK, anayasal ve evrensel bir hak olan ulusun zulme karşı direnme hakkı çerçevesinde özgürlük savaşı yürütüyor. Bunu Kürt halkı çok iyi biliyordu, artık Türkiye halkları da içinden geçtiğimiz süreçte çok daha iyi görüyor, hissediyor. PKK’ye karşı savaşıyoruz diyenler, açığa çıkan kirli, ahlaksız, rantçı, tecavüzcü gerçekleriyle PKK mücadelesinin meşruluğunu gözler önüne sermiş bulunuyorlar.

Soykırım savaşının yoğunlaştığı en önemli boyut siyasal alan gibi gözükse de özünde toplum yaşamı en kapsamlı saldırılarla karşı karşıyadır. Siyasal alan, yani toplumun büyük emeklerle açığa çıkardığı diğer kurumlar, Türkiye ve Kürdistan’da demokratik ulusal gelişimi durdurmak için hedefleniyor. Toplum ahlaki ve politik dokusu ile bir bütünlük içindedir. AKP-MHP faşizmi işte bu dokuya saldırıyor. Bunun için öncelikle toplumun inanç biçimi yeniden şekillendirilmeye çalışılıyor. İnanç, sadece bir şeye bağlanmak olarak görülmemelidir. İnanç aynı zamanda bir düşünce biçimi, sistematiğidir. Kürt halkının özgürlüğe, mücadeleye, mücadele ile başarılacağına dair inancının yerine ikame edilmek istenen iktidara ve devlete angaje olmuş tarikat sistemleri oluyor. Bakın Hüdapar’ın başkanı yakın zamanda devletin bu politikasına dayanarak neler söyledi. Aklı başında hiç kimsenin dönüp yüzüne bile bakmayacağı, tutarsız açıklamalar yaptı. Oysa sağır sultan bile bilir ki PKK dünyada en bağımsız, öz iradeli bir harekettir. Fakat bir özel savaş argümanı olarak kurulanlar, ait oldukları kumanda merkezlerinin emrinde kendi halklarına karşı lanetli rollerini oynamayı sürdürürler. Ekmek kapıları olan iş birlikçilikten bir an bile olsun kopamazlar, bunu düşünemezler bile.

Soykırımcı sömürgeciliğin en büyük saldırısının zihniyet alanında olduğunu herkes bilmeli ve buna göre yaklaşmalıdır. Çünkü insan düşüncesi ile insandır ve toplum ortak bir düşünceye, zihniyet gücüne ulaştığında onun önünde hiçbir engel duramaz. Kürt halkının ulaştığı demokratik uluslaşmayı AKP-MHP faşizmi öncelikle bu ulusal birlikten, ortaklaşmadan, komünal çıkarları oluşturan zihniyeti dağıtarak gerçekleştirmek istemektedir. Bu öyle sıradan bir çalışma olmadığı gibi başta Kürdistan’daki hain-iş birlikçi yapılar olmak üzere tüm medya kuruluşları buna göre düzenlenmiştir. Önder Apo’ya uygulanan tecrit sisteminin ana nedeni bu zihniyetin oluşmaması içindir. Önder Apo, bütün Kürtlerin ortak düşünce merkezi, karar mekanizması ve iradesidir. Önder Apo’nun sesi, Kürt halkının ve demokratik sosyalizmin gür haykırışıdır. İşte son 6 yıla damgasını vuran faşist saldırganlık bu özgür düşünce gücünün açığa çıkmaması için didinip duruyor. Amansız polis ve ordu saldırılarının özünde de başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye halklarının kendi öz çıkarlarını düşünmemesi için gerçekleştirildi. Bu topraklarının insanına reva görülen insan olmaktan çıkmaktır. Diğer canlıları küçümsemek için söylemiyorum fakat madem insan olarak var olduk, o zaman bu var oluşun ilkelerine göre olmak, yaşamak mucizesine vereceğimiz cevap olmak durumundadır.

AKP-MHP faşizmi halkımızı, halklarımızı ‘idrak-ı bi edrak’ yerine koymakla yetinmiyor. Bu, Osmanlı’nın Türkmen halkına yaklaşımıydı. Bu faşist iktidar özgün katkısını yaparak insan olmaktan çıkarıyor. Çokça söylenir; tüm özgürlüklerin kaynağı düşünce özgürlüğüdür, diye. Her türlü ahlaksızlığı, hırsızlığı, soygunu, tacizi, tecavüzü, kadına yönelik akıl almaz uygulamaları düşünebilirsin fakat özgürlüğü, Kürt halkının varlığını, mücadelesinin haklılığını, kimliğini düşünemezsin. Türkiye’de demokratik bir halk devrimini, sosyalizmi düşünemezsin. Kapitalist sistemin her türlü vurgunculuğu içinde olmayı planlayabilirsin fakat eşit, adil, paylaşıma dayalı bir toplumsal sistemi kurgulayamazsın. Faşist soykırımcı sömürgecilik işte böyle bir düşünce korkaklığını, kendine öz varlığına ihaneti dayatarak en büyük zulmü gerçekleştiriyor.

Topluma dayatılan soykırımın korkunç düzeyde sürdürüldüğü diğer bir alan ise ekonomi oluyor. AKP’nin iktidar yöntemlerini değerlendirirken ‘Biyo iktidar’ kavramını kullanan Önder Apo’nun bu değerlendirmesinin üzerinden uzun yıllar geçti. Zamanında gerekli örgütlenmeleri yapmayarak halklarımızı böyle bir ekonomik sömürü düzeni karşısında öz savunmasını gerçekleştirememiş olmak en önemli özeleştiri konumuz olmayı sürdürüyor. Türkiye ve Kürdistan’da ekonominin demokratikleştirilmesi, özgürleştirilmesi en önemli politik alan çalışmasıdır. Bu konuda da kadın gerçekliği toplumun nasıl egemenlik altına alındığının, üzerinde yürütülen şiddetin nedenlerini anlamda oldukça öğreticidir. AKP-MHP faşist yönetimine göre bir bütün olarak toplum mülktür. Topluma yaklaşımda mülkiyet kuralları geçerlidir. İki cümlesinden biri ‘benim’ olan Recep Tayyip Erdoğan, bununla toplumu sahiplenmiyor. Modern köleler olarak gördüğü toplumun açığa çıkardığı tüm değerlerin sahibi olarak görüyor ve hak iddia ediyor. Toplumu açlıkla terbiye ediyor, yönetip yönlendiriyor. El koyduğu toplumsal artının bir kısmını kendisine biat edenlere dağıtırken buna dahil olmayan büyük çoğunluğu ise maddi olarak yok olma sürecine koyuyor.

AKP-MHP faşizminin nasıl bir soykırımcı sömürgeci saldırı yürüttüğünü anlamak için gençliğin durumuna bakmak gerekiyor. Türkiye gençliğinin durumu daha karışık olsa da Kürdistan’da devrimci yurtsever gençliğin gelişimini engellemek için tüm Türkiye’de gençlik hareketleri karanlık dehlizlere çekilmiş gibi görünüyor. Bir yanda mafyavari bir gençlik şekillenmesi varken diğer tarafta özel savaş saldırıları altında afyon çekmiş misali dağılmış, hedefsiz, felsefesiz bir tablo vardır. Kürdistan gençliği için ise çok daha özel yöntemler devrededir. Faşist sistemin bütün uğraşı Türkiye’deki eğitim sistemini, dinci-milliyetçi cepheye insan devşirmek üzere şekillendirmektir. Bunun içerisinde Kürt gençliği ise kendi öz gündemlerinden koparılmaya, özgürlük, kimlik, demokrasi, özgür ülke ve mücadele gibi geleceğini belirleyecek konularla değil de mümkünmüş gibi bireysel yaşam arayışı ve sahte özgürlük anlayışlarına çekilmek istenmektedir. Geri kalan gençlik kesimleri ise faşist sistemin marabasıdır. Fabrikaları, mevsimlik işçilik temelinde tarlaları, en ağır ve kirli işleri Kürt gençlerinin üzerine yıkmakta ve kullanmaktadır. Soykırımcı sömürgecilik, Kürt gençliğine düşman hukuku uyguladığı gibi kendisi olmaktan çıkardıklarını da rol model olarak sunmayı sürdürüyor. Bununla birlikte işgalci olduğu ve düşmanlığını en açık halleriyle ortaya koymaktan çekinmediği alan ise Kürdistan oluyor. Kürdistan’da yurtsever devrimci gençliğe yönelik asker ve özellikle emniyet teşkilatının baskı ve şiddete dayalı saldırıları, sistematik olarak sürdürülürken diğer yandan gençliği denetime alacak kurumlar açmayı sürdürüyor. İşsiz gençlik bu kurumlar eliyle soykırımcı sömürgeciliğin çarkları içerisine çekilerek kendi halkına düşman bir nesil açığa çıkarılmaya çalışılıyor. Bununla birlikte Kürdistan’da soykırım sistemi özellikle genç kadınlara özel bir saldırı sistemini geliştiriyor. Bu konuda yurtsever Kürt halkına ciddi uyarılarımız oldu. Fakat yeterince anlaşıldığını düşünmüyoruz. Ben bu vesileyle genç kadınlarımızın, yurtsever genç kızlarımızın karşılarındaki düşman gerçekliğinin bilincine varmalarının önemine değinmek istiyorum. Çünkü ‘dağa çıkacaklarına bilmem ne olsunlar’ diyen ve bunu bir politika olarak geliştiren aşağılık bir zihniyetle karşı karşıyadırlar. Kürdistan özgür olmadan, Kürt kimliği tüm toplumsal haklarıyla birlikte tanınmadan hiçbir erkekten beklenti içinde olmamaları büyük önem taşıyor. Özgürlük olmadan hiçbir duygunun yaşanamayacağını bilmeleri gerekiyor. Biz çok iyi biliyoruz ki Kürdistan’ın işgali yalnızca askeri olarak gerçekleşmiyor. Kürdistan’a gönderilen subaylar, askerler, polisler genç Kürt kızlarını düşürmekle görevlendiriliyorlar. Önder Apo, nasıl ki soykırımcı sömürgecilikten ve erkek egemenliğinden kopardığı her genç kadını düşmana karşı bir zafer olarak gördüyse şimdi bu sistemin Kürdistan’daki temsilcileri zafer kazanmak için Kürdistan’a sefere geliyorlar. Böyle bir yaşamı da duyguyu da kendine haram kılmak en temel toplumsal namus ölçüsü olarak bilinmek durumundadır. Kürt gençliğinin büyük özgürlük arayışını durdurmanın diğer bir yolu ise başta uyuşturucu olmak üzere toplumsal ahlakı çökertmek olarak devrede tutuluyor. Soykırımcı sömürgeciliğe göre Kürt soyu ancak bozularak yok edilebilir. Tecavüz kültürü işte bu oluyor. Nasıl ki bir erkek bir kadının bedenine zor ya da hileyle el koyunca ‘işini bitirdim’ diyorsa şimdi soykırımcı sömürgecilik toplumsal alanda Kürt toplumunun işini bitirmeyi bu şekilde geliştirmek istiyor. Karşı karşıya olduğumuz faşist rejim en ahlaksız rejimdir diye boşuna söylemiyoruz. Kürdistan gençliği genç kadınlar öncülüğünde bu saldırılara gereken cevabı şimdiye kadar vermiştir. Fakat mücadelemizin bu kritik sürecinde tüm bu uygulamaları boşa çıkararak düşmanın umutlarını kıracak bir seferberlik şarttır.

Soykırımcı sömürgeciliğin siyasi-askeri iradesi olarak şekillenen AKP-MHP faşizminin demokratik siyaset alanına yönelik yürüttüğü operasyonlar zaten göz önündedir. HDP’ye yönelik operasyonlar ile sonuç alınamayınca kapatma davası gündeme getirilmiştir. HDP Türkiye’deki anayasa çerçevesinde siyaset yapan bir partidir. Hem içeride hem de dışardaki siyasetçilerinin PKK ile hiçbir bağlantısı yoktur. PKK’nin yarım asırdır yürüttüğü özgürlük ve varlık mücadelesinin açığa çıkardığı hakikatlerle tanışmışlar ve bunlardan etkilenmişlerdir. Kürt halkının, cumhuriyetin asli unsuru olarak tanınmasını ve Türkiye’nin demokratikleşmesini, demokratik bir Türkiye’de Kürt halkının başta kimliği olmak üzere bir halk olarak var olmanın getirdiği haklarını kullanmasını istemişlerdir. Bu da olsa olsa düşünce özgürlüğüne girebilir. Türkiye’de Kürdistan’ın bağımsızlığını isteyen, ayrı bir devlet kurma hakkını savunan partiler örgütlenirken, HDP gibi Türkiye’nin demokratik ulus temelinde demokratik bir cumhuriyete evrilmesini öngören bir parti illegalize edilerek tasfiye edilmek istenmektedir. Hiçbiri eline silah almamıştır. Aksine oldukça uzlaşıcı bir dil kullanarak demokratik alanın genişletilmesi için mücadele etmişlerdir. Bunun temel nedeni Kürt halkının örgütlü bir biçimde HDP’yi desteklemesinde ve Türkiye siyasetinde etkili olmasından kaynaklanmaktadır. Yine HDP ile birlikte Türkiye’nin demokratik, sosyalist, devrimci, aydın güçleriyle bir araya gelmesi en büyük tehlike sayılmaktadır. Kürt halkına uygulanan soykırım siyaseti büyük bir yalnızlık ve tecrittir. Bunun için HDP büyük bir tehlikedir. Sadece Kürdistani bir parti olsaydı yaklaşımın daha farklı olacağını biliyoruz. Hem bölücülük yaftasını daha rahat vuracak ve tecrit edeceklerdi hem de Türkiye siyasetinde etkili olmaması için başta işbirlikçilik olmak üzere farklı argümanları devreye koyacaklardı. Fakat şimdiye kadar HDP’nin duruşu ilkeli olmuştur. Geri adım atmamışlardır. Açığa çıkan demokratik siyaset deneyimi şimdiden Türkiye halklarına çok şey kazandırmıştır. Bunda ısrarlı olunduğunda daha fazla kazandıracağı da kesindir.

Askeri boyutta ise soykırımcı sömürgecilik Kürdistan’da özgürlük mücadelesi yürüten tüm güçlere tasfiyeyi ve imhayı dayatıyor. Bunu günlük olarak zaten herkes biliyor. Bakurê Kurdistan’ı zaten işgal hukuku ile yönetip yönlendiriyor. Örneğin Amed’de bakıyoruz. Amed halkının yurtseverliğinden kuşku duyulmaz. Soykırımcı sömürgecilikle birlikte yaşam olmayacağının, bunun bir uzlaşma noktasının olmayacağını da çok iyi anlaması gerekiyor. Dost ve düşmanını ayırt etmeyen bir halk pusulasını kaybeder. Bunu çok iyi anlamak gerekiyor. Bakurê Kurdistan’da yaşanan en temel eksiklik, düşman kavramında yaşanan muğlaklaşmadır. Halkımız bilmelidir ki; 7’den 70’e bir savaş gerçekliğinin içerisindeyiz. AKP-MHP faşizminin öncülüğünde Kürt varlığına ve özgürlük mücadelesine soykırım savaşı yürüten bir düşman gerçekliği vardır. Bu öyle soyut bir gerçeklik değildir. Somuttur. Her köşe başında varlığını hissettirmektedir. Özgürlük savaşçılarını imha etmek için binlerce yıldır üzerinde yaşadığımız her yer tarumar edilmektedir. Önder Apo, ‘ben savaşan halk gerçekliği yarattım’ dedi. Halkımızın savaş gücünü açığa çıkardı ve bunu savaştırdı. Savaşın sadece dağlarda olduğunu sananlar yanılıyorlar. Bundan çok daha fazlası şehirlerde, köylerde, hatta evlerimizin içindedir. Dahası her bireyin içerisindedir. Bunun için her Kürt bireyinin, başta da gençliğinin yürüyen savaş karşısında sorumluluklarını yerine getirmesinin zamanıdır. Bakurê Kurdistan, PKK’yi doğurmuştur. PKK, halkımızın en güzel umutlarının, yıkılmaz iradesinin, özgürlük inadının sonucudur. Bu anlamda PKK halktır. PKK’de direnen de savaşan da Kürt halkının iradesidir.

‘Dem dema azadiyê ye’ hamlesi kapsamında geliştirilen eylemlilikler, hem zindanlarda hem de ülke ve yurt dışında nasıl bir gelişim içerisindedir?

Özgürlüğü sağlama zamanı hamlesi kapsamında Bakurê Kurdistan başta olmak üzere dört parça Kürdistan ve yurt dışında önemli bir mücadele sürecini geride bıraktık. Özgürlüğü sağlama zamanı hamlesi bir toplumsal hamle olmakla birlikte gerillamız buna öncülük etti. İçinde bulunduğumuz süreç bir savaş süreci olması nedeniyle bunun böyle olması da anlaşılırdır. Bu çerçevede AKP-MHP faşizminin tüm işgalci saldırılarına karşı varlık ve özgürlük savaşımı zirvede seyretti. Düşman gerçekliği Kürt halkını ve onun öncülerini her ne kadar birbirinden ayırır gibi bir propaganda yapsa da gerilla mücadelesi hiçbir zaman halk direnişinden ayrı yürütülemez. Zaten içinden geçtiğimiz bu dönemde soykırımcı sömürgeci savaşın hiçbir dönem olmadığı kadar halk gerçekliğimizi hedef alması da buradan kaynaklanmaktadır. Kürdistan gerillası, Kürt halkına layık bir savaş gücü olduğunu, bu hamle çerçevesinde başta Heftanîn olmak üzere her yerde ortaya koydu. Devrimci halk savaşı fedai çizgide yürütüldü. AKP-MHP yönetimindeki özgürlük ve demokrasi düşmanları her alanda ne kadar savaşı derinleştirip sürdürmeye çalışsalar da gerillacılık yeni dönem taktikleri çerçevesinde hiçbir mevziden sökülüp atılamadı. Aksine gerilla, her yerde düşmana darbe vurmayı başarılı bir şekilde gerçekleştirdi. Özgürlüğü sağlama hamlesinin öncü ve temel gücü olan gerilla, Garê direnişi; son olarak Zap, Metîna ve Avaşîn işgal saldırıları karşısında içine girdiği pratik ile tüm Kürt halkına, zafer tarzının gerillacılık olduğunu gösterdi. En zor koşullarda ve ağır saldırı altında mücadele edilebileceğini ortaya koyarak moral merkez oldu. Şimdi Kürt halkı, özgürlüğü sağlama zamanı hamlesinde gerilla komutasında daha kararlı ve iddialı bir yürüyüşe geçmiş durumdadır.

Bunun ilk sonucu Newroz kutlamaları oldu. Kürt gençliği serhildan ruhuyla Newroz alanlarına aktı. Direniş ve mücadele sözleşmesini yaşadığımız 2021 Newroz Bayramı, Kürdistan gençliği başta olmak üzere her yerde gerillalaşmayı gerektiriyor. Bunun da gelişmelerini yaşadık. İntikam birimlerinin eylemleri, Jinên Tirêjên Rojê birimlerinin eylemleri ve yine Ateşin Çocukları İnisiyatifi birimlerinin sergilediği pratik, gerillacılığın dağlardan şehirlere indiğinin göstergesi oldu. Dağlarda yakılan özgürlük ateşlerini şehirlere taşıyan bu kıvılcımların büyütülmesi ve savaşın her yerde büyük bir kararlılıkla yürütülmesinin önemi anlaşılmıştır. Dahası bunun mümkün olduğuna, düşman ne kadar örgütlü olursa olsun gerillacılık kuralları ile donanmış her bir birimin savaşı yürütebileceğine inanç gelişmiştir. Garê zaferi ile idrak edilen gerçeklik budur. Düşman, PKK’li avına çıkarak sayılarla uğraşa dursun Kürdistan gençliği kendisini küllerinden yaratan anka kuşu gibi her yeri savaş alanına çevirme bilinci ve iradesine kavuşmuştur.

Burada HBDH ve KBDH’nin yaşadığı gelişmeyi de değerlendirmek gerekir. Bilindiği gibi özgürlüğü sağlama hamlesi sonrası hamle başlatan ve büyük Apocu militan Sinan Dersim anısına yürütülen intikam eylemleri önemli bir ivme kazanmıştır. Devrimci direnişi Kürdistan dağlarına sıkıştırıp yok etmeyi, Kürt halkı ile tecrit etmeyi planlarken Türkiye devrimci güçleri ile birleşik mücadelenin bu düzeyde gelişme göstermesi özgürlüğü sağlama hamlesine büyük güç vermiştir.

Devrimci halk savaşı çizgisinde yürütülen özgürlüğü sağlama hamlesinde gerilla ve halk gerçekliği birbirine daha yakın hale gelmiş bulunmaktadır. Bunun çok daha yaygın ve etkili hale getirilmesi gerekmektedir ki bu konudaki temel yanılgı Kürt gençliğinin beklentili halidir. Kürt gençliği içinde bulunduğumuz savaş sürecinde kendi kendisini örgütleyerek harekete geçen bir düzeye ulaşmak durumundadır. Geçmişte olduğu gibi birilerinin gelerek örgütleme yaptığı değil, savaş sürecinin gereklerini hızla kavrayarak inisiyatifli-otonom birimler haline dönüşebilmelidir. Bu konuda hiçbir engel yoktur. AKP-MHP faşizmine vurmak için gerekli olan tek şey düşman bilinci, öfke ve harekete geçme iradesidir. Düşmanı kendi merkezlerinde etkisiz hale getirmek mümkündür. Yeter ki buna inanalım.

Bu gelişmeleri yaratan ve geliştiren elbette ki halk gerçekliğimizdir, toplumumuzun ulaştığı özgürlük bilinci ve iradesidir. Bunun göstergesi ise kadın hareketimizin durumu oluyor. Tüm yasaklar boyunca Kürdistan’da yurtseverliğin ve özgürlük kararlılığının temsili olmayı başaran Kadın Hareketimiz Kürt toplumuna direnme ve mücadele azmini aşılamayı sürdürmüştür. ‘EM XWE DI PARÊZIN’ kampanyası ile özgürlüğü sağlama hamlesinin moral gücü olmayı başarmış ve Kürt toplumunu ağır soykırımcı sömürgeci saldırılar altında mücadele çizgisinde tutmuştur. Özgürlük mücadelesinin ölçülerini belirleyen öncü güç olarak Özgür Kadın Hareketi, özgürlüğü sağlama hamlesinin hem inşa edici hem de yürütücü gücü olmuştur. Bu çerçevede başta Bakurê Kurdistan olmak üzere dört parça Kürdistan’da yürütülen tüm eylemselliklerde özgür kadın çizgisi öne çıkmıştır.

Özgürlüğü sağlama hamlesi bilindiği gibi tüm Kürdistan’ı kapsamakta ve uzun soluklu, sonuca gidecek bir mücadele dönemini ifade etmektedir. Bu kapsamda Avrupa başta olmak üzere Rojava ve Başûrê Kurdistan’da çeşitli eylemler yapılmıştır. Kürt halkı, geçen süre içerisinde özgürlük talebinden de mücadelesinden de vazgeçmemiş, ısrarlı bir biçimde bunun savaşımı içerisinde olacağını ortaya koymuştur. Bu anlamda özgürlüğü sağlamaya çalışırken biraz daha özgürleşmiş, bilinçlenmiş ve kendisini gerçekleştirmiştir. Özgürlüğün bir sistem haline alacağı düzeye ulaşmak için çok daha fazlası gerekmektedir. Bunun için başta soykırımcı sömürgeci saldırıların merkezi olan Türkiye ve Bakurê Kurdistan’da daha etkili toplumsal eylemselliklerin geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Toplumsal direniş hiç olmamıştır, demiyorum fakat var olan potansiyel göz önünde bulundurulduğunda açığa çıkan direnişin yeterli etkiyi geliştirmediğini de belirtmek istiyorum. Oysa bunun imkanları her yerde vardır. İstanbul’da vardır, Amed’de vardır, Botan’da vardır. Kürt halkı her fırsatta özgürlük talebini ortaya koymakta ve harekete geçmektedir. Bu taleplerin her biri bir damla ise bunları buluşturarak nehir yataklarını açmak da sorumluların işidir. Bu anlamda imkanların azlığından değil, bunları değerlendiremeyen, soykırımcı sömürgeci saldırılara karşı hamle yürütemeyen bir gerçeklikten bahsedilebilir. Bu temelde halkımızın başta Kürt varlığına yönelik saldırılar olmak üzere ekonomi, ekoloji, kültürel, kadın ve gençlik kırımına karşı harekete geçerek var olmakta ısrarını ortaya koyması gerekir. AKP-MHP faşizminin tüm umutlarını kıracak olan böylesi bir gelişme olacaktır.

Özgürlüğü sağlama zamanı hamlesi en güçlü biçimde zindan alanlarında sahiplenilmiştir. Bu hamleyi sahiplenerek sonuca götürme kararlılığı ile mücadele eden tüm yoldaşları, yurtseverlerimizi selamlıyor, saygı ve sevgilerimi belirtiyorum. Binlerce yoldaşın tereddüt etmeden girdikleri açlık grevinin, özgürlüğü sağlama zamanı hamlesini gündemde tutarak tüm kesimlere verdiği direniş ve mücadele mesajının önemini ne kadar değerlendirirsek değerlendirelim yetersiz kalacaktır. Diğer hamlelerde olduğu gibi yine en istikrarlı ve sürekli bir mücadele çizgisini geliştirerek zaferin yolunu, yöntemini göstermektedirler. Bu çizgi en zor koşullarda hatta düşmanın elinde esir olunduğunda bile mücadele edilebileceğini göstererek tüm toplumu sorumluluklarına davet etmekte, hiçbir gerekçe göstermeden katılım yapmanın ölçüsünü oluşturmaktadır. Bu anlamda şimdiye kadar PKK’nin zindan direniş çizgisinin temsil edilmesinde herhangi bir eksiklik yaşandığından bahsedilemez. Tam tersine dışarıda olan güçlerin zindanlardaki bu direniş ve mücadele duruşuna verdiği yanıtların yetersizliği ve özeleştiri konumunda olduğundan bahsedilebilir. Zindan direnişini yürüten yoldaşlarımız, hamle sonuç alana kadar temsil ettikleri mücadele çizgisini sürdürmede kararlıdırlar. Dışarıdakilere düşen ise bu direnişi odak yaparak mücadeleyi geliştirmektir.

Zindanlarda süren açlık grevi eylemliliklerini nasıl ele almak gerekir? Gerilla, halk ve zindanlarla bütünlüklü bir mücadeleyi açığa çıkartmak için nasıl bir mücadele tarzı geliştirilmelidir?

Zindanlarda süren açlık grevlerine doğru ve yeterli bir yaklaşımı geliştirmek en temel yurtseverlik görevi oluyor. Devrimciler açısından ise yoldaşlığın gereği olarak yerine getirilmesi gereken önemli sonuçlar ortaya koyuyor. Halkımızın özgürlük ve varlık mücadelesinde zindanların hep özgün bir yeri olmuştur. 12 Eylül faşizminin Kürt halkının demokratik ulusal doğuşuna verdiği yanıt Diyarbakır Zindanı gerçekliği olmuştu. Ulusal gelişme zindanlarda boğulmak ve yok edilmek istenmişti. Buna karşı geliştirilen 14 Temmuz Zindan Direniş çizgisi ise PKK’yi günümüze kadar getirdi. Bu anlamda PKK, Mazlum’un, Kemal’in, Hayri’nin partisi olarak şekillendi. Kürtlükle en uzak bireyler bile bu görkemli direnişi bilir, anısına saygı duymamazlık edemez. Kısacası zindan direnişçiliğinin mücadelemiz üzerinde böyle bir manevi etkisi vardır. Bunun yanında 50 yıla yakın bir süredir kesintisiz sürdürülen mücadele gerçekliğimizde neredeyse zindana girip çıkmayan, bu mekanlarda sınanmayan, kendisini ve düşman gerçekliğini tanımayan devrimci, yurtsever kalmamış gibidir. Düşmanın bir cezaevi olarak kurguladığı mekanlar devrimciler için okul haline dönüştürülmüş, Kürt toplumunun büyük kısmı buradan eğitilip örgütlendirilmiştir. Zindanlar düşmana büyük öfke duymanın mekanı olmuş, çıkanlar soluklarını özgürlük dağlarında almış ve büyük savaşmışlardır. Böyle binlerce şehidimiz olduğu biliniyor.

Karşı karşıya bulunduğumuz tasfiye ve imha konseptinde de soykırımcı sömürgeci iktidar zindanları tasfiye ve imha temelinde değerlendirmek için yeni planlamalar yapmıştır. Bu anlamda savaşın en fazla yoğunlaştığı alanlardan biri de zindanlardır. Çünkü AKP-MHP faşist iktidarı, dışarıda yok edebildiklerini etmekte fakat mücadelemiz bir halk hareketi olduğu için bunu kitlesel temelde gerçekleştirememektedir. Kitlesel, toplu imha ve tasfiyeyi zindanlarda geliştirdiği politikalar ile yürütmektedir. Zindan alanı düşman tarafından bu şekilde değerlendirilirken bu alanlarda mücadelenin geliştirilmemesi düşünülemez. Düşmanın binlerce militanı rahat bırakacağına inanmak gaflettir. Karşımızdaki Türk devlet gerçekliği ‘asmayalım da besleyelim mi’ diyen bir geleneğin sahibidir. İntikamcı olduğu kadar komplocudur. Zindanları merkez yaparak geliştirmek istediği tasfiye ve imha planlarını ancak direniş ve mücadele ile boşa çıkarabileceğimizi biliyoruz.

Direniş olmazsa ruhen, zihnen ölümün olacağını herkesin çok iyi kavraması ve zindanlardaki eylemselliğe bu temelde yaklaşım göstermesi gerekiyor. En son geliştirilen infaz yasası bunun devrede tutulduğunun en çarpıcı ifadesi oluyor. Soykırımcı sömürgeciliğin yasalarına göre cezası biten yoldaşlarımızın keyfi gerekçelerle infazlarının yakılması bu politikaların bir sonucudur. Teslim almak istiyor. Teslimiyeti kabul ettirmek için kurduğu kurullara çağırarak pişmanlık dayatılıyor. Ömrünü Kürdistan’ın özgürlüğüne, Kürt halkının varlık mücadelesine adamış olan, bunun için 20-30 yıl esir tutulan yoldaşlarımızın bu şekilde iradesi kırılmak isteniyor. Kendisini fedai çizgisine yatırmış hiçbir yoldaşımızın kurullara çıkmadığını, çıkmayacağını biliyoruz. Zaten bu uygulamadan sonuç alınamayacağı için bir süre sonra devreden çıkarılacaktır. Fakat burada anlaşılması gereken düşmanın zindandaki esir yoldaşlarımıza yönelik saldırılarının yoğunluğu olmaktadır.

Bunun için açlık grevleri ile özgürlüğü sağlama zamanı hamlesine öncülük yapan zindan direnişini dışarıda çok zengin yöntemlerle gündem yapmak ve geliştirmek gerekiyor. Tutsak yakınları başta olmak üzere tüm yurtsever halkımızın, başta kültür kurumları olmak üzere sivil toplum kuruluşlarının kitlesel destek eylemleri düzenlemesi en meşru hakları ve görevleri oluyor. Düşmanın zindan haline getirdiği mekanlara bu temelde ışık olabilir ve mücadeleyi yükseltebiliriz.

İmralı’da 23 yıldır süren ağır tecrit ve işkence koşullarına karşı Önder Apo’nun açığa çıkartmış olduğu direnişi ve büyük gelişmelerin etkilerini nasıl değerlendirmeliyiz?

Önder Apo, 23 yıldır hiç kimsenin dayanamayacağı koşullarda insanüstü bir direniş gerçekliği ile karşılık vermektedir. Kürdistan özgürlük mücadelesine atılan ilk adımdan günümüze kadar süren nefes kesici, soluk soluğa mücadele İmralı’nın ağır tecrit ve işkence koşullarında yeni özellikler kazanmış ve hamleci ruhunu hep korumuştur. Kürt halkının varlık ve özgürlük savaşına dayatılan tasfiye ve imha konseptine karşı Önderliğimizin içine girdiği tutum, duruş, irade ve kararlılık olmasaydı bugün hiç kimse özgürlüğü sağlamaktan bahsedemezdi. Bu anlamda özgürlüğü sağlama hamlesi, bir Önder Apo hamlesidir. Herkes böyle görmeli ve bu temelde katılım göstermelidir.

Bu 23 yılın mücadelesini ve ortaya çıkardığı sonuçları anlatmak kolay olmasa gerekir. Önder Apo, bu sürecin adını 3. Önderliksel doğuş dönemi, dedi ve özetle Kürt halkının demokratik ulus olarak bedenleşme süreci olarak ifadeye kavuşturdu. Bir halkın, tüm organları ile bedene kavuşması yani kurumsallaşması süreci olarak özgürlük sisteminin inşasına girişilen bir dönem açığa çıkarıldı. Şimdi Türk devlet sistemi ve dolayısıyla uluslararası kapitalist sistemle bu kadar sert karşı karşıya gelmemiz işte bu gerçeklikle bağlantılı gelişiyor. Uluslararası bir komplo ile hem de tüm sistemin dünya devlerinin bir araya gelerek gerçekleştirdiği bir saldırı ile İmralı işkence ve imha sisteminin içerisine koyulan Önderlik gerçekliğimizin böyle bir gelişmeyi nasıl açığa çıkardığı hala anlaşılamıyor. Aslında şaşkınlık da başarısız olmalarının getirdiği öfke de devam ediyor. Türk devletine verilen sınırsız soykırım izni biraz da buradan kaynaklanıyor.

Önder Apo’nun açığa çıkardığı direniş çizgisi, sadece Kürt halkıyla da sınırlı kalmıyor. Uluslararası güçlerin el birliği ve komplolar zinciri ile gerçek haline dönüştürdükleri saldırıların en temel amacı küresel kapitalist sisteme alternatif bir gücün, Ortadoğu gibi teslim alınamayan bir alanda güçlenmemesi, açığa çıkarılmamasıydı. Önderliğimizin öncülük ettiği demokratik konfedaralizm mücadelesi ile kapitalist sistemin en krizli dönemine yanıt verilmiş oluyor. Hesapta olmayan bu gelişme İmralı direnişi sayesinde açığa çıkarılmıştır. Sonuç dünya halklarının özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde yeni bir yolun açılmış olması oluyor. Bunun için dikkat edilirse özgürlük mücadelemizin etkili olduğu her yerde çizgimizin tasfiye edilmesi için ortaya çıkan gelişmeler, imkanlar ahtapot misali sarılmak ve boğulmak isteniyor. Tüm bunları Türk ulus devletçiğinin yapabilmesi imkansızdır. Erdoğan ve Bahçeli’nin ne bu kadar politika üretme kapasitesi ne de gücü vardır. Faşizme bu gücü veren dün olduğu gibi bugün de uluslararası komplocu güçlerdir. Yakın zamanda Garê’de şimdi Metîna, Zap ve Avaşîn’de yürütülen operasyonlar Türk ordusunun değil NATO’nun operasyonları olarak vuku bulmaktadır. MİT’in elini kolunu sallayarak dolaşmasını sağlayan da aynı komplocu güçlerdir. Bu gerçeklik, kimseyi ürkütmemeli, yanıltmamalıdır. Uluslararası komplocu güçlerin dayandığı ve bölgedeki amaçlarını gerçekleştirmek için kullandıkları AKP-MHP faşist rejiminin sonuna gelinmiştir. Meşruluğunu bu kadar yitirmiş bir araç, söz konusu uygarlık olduğunda bile tarihin çöp tenekesine atılacaktır. Bu günler yakındır.