Afşin: Halkların mezhep çatışması sorunu yok

DAİŞ’in Ortadoğu’daki vahşet düzeyindeki saldırılarıyla AKP’nin yöntemlerinin birbirine benzediğini belirten KCK Halklar ve İnançlar Komitesi Üyesi Delal Afşin, “DAİŞ’in Türkiye versiyonu AKP’dir” dedi.

DAİŞ’in Ortadoğu’daki vahşet düzeyindeki saldırılarıyla AKP’nin yöntemlerinin birbirine benzediğini belirten KCK Halklar ve İnançlar Komitesi Üyesi Delal Afşin, “DAİŞ’in Türkiye versiyonu AKP’dir” dedi.

2015 yılını ajansımıza değerlendiren KCK Halklar ve İnançlar Komitesi Üyesi Delal Afşin, çözümün demokratik ulusu inşa etmekten geçtiğini belirtti. İnançlara yönelik katliam tehlikesinin bugün daha da arttığına dikkat çeken Afşin, öz savunmayı oluşturacak bir örgütlenmenin zorunlu olduğunu söyledi.

KCK Halklar ve İnançlar Komitesi, hangi esaslar üzerinden çalışmalarına başladı?

KCK, halklar ve inançlar komitesi, aslında ilk örgütlenmesini Dinler ve Azınlıklar Komitesi olarak yaptı. Fakat bu içeriğin çok kapsayıcı olmadığını değerlendirerek, 2014’de KCK Halklar ve İnançlar Komitesi olarak kendisini yeniden örgütledi. Daha çok çeşitli halkların yaşam tarzını ele alarak, halklar arasındaki ilişkilerin nasıl geliştiğini, bu zamana kadar halkların etnik yapısı, yaşadığı sorunlar ve inanç boyutunun nasıl geliştiğini esas alarak çalışmalar yapılıyor. KCK Halklar ve İnançlar Komitesi, sadece tek tanrılı dinler üzerinden değil, farklı inançların da ele alınması üzerinden kendisini örgütledi. Özellikle Kürdistan’da yaşayan halkları, farklı inançları ele almaya çalışıyor. Çünkü Kürdistan coğrafyası, birçok farklı inancı ve halkı, kendi içerisinde barındıran bir coğrafyadır. O açıdan önemlidir. Bu alandaki halkları ve inançları örgütleme, onların hassasiyetlerini ele alarak, yaşadıkları sorunlara çözüm gücü ortaya koyabilme amacıyla örgütlendirilmiş bir komitedir.

‘HALKLARIN İNANCI SİYASETE ALET EDİLMEMELİ’

2015 yılı inançlara en çok saldırıların olduğu bir yıl oldu. Komite olarak 2015 yılında gerçekleştirdiğiniz çalışmalar açısından neler söyleyebilirsiniz?

Bölgemiz ve Ortadoğu’da yaşanan kaos ve karmaşanın en önemli nedeni, biraz da inançların bu noktada uğradığı saldırıdan kaynaklıdır. Halklar, kendi inancını, inandığı bir dini ya da yaşam tarzını yaşamaktan kaynaklı saldırıya uğrayabiliyorlar. 2015’den daha önce de siyasi ve politik olarak bu tür saldırılar vardı; ama bu yıl açısından çok daha belirgin olarak inançların ve mezheplerin çatıştırıldığını görebiliriz. Komite olarak İslam dini üzerinden oynanan oyunlar açısından bazı çalışmalarımız oldu. Ancak ‘demokratik İslam’ın geliştirilmesiyle bu anlayışlar kırılabilir. Halkların inancı siyasete alet edilmemelidir. Kürdistan’ın dört parçasında, yine Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde, inancını siyasete alet ettirmeden yaşamak isteyen insanların bulunduğu alanlarda çalışmalar yürütüldü. Özellikle İslamiyet boyutunda ‘demokratik İslam’ın nasıl yaşamsallaştırılması gerektiği konusunda bazı çalışmalar yürütüldü. Çünkü bugün İslamiyet’in özü birçok yerde tehdit altındadır. Bununla birlikte İslamiyet’in savunulması adı altında insanlar katlediliyor, savaşlar geliştiriliyor. Tabi bu bir tehdittir. Bunun dışında yine dinlerin karşı karşıya getirilmesi durumu var. Ortadoğu, birçok dinin çıkış merkezi, birçok dinin kendisini yaşattığı bir yerdir. Burada dinler karşı karşıya getirilmeye çalışılıyor. İslamiyet, Hristiyanlık vb. dinler farklı noktalarda çatıştırılarak dinlerin özünün ortadan kaldırılmasına dönük tehditler devam ediyor. Bunun için ‘demokratik İslam’ın geliştirilmesi ve yaşamsallaştırılması üzerine belli çalışmalar yürütüldü.

HİÇBİR İNANÇ SALDIRILARIN GEREKÇESİ YAPILAMAZ

Yine Alevi inancının yoğun yaşadığı bir coğrafyadayız. Bu zamana kadar Aleviler inançlarından dolayı hep saldırılara maruz kalmıştır. Alevilerin inançlarından dolayı böylesi saldırılara maruz kalmasına karşı tedbirler geliştirilebilir. Alevi inancı kendisini daha güçlü nasıl örgütleyebilir, insanlar yaratılmak istenen korku psikolojisinden nasıl sıyrılabilir? Aleviler bu zamana kadar hep saldırı ve katliamlara maruz kaldığı için bu yönlü bir tedirginlik durumu yaşanıyor. Bunun aşılarak Alevilerin kendilerini daha güçlü örgütlemesi, kendi yaşam tarzlarına kendileri karar vermeleri açısından önemli bir yıldı. Bu yılda bu temelde çalışmalar yürütüldü. İnançlar üzerinden belli periyodlarla bu konuda eğitim çalışmalarımız oldu. Farklı alanlarda DAİŞ saldırılarıyla gündeme gelen güneydeki Kakailerin durumuyla ilgili çalışmalar yapıldı. Burada Kakailerin olası saldırılar karşısında kendi yaşamlarını daha iyi örgütlemeleri, olası saldırılara karşı kendilerini savunabilmeleri ve inançlarından dolayı saldırıya uğramamaları için bilinçlendirilmelerinin önemine dikkat çekildi. Hiçbir inanç hiçbir yerde bir saldırı gerekçesi yapılmamalıdır. Bunun için bilinçlendirme faaliyetleri daha fazla önem taşımaktadır. Ortadoğu’da bugün inançlara saldırı üzerinden bir hegemonya geliştirilmek isteniyor. Bunun karşısında daha fazla duyarlılık geliştirilmelidir. İstediğimiz dini, istediğimiz inancı yaşamak istiyorsak o zaman kendi tedbirlerimizi almalıyız.

HALKLARIN MEZHEP ÇATIŞMASI SORUNU YOK

Ortadoğu’da yaşanan kaos gerçekten bir mezhep çatışması mıdır? Mezheplerin siyasi kutuplaşma aracı haline getirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

2015 yılında savaşın genel olarak en fazla yoğunlaştığı yer Ortadoğu bölgesi oldu. Buradaki savaşın gerekçesi de mezhepler üzerinden yürütülmeye çalışıldı. Farklı mezhep ve dinler birbirleriyle çatıştırıldı. Sünni ve Şii mezhebi, İslamiyet, Hristiyanlık ya da Yahudilik üzerinden bu yapılmaya çalışıldı. Farklı inanç ve mezhepler ya inkar edildi, ya da hakim olan dine tabi olma konusunda baskılar geliştirildi. Ortadoğu, 2015’te de inançlar üzerinden yoğun olarak savaşların geliştirildiği bir bölge olarak öne çıktı. Halen de bu savaşlar geliştiriliyor. Bu durum şu şekilde ele alınamaz; ‘işte bu halkların kendi tercihleridir, isteğidir’ denemez. Ortadoğu coğrafyası, bütün dinlerin ve inançların çıkış merkÊzîdîr. Bugüne kadar birçok halk ve inanç bir arada yaşamış, ama bugünkü gibi bir savaş durumu yaşanmamıştır. Halklar bugünkü tabloyu hiçbir zaman tercih etmemiştir. İnançların tarihsel çıkış noktalarına baktığımız zaman diğer inanç ve halkları reddetme yoktur. Örneğin İslamiyet’in sadece Arap halkı için bir çağrısı yoktur. Hoşgörü yaklaşımı vardır. Hristiyanlık da böyledir. Yine bu topraklarda yaşayan Alevi inancına baktığımızda da böyledir. Halklar farklı inançları ve diğer kültürleri reddetmiyor. Farklılıklar halklar arasında savaş gerekçesi olmuyor.

ORTADOĞU SAVAŞIN MERKEZİ HALİNE GETİRİLDİ

Günümüzde baktığımızda aslında mezhep çatışmalarının, siyasi iktidarların kendilerini yaşatma tarzı olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Siyasi iktidarlar, kendi konumlarını güçlendirmek için özellikle halkların en hassas yönü olan inançları kullanarak savaş çıkartıyorlar. Tarihte de halklar hep inançlar üzerinden savaştırılmaya çalıştırılmıştır. Haçlı seferlerine bakalım, aslında din boyutu öne çıkartılarak, dini yayma adı altında aslında ganimet savaşları yürütülmüştür. Günümüzde de Ortadoğu coğrafyası yer altı kaynakları açısından çok zengin bir coğrafyadır. Bu zenginlikleri bir kesim kendisine kullanmak istiyor. Petrol vb. enerji kaynakları aslında Ortadoğu’yu savaşların merkezi haline getirmiştir. Bunu halkları ikna ederek nasıl yapacak? Dinler üzerinden bu yapılıyor. İşte ‘dine saldırı var’ denilerek, halklar çatıştırılıyor. Siyasi iktidar güçleri bunun maddi durumuyla ilgilenmektedir. Coğrafyanın zengin olması da bu bölgeyi savaşların kaynağı yapıyor. Bu siyaset mezhepler üzerinden yürütülmeye çalışılıyor. Ortadoğu’da en çok da İslamiyet üzerinden bu saldırılar gerçekleştiriliyor, bunun üzerinden mezhepler yaratılmaya çalışılıyor. Her yaratılan mezhep kendi içerisinde kendince ‘İslamiyet’i en iyi savunan’ olarak ortaya çıkıyor; diğerlerini yok etme, diğerlerini ortadan kaldırmayı kendisine hak görüyor. Bunun üzerinden haklar birbirine düşman ettiriliyor. Bu tehlikelidir. Ortadoğu’da yaşayan halkların bunu görmesi gerekiyor. Sorun sadece mezhep sorunu değil, sorun Ortadoğu’nun zenginliklerine göz dikme, siyasal iktidarların çıkarları doğrultusunda halkların birbirine düşürülmesi planıdır. Dikkat edilirse, Ortadoğu’dan kaçmaya çalışan bölgeyi terk etmeye çalışan yine halklar oluyor. Savaş ortamını istemeyerek, savaş olmayan bölgelere gitmek istiyorlar. Tabii halkların kendi coğrafyalarında kalarak tüm bunlarla mücadele etmek de görevleri arasında olmalıdır.

MEDİNE ANAYASASI ÖRNEKTİR

DAİŞ gibi örgütlerin İslam adı altında yaptığı vahşet ve katliamlar İslam’ı gerçekten temsil ediyor mu?

Sadece 2015’de değil dört-beş yıldır DAİŞ’in saldırıları bölgede devam etmektedir. 2015 yılında saldırılarını biraz daha yaygınlaştırması, dünyanın gündemine daha çok girmesine neden oldu. Daha önce de El Nusra eliyle de DAİŞ, Rojava’da Kürtlere karşı savaştı. Farklı isimler olabilir, ama Kürtler dört-beş yıldır Rojava’da bu çete örgütleriyle savaşıyor. Bu çeteler kendilerini İslamiyet’in en iyi temsilcileri olarak öne sürdüler. Uyguladıkları pratiklere baktığımızda öyle olmadığı görüldü. İslamiyet özünde bir barış dinidir; haksızlığın olmadığı yerde savaşı çok tasvip etmeyen bir dindir. Ama DAİŞ’in pratiğine baktığımızda İslamiyet’le hiç alakası olmadığını görüyoruz. Sivil insanların katledilmesi İslamiyet’in özünde olmayan bir durumdur. Farklı inançlarından dolayı insanlara yönelmek, onları öldürmek İslamiyet’te yoktur. İslamiyet, farklı inançları da sürekli kendi bağrında taşıyan bir inanç ve dindir. Farklı inanç ve dinleri reddetmemiştir. Tarihte Peygamber döneminde oluşturulan ‘Medine Anayasası’nda; Yahudiler için bile- ki Yahudiler düşman olarak görülüyordu- inançlarını istedikleri şekilde yaşarlar, biçiminde maddeler var. Sadece ‘Medine Anayasası’na bile baktığımızda farklı inanç ve dinlerin nasıl bir arada yaşadıklarını görüyoruz. Ama DAİŞ gibi örgütlerde bu yoktur. Farklılığı kabul etmiyor. Kendilerini selefi örgütler, farklı Sünni örgütler olarak tanımlayan örgütler içinde en radikal olarak öne çıkartılan DAİŞ’tir. DAİŞ’in Ortadoğu’da insanlara karşı yaptığı zulmün İslamiyet’le alakası yoktur. Sadece Ortadoğu’da değil dünyanın birçok yerinde de DAİŞ’in vahşeti devam ediyor. Paris’te sokak ortasında insanları katletti. Bunun çok açık bir terör olayı olduğunu, aslında bu şekilde İslamiyet’in katledildiğini görüyoruz. DAİŞ kendince İslamiyet’i savunduğunu söylüyor, ancak İslamiyet’e büyük bir antipati geliştiriyor. İnsanlar İslamiyet ya da Müslümanlıkla ilgili bir şey duyduğunda kaçma ya da tepki geliştirme tavrı göstermeye başlıyorlar. Özünde bir din ve inanç olan İslamiyet’e milyonlarca insan inanıyor ve inandığı gibi yaşamak istiyor. Ama DAİŞ gibi örgütler bunu yönlendirerek halkların inandığı gibi yaşamasına müdahale ediyorlar. ‘Benim istediğim gibi yaşayacaksın’ diyor. Kendi istedikleri de vahşettir. En son bunu Şengal’de de çok somut olarak gördük. Kürtlere, Alevilere, Şiilere ve tüm farklılıklarla savaşarak ortadan kaldırmak istiyor. Bu yönelimler aslında İslamiyet’in katledilmesidir. İslamiyet’in hoş görü, barış yönünün ortadan kaldırılmasıdır.

HER İNANÇ KENDİ GÜVENLİK TEDBİRİNİ ALMAK ZORUNDA

Êzîdî dini ve kültürüne karşı gerçekleştirilen fiziki ve kültürel soykırım nasıl sonuçlar doğurdu? Bu soykırımdan çıkarılacak dersler nelerdir? Katliam tehlikesine karşı bundan sonra ne yapılabilir?

DAİŞ’in en son 2014 yazında özellikle Êzîdî’ler şahsında Şengal’de yapmış olduğu bir katliam var. Tabi bu DAİŞ’in vahşetini ortaya koyuyor. Sadece farklı bir inanca sahip oldukları için Êzîdîler tamamen teslim alınarak katledilmek istendi. Onlara ‘ya İslam olduğunu kabul edeceksin, inancından, kültüründen, tarihinden vazgeçerek bugüne kadar yaşadığın bütün şeyleri inkar edeceksin ya da yaşam hakkın yoktur’ şeklinde bir saldırı gerçekleştirildi. Tüm dünya basınında da gündem oldu. Bu aslında Êzîdîlere karşı yapılan ilk katliam değildi. Fakat özellikle içinde bulunduğumuz yüzyılda böyle bir katliamın gerçekleştirilmesi gerçekten vahşetin düzeyini gösteriyor. Tabi burada Êzîdî halkı, hem inancından, hem de Kürt kimliğinden dolayı böyle bir saldırıya maruz kaldılar. Şengal’de yaşanan katliam tarihten beri Êzîdî halkının, yaşadığı zulüm karşısında kendisini nasıl örgütlemesi gerektiğinin hayati önemini de açığa çıkardı. Êzîdî halkı, kendi içerisinde kapalı bir toplumdur. Bugüne kadar hep katliam yaşadığı için kendi içine kapanma bir yaşam tarzına dönüşmüştür. Katliamlar sebebiyle dünyanın birçok yerine dağılmışlardır. Sadece Şengal’de yaşamıyorlar. Êzîdîler her ne kadar kendilerini saldırılardan korumak için ‘kapalı kalmayı’ bir yöntem olarak tutsalar da, bu kapalı duruş katliamların önünü alamadı. O yüzden Êzîdî halkının böylesi bir katliam yaşaması aslında yeniden kendi örgütlülüğünü yaratması gibi bir ihtiyacı ortaya çıkardı. Ne olursa olsun bugün eğer içinde yaşadığımız dünyada özellikle Ortadoğu coğrafyasında inançlara dönük bir saldırı varsa, her inanç kendi güvenlik tedbirini almak ve kendi örgütünü kurmak zorundadır. Tarihten beri süre gelen bir düşmanlık durumu sürekli gündemleştiriliyor. Hem inancını yaşama hem de kendini savunma tabii ki önemli. Şengal’de yaşanan katliam kendi iç örgütlülüğünün ne kadar önemli olduğunu aslında gösterdi. Tabi katliamdan sonra, özellikle burada gerillanın aktif rol oynaması, halkı savunması, belli bir örgütlülük düzeyini geliştirmesi önemliydi.

Ama bu sonsuza kadar böyle gitmez. Bir halk ancak kendi öz savunmasını kendi oluşturduğunda kendi güvenliğini alabilir. Êzîdî halkı için, dünyanın neresinde olursa olsun, Şengal bir merkezdir. Şengal’in merkez olması orada örgütlülüğün daha güçlü oluşturulması açısından önemlidir. Hem kendi öz savunmasını almalı, hem de kendi örgütlülüğünü oluşturmalıdır. Êzîdî halkı, şu anda bunu gerçekleştiriyor. Şengal’in tekrardan DAİŞ’in elinden alınması aslında Êzîdî halkına belli bir moral, belli bir güç de verdi. Ama bu yeterli değil. İnançlarını daha özgürce yaşamak, kendi topraklarında kendi tarihlerine daha iyi sahip çıkmaları açısından kendi örgütlülüklerini güçlü yapmak zorundalar. Bu gençlik örgütlülüğüdür, öz savunma örgütlülüğüdür, kadın örgütlülüğüdür. Diğer yönlü her zaman saldırıya maruz kalma ihtimali var.

KATLİAMLAR PARÇALANMA YARATTI

Alevilerin, cem evlerinin ibadet statüsüne kavuşturulması, zorunlu din dersinin kaldırılması vb. talepleri oldu. Bu temelde AKP’nin Alevi politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bugün itibariyle demokratik Alevi hareketi açısından neler söyleyebilirsiniz?

İnancından dolayı kendi değerlerini koruma ve yaşatma açısından en çok katliamlara uğrayan halklardan biriside Alevilerdir. Çok uzağa gitmeyelim, yakın tarihten ele aldığımızda Dersim Alevi olmasından kaynaklı bir katliam yaşadı; Sivas, Çorum, Maraş’ta yine Gazi Mahallesinde Alevilere yönelik katliam yaşandı. Yakın tarihte DAİŞ’in Suriye’de yapmış olduğu Alevi katliamları var. Bu katliamlardan dolayı da kendi değerlerine sahip çıkma noktasında belli bir tedirginlik yaşama durumu var. Katliamlar her zaman kendisini inkar etme psikolojisi üzerinden gerçekleştiriliyor. ‘Egemen dine mensup olacaksın; İslamiyet’e ya da Sünni mezhebe mensup olacaksın’ deniyor. Mutlaka bir dine bağlama durumu var. Alevilikte o yok. Aleviliğin özünde kendi inanç ve yaşam değerleri var. Ona göre kendisini örgütlemiş, öyle bir yaşam sistemi içerisinde kendi yaşamını örgütlüyor. Ama bunu sürekli bir yerlere bağlama üzerinden, katliamların gerçekleştirilmesi ister istemez Alevi toplumunda bir parçalanmayı da açığa çıkarmış. Dersim’de Alevi katliamından sonra sürgün politikası devreye konulmuştur. Katliamların yaşandığı her yerde mutlaka bir sürgün politikası vardır. Burada aslında Alevilerin yaşadığı coğrafyanın boşaltılması durumu var. Fiziki katliamlarla, göz korkutma ve devletin politikasına teslim olmaları dayatılmıştır. Yakın tarihteki Sivas’ta yaşanan Alevi katliamı, Alevilerde belli bir kırılmayı yaratsa da, belli bir örgütleme durumunu da açığa çıkarttı.

FİZİKİ KATLİAM TEHLİKESİ ORTADAN KALKMIŞ DEĞİL

Özellikle Kürt Özgürlük Hareketiyle birlikte, farklı inançların, farklı kesimlerin, farklı yaşam anlayışlarının kendilerini daha rahat ifade etmesi ve örgütlülüğe kavuşması açısından bir uyanış gerçekleşti. Aleviler de aslında Kürdistan Özgürlük Hareketiyle birlikte biraz daha kendi üzerinde oynanan oyunların farkına vardı. Bunun üzerinden kendilerini örgütleme ihtiyacını daha iyi gördüler. Biraz da Kürdistan Özgürlük Hareketi, Aleviler üzerindeki o korku politikasını kırdı, tedirginlik ve güvensizlik psikolojisinin ortadan kalkmasına neden oldu. Daha düne kadar Aleviliği kimliğini saklamak zorunda kalan, kendi kimliğini açıklamaktan çekinen Aleviler, kaç yıldır Alevi olduğunu söylemekten gurur duyuyorlar. Bu Kürdistan Özgürlük Hareketiyle birlikte gerçekleşti. Nasıl ki Kürtler, eskiden Kürt olduğunu söylemekten utanıyordular ise, PKK’nin çıkışıyla birlikte nasıl bu yıkıldıysa; Aleviler açısından da aynı şey gelişti. Tabi bu Aleviler için yeterli mi? Bu katliam politikalarını ortadan kaldırıyor mu? Belki daha düne kadar fiziki katliamlar çok yoğundu. Halen de fiziki katliamların tehlikesi ortadan kalkmış durumda değil. DAİŞ’in en son Şubat ayında Suriye sınırında gerçekleştirmiş olduğu Alevi katliamlarını biliyoruz. Halen Adıyaman’da Alevilerin yoğun yaşadığı yerlerde evlere işaretler konulduğunu biliyoruz. Aslında bu ‘siz halen takip altındasınız, siz halen katliama maruz kalacaksınız’ anlamını taşımaktadır. Alevilere gözdağı veriliyor. Bununla birlikte devletin özel politikaları da yürürlüktedir. Katliamla bitiremiyorsa, kendi sistemi içerisine çekip asimile etmeye çalışıyor.

AKP, ALEVİLİĞİ İSLAM’IN BİR KOLU OLARAK ELE ALIYOR

Bugün AKP hükümetinin en çok yaptığı nedir? Özellikle Aleviliği İslam içerisinde bir mezhep olarak ele alma, yaklaşma durumu var. Alevilerin özünde bu yoktur, İslam’ın bir mezhebi değildir. Tabi ki İslamiyet’in çıktığı dönemlerde kültürler, dinler ve inançlar birbirinden nasıl etkileniyorduysa, Alevilikte de bu etkilenme yaşanmıştır. Hiç İslamiyet’ten onun kültüründen, yaşam tarzından etkilenmemiş desek bu doğru değil. Çünkü kültürler, bir arada yaşadığı süreçlerde sürekli birbirinden etkilenir, değişime uğrar. Birbirlerinin güzel olan yönlerini alırlar. Bu yönlü bir etkileşim var. Ama bir mezhep olarak ele alma yok. AKP ısrarla bunu Alevilere dayatıyor. İslam’ın bir kolu gibi ele alıyor ve bunun için farklı politikaları gündemleştiriyor. Geçmiş süreçlerde Alevi çalıştayları gerçekleştirildi. En son Davutoğlu’nun açıklamalarında, cem evlerinin ‘ilim irfan evleri’ olarak adlandırılması, cem evlerine kendince statüsü tanınması, Alevi dedelerine maaş bağlanması gibi projelerle kendi çizgisine gelmek isteyen Alevilere seslenmiştir. Bu vaatler, Alevilerin talepleri üzerinden gelişmiyor. Alevilerin talepleri üzerinden cem evlerini bir ibadethane olarak değerlendirebilirsin. Ama bunu Alevilerin kendileri belirleyebilir, devlet belirleyemez. Alevilerin kendi ibadet yerleridir, giderler, istediklerinde cem tutarlar. Ama onun kararını Aleviler verir. Zorunlu din derslerinin kaldırılması da Alevilerin talepleri arasındadır. Ama bugün devletin, AKP’nin böyle bir gündemi yok. Çünkü Alevileri ‘kendi İslamiyetleri’ içerisinde eritme politikaları var. Alevilerin, inançlarını kendi çocuklarına öğretebileceği bir eğitim müfredatının oluşturulması gerekiyor. Kendi inançlarına ait derslerin olması gerekiyor.

ÖRGÜTSÜZ BİR HALK TALEPLERİNİ KABUL ETTİREMEZ

Yine Alevi dedelerine maaş bağlanmasının arkasında da siyasi hesaplar var. Maaş vermek bir yönlü nedir? ‘Seni istediğim gibi yönlendiririm, sana verdiğim maaş kadar konuşabilirsin’ diyor. Ama Alevi toplumu çok iyi bilir ki, Alevi dedeleri hiçbir zaman, hiçbir yerden maaş almamış, Alevi halkı dedelerine yaşam ihtiyaçlarını isteyerek sunmuştur. Bu yönlü sorun yoktur. Ama bu maaş vaadiyle, Alevileri devlete bağımlı hale getirmeye çalışıyorlar. Tabi Demokratik Alevi Hareketi, bunlar karşısında güçlü bir mücadele yürütmelidir. Kendi taleplerini daha belirgin ortaya koymalılar. ‘Cem evlerinin ibadet yeri olarak kabul edilmesi talebiyle birlikte, fakat şu şartlarımız var; biz istediğimiz gibi kendi ibadethanelerimizi kullanabiliriz’ denmelidir. Taleplerin bir bütünen çok açık ortaya konulması ve bunun etrafında Demokratik Alevi Hareketinin örgütlülük yaratması gerekiyor. Örgütsüz bir halk, taleplerini kabul ettiremez. Bugün Aleviler belli noktalarda sesini duyurmaya çalışıyor, bir örgütlülük yaratıldı. Ama bu yeterli değildir. Yani Demokratik Alevi Hareketinin örgütlülük düzeyinin daha fazla güçlendirmesi gerekiyor. Özellikle devletin Alevilere yönelik gerçekleştirmek istediği asimilasyon politikaları karşısında çok duyarlı olunmalıdır. Bugün çok masumca görülen bir vaat, yarın Alevilerin devlete bağlanma durumunu gerçekleştirebilir. Ki biz Alevileri devlet dışı bir halk olarak ele alıyoruz ki, kaldı ki böyledir. Tarihten beri her zaman devletlere karşı, zulme karşı olan, başkaldıran, zulmü reddeden bir halk gerçekliği var. Bu gerçekliği bugün daha somut olarak açığa çıkarmaları gerekiyor. Yine fiziki katliamalar karşısında Demokratik Alevi Hareketi kendi öz savunmasını oluşturarak, öz örgütlülüğünü gerçekleştirmelidir.

Bugün Aleviler açısından katliam tehlikesi hala devam ediyor mu?

Halen devam ediyor. Bugün DAİŞ gibi bir örgüttür, yarın farklı bir isim olabilir. Aleviler içerisinde güçlü bir örgütlülük zemini görülmediğinde bu katliam farklı biçimde tekrar gündeme gelebilir. Bu yüzden Alevilerin kendi öz savunma ve öz örgütlülüğünü kurmaları gerekiyor. Geçmişte yaşanan katliamların temel nedeni Alevilerin kendisini savunacak gücünün olmamasıydı. Aleviler hep devletin kendisini savunmasını bekledi. Devletten beklediği savunma, hep kendisine katliam olarak döndü. Çünkü katliamı yapan zaten devletin kendisiydi. Aleviler de kurtarıcı olarak devleti gördü. Katliamlara maruz kaldı. O yüzden bugün kendi öz savunmasını gerçekleştirecek örgütlemenin olması gerekiyor.

HALA ÖLÜLERİMİZDEN BİLE KORKUYORLAR

Maraş katliamının sorumluları halen cezalandırılmamışken, bu yıl da katliamın anmasına ve mezar ziyaretlerine izin verilmedi. Bu engellemeyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Katliamın izleri silinmeye mi çalışılıyor?

Öncelikle Maraş katliamında yaşamını yitirenleri bir kez daha saygıyla anmak istiyorum. Katliamda yaşamını yitirenleri anmak Maraş halkının en doğal halkıdır. Katledilen yakınlarını anma, katliamın acıların bir nebze de olsa hafifletme isteklerine bile tahammül edilmemektedir. Katliamdan sonra Maraş’ta Kürt Aleviler bilinçli olarak bu alandan çıkarıldılar. Türk metropollerine, Avrupalara çıkarılarak sürgün edildiler. Fakat bugün o katliamın yaşandığı yere gidip katliamda yaşamını yitirenleri anmak istiyorlar. Devlet buna bu yıl da izin vermedi. Aslında nasıl bir politikanın bugün de hala devam ettiğini gösteriyor. Zaten devlet bu katliamı hiçbir zaman üstlenmedi. Bu katliamın failleri hiçbir zaman açığa çıkmadı, çıkartılmadı. Eğer katliamda devletin bir rolü yoksa neden failler bugüne kadar ortaya çıkarılmadı. Çok sembolik birkaç kişinin cezalandırılması üzerinden olay kapatılmaya çalışıldı. Oysa bu bir halka ve bir kesime yönelik bir katliamdı. Failler açığa çıkartılmadıysa, bugün de otuz yedi yıl geçmesine rağmen halk gidip kendi acılarını -ki katledilenlerin bazılarının mezarları bile yok- hafifletmek için anma yapmak istiyor ve buna da engel çıkarılıyorsa; demek ki halen bu politika ve zihniyet günümüzde de yaşıyor. Burada yaşayan halkın kendisini daha da örgütlü kılması gerekiyor. Demek ki halen ölülerimizden bile korkuluyor. O yönlü halen bir asimilasyon politikasının devam ettiğini, halen bir katliam zihniyetinin günümüzde de yaşadığını bu yaklaşımda da çok somut olarak görebiliriz.

DAİŞ’İN TÜRKİYE VERSİYONU AKP’DİR

Devlet ve AKP eliyle, cemevleri, Alevi köylerine yönelik saldırı ve tehditler, kiliseler ve camilere yönelik bombalı saldırılar, yakmalar gerçekleşti. Baktığımız zaman DAİŞ de işgal ettiği yerlerde ilk önce kutsal yerleri, inanç yerlerini hedef alıyor. Özellikle inançlara yönelik saldırılar açısından AKP-DAİŞ benzerliğini nasıl yorumluyorsunuz?

Tüm inançlara yönelik bir saldırı var. Çünkü İslamiyet’i en iyi temsil ettiğini söyleyen DAİŞ de, Türkiye versiyonu AKP de İslamiyet’e bugün en çok saldıran kesim olarak karşımıza çıkıyor. Hem halkı katlediyor, hem ibadet yerlerini yağmalıyor, bir tarihi ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Her iki zihniyet de aynıdır. Nasıl DAİŞ girdiği her yerde; Musul’da, Suriye’de öncelikle tarihi ve inanç yerlerini hedefleyerek bir hafızayı ortadan kaldırmaya çalıştıysa; AKP de bugün özellikle özyönetimlerin ilan edildiği yerlerde, ya da Kürt ve Alevilerin, farklı inançların yaşadığı yerlerde değerlere saldırarak, toplumsal hafızayı ortadan kaldırmaya çalışıyor. ‘Kutsallar’ı hedefe alarak, insanları sürekli tedirgin etmeye çalışıyorlar. Bu Dersim’de yaşandı. Camiye, halkın kutsal bildiği şehitliklerine saldırı oldu. Bunların hepsi halkın kutsallarıdır, manevi değerleridir. En son Sur’da Kurşunlu Camii olarak bilinen camiye devlet bizzat saldırdı. İslamiyet’in ibadethanelerine bile saldırılar gerçekleşti. Çok kirli bir zihniyet devrededir. Özellikle Sur’da gerçekleştirilen cami yakma olayında halk, din hassasiyeti üzerinden özyönetim direnişlerine karşı tepki vermeye yönlendirilmek istendi. Halk bu konuda duyarlıdır. Bugüne kadar yapılan saldırıların kaynağının kimler olduğunu biliyor. Halk bu konuda bilinçli olduğu için bu oyunlara çok gelmedi. AKP zihniyeti, her ne kadar kendisini bir inanç üzerinden örgütlediğini söylese de, iktidar çıkarlarının, tüm inançları ve halkları nasıl kurban edebileceğini bu olay çok açık olarak gösteriyor.

KONGRE TOPLUMU BİLİNÇLENDİRMELİDİR

Demokratik İslam Kongresi’nin ikincisi İstanbul’da gerçekleşti. Demokratik İslam Kongresi özellikle de böylesi bir dönemde nasıl bir rol ve misyon üstlenebilir sizce?

Demokratik İslam Kongresi ikinci kongresini gerçekleştirdi. Tabi bu kongreyi gerçekleştirmelerinden dolayı biz de çalışmalarında başarılar diliyoruz. Özellikle böylesi bir süreçte Ortadoğu’da İslamiyet adına İslamiyet’in nasıl ortadan kaldırılmaya çalışıldığını, nasıl İslami değerlerle oynandığını gözlerimizle gördük. Yaşanan katliamlar, halklara yönelik vahşet aslında bir bütünen İslam değerleriyle oynama ve bu değerleri ortadan kaldırmadır. Tabi demokratik İslam kavramı önemlidir. İslam’ın ilk çıkış dönemindeki kendi özünü yaşatmasıdır. Demokrasi açısından, halkların kendi yaşamlarını kendi elleriyle örgütlemeleri, dışarıdan bir müdahaleyi kabul etmemeleridir.

Halk inanıyor, inancı var, ama sürekli buna dışardan bir şeyler empoze edilmeye çalışılıyor. Oysa halkların kendi inançlarını kendi inandıkları şekilde ve diğer inançlara da saygılı olarak yaşamaları önemlidir. Demokratik İslam Kongresi, İslamiyet’in özünün yaşamsallaştırılmasını sağlamak açısından önemlidir. Haksızlığa karşı durulması, farklı inançlara saygı ve barış için mücadele vurgusu öne çıktı. Yine farklı inançlara saygılı olması önemlidir. Demokratik İslam Kongresi, bu çerçevede özellikle İslamiyet’in iktidar güçlerin elinde siyasi bir araç olarak kullanılmasının önünde önemli bir engel oluşturabilir. İslamiyet, tüm dinler ve inançlar siyasi emellere alet edilmemeli. Halklar kendi inancını özüne göre yaşamalı. Birilerine zarar vererek değil. Birilerinin üzerinden farklı savaşlar geliştirerek değil, kendi inandığı değerler üzerinden inancını yaşamalı. Demokratik İslam Kongresi, özellikle Ortadoğu ve Kürdistan’da barışın geliştirilmesinde katkı sunacak bir örgütlülüğü yaratabilmeli, buna zemin olabilmelidir. Tüm İslam alemini içine alacak bir barış çalışması yürütebilmelidir. Öncelikli olarak da yaşadığımız coğrafyadaki savaş ortamının ortadan kalkması için mücadele etmesi ve halkları bu yönlü biraz daha bilinçlendirmesi gerekir. Din adı altında halkların manevi duyguları sömürülüyor. AKP iktidarı bunu tüm boyutlarıyla gerçekleştirmek istiyor. AKP sürekli olarak dini, hafızalarda canlı tutarak, ‘dine saldırı var’ adı altında halkları birbirine karşı düşman ettirebiliyor. Demokratik İslam Kongresi, dinin bir saldırı aracı olmadığı bilincini herkese verebilmelidir. Din, bir saldırı gerekçesi değildir. İnanç kendi özünde yaşamalıdır. Kongrenin İslamiyet’in faklı emeller için kullanılmasını engelleyerek, bunun güçlü örgütlülüğünü yaratması ve pratiğe geçirmesinin, önemli sonuçlar açığa çıkabileceğini düşünüyorum.

ÇÖZÜM DEMOKRATİK ULUSTUR

Kürdistan’da birçok inanç ve mezhep bir arada yaşıyor, dediniz. Özellikle inanç temelinde Kürdistan’da nasıl bir örgütlülük düzeyi yaratılabilir? İnanç boyutuyla neler yapılabilir?

Kürdistan coğrafyası çok renkli bir coğrafyadır. Yüzyıllardır farklı halkların ve inançların bir arada yaşaması gerçekliğine sahip. Halklar iç içe geçmiş, yaşamları ortaklaşmış. Hemen hemen tüm kültürler, tüm halklar birbirinden etkilenmiş, birbirinin özelliklerini almış. Böyle bir coğrafya özelliği var. Fakat günümüzde bunlar ortadan kaldırılmaya, ulus devlet mantığıyla tek tipleştirilmeye çalışılıyor. Ulus devlet zihniyeti, Kürdistan’ı parçaladı. Kürdistan dört parça, her ulus devlet de, kendi zihniyetiyle buradaki halkları kendisine tabi kılmaya çalışmıştır. Hem inanç hem de halklar boyutuyla tek dili, tek dini, tek bayrağı, tek ırkı dayatıyor. Kürdistan gerçekliği, coğrafyası buna aykırıdır. Halk gerçekliği buna aykırıdır. O yüzden demokratik ulus kavramı önemlidir. Kürdistan’da halkları en iyi temsil edecek, farklılıkları içerisinde barındıracak çözüm, demokratik ulustur. Demokratik ulus içerisinde inanç olgusu da önemlidir. Demokratik ulusun inşası gerçekleştiğinde, demokratik ulus içerisinde tüm inançlar kendi inandığı değerleri özgürce yaşayacak. Bir Alevi, Alevi olduğu için suçlu görülmeyecek. Bir Êzîdî, Êzîdî olduğu için katledilmeyecek. Bu topraklarda yaşayan bir Hristiyan, Süryani kendi dininden dolayı dışlanmayacak. Kürdistan coğrafyası bunların hepsini barındırıyor. Kendi inançlarını istedikleri gibi ibadethanelerinde ve iç içe yaşatabilecekler. Keskin sınırlar olmayacak. Burada bir Alevi, şurada bir Sünni yaşıyor şeklinde değil. Aynı şehirde, her din, her inanç, çok rahat bir şekilde ibadethaneleri ve yaşam tarzlarıyla kendisini ifade edebilir. Her inancın kendisini istediği gibi ibadethaneleriyle istediği gibi ifade etmesi önemlidir. Bunun içinde tüm inançların demokratik ulus inşasına katılımı güçlü olmalı. Çünkü bizim yaşam gerekçemiz ya da özgürlük gerekçemiz demokratik ulusun inşasıdır. İnançların kendisini özgür yaşatması, demokratik ulusun inşasıyla gerçekleşir. Bu yüzden tüm inançları demokratik ulusun inşasına güçlü katılmaya çağırıyoruz.

Son olarak 2016 yılına ilişkin neler söyleyebilirsiniz?

2015 yılı inançlar boyutuyla çok yoğun geçti. Çok çatışmalı bir yıldı. Genel olarak Ortadoğu ve dünyadaki gelişmelerin geldiği aşamaya baktığımızda, 2016 açısından da bu çatışmaların devam edeceği tahmin edilebilir. Önümüzdeki yıl, her inancın kendisini çok daha güçlü örgütlemesi gerekeceği bir yıl olacak. Bunun çalışmaları bizim açımızdan tabi ki her inanca dönük gerçekleşecek. İslamiyet, Alevilik, Êzîdîlik hemen hemen tüm alanlarda inançların kendi özünü koruyarak örgütlenmesi önemlidir. Çalışmalarımız da buna dönük olacak. Bu çerçevede tüm inançların, önümüzdeki yıla, daha güçlü bir giriş yapmaları, daha güçlü bir örgütlülük sağlamaları ve demokratik birlikteliklerini oluşturmaları elzemdir.