'Acı reçete sadece bir kesime verilir'

Faiz-kur ikilemine sıkışan ekonominin yüksek faizle de kurtulmayacağını söyleyen gazeteci Bahadır Özgür, acı reçetenin emekçilere kesileceğini ifade ediyor.

Merkez Bankası (MB) başkanlığına Naci Ağbal’ın getirilmesi ardından Hazine ve Maliye Bakanı ve de Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın istifası uzun zamandır kurda beklenen düşüşü getirdi. Gözler ise MB’nin faiz artırımına gidip gitmeyeceğindeydi. Piyasalar bu istifaya olumlu bakarken Erdoğan ekonomide acı bir reçete geleceğini ifade etmişti. Ama reçetenin kime verileceği ise muallak.

Erdoğan’ın son birkaç senedir direttiği düşük faize dair açıklaması TOBB ekonomi şurasından da şu şekilde devam etti: “Yüksek faizin nelere mal olduğu ortada. Yüksek faizle gerçek anlamda yatırım ve üretim yapabilir miyiz? Mümkün değil. Öyleyse bizim bu noktada çok dikkatli olmamız lazım, yatırımcımızı faize ezdirmememiz lazım.”

Peki, Erdoğan’ın ısrar ettiği düşük faizin yükselmesi ekonomiyi yeniden canlandırır mı? Ekonomik modelin yön değiştirmesi bir anlam ifade ediyor mu? Kimilerince ifade edilen Erdoğan’ın sermayeye boyun eğmesi gibi bir durum söz konusu mu? Ya da bahsedilen acı reçete kime çıkarılacak. Tüm bu soruların cevaplarını Gazete Duvar Yazar’ı Bahadır Özgür ile konuştuk.

Merkez Bankası Başkanı değişimi, Berat Albayrak'ın gidişi ile ekonominin de yönü değişti. Peki bu şu an mevcut yapısal kriz için yeterli mi?

Krizin yapısal sebepleri birkaç yıllık meseleler değil. Özellikle 2018’de başlayan ekonomik krizin temelinde, 2001 krizine karşı uygulanan ekonomik programın yarattığı yeni dinamikler etkili. Türkiye tarihinde görülmemiş derecede sıcak paranın aktığı bir dönem, ekonomide istikrar olarak sunuldu. Oysa hem Türkiye’nin tarihindeki krizler hem de bu krizin temelinde bu bağımlılık ilişkisi yatıyor. Sıcak para kârlı bir ortama geliyor ve bu kârlı ortamın kaybedildiğini gördüğü anda da hızla çıkıyor. 2016’dan itibaren yaşanan da buydu. O tarihlerden başlayarak dolar kuru zaten artışa geçmişti. Önce Ağustos 2018 ve ardından geçen ayki büyük kur sıçramaları krizi daha da derinleştiren şoklar; krizin sebebi değil.

Bir başka nokta sermaye birikim rejimi sadece kur-faiz-enflasyon gibi mali alana dayanmaz. Üretim, kâr vb. temel alanlara da bakmak lazım. Türkiye ekonomisi yoğun dış kaynak birikimi olduğu dönemlerde büyüyor; üretim ve istihdam artıyor. Kaynak çıkışı olduğunda küçülüyor. Bütün bu çevrimler de birkaç yılda olmuyor. Dolayısıyla Berat Albayrak’ın istifa etmesi ve yerine yeni birilerinin atanması, onların çok piyasa dostu sözler kullanmaları ancak sermayenin, rantiye kesiminin ihtiyacına yönelik siyasi irade beyanları olur. Krize çözüm olmaz. Krizlerden herkes kurtulmaz sadece maliyeti başkalarına yıkabilenler kurtulur ve tüm krizler de yapısal başlar, sınıfsal pozisyonlara bağlı olarak aşılır. Yani kriz ancak emekçi kesimlere maliyetler tam olarak yıkılabilir ve bu kabul ettirilebilirse aşılabilir. Şu an olan da bu aslında.

Bazı yorumlarda Erdoğan, sermayeye boyun eğdi deniyordu, gerçekten olan bu mu? Zira Erdoğan faiz neden demeye de devam ediyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sermayeye boyun eğmesi veya ona karşı dik durması gibi bir durum elbette yok. Hatırlayın; hemen her zaman sermaye için her şeyi yaptıklarını dile getirdi. Hatta OHAL için de bunu demişti. Erdoğan’ın faizler veya diğer ekonomi politikalarında birkaç yıldır sürdürdüğü ısrarı, özellikle başkanlık rejimine geçiş aşamasına denk gelen ekonomik krizde bir seçmen hasarı almak istememesiyle beraber tartışmak lazım. AKP’yi bütün sermaye kesimlerinin yanında halk nezdinde de güçlü kılan esas şey, yoğun dış kaynak girişiydi. Bu kaynak farklı sermaye kesimlerinin büyümesini sağladı, aynı zamanda sosyal yardımlar veya kredi mekanizması gibi araçlarla halka da bir kaynak transferi yapabilmesine imkân tanıdı. O kaynak kesilince içerideki birikimin nasıl dağıtılacağı bir sorun haline geldi. Ekonomik kriz ve üzerine pandemi yüzünden bir bocalama yaşadı. Önce popülist politikalarını sürdürmek için direndi. “Faiz neden enflasyon sonuç” formülasyonu iktisadi değil ideolojik ve politik bir şiardı. Faizi düşük tuttuğu ve kredi mekanizmasını işletebildiği müddetçe şirketleri yüzdürebildi, geliri sürekli düşen halk kesimlerine de borç yoluyla gelir takviyesi yapabildi. Ama işte krizin yapısal karakteri burada ortaya çıkıyor. Niyetten bağımsız olarak bu denli dışa bağımlı bir ekonomide ancak dış kaynak olursa bu tür politikaları yürütebilirsiniz.

Peki ne olacak?

Şimdi paradoks burada işte. Faizi düşük tutamazsınız çünkü kur aşırı yükseliyor. Dış kaynak gelmediği, pandemi nedeniyle döviz gelirinizden olduğunuz ve ihracat da artmadığından dolayı bunu finanse edemiyorsunuz. Nihayetinde hızlı ve şok edici bir manevra yapmak zorunda kalıyorsunuz. Bu teslim olmak değil çünkü hiçbir zaman bayrak açmadı zaten sermayeye. Sadece direndiği politikadan vazgeçiyor. Bunda şu da etkili belki de. Aşının bulunması nedeniyle küresel pazarların canlanacağı, sıcak para hareketlerinin önünün açılacağı ve zaten bir durgunluğa giden ekonomiden kaçınılamayacağı vb. öngörülerle de zorunlu politika birleşmiş olabilir.

Erdoğan bir acı reçeteden bahsetti ama TOBB ile görüşmesinde sermayenin vergi affının daha da uzatılması, işten çıkarmaların yeniden görüşmesine dair talepleri olacağı yönünde haberler var. Öte yandan yeniden küçük esnaf kapatıldı ama teşvikten bahsedilmedi. Acı reçete kime o zaman?

Acı reçete sadece bir kesime içirilir. Emekçilere, kendi hesabına çalışan küçük iş yerlerine filan. Sermaye lehine olacak uygulamalar açıkça sıralandı zaten ve pek çoğu da pandemi vesilesiyle hayata geçirilmişti. Şimdi faiz artışı ile şirketlerin kur yükü de hafifletilmek isteniyor. Çünkü özel sektörün yüklü borç ödemeleri var bu iki ay. 2021’de de 33 milyar dolara yakın ödeme olacak. Ayrıca şu anda faiz mi kur mu sarmalı içindeyiz. İkisi birden düşme imkânı yok. Üzerine bir de enflasyon var. Dolayısıyla enflasyon merkeze konularak yani tüketim, kredi imkânı, ücret artışı kısılarak bir politika uygulanmasının işareti veriliyor. Bunun da Erdoğan’ın deyimiyle belli bir süre olacağı ifade ediliyor. Sabır istemesi bundan. Enflasyon düşüşü ile faizlerin bir süre sonra yeniden düşeceği; bu sırada sıcak paranın geleceği ve kaynak girişi sayesinde kurun da ineceği varsayılıyor. Bu politikaya geçiliyor. Ama bunun bir maliyeti var ve o maliyet enflasyonu düşürme adı altında, pek çok kere geçmişte de olduğu gibi, emekçi kesimlerin bedel ödemesi demek. Üzerine işten atmanın iyice kolaylaştırılması vb. de gelirse klasik, bildiğimiz krizden çıkış formülüne tam anlamıyla dönülmüş olur.

Yani bilindik reçete çözüm de kolay görünmüyor…

Elbette bunlar dile kolay şeyler. Türkiye ekonomisi sadece faiz artırmakla, kredi musluğunu kısarak ekonomiyi soğutmakla veya bir süre durgunluğa razı olmakla çözülecek sorunları çoktan aştı. Resmi verilere göre 10 milyon, pandemideki iş kaybı da hesaba katıldığında 20 milyona yakın işsiz; yüzde 177 oranında artmış iş bulma ümidini kesmiş kesim; yüzde 36’ya dayanmış ne işte ne eğitimde olmayan genç nüfus ile karşı karşıya. Üzerine yeni istihdam yaratamadığın gibi işi olanların hayatında da ağır bir yoksullaşma yaşanıyor. Esas olarak da burası önemli. Ama iktidar uzun süredir bu alanı siyaset dışında bırakmayı, muhalefetin buraya tam etki etmesini engelleyecek şekilde, siyaset meydanını tanzim edebiliyor.