Açlık grevinde bir şair: Selver Yıldırım - Ozan Amed

Açlık grevinde bir şair: Selver Yıldırım - Ozan Amed

Selver Yıldırım binlerce Kürt özgürlük tutsaðın 12 Eylül'den bu yana başlattıðı süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemi, yani bedenini ölüme yatıran tutsaklardan sadece biri...

...

Selver Yıldırım'ın hikayesi; Kürt halkının binlerce evladının yaşadıðı özgürlük yürüşünün hikayesidir, bir halkın özgürlük umudunu baðrında taşımasıdır. Onunki de bu hikayeden bir parçadır; Kürdistan'daki savaşta, Botan'da yaralanma, esir düşme ve zindanlarda tutsak edilemeyen düşünceleri, duyguları, hayalleri...

Selver Yıldırım, 1971 yılında Maraş'ın Pazarcık ilçesine baðlı Şakulyan köyünde doðar. Ýlkokulu kendi köyünde, ortaokulu komşu köyde okur. Hatay Saðlık Meslek Lisesi'nde mezun olduktan sonra çeşitli illerde hemşirelik yapar. En son Gazi Üniversitesi Ýletişim Fakültesi'ni 2. sınıfı terk edip, 1992 yılında Özgürlük Mücadelesi saflarına katılan üç bacıdan biri olur.

Selver Yıldırım Kürt halkının bir kadın özgürlük savaşçısı olarak, umut yolculuðu sırasında Botan'daki savaşta bir gözünü kaybeder, bir kolu ve yüzü şarapnel parçalarıyla yaralanır. Ve bir Kürdistan gazisi olur.

Selver Yıldırım, bedenindeki şarapnel parçaları çıkarılması ve tedavisi için mücadele arkadaşları onu Kafkasya'ya gönderirler. Gürcistan devleti alçakça çıkar ilişkileri temelinde kendisini tutaklayıp Türkiye'ye teslim eder, 20 Mart 1999 tarihinde.

Türk devleti, Selver Yıldırım'ı tutuklayıp Erzurum Cezaevine'ne gönderir ve daha sonra mübbet cezayla cezalandırır. Ciddi saðlık sorunları olan Yıldırım, tedavisi için hiçbir imkan sunulmaz ve izin de verilmez. Bir gözünü kaybetmiş, diðer gözüne de kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olan, bir kolu sakatlanmış, içinde şarapnel parçaları olan, yüzünde de şarapnel parçaları olan Yıldırım, adeta ölüme terk edilir.

Erzurum Cezaevi, Türkiye'de adı fazla duyulmamış bir cezaevi olsa da, uygulamalarıyla, işkenceleriyle, yaklaşımlarıyla en vahşi bir cezaevidir. Ýşkenceleri, hücre tipi uygulamaları bir yana; bakışların bile taciz olduðu bir yer, bir cezaevidir.

Yıldırım ise bir kadın esir, tutsak, müebbetlik olarak bir yandan bu zorlu koşullara ve işkencelere karşı direnip ayakta kalırken; diðer yandan ciddi olan saðlık sorunlarıyla boðuşur ve tüm bu zorlukları aşmak için kendini şiire verir, şiir yazmaya başlar. Artık şiir onun için kendisini ayakta tutan, moral ve güç veren bir esin kaynaðı olur. Yeni bir mücadele, yeni bir umut ışıðı gibi sarılıyor ve sarılırken kendisinde adeta beş bin yıllık kadının kaybetmişliði ve özgürlük arayışı bulur. Yeni bir isyan, yeni bir çıðlık, yeni bir özgürlük yolculuðu başlar böylece.

Yıldırım artık sadece bedenen dört duvar arasında olur; ruhu, duyguları, düşünceleri, hayalleri zap edilemez, tutsak edilemez bir yolculuða çıkar. Ayaðında "özgürlük papucu" kimi zaman Çarçella'da "Berfin gamze", kimi zaman Amediye sırtlarında "Ronahi selamı", kimi zaman Botan'da ölümün sıcaklıðını hisseder ve yazar.

Kimi zaman Halepçe'ye gider; "Halepçem / Gülün sıyrılmaz güller içinden / Ölün sıyrılmaz ölüler içinden / Kazısam haritanı yeryüzünden / Vazgeçer mi masumiyet tüten isminden..." der.

Kimi zaman da tarihe dalar, Ýskender'e seslenir; "Ey Ýskender / Ardılların at koşturuyor hala / Kanla yazdıðın Doðu masalına / Boynumuzda senin ipin / Acımızda senin ilmeðin / Senle dolu yaktıðın kütüphaneler / Sen olmaya hevesli tüm generaller..." yazar.

Şair Ömer Hayyam'la konuşur; "21. yüzyılda yaşamadın diye / Hayıflanma Hayyam / Bin yıl önce / Seni şair yapan acı ne ise / Bin yıl sonra / Bizi derbeder eden acı da odur..." der.

Kimi zaman Ýmralı yolculuðuna çıkar; "Bir mavi suya deðdi yüreðim / Bir mavi yüreðe dokundu ellerim / Mavi düşlere aktı düşlerim / Seninle." der ve eski yaşanmış diyaloðları gözlerinde canlandırır: "Suçludur özgürlükler özgür deðilse tüm beyinler"...

Çocukluk yıllarına gider, Ahmet abisine seslenir; "Ýlk kavga ise ilk adım / Ben sende başladım / Şimdi desem / Bana bir çelik çomak borcun var / Champ Elysees tutar..." yazar.

Kendisine gönderilen eşyalara karşılık, hitaben arkadaşına şunları yazar; "Spas / Mutlu etti gönderdiklerin / Etmesine ya / Benim listem başka / Kahkahanı gönder bana / Kahkahandan gözkırpan gamzeni / Gülüşünü gönder / Gülüşünde kapısı açılan sarayı / Bir de sesini / Sustuðunda dinlediðim ezgini / Oyunlar gönder / Kandırıp sevindirmeler / Ýki kişilik espriler / Sen söylediðinde güzelleşen kelimeler / Başka bir şey deðil / Sadece kendini gönder."

Dört duvar arasındaki esaretin atmosferini yazar; "Ah duvarlar / Beni içine saklar / Ýçini kendine / Ah duvarlar / Ýçinde mi geçer ayıplar / Ayıplar mı senden doðar / Ah duvarlar / Yüreðime örülür / Düşlerime / Ah taştan atmosfer..."

Cezaevi içinde cezaevi, yani hücreleri yazar; "Benim parmaklıklarım seninkilerin renginde; gri / Senin parmaklıkların benimkiler gibi saðlam; demir / Aynı ebatta hücrelemiz / Bir tek gözlerin yok / Benimkisi biraz karanlık / Ama kargam çok seninkinden / Pencerene düşen çatı / Az olmadıðı halde benimkinden / Uçar, gider, gelir senin kargaların istedikleri an / Kar da geçti, tufan da / Düşmedi hala ölü kargam karşı çatıdan."

19 Aralık 2000 yılında devletin "Hayata Dönüş" operasyonu adı altında cezaevinde yaptıðı katliamı ve ölümü yazar; "Bunca yıl yaşadıðımı / "Yaşam" diye bilirdim / Deðilmiş / Ateş ve lav / Mermi ve gaz / Boşaltırken üstüme / "Yaşama döndürüyoruz" dediler / Ölüm diye bildiðime / Onlar yaşam diyormuş meðer."

Şehit düşen yoldaşı Ýsmet Baycan'ın anısına yazar; "Şimdi sen Ararat'ın baðrında / Zarif bir imzasın / Barışa düşem cemre / Ali'ye yoldaş divansın / Şimdi Avesta'nın küle deðmiş yarısı / Ufka çekilen dilansın."

Bedenleri dışında, teslim alınamayan düşünceleri ve özgür ruhları yazar; "Dünya / Atamazsın bizi / Satamazsın bizi / Kirletiriz göðünü / Yutamazsın bizi / Ozon az / Yedi katını deleriz de / Kovamazsın bizi."

Özgürlük haykırışını dile getirir; "Bu kadın / Yüzünde 'şarapnel çiçeði' açmış / Divane deli kız / Yüreðini çıkarmış bugün / Birikli öfkesini / Özlemini / Öyle bir kaç küfür savurup / Kaçmayacak gözyaşına / Restini çekmiş / Rahmini kazımış / Sen yoksun orada / Seni büyüten endometrik sıvı yok / Er, erk, erkek üreten ne varsa..."

Kadınlar için şunları yazıyor; "Ýnanma / Bütün kadınlar güzel deðildir / Özgürlükle sarhoş olmadıkça..."

Afrika'da açlıktan ölen çocuklara seslenir; "Genlerin haritası çizilmiş / Tanrının şifresi bulunmuş / Uzay istasyonları kurulmuş / Turistler gidiyormuş uzaya / Sen hala açlıktan ölüyorsun / Afrikalı çocuk / Ayıp sana." (Aşksız Doðmasın Çocuklar, şiir kitabından şiirlerinden bazı bölümler...)

Yukardaki şiirlerin yazarı Selver Yıldırım saðlık durumu kötü olmasına raðmen, cezaevinde binlerce tutsak arkadaşıyla birlikte başlattıðı süresiz-dönüşüm açlık grevinde, yani bedenini ölüme yatırma eylemi içerisinde olanlardandır. Devletin Kürt halkına ve Sayın Öcalan'a uyguladıðı insanlık dışı politikasını protesto etmedir, amaçları. Dört duvar arasında çıplak bedenleri dışında hiçbir savunma imkanları olmayan tutsaklar, bedenlerini ölüme yatırarak, Kürt halkına ve liderine karşı geliştirilen bu politikayı durdurmak, barışçıl ve demokratik çözümün önünü açmak...

Gazi ve hasta olan şair Yıldırım'ın ve arkadaşlarının başlattıðı bu direniş eylemine sahip çıkmak, destek olmak insan olmanın bir görevidir.

Baskı, zulüm, işkence, inkar, savaş ve ölümlerin olmadıðı; barış, kardeşlik, eşitlik, özgürlük ve demokrasinin hakim olduðu bir dünya umuduyla; sayın Yıldırım'ın yazdıðı "Aşksız Doðmasın Çocuklar" şiiriyle...

"AŞKSIZ DOÐMASIN ÇOCUKLAR

Bir evet kadar yakınım sana

bir hayır kadar uzak

kim bilecek oysa

giden bir ömrün toplamıdır iki hece

kalanın fermanı olsan da olmasan da.

Yine de suretleri yaşamın

sökülüp alınır gibi duvardan

sökülüp atılmıyor hafızadan

ya günlerime akacak cismin

ya benliðime resmin

Bir acıları unutma kadar yakınım sana

bir ihanet tanıklıðı kadar uzak

ben tüm yaşamı doldurmak istiyordum seninle

sen içindeki canavarı doyurmak istiyordun benimle

ve sevda

hep yanlış adreslerden

hep buruk

suçlu

ayrılıyordu dünyamızdan

Düşünsene, kaç milyarıncı versiyonuyuz bu filmin

şarkılar, şiirler, kitaplar

bizi anlatır da

bize öðretmez

Kırılınca anlıyoruz;

her insanın başı kendi taşına çarpar

çarpınca anlıyorum

aşk baðrında ihaneti saklar da

saklayacak baðrı yoktur ihanetin aşkı

Bir otobüs yolculuðu kadar yakınım sana

biletsiz yolcu kadar uzak

otuzunda kırılıyor fayım

yıkılıyor bir bir saflıklarım

bir 'gerçek' enkazında

can çekişiyor niyetlerim

ben can çekişiyorum

çıðlıðıma yardım deðil duyduðum

tozlu bir aksi seda

Otuz yaşım miladım oluyor;

milattan önce

pembe-mavi bir saflık

tüm dünyayı kucaklıyorum

milattan sonra

siyah-beyaz bir bilinç

kucaðıma sıðmıyor yalnızlıðım

Yedi kapı açılması kadar yakınım sana

bir gardiyan kilidi kadar uzak

yine de kapılar deðildir alıkoyan

kilitler deðil

yüreðin kaç kilometre uzak bana

hangi tünel, hangi firar

beni ulaştırır sana

Sen politika iler kirlenmiştin

ben seninle

senin gözünü hırs körelmişti

benimkini sen

erkil putların vardı

benim zincirlerim

köyümüzden, şehrimizden, genlerimizden kalan

gözlerinin derinine bakıyordum

gözlerini kaçırıyordun

bir gazete yazısı geliyordu aklıma

"hoşlanmaz erkekler gözlerinin derinine bakan kadınlardan"

anlıyordum

aşksızlıktı çaðımıza bakan

gizlendikçe gözlerinin derininde yalan

aşk da yalan

Bir firar kadar yakınım sana

dur ihtarsız bir ölüm kadar uzak

tehlike çemberleri örülüyor çevremde

bir cadıya dönüşüyorum

her bakış, her yürek bir avcı

avlanıyorum kansız

Kansız olmuyor sana gelişim

en çokta kanarken özlüyorum

kimse görmüyor

ruhun kanaması renksiz

kimse duymuyor

ruhun çıðlıðı sessiz

ve şairlik güçsüzlükmüş aslında

onuru kalkan

giremediði kapılardan

kendine dönüş yapan

Bir imza kadar yakınım sana

bir karar kadar uzak

hep tersini yaptıðım kararlar alıyorum

kararı ebedi yasanın ne, bilmiyorum

tanrısal iðfali ruhun, diyorum

asma yapraklarını yetiştiremiyorum

Yenilgi kokuyor bu kibir, bu gurur

dervişleri kıskanıyorum

yenilgilerden zaferler yüreklerinde

kibirlerle örselenmez mutluluklar...

ve ben düşü okyanus bir ırmak deðilim artık

okyanusum, düşleri kıyılarla boðulan

sınırları vuruyor öfkelerim

kırıyorum

yıkıyorum

duruluyorum

bir sevda gömülüyor içime

ben gömülüyorum kendime

barış kadar yakınım sana

müebbet kadar uzak

bir bomba patlayacak sanıyorum

bir uçak bombalar yaðdıracak her an

hep çatışmalardayım rüyalarımda

kolları, bacakları kopmuş insanları kurtarıyorum

hep tutukluk yapıyor silahım

ölecekken uyanıyorum

bilgi, sanat, söz deðil

son bir umutla rüya satmak istiyorum

biliyorum

doygunluk noktası savaşın

kana bulanmasıdır rüyaların

Bir an kadar yakınım sana

sonsuzluk kadar uzak

kendi düşlerimin tanrısıyım

savaşları kaldırıyorum önce

bilcümle eşitsizlikleri sonra

zılgıtlar gerçekten birlik oluyor

uzaylılara yenilmiyoruz

varoluş bir muamma deðil

saklanmıyor bizden ilahlar

bilen yok, masal ne düş ne

ölüm, lisanüstü bir yaşam

Olmayacak düşleri dişliyorum

takılı kalıyor bir mayından arta kalan protezlerim

dişsiz, düşsüz olmuyor

bir dişçiye gidiyorum

bir düşçüye gidemiyorum

Özel bir fahişe kadar yakınım sana

bir azize kadar uzak

bitmeyecek bu araf

bu mahşeri sorgu bitmeyecek

ne cennete yetecek sevaplarım

ne cehenneme günahlarım

hep seni isteyecek baştan çıkmış yanım

hep seni itecek vicdanım

duymayacak ne çað ne tanrı

kendime kalacak isyanım

içimde yönsüz öfkeler

ikilemsiz yaşamları özleyeceðim

savaşsız-barışsız

şeytansız-meleksiz

vicdansız

namussuz

tabusuz

ihanete ihanet edilmiş

kehanete aşk edilmiş

Kendim kadar yakınım sana

sen kadar uzak

"kavuşmak ölümüdür aşkın" diyorlar

yani aşksız doðuyor tüm çocuklar

düşün, bir yüzyıla kaç savaş sıðar

kaç yüzyıla bir peygamber

kaç bin yıldır ihanette

doðuran rahme erkekler

ve kaç bin yıldır kadın

gayri resmi müebbetlik çeker

bilmezsin belki

maldan, mülkten, silahtan önce

çobansız da yaşadı sürüler

bir av kanıydı damarlardan akan

bir de aybaşı kanı

belki de bu yüzden kadın

bütün kanamalardan nefret eder

belki de bu yüzden

ölümü deðil, yaşamı besler

belki de bu yüzden

şimdilik HOŞÇAKAL

aşksız doðmasın çocuklar."

(Aşksız Doðmasın Çocuklar, Şiir Kitabı...)