AKP’ye Kürdistan kapısı kapalı - Cahit Mervan
AKP’ye Kürdistan kapısı kapalı - Cahit Mervan
AKP’ye Kürdistan kapısı kapalı - Cahit Mervan
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın başlattığı barış ve çözüm süreci Türk tarafının tutarsız ve gayri ciddi yaklaşımına rağmen sürüyor. En son Amed’te Kuzey Kürdistan Konferansı’nın toplanması bu sürecin en önemli kilometre taşını oluşturdu. Konferans her şeyden önce Kürtler açısından ‘birlik sorununa’ noktayı koyarak, onu en güçlü halka haline getirdi. Sürecin Kürdistan’da yürüdüğünü bir kez daha gösterdi.
Toplamda son konferansla birlikte Kuzey Kürdistan sözünü söyledi. Büyük bir olgunluk içinde sorunları tartıştı ve Kürtlerin olduğu kadar bölgenin geleceğini yakından etkileyecek tarihi kararlar aldı. Sorunları savaş ve şiddetle çözmek isteyenlere, tek çözüm dili olarak ırkçılık ve şovenizmi kitlelere sunanlara esaslı bir ders verdi.
KÜRDİSTAN DEMOKRASİ DERSİ VERDİ
Kuzey Kürdistan Konferansı çözüm için olduğu kadar Kürdistan’da demokrasinin gelişip güçlenmesi içinde tarihi önemde bir rol oynadı. Konferansta herkes kendisini buldu. Farklı siyasi oluşumlar, etnik ve inanç gruplarının temsilcileri konferansa etkin bir şekilde katılarak demokrasinin Kürdistan’da en geçerli ve gerekli sistem olduğunu ortaya koydular. Tek sesli, tek renkli, başka fikirlerin bastırıldığı, azınlıkta kalanın çoğunluğun bencil çıkarlarına kurban edildiği bir anlayışın Kürdistan’da geçersiz olduğunu ve hayat bulamayacağını gösterdi.
Kürt ve Kürdistan sorununun çözümünün ancak gasp edilen meşru hakların iadesiyle, yani kendi geleceğini özgürce belirleme hakkına Ankara’nın ‘amasız’, ‘fakatsız’ saygı duymasıyla mümkün olacağının altını bir kez daha belirgin bir şekilde çizdi.
Kuzey Kürdistan Konferansı bir anlamda Kürdistan ile Türkiye’nin yeni yüzyıldaki ilişkilerinin biçimini, içeriğini ve anayasasının ruhunu şekillendirdi.
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın İmralı cezaevinden konferansa gönderdiği mesaj ve sunulan tebliğler birçok açıdan oldukça önemliydi. Hiç komplekse kapılmadan Türk siyaset bilimcilerinin ve siyaset sınıfının Öcalan’ın son mesajını iyi analiz etmeleri gerekiyor. Kürt siyasi hareketinin aktörleri, Kürdistan’daki farklı ulusal topluluklar ve inanç gruplarının temsilcileri, aydınlar, kanaat önderlerinin de mesajın gelecek açısından çizdiği çerçeveyi bilince çıkarmaları gerekiyor. Bu oldukça önemlidir. Bu mesajı Öcalan’ın 2013 Newrozu’nda yaptığı açıklamanın bir devamı olarak görmek gerekiyor.
Kısaca altını çizmekte yarar var: Mesaj birleştirici olduğu kadar çoğulcu, Kürdistani olduğu kadar evrenseldi. Derin bir tarihi arkan plan ile geleceği öngören ve Kürtler arası ilişkilerin ancak demokratik ve çoğulcu esaslar üzerinde şekillenebileceğine vurgu yapan mesaj, muhataplarına da çözümün yolunu bir kez daha hatırlattı.
ERDOĞAN ÇÖZÜM SÜRECİNİ DİNAMİTLİYOR
Ancak Öcalan’ın mesajının Kuzey Kürdistan Konferansı’nda okunduğu saatlerde Türk başbakanı Tayyip Erdoğan bindirilmiş kıtalarla gerçekleştirdiği dev mitingde atıp tutuyordu. Öcalan’ın esnek, yapıcı ve diyaloga açık yaklaşımının tam aksine zehir zemberek açıklamalar yapmakla meşguldü.
Diyalog ve çözüm sürecinin ruhunu dinamitlercesine Erdoğan çıktığı kürsüde muhatabını hedef alan ve ona hakaretler yağdıran söylemlere devam etti. Eski, kirli ve kara propagandaya hızlı bir şekilde dönüş yaptı.
Türk başbakanı Erdoğan Ankara, İstanbul mitinglerinde ve en son partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmayla her şeyi ateşe atmaya, kendi bencil çıkarları için milyonları dahi felakete sürüklemeye hazır olduğunu gösterdi.
Tehlikeli bir şekilde çözüm değil, gerilim ve savaş diline geri döndü. Bu nedenle BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada Erdoğan ve ekibini ciddi şekilde uyardı.
Ancak Kürt hareketinin uyarılarını Türk başbakanı ne kadar ciddiye alacak, yaklaşan felaketin büyüklüğünü ne kadar kavrayacak o gerçekten bilinmiyor.
Çünkü Erdoğan ve ekibinin gözü iktidardan başka bir şeyi görmüyor. Gözleri kararmış. İktidarları için her yolu mubah görüyorlar. Her türlü yalan ve demagojiyi kendileri için zırh haline getiriyorlar. Herkesi, her şeyi tehdit ediyorlar.
IRKÇILIK DENİZİNDE KİMSE KARŞI KIYIYA VARAMAZ
Ülke içindeki daha çok demokrasi ve özgürlük taleplerini polis, gaz, cop ve kurşunla bastırmaya çalışırken, dünyadan gelen eleştiri ve çağrılara ise sözde posta koyuyorlar. Efeleniyorlar. Sözüm ona Avrupa Parlamentosu’nun aldığı kararı tanımıyorlar. CNN, BBC gibi dünya ‘devi’ basın kuruluşlarına eyvallah çekiyorlar!
Allah sonlarının hayretsin mi diyelim, ama bayağı havaya girmişler. Öyle ki Erdoğan’ın adamları, hatta kabinenin en yumuşak adamı ve iki gözü çeşme gibi akan politikacısı Bülent Arınç dahi polis yetmezse, ‘orduyu göreve çağıracağız’ diyecek kadar ileri gidiyorlar.
Türk Başbakanı sanki ülke işgal altındaymış gibi bir imaj yaratarak bindirilmiş kıtalarla gerçekleştirdiği mitinglerde dev Türk bayrakları açarak kitlelerin en gerici ve ırkçı duygularına hitap etmeye çalışıyor. Fatihli, Atatürklü edebiyata başvuruyor. Yedi düvele savaş ilan ediyor.
Bu ırkçı torbadan bir önceki seçimlerde elde ettiği ve kendi diktatörlüğünü sağlamlaştırmak için dayanak haline getirdiği ‘yüzde elliyi’ tekrardan çıkarma telaşı ve korkusunu yaşıyor. Hiç kimsenin karşı kıyıya varamadığı, boğulup gittiği ırkçılık denizine yelken açıyor.
ERDOĞAN’IN ÇORBASINDA KÜRTLERİN TUZU OLMAZ
Öte yandan Türk başbakanı İmralı’da yaptığı müzakereler ile elde ettiği ‘huzuru’ yanlış okumayı da sürdürüyor. Kendi kendisini aldatıyor. Kürtlerin barış ve çözüm iradesini kendisine verilmiş bir destek olarak algılıyor veya öyle algıladığı izlenimini veriyor.
Kürdistan’da susan silahları çözüm için tarihsel bir şans olarak göreceğine, bunu Türkiye’de daha fazla özgürlük ve demokrasi isteyenlere karşı bir saldırı bahanesi yapmaya çalışıyor. Kürtlerin sabırlı davranışını istismar ederek, tankıyla topuyla Türkiye’yi yeniden işgal etmeye çalışıyor.
Erdoğan ve ekibinin bilmesi gerekiyor ki, nasıl ki onun düşmanları Kürtlerin dostu olmaz, Kürtlerin de bu kirli iktidar oyununda ve Erdoğan’ın bencil iktidar hesaplarında tuzu olmaz. Bunu bilmesi gerekiyor. Bu açıdan Pazartesi günü Azadiya Welat gazetesinde KCK Yürütme Konseyi üyesi Cemil Bayık’ın ‘Xefleta AKP’ê’ başlıklı yazısı oldukça önemlidir.
Şimdi Türk Başbakanı Tayyip Erdoğan çözüm sürecinin kazanımlarını arkasına alarak ve gezi Parkı direnişi ile ortaya çıkan devrimci durumu bir kaosa çevirerek ilk önce 2014 yerel seçimlerinde sandıktan ‘ülkenin en güçlü partisi’ olarak çıkmak istiyor. Her zaman olduğu gibi büyük ve inanılması zor bir demagoji ile hem kendisini mağdur olarak sunuyor, hem de demokrasi ve özgürlük savunucusu olarak lanse etmeye çalışıyor.
Ancak bu kez bir eli ırkçılık, bir eli sermaye, bir ayağı dincilik, bir ayağı Batının kirli operasyonlarında olan bu partiye Kürdistan’da esaslı bir kırmızı kart göstermek gerekiyor.
AKP KUZEY KÜRDİSTAN’DA ‘YABAN OTU’DUR
Çünkü Kürdistan’da AKP’ye ihtiyaç yoktur. Kuzey Kürdistan Konferansı ile birlikte Kürtleri kimin temsil edeceği sorusu yanıt bulmuştur. Açıklığa kavuşmuştur. Kuzey Kürdistan’ı AKP’nın dışında kalan siyasi yapılar temsil ediyor. Bugüne kadar Kürtler için hiçbir şey yapmayan Erdoğan’ın ‘benim Kürt kökenli milletvekillerim’ dediği ‘politikacılara’ da gerek yoktur. Kürdistan’a başbakanın değil halkın vekilleri, belediye başkanları ve seçilmişleri lazım.
Kaldı ki tekrar tekrar söylemekte yarar var: Çözüm süreci Ankara’da iktidarı elinde bulunduranlarla müzakereyi ve diyalogu öngörüyor. Irkçı ve tekçi partilerle, onların megaloman liderleriyle ittifakı öngörmüyor.
Bu nedenle İstanbul’da onlarca metre karelik Türk bayrağıyla miting yapan, işgalci ve kardeş katili Osmanlı padişahlarını ve Mustafa Kemal Atatürk’ü kendine rehber edinen, gelecek için daha fazla polis, cop, gaz, cezaevi ve ordu vadeden bir partinin ve onun liderinin Kürdistan’da alacağı tek bir oy dahi olmamalıdır.
Tam da çözüm ve barış sürecinin ruhuna uygun olarak bir Türk ve Ankara partisi olan, kendi bencil çıkarlarının ihtiyaçlarına cevap verdiği kadar çoğulcu ve çok sesli olmayı düşünen, demokratik hakları bir şantaj ve iktidar aracı olarak kullanan AKP’yi Kürdistan’dan silmek gerekiyor.
Bunu elbette ki demokratik ve meşru mücadele kanallarıyla, kitleleri bilinçlendirerek, AKP’nin sahtekar, iki yüzlü ve samimiyetsiz duruşunu kamuoyuna tüm çıplaklığıyla göstererek yapmak gerekiyor. Irkçı bir partinin Kürdistan’da yerinin olmadığını göstermek gerekiyor.
Çok iyi bilinmelidir ki çözüm süreci aynı zamanda sert ideolojik-politik-sosyal bir mücadeleyi öngörüyor. Kürdistan’da asimilasyonun ve inkarcılığın son kalesi olan AKP’yi söküp atmak, bu Kürdistan’a ait olmayan ‘yaban otunu’ geldiği yere göndermek her zamankinden daha önceliklidir. O zaman şimdi AKP’yi Kürdistan’dan silmenin tam zamanıdır.