GÖRÜNTÜLÜ

Aral: Onların anılarına sahip çıkmak, Önderliğimize sahip çıkmaktır

Siyasetçi Muharrem Aral, PKK’nin kurucularından Ali Haydar Kaytan ve Rıza Altun’u anarken, ‘Bu arkadaşlarımızın anılarına sahip çıkmak, Önderliğimize sahip çıkmaktır. Mücadelemizin yarattığı değerlere sahip çıkmaktır” ifadelerini kullandı.

MUHARREM ARAL

Siyasetçi Muharrem Aral, PKK’nin kurucularından  Ali Haydar Kaytan ile 1982’de başlayan tanışmasını; Kaytan’ın kültür-sanat çalışmaları, şiirle ve maddiyatla olan ilişkisini; Rıza Altun’un Kürt Özgürlük Hareketi’ne yönelik 2003-2004 yıllarında geliştirmek istediği tasfiyeciliğe karşı oynadığı rolü, tanıklıklarını ve anılarını Ajansımızla paylaştı.


PKK 12. Kongresi Ali Haydar Kaytan  ve Rıza Altun’a adandı. Sizin de yarım asra dayanan devrimci mücadele deneyiminiz var.  Bu mücadele içerisinde Ali Haydar Kaytan  ve Rıza Altun gibi büyük devrimcilerle ortak mekanları paylaştınız, anılarınız oldu. Neler söylemek istersiniz?

En başta, Mayıs ayı şehitleri şahsında Ali Haydar Kaytan arkadaşı ve Rıza arkadaşı saygı ve minnetle anıyorum. Önlerinde saygıyla eğiliyorum.

Hem Ali Haydar Kaytan arkadaşı anlatmak hem Rıza arkadaşı anlatmak gerçekten oldukça zor. Ama yaşamları çok anlamlı. Bu yönüyle, arkadaşların yaşam hikayelerini bilmek ve anlamak gerekiyor.

Mesela, Ali Haydar Kaytan arkadaşımız, Dersim Katliamı’nı çocukken dinleyerek büyüyen bir arkadaştır. Yani o acıları, Dersim Katliamı’ndaki acıları iliklerine kadar hissedebilen bir arkadaşımızdır.

Aynı zamanda Rıza arkadaş da sürgün hayatı yaşamıştır. Kürdistan'dan Kayseri'ye gidip aile olarak oraya yerleşirler. Daha sonra Ankara Tuzluçayır'a konumlanırlar. Çocukluk yaşlarından itibaren Rıza arkadaş da eylemci, örgütleyici bir arkadaş olur. Yani devrimci bir kişiliğe sahiptir.

Bu arkadaşlarımızın daha anlamlı ve daha gerçekçi bir yaşama yönelmesinde en başta Önderliğimizle tanışmaları belirleyicidir. Önderliğimizin ‘Kürdistan sömürgedir’ sözü, bu arkadaşlarımızın beyninde şimşek etkisi yaratmıştır.

Yani bu arkadaşlarımızın, kendi gerçekliklerini; gerçek özgürlüğü, gerçek yaşamı ve onurlu bir yaşamı nerede ve nasıl göreceklerini giderek anlama, kavrama durumları söz konusudur. Özellikle Önderliğimizin geliştirdiği ideolojik, politik ve felsefik anlayış, giderek bu arkadaşlarımızda da derinlik kazanmıştır.

Anlama, kavrama ve buna göre bir duruşun sahibi olma zorunluluğu içinde ne yapıyorlar? Örgütlemeye ve Önderliğimizle birlikte hareket etmeye koyuluyorlar. Aynı zamanda bu iki yoldaşımız, partinin kuruluşunda rol oynayan arkadaşlarımızdır. Ve şehadetlerine kadar Önderlik çizgisine bağlı kakarak, her türlü tasfiyeci anlayışa ya da parti karşıtı yaklaşıma karşı en güçlü duruşun sahibi oldular. Bu yönleriyle oldukça önemlidirler.

Ali Haydar Kaytan arkadaş, gerçekten… nasıl anlatayım… Cana yakın, insan canlısı, insana değer veren güçlü bir özelliğe sahipti. Ali Haydar arkadaşı çok yönlü anlamak ve kavramak gerekiyor. Aynı durum Rıza arkadaş açısından da böyle.

Bazı örnekler vermek istiyorum: Ali Haydar arkadaş, Önderliğimizin geliştirdiği paradigmayı ideolojik, politik, askeri ve siyasi yönüyle derinlikli anlayan ve kavrayan bir özelliğe sahipti.

Ali Haydar Kaytan'ı hem gerilla sahasında gördüm hem de Avrupa ortamında tanımaya çalıştım. İnsanlara karşı yaklaşımı çok değerliydi. Konuştuğu kişiyi etkileme, hatta dönüştürme etkisine sahip bir arkadaşımızdı.

Üslubuyla, yaklaşımıyla, verdiği güvenle insan, en kısa zamanda Ali Haydar hevalle kaynaşabiliyordu. Gerçek bir partili kişilik olduğunu, örgütleyici ve mücadeleci yönünün olduğunu insan yakinen görüyor ve anlıyordu.

İlk karşılaşmanız nasıl oldu?

Heval Ali Haydar'la ilk tanışmamız 1982'de, Avrupa'da oldu. Çalışmalara katılmak üzere Avrupa'ya gelmişti. Bir müddet İsveç'e gitti ve orada kaldı. Daha sonra zaman zaman Almanya’ya dönüşleri oluyordu.

Şöyle bir anım var heval Ali Haydar’la: Köln’de bizim derneğimiz vardı ve dernekte kalmıştım. Sabah erken bir saatte telefon çaldı. Açtım telefonu. Karşımdaki ses, ‘Başımız sağ olsun, heval Mazlum Doğan şehit düştü. Arkadaşlara ilet bunu’ dedi.

Ses tonu çok acıklıydı. Mazlum Doğan yoldaşın daha önce gözlerinden rahatsız olduğu, hatta kör olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı yönünde söylemler de vardı. Arkadaşımızın, Mazlum Doğan yoldaşın şehadetini bu şekilde tüm yapıya ulaştırma durumu oldu.

Ali Haydar arkadaşın 1986 sonları ya da 1987 başları olacak, bir grup arkadaşla birlikte Avrupa'ya tekrar gelme durumu olmuştu. Hatta Hannover'de büyük bir gecemiz vardı; orada karşılaşma durumumuz oldu. Biraz sohbet ettik. Daha sonra da zaman zaman görüşme durumlarımız oluyordu. İsveç'e tekrar gitme durumu da olmuştu.

Fakat 1988'de PKK Düsseldorf davası vardı. O davada tutuklanan arkadaşlar arasındaydı. Heval Abbas ve yirminin üzerinde arkadaşla birlikte tutuklanmıştı.

O dönemde Avrupa sahasında komploculuk ve tasfiyecilik gelişmişti. Hüseyin Yıldırım ve bazıları bunun başını çekiyordu. Ancak Ali Haydar Kaytan ve tutsak diğer arkadaşların Düsseldorf davasında sergiledikleri direniş, partiyi ve Önderliğimizi sahiplenme duruşu, Avrupa sahasında geliştirilmek istenen tasfiyeciliğin kırılmasında tüm yapıya güçlü bir moral verdi.

 

Düsseldorf Davasında Ali Haydar Kaytan ile hiç görüştünüz mü? Diyaloglarınız nasıldı?

Düsseldorf davasında devam eden duruşmalara zaman zaman benim de gitme durumum oluyordu. İlk gittiğimde, arkadaş beni gördü. O dönemde, HUNERKOM çalışmalarındaydık; yani kültürel ve sanatsal çalışmalardaydık. Ne tür çalışmalar yaptığımızı biliyordu.

Beni görünce elini kaldırdı. O zaman kod ismim de Serhat'tı. Gür bir sesle, ‘Serhat Heval, Serhat Heval! Hayatımızı tiyatrolaştır” dedi. “Hayatımı” değil, “hayatımızı tiyatrolaştır” dedi.

Böylesine bir çağrısı vardı.

Ali Haydar Kaytan’ın arkadaşlarıyla ilişkileri nasıldı? Onunla farklı mekanlarda zaman geçirdiniz. Gözlemlerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?

Şunu söyleyebilirim: 1999'da Xinêrê alanında, ideolojik alana bağlı olarak Şehit Sefkan Kültür Sanat Okulu açılmıştı. Okulda tiyatro, folklor, müzik ve benzeri sanatsal-kültürel çalışmalar yapılıyordu. Ali Haydar Kaytan da o sahadaydı. Bu nedenle sık sık karşılaşma ve görüşme durumumuz oluyordu. Hatta bazen iki ya da üç arkadaşı birlikte gördü mü yanına çağırıyor, değerlendirmeler yapıyordu. Sürece ve mücadeleye ilişkin çok yönlü, kapsamlı değerlendirmeleri oluyordu.

Parti kültürünün ve yaşamının gelişimine dair çok çeşitli örnekler veriyordu. Özellikle kültür-sanat alanının önemini çok derinlikli bilince çıkarmıştı ve bu alanda yürütülen faaliyetlerin önemini sık sık anlatıyordu. Sanatın toplumdaki değişim, dönüşüm ve yeni zihniyet yaratılmasında, örgüt kültürünün yaratılmasında ne tür etkileri olduğunu bize anlatıyordu.

Özellikle kültür sanat alanında yer alan arkadaşlarla bazen tekli, bazen grup halinde sohbetleri oluyordu. Sanatın ne kadar önemli olduğunu değerlendiriyordu. Hatta o sahada, kültür-sanat okulunda tiyatro oyunları yazılıyor ve sahneleniyordu. Bizzat yazan ve sergileyen arkadaşlar vardı. Mesela Hevi Şanoger diye bir arkadaşımız vardı; hem kalemi güçlüydü hem de oyun yeteneği olan bir arkadaştı. Yekta Herekol diye bir arkadaşımız da vardı. Başka arkadaşlarımız vardı.

Bu arkadaşlarımızın sergiledikleri oyunları gördüğünde hemen değerlendirmeler yapıyordu: ‘Şu arkadaşta şu yetenek var, bunun daha da geliştirmesi gerekir’ gibi. Bunu hem onlara anlatıyordu hem de sohbetlerinde dile getiriyordu. Gerçekten çok değer veriyordu.

Hevi Şanoger arkadaş, yanılmıyorsam 2003’te bir festival için Başûr sahasına, Kerkük'e gidecekti. Ancak yolda trafik kazası geçiriyor ve şehit düşüyor. Yekta arkadaş ise kültür-sanat çalışmalarını örgütlemesi için Suriye'ye gönderiliyor. Orada bir müddet çok dikkatli ve gizli şekilde çalışmalar yürütüyor. Ancak Önderliğimizin üzerinde geliştirilen baskı ve zulme karşı bir 27 Mart Dünya Tiyatroları Günü'nde Suriye'de kendini ateşe verdi ve şehit düştü.

Aynı zamanda Ali Haydar Kaytan arkadaş, hem bu arkadaşlarla hem diğer arkadaşlarla sohbetler ediyordu. Arkadaşlara güç vermeye çalışıyor, onlardan güç alıyordu. Anlatımları çok değerliydi. Önderliğimizin kültürel ve sanata yaklaşımını derinlikle kavrayan ve özümseyen bir arkadaşımızdı.

Bu noktada, kültür -sanat okulunda yürütülen faaliyetlerin geliştirilmesi konusunda düşüncelerini açıkça ifade ediyordu. Ne olması gerektiğini açıklıyor, yol gösteriyordu.  Bu da bize, hepimize güç veriyordu.

Sanatsal ruhu alabildiğince gelişkindi. İnsanlığın değişiminde ve dönüşümünde kültür-sanatın oynayacağı rolün bilincindeydi. Bu yönüyle, kültür ve sanata yaklaşımı oldukça pozitif, anlamlı ve ders çıkarılması gereken bir nitelikteydi.

Ali Haydar Kaytan, Kürdistan özgürlük mücadelesinde şair yönüyle de tanınan ve bilinen biriydi. Şiire yaklaşımına dair anımsadığınız, bizimle paylaşmak istediğiniz bir anınız var mı?

Şiirler yazıyordu; bazen kendisi okuyor, bazen de arkadaşlar. 2000'li yıllarda yapılan bir kongre sonrasında -sanırım yedinci kongre olacak- bir moral gecesi yapılıyordu.

Ben orada, gerilla kadın bir arkadaşımızla birlikte sunuculuk yapıyordum. Program başlamadan önce heval Ali Haydar'ı gördüm. Yanılmıyorsam, ‘Kürdistan’ şiiri olacaktı. Şiirde bir kelime vardı. ‘Heval Fuat bu kelimenin yerine şu kelimeyi koysak daha da anlamlı olabilir’ diye öneri sundum. Arkadaş hiç tereddüt etmedi, ‘Koyabilirsin’ dedi. O şiiri kongrede ben okudum. Arkadaşlarımız da dikkatle dinliyordu. Bu yönüyle, çok olgun bir arkadaşımızdı.

Yine o kongrede sanatçı arkadaşlar da vardı. Bizim ‘Hewler’ türküsünü yapan Hozan Serhat arkadaş da oradaydı. Hewler türküsünü okudu, hepimizin yüreğini dağladı. Hewler katliamı sırasında ben oradaydım; o süreci yaşamıştım. O yüzden o türkünün kongrede okunması hepimizi çok etkiledi.

Ayrıca müzik ekipleri vardı, folklor ve benzeri gösteriler oldu. Konuşmalar yapıldı. Ali Haydar Kaytan arkadaşı orada gördüm, çok olgun bir arkadaşımızdı yani.

Diğer bir anım da şudur: Bir ara Maxmur'da da kültür-sanat çalışmalarına katıldım. Orada da tiyatro, folklor, müzik ve benzeri çalışmalar yürütüyorduk. Ara sıra dağa, Kandil ve benzeri alanlara gidiyordum. Üzerimdeki kıyafet sivildi, ama biraz eskiydi, epey yıpranmıştı.

Heval Ali Haydar, beni o halde görünce kızdı arkadaşlara. ‘Yok mu başka bir elbise arkadaşa vereceğiniz?’ dedi. ‘Hemen arkadaşa yeni ve temiz bir elbise bulun, verin’ biçiminde bir yaklaşımı oldu. Bu yaklaşımı beni oldukça etkiledi.

Bu sorum biraz absürt olabilir, ancak insan yine de merak ediyor. Ali Haydar Kaytan gibi birinin maddiyatla ilişkisi nasıldı? Avrupa’da insanlar ‘evim olsun, arabam olsun’ diyor ya da sürekli bir alışveriş yapma halleri oluyor. Sizin Ali Haydar Kaytan’a dair bu yönlü bir gözleminiz oldu mu?

Düsseldorf’tayken kültürel ve sanatsal çalışmalarımız vardı; bir mekanımız da vardı. Heval Ali Haydar Kaytan geldiğinde, bir grup arkadaş, ‘Fuat sana bir elbise alalım; ceket, pantolon, bir şeyler alalım’ dedi. Arkadaş çok gerek görmedi. Ama çok ısrar ettiler. Ozan Serdar da oradaydı, o da ısrar etti. Diğer bazı arkadaşlar da destek verdi. Ben fazla sesimi çıkarmadım.

Neyse birkaç arkadaşla gittik, iki üç mağaza gezdik. Arkadaşlar, “Heval Fuat, bak bu ceket çok güzel, sana yakışır. Bu pantolon sana çok yakışır” diye önerilerde bulunuyordu. Heval Ali Haydar bakıyor ama oralı olmuyordu. Ne bir ceket ne bir pantolon, hiçbir şey almadı. Kabul etmedi.

Niye?

Orada şunu gördüm, yani şu sonucu çıkardım: Örgütün değerlerinin sağa sola, boş yere harcanmaması gerektiğini. Yani var olanla yetinme tutumunu orada kavradım. Eğer kendi giyimine, şuna buna düşkün biri olsa, istediğini aldırmaya çalışsaydı, bu, örgütsel yaşam ruhuna aykırı olurdu. Bunun doğru olmadığını görme ve aynı zamanda bundan ders çıkarma durumum oldu. Ve saygıyla karşıladım arkadaşımın o tavrını. Bunu belirtebilirim.

Rıza Altun Arkadaşa dair neler söylemek istersiniz?

2003-2004 yılları, mücadele ve parti tarihimiz açısından en tehlikeli komplo süreçlerinden biriydi. Provokasyon ve tasfiyecilik süreciydi. Bu tasfiyeciliğin boşa çıkarılması hayati önemdeydi. Tasfiyeci kesim, genellikle çok yönlü taktiklere başvuruyordu. Gerillanın tasfiye edilmesine, hatta giderek partinin tasfiyesine kadar gidecek gizli açıklamalar, değerlendirmeler yapıyorlardı. Gerçek anlamda Önderliği, parti içinde kendilerinin temsil ettiğini söylüyorlardı. Önderlik çizgisini, Önderliğimizi ve mücadelemizi tasviye etmek için yürütülen bir komplo süreciydi.

Hatta şöylesi bir durum da vardı: Mesela ‘Osmancılar’ deniyordu, ‘Botancılar’ deniyordu ya da benzeri tanımlar kullanılıyordu. Bu insanlar, ortamda bulunan arkadaşları kendi saflarına çekme noktasında ikili, çok yönlü ve kirli oyunlar oynuyorlardı. Rıza arkadaş üzerinde de bazı oyunlar tertipliyorlardı. Bazıları, ‘Rıza bizimledir. Avrupa'da faaliyet yürütüyor; Avrupa sahası oldukça önemlidir mücadele açısından’ diyordu.

Rıza arkadaş şahsında ne yapmaya çalışıyorlardı? Avrupa'yı sözde ellerine geçirdiklerini, kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlardı. Ve buna benzer şekilde, Maxmur bünyesinde, kitle çalışmalarında da propaganda yapıyorlardı.Genele yönelik olarak ortamımızda bir kargaşa ortamı yaratmak istiyorlardı. Tasfiyeci bir mantık. Bu mantığı ve çabayı geliştirmede çok kirli oyunlara başvuruyorlardı.

Fakat Rıza arkadaşın partiye, Önderliğimize olan bağlılığı, onların tüm oyunlarını boşa çıkardı. Yani, kendileriyle hareket etmediğini; parti çizgisine, Önderlik çizgisine, önderliğe ve partiye bağlı olduğunu ortaya koydu ve aynı zamanda bu tasfiyeci kesimin oyunlarını da boşa çıkardı.Bunu belirtebilirim. Bu yönüyle, Heval Rıza’nın içinde bulunduğu tutum ve tavır oldukça önemliydi.

Diğer bir boyutuyla, o süreçte ben de Maxmur'daydım. Zaman zaman kırsala, Kandil ve benzeri sahalara geçiyordum. Heval Cuma, bizzat Rıza arkadaşla sık sık diyalog içindeydi. Hatta bize de anlatıyordu Rıza arkadaşın durumunu ve konumunu. Bu yönüyle biz de ondan güç alıyorduk.

Tasfiyeciliğin tasfiyesinde, Rıza arkadaşımızın oynadığı rol; mücadeleye, Önderlik çizgisine ve partiye bağlı olan kadro yapısının, yani mücadele eden arkadaşların duruşu belirleyici bir rol oynadı.

Son olarak her iki arkadaş şahsında neler söylemek istersiniz?

Her iki arkadaş, parti tarihinde Önderliğimizle beraber bu mücadelenin bugünlere gelişinde ve anlamlı değerlerin kazanılmasında rol oynayan arkadaşlarımızdır. Emeğiyle, çabasıyla, beyniyle, yüreğiyle, her şeyiyle mücadeleye büyük katkıları olan; toplum içinde sevilen, sayılan ve değer biçilen arkadaşlarımız, yoldaşlarımızdı.

Bu arkadaşlarımızın anılarına sahip çıkmak, Önderliğimize sahip çıkmaktır. Mücadelemizin yarattığı değerlere sahip çıkmaktır. Ve bunu daha da kazanımcı bir duruma dönüştürmek için yoğun bir çaba içinde olma zorunluluğumuz var.

Şunu söyleyebilirim: Heval Fuat'ın anlamlı yaşamı, Heval Rıza'nın anlamlı yaşamı, ‘Ne için yaşamalı? Nasıl yaşamalı? Nereden başlamalı? sorularına verilmesi gereken yanıtları içinde barındıran ve bu uğurda büyük bir çaba gerektiren bir süreçtir. Bu bağlamda, bu arkadaşlarımızı en güçlü temelde sahiplenmek ve onların amaçlarını gerçekleştirmek, açık ki tüm Kürdistan halkına, bu uğurda her şeyini ortaya koyan örgütsel yapılarımıza, halkımıza ve direnen gerillalarımıza düşüyor.

Kendi açımdan da şunu söyleyebilirim: Bu arkadaşların yaşamı, benim yaşamımı da etkiledi, beni değiştirme, dönüştürme ve sürece hazırlamada içinde bulundukları yaşam tarzı ve mücadele anlayışıyla; insanda güçlü bir düşünce sistemini çizgiye bağlı olarak geliştirmede önemli etkiler yarattı.

Ben de bunu içselleştirmek ve bu uğurda elimden gelen çabayı ortaya koymak gibi bir görevle karşı karşıya olduğumu belirtebilirim.

Tekrar, bu arkadaşlarımızı ve tüm şehitlerimizi saygıyla, minnetle anıyorum.