Kalkan: Barış ve demokratik toplum sürecinin zaferini yaratalım

PKK 12. Olağanüstü Kongresi'nde konuşan Duran Kalkan, geçmişte kalmadan, yeniyi görerek, yeniye büyük bir cesaret ve fedakarlıkla daha güçlü yönelinmesi gerektiğini belirterek, “Barış ve demokratik toplum sürecinin zaferini mutlaka yaratalım” dedi.

PKK kurucularından Duran Kalkan, Önder Apo’nun 27 Şubat'ta yaptığı "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı"na cevap olarak 5-7 Mayıs tarihleri arasında Medya Savunma Alanları'nda iki farklı bölgede eşzamanlı ve paralel olarak gerçekleştirilen tarihi PKK 12. Olağanüstü Kongresi’ni Medya Haber TV’ye değerlendirdi.  

12. Kongre sonuçlarının halklar ve özellikle de yeni dönemin öncüleri kadınlar ve gençler tarafından doğru anlaşılması gerektiğini belirten Kalkan, “Geçmişin derslerini çıkarma, onları anlama, onların üzerinde yoğunlaşma, bu temelde eleştirel, özeleştirel sorgulamada bulunmaktan da kaçınmamalıyız. Süreç, eleştiri-özeleştiri süreci; geçmişin derslerini çıkarma süreci. Ama geçmişte kalmadan, yeniyi görme ve ona büyük bir cesaret ve fedakârlıkla -Apocu fedai çizgisinde- daha güçlü yönelme süreci” dedi. 

Ezilenlerin, sosyalist çevrelerin, sosyalist, devrimci, demokratik dostlarla birlikte yürüdüklerini ve bu yürüyüşün önemli gelişmeler de ortaya çıkaracağını belirten Kalkan, “Herkese çağrım bu temeldedir: doğru anlayalım, bütünlüklü değerlendirelim, geçmişin derslerini çıkarıp geleceğe güvenle, cesaretle bakalım ve kararlı adımlar atalım. Bu barış ve demokratik toplum sürecinin zaferini mutlaka yaratalım” şeklinde konuştu. 

Duran Kalkan’ın değerlendirmeleri şu şekilde: 

Ben önce bu kongreyi hazırlayan, kongre iradesi olan, kongreye en çok emeği geçen Önder Apo’yu derin özlem ve saygıyla selamladığımı ifade etmek istiyorum. Yine belirtildiği gibi, Sırrı Süreyya ile birlikte sayıları on binleri bulan kahraman şehitlerimizin verdiği güç ve ortaya çıkardıkları irade ile biz bugüne geldik. Bu tarihi toplamda da gerçekleştirdik.

Fuat ve Rıza arkadaşlar şahsında tüm özgürlük mücadelesi şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyorum…

Sırrı Süreyya Önder, gerçekten de bu sürece de daha önce de bu tür tartışmalı süreçlerin gelişimine de en çok katkı sunan oldu. Önder Apo dedi, “on iki yıldır birlikte çalışıyorduk”. On iki yıl Önder Apo’ya en çok yardımcı olan bir kişilikti. En fazla çaba harcadı. Bu 27 Şubat’ta ilan edilen çağrının hazırlanması, yapılmasında, daha sonra da başarıyla pratiğe geçirilmesinde en fazla emeği geçti.

Gerçekten çok değerli, çalışkan, yapıcı, çözümleyici, sonuç çıkartıcı bir kişilikti. 12. Kongremiz bütün bunları tanımladı. Sırrı Süreyya Önder’in kişiliğini, kongreye katkılarını, çabalarını, emeğini saygıyla, minnetle andı. Özgürlük ve demokrasi mücadelesinin bir neferiydi zaten. Onun şehidi olarak da ilan etti.

Görev başında, büyük çaba ve mücadele içinde çalışırken şehit düştü. Hatta nasıl şehit düştü, hala tartışılıyor. Saldırı ihtimali de hiç az değil.

Şunu söyleyebilirim: Ben ilk hastalandığı haberini duyduğumda, ikinci Özal vakasıyla mı karşı karşıyayız, diye tepki verdim. Gerçek durum nedir, netleşmedi ama tartışılıyor. Kamuoyu barış ve demokrasi şehidi olarak ilan etti.

Biz de PKK’nin 12. Kongresi olarak bu tanımlamaya katıldık. Kongremizin başarısının Sırrı Süreyya Önder’in en çok çaba harcayarak geliştirmek istediği amaçların başarısına katkı sunsun, vesile olsun istedik. İnanıyoruz da… O amaçlar kongremizin sonuçlarının da katkısıyla mutlaka başarıya ulaşacak.

Bu temelde de çok değerli dostumuz, yoldaşımız Sırrı Süreyya Önder’i özlemle, saygı, sevgi ve minnetle anıyor, anısını hep yaşatacağımızı, amacını mutlaka başaracağımızı belirtiyorum.

SÜREÇ ÖZGÜRLÜKÇÜ, DEMOKRATİK, SOSYALİST ADIMLARA YOL AÇACAK

Tarihi öneme sahip, sonuçlar veren, kararlar alan bir kongre oldu. Aslında PKK’nin birçok kongresi, hepsi için aynı şeyi söyleyemesek de çok kritik süreçlerde, dönemeçlerde gerçekleşti ve yenilikler ortaya çıkaran, özgürlük mücadelesinde yeni adımlar atılmasına yol açan kararlar aldı.

Şimdiye kadar da bu temelde gelindi. 12. Kongremiz de bu geleneği bozmadı. Hatta daha da köklü bir kararlaşmayı ortaya çıkardı. Tarihi bir dönemece son verdi. Yepyeni bir dönemin açılmasının zeminini hazırladı ve başlattı.

Artık rahatlıkla söyleyebiliriz. Apocu özgürlük yürüyüşünde PKK dönemi kapanmış, yeni bir dönem başlamıştır. Bu yeni dönemin adını Önder Apo “Barış ve Demokratik Toplum Dönemi” olarak ortaya koydu. Demokratik toplumcu mücadelenin bu yeni dönemi gerçekleştireceğini ifade etti. İnanıyoruz, bu temelde önümüzdeki süreç yeni gelişmelere, güçlü, özgürlükçü, demokratik, sosyalist adımlara yol açacak, vesile olacak.

Elbette bunlar mücadeleyle olacak, çabayla olacak. Yani bir mücadele dönemine girdik.

Bu noktaya nasıl gelindi? Yani tartışılan bir konu. Uzun süredir biliniyor da. Genel planda söylenirse, bu son 10 yıllık mücadelenin sonuçları diyelim. “Çöktürme Eylem Planı” temelinde PKK’yi imha ve tasfiye etmek amacıyla yürütülen topyekûn özel savaş saldırısının boşa çıkartılması, başarısız kılınması ardından böyle bir sürece gelindi. Yine Üçüncü Dünya Savaşı’nın bölgedeki geldiği nokta böyle bir süreci gerektirdi.

Bunların hepsi AKP iktidarı ve Türkiye Cumhuriyeti devleti açısından bir gereklilik haline geldi. Cumhuriyet, 100 yıllık paradigmasıyla artık Kürt halkının özgürlük direnişi ve küresel sistemin dünya çapında 30 yılı aşkın süredir yürüttüğü savaşın sonuçları karşısında devam edemeyeceğini, Kürt inkârına dayalı zihniyet ve siyaseti artık sürdüremeyeceğini gördü, anladı. Böyle bir zihniyette olmanın kendisi için büyük tehlikeler arz ettiğini gördü. Bazı yöneticiler “beka sorunu” dediler. Devletin, Cumhuriyetin beka sorunuyla karşı karşıya kaldığını gördüler ve burada çağrılar yaptılar.

En başta MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Ekim ayı başından itibaren böyle bir söylem ve çağrı geliştirdiğini biliyoruz. Önder Apo da 23 Ekim tarihli, yeğeni Ömer Öcalan’la 4 yıl aradan sonra ilk defa yaptığı görüşmede buna yanıt verdi. “Eğer böyle düşünülüyor ve çağrı yapılıyorsa ben bunu anladım, yanıtsız, karşılıksız bırakmam. Eğer buna uygun koşullar yaratılırsa Kürt sorunu çatışma ve şiddet zemininden demokratik siyaset ve hukuk zeminine taşıma gücüm var” dedi. “Eğer fırsat verilirse, zemin oluşturulursa rol oynarım bu konuda” diye, bir yeni süreci ilan etti, tanımladı.

Ondan sonra da taraflar ilk çağrılarına, söylemlerine bağlı kaldılar. DEM Parti heyeti yeniden devreye girdi. 2013–2015 döneminde heyet olarak İmralı’yla, çeşitli kamuoyu ve PKK arasında çalışma yürüten isimlerden Pervin Buldan ile Sırrı Süreyya Önder’e yeniden iktidar tarafından devreye girme fırsatı verildi, imkân tanındı. Önderlikle görüşme imkânı yaratıldı. Sonra DEM Parti bir tür bu sürecin aktif gücü olarak devreye girmiş oldu. 

Sonunda çok geciktirilmeden tarafların açıklamalarıyla Önder Apo, 27 Şubat 2025 tarihli tarihi çağrısını, “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” adıyla yaptı. Herkesin “Asrın Manifestosu”, “Demokrasinin Manifestosu”, “Çağın Manifestosu” diye tanımladığı, birçok düşünce insanının “Önder Apo’dan başka kimsenin böyle bir metni hazırlayıp böyle bir irade ortaya koyamayacağını” ifade ettiği bir çağrıyı geliştirdi. Ondan önce birçok partiye, yine bize Önder Apo mektuplar gönderdi, amaçlarını belirtti. Biz de cevaplar verdik. Çağrıda onların gerçekleşmesi isteniliyordu.

Biz de –herhalde bunları tekrarlamaya çok gerek de yok– cevaben açıklamamızı yaptık. Önünü açmak, bu sürecin, çağrıdaki amaçların, hedeflenenlerin gerçekleşmesinin önünü açmak, iyi bir zemin oluşturmak üzere 1 Mart’tan itibaren ateşkes ilan ettik. Tek yanlı olarak... Tartışmalar daha rahat yürüsün diye. Bazı çevreler karşı çıktılar. Bunu tanımayanlar oldu. Sabote etmeye çalışanlar –içte ve dışta– çok fazla oldu.

Fakat sabırla bu çalışma yürütüldü. En çok sabreden, çaba harcayan ve yaşamını ortaya koyan –yeniden analım– gerçekten de son şehidimiz Sırrı Süreyya Önder oldu. Emeklerini, çabalarını şükranla her zaman hatırlayacağız, değerlendireceğiz, ifade edeceğiz.

Sonuçta bizim yaklaşımımız şuydu: İstenenleri yapmak için biz hazırız. “Kongre toplansın” deniliyordu. Fakat onları gerçekleştirme gücüne ve iradesine sahip değiliz, dedik. Bunu mektupta da ilettik Önder Apo’ya. Çağrı ardından yaptığımız 1 Mart tarihli açıklamada da kamuoyuna duyurduk. Yani bu herhangi bir şart falan değil, somut durumun ifadesiydi. Yani istenenleri ancak Önder Apo yapabilirdi, başka hiçbir irade ya da güç yapamazdı.

Bizden “silahlı mücadeleyi bırakın”, “strateji değiştirme kararı alın”, “PKK’nin feshi kararı alın” isteniyor. Bunu PKK’nin başından itibaren –Devlet Bahçeli’nin de ifadesiyle– kurucu önderi yapabilirdi. Silah bırakmak isteniyor, tartışılıyor. Yani silahı herkes Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamak üzere savaşmak için eline almış. Önder Apo’ya katılmış. Biz nasıl o savaşı durduralım, o silahı bırakalım?

Yaratılan o ortamda, silahın mümkün olduğunca amaçlar doğrultusunda kullanılması için güç vermeye, destek vermeye çalıştık. Yönetimimizin fonksiyonu buydu. Öbür türlü olamazdı. Daha önce, 2013 sürecinde de şunu ifade ettik Önder Apo’ya, o zamanki yazışmalarda da: Biz –doğru, yanlış, başarılı ya da başarısız– savaş yürütürüz. Savaşın yönetimi olur. Ama barış süreci denilirse, bunun yönetimi biz olamayız.

Bu kararları alma, hareketi ve halkı bu kararlara ikna etme, bunu yönlendirme işini biz yapamayız. Ancak Önder Apo yapabilir, dedik. Bu yani somut durumdu, herhangi bir şart değil, olabilecek olanın ifadesiydi. O zaman Önder Apo bize dedi ki: “Bu kararınızı yoldaşça karşılıyorum, saygılı buluyorum. Bu temelde üzerime düşen her şeyi başarıyla yapmak için çaba harcayacağım” diye cevap da verdi. O zamandan bu yana gelen bir durumdur bu; yeni ortaya çıkan bir durum değil.

KONGREMİZ TARİHİ KARARLAR ALDI

Bütün bunlar aslında bu süreci yönlendiren iktidar ve devlet çevreleri tarafından biliniyor. Kamuoyu da bilsin istiyoruz, çünkü çok fazla tartışmalar oluyor. Sonunda tam istediğimiz gibi olmasa da, Önder Apo’nun iradi olarak kongreyi ikna etme, karara götürme biçiminde bir katılımı gerçekleşti. Onun üzerine öyle bir katılım ortaya çıkınca biz hemen kongreyi toplayabildik. Kendi irademizle, kendi alanlarımızla, kendi gücümüzle bunu yaptık.

Öyle tartışılıyordu: “Şu olur, bu olur…” Biz yani savaş yapan bir gücüz. Evet, çatışmalar oluyor, şehit de veriyoruz ama savaş da yapıyoruz. Savaş yapma potansiyelimizi bitirmiş de değildik. Bu bakımdan kendi irademizle bu kongreyi topladık. Tarihi kararlar aldı kongremiz.

Bugün bu tarihi kararlar oldu, diye açıklamalar yapıldı. Çok yakında bütün kararlar açıklanacak. Birkaç bölüm halinde karar aldık. Kararlarımız kamuoyuyla paylaşılır. Zaten açıktı kongremiz kamuoyuna, sonuçları da açık olacak.

PRATİKLEŞTİRME İRADESİ SADECE ÖNDER APO’YA AİTTİR

Önder Apo’nun Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nda ifade edilen, kongre yapılıp alınması istenen kararlar; PKK’nın fesih çalışmalarının durdurulması, örgütsel yapısının feshedilmesi, silahlı mücadele yönteminin durdurulması kararlaştırıldı. Ama tabii bunlar Önder Apo’nun yönlendirmesini ve yürütmesini gerektirir. Ancak Önder Apo pratikleştirir. Yani bu kararları aldırtma iradesi nasıl ki sadece Önder Apo’ya aitse, pratikleştirme iradesi daha fazla sadece Önder Apo’ya aittir. Bunu herkesin bilmesi gerekli.

Yani birileri hile yapmak için yapmıyor bunu. Yapabilir de, yapmak istemiyor diye değil. Ancak bunlar Önder Apo’nun yürütmesiyle, yönetimiyle, bu temelde özgür çalışır-yaşar koşullara ulaşmasıyla gerçekleşebilecek hususlardır. Netçe anlaşılıyor.

Onlarla birlikte şehitlere ilişkin kararlar aldık. Gazilere ilişkin kararlar aldık. Demokratik toplum mücadelesinin temel çerçevesine ilişkin kararlar aldık. Tabii demokratik siyaset ve hukuk çerçevesinin geliştirilmesine dair kararlar aldık. Bunları kamuoyuna olduğu gibi sunacağız zaten.

BİRİLERİNİ SOYKIRIMA UĞRATANLAR ÖZGÜR OLAMAZ

Birçok çevre hep PKK’yi, Önder Apo’yu sorumlu gördüler. “Sorumlular” hatta “suçluyoruz”, “yargılıyoruz” falan demeye kalkıştılar. Ama gerçek öyle değildi. Aklı başında olan, gerçekten biraz adil, demokratik yaklaşanlar her zaman şunu söylediler: PKK bir sebep değil, sonuçtur. O zaman PKK’yi ortaya çıkartan nedenler var. Bu nedenler iyi görülmeli. Bu nedenler nelerdi, sahipleri kimlerdi? Neden şuydu: İnkar edilen ve imha edilmek istenen bir toplum vardı ortada. Yani Kürt toplumu.

Lozan Anlaşması temelinde böyle bir zihniyet ve siyaset karar altına alındı; dönemin küresel kapitalist hegemonik güçleriyle, Türkiye’de yeni devlet kurma gücüne ulaşan Kemalist hareket arasında. Kemalist Cumhuriyet 1924 Anayasası ile böyle bir süreci başlattı. Yüz yıldır, başta Kuzey Kürdistan olmak üzere dört parça Kürdistan’da bu temelde hareket edildi.

En açık bir biçimde ve en ağır bir biçimde bu paradigmayı; — Kürt karşıtı, Kürt’ü yok sayan ve yok etmeyi amaçlayan paradigmayı — en çok Türkiye Cumhuriyeti Devleti uyguladı. Fakat sadece onlar değil; başta İngiltere uyguladı, ardından Irak Bağdat yönetimine devretti; Saddam Hüseyin yönetimi uyguladı. İran’da Şahlık yönetimi uyguladı. Günümüze kadar da değişik biçimlerde geliyor. Bir biçimde Suriye’de zaten azdı Kürtler, dışlandılar hep.

Ve buna karşı 100 yıldır Kürtler hep karşı çıktılar. Çeşitli biçimlerde direndiler. İsyanlar deniliyor; isyanlar dönemi... Tepki gösterdiler, isyan ettiler tabii. Direndiler. Olduğu gibi bu şeyi kabul etmediler. Ama bütün dünyaya bakalım; dünya kimi destekledi? Kürtleri soykırıma uğratmak için saldırıda bulunanları destekledi. Kürt katliamı yapanları destekledi. Bu devletleri destekledi.

Dünyanın hiçbir yerinden - sağıyla soluyla, batı kapitalizmiyle, Sovyet reel sosyalizmiyle -, hiçbirisinden “şu Kürt direnişi haklıdır” diye bir destekleyici tutum gelmedi. Demek ki bu devletler yalnız başına yürütmediler. Bu küresel hegemonik kapitalist modernite sistemi, aslında mevcut haliyle Kürt yokluğu ve yok edilmesi üzerine oluşturulmuş bir sistem.

Paradigma sadece Türkiye’ye ait değil, Türkiye Cumhuriyeti Devletiyle sınırlı değil. Aslında küresel düzeyde böyle. 90’dan sonra PKK direnişinin gelişmesi, Kuzey’de serhildanlar — Ulusal Diriliş Devrimi’nin başarısı — bunun başarısız etkileri, iki parçadaki gelişmelerin birliği biraz durumu değiştirdi.

Bazı devletler, haklarını tanımasalar da, Kürt halkının demokratik ulusal haklarını; Kürt inkârından uzaklaşan, Kürt varlığını kabul etmeye yönelen politikalar oluşturdular. Günümüze kadar da geldi, geliyor. Yani şimdi durum bu.

Paradigma aslında bu. Değişecek olan paradigma ne? 40 milyonu aşmış, 50 milyona ulaşmış, belli bir toprak, coğrafya parçasında yaşayan ama dünyanın dört bir yanına da dağılmış bir Kürt toplumu, ulusal kimliği var. Bu asimilasyonla, göç etmeyle, katliamlarla yok edilemedi 100 yıldır. Edilemez yani. Buna düşmanlık yaparak, Türkiye’de, Ortadoğu’da, dünyada demokrat olamazsınız, özgürlükçü olamazsınız. Birilerini soykırıma uğratanın kendisinin özgür ve demokratik yaşaması söz konusu olamaz.

Dünyanın bu durumda olmasında, bu kadar faşizmi üretmesinde, ırkçı, neofaşist hareketlerin gelişmesinde aslında bu paradigma sorumlu. Onun Kürdistan’dan beslenme durumu var. Kürt inkârı ve imhasından, Kürt karşıtlığından, Kürt düşmanlığından beslenme durumu var.

Tabii birçok diğer alana da benzer şeyler yansıyor. Şimdi bu değişecek mi? Küresel sistemde bazı güçler 90’dan sonra böyle bir eğilim gösteriyorlar. Güney Kürdistan’a yaklaşımlarında gördük bunu.

TÜRK DEVLETİ PARADİGMA DEĞİŞİMİ YAPACAK MI?

Şimdi Kuzey Doğu Suriye’ye, Rojava Kürdistan’a yaklaşımda kısmen görebiliyoruz. Belli bir politika değişikliği görülebiliyor. Fakat şunu anladık biz aslında: Türkiye’de çözüm olmazsa başka yerde çözüm bulmak mümkün değil. Dünyanın şu veya bu devleti tümden paradigma değiştirse, politikalarını değiştirse de; Ortadoğu’daki diğer herhangi bir devlet, Kürdistan’ın başka bir parçasında egemen olan bir devlet farklı kararlar almaya yönelse de, kalıcı çözüm çıkmayacak orada. Çünkü sistem Türkiye Cumhuriyeti Devleti üzerinden bunu yürütüyor.

Değişim de belli ki Türkiye’de olacak. Türkiye Cumhuriyeti’nin paradigma değişimiyle olacak. Kürt karşıtı, Kürt düşmanı, Kürt inkârcısı zihniyet ve siyasetten vazgeçilecek. Onun yerine Kürt’ün varlığı kabul edilecek. Ulusal demokratik hakları, özgür yaşamı kabul edilecek. Diğer halklarla kardeşçe birlik içerisinde, demokratik birlik içerisinde yaşaması kabul edilecek.

Zaten Kürtler bunu istiyorlar. Ayrılma, bölünme, parçalanma, ayrı devletler olma çabaları yok. O zaman Türkiye Cumhuriyeti Devleti paradigma değişimi mi yapacak? Onu yürüten siyaset değişim yaşayacak mı? Peki böyle olursa bu bütün bölgeyi ve dünyayı etkileyecek. Bunu görüyoruz. Şimdi mevcut durumda Türkiye siyasetinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde böyle bir durum var mı? Yani biz net bilemediğimiz için net bir şey diyemiyoruz.

Gözlemlediklerimiz var: Mevcut paradigmanın, politikaların, zihniyetin kendilerini çok zora soktuğunu görenler var. Kürtlerle dostluk kuranlar var — Sırrı Süreyya Önder gibi, mesela. Çok güçlü dostları var Kürtlerin. Demokratik, sosyalist çevreler var.

Mevcut paradigmayı yürütemeyip çelişkilerle, çatışmalarla çok ilerleyemeyip zorlanan çevreler var. Bir soru işareti herkesin kafasında var. Biz bu son birkaç günlük sürece de bakıyoruz. Toplantılar yapıyorlar, görüşmeler yapıyorlar.

“Bu iş böyle gitmez, yeni bir döneme giriyoruz” diyorlar. Diyorlar da, yani işin adını tam koymuyorlar. Yeni dönem ne dönemi, mesela? Beka sorunu var, diyorlar. Nereden kaynaklandı bu sorun? Bir yerden kaynaklı savaş var. Biz diyoruz savaş, onlar diyorlar terör. Şiddet, çatışma ortamı var. Nereden kaynaklı? Buna tam cevap vermiyorlar işte. Evet bunlar var, PKK yapıyor ama bu Kürt’ü inkâr eden ve imha etmeyi öngören zihniyet ve siyasetten kaynaklı. Beka sorunu, yani kendi içinde bu kadar parçalanmış, iç çatışma yaşayan pozisyondan kaynaklanıyor.

Birliğini, bütünlüğünü, gücünü oluşturamıyor mevcut Türkiye. Yani bunu açık söyleyemiyorlar. Bazı çevreler, tabii sol demokratik çevreler, kadın özgürlükçü çevreler var, onlar söylüyorlar. Dostlarımız, müttefiklerimiz var, yapıyorlar. Fakat egemen siyasi yapıda, yani bir biçimde “çözülsün” diyenler var. Biraz “Kürt tanınsın” diyenler de var. O noktaya gelme oldu.

Demirel de 1992’de şey olunca, “Kürt realitesini tanıyoruz” demişti. Hatta Doğan Güreş Kürtçe bile konuşmuştu. Şimdi de öyle, muhalefet partilerinden — özellikle CHP’den — öyle açıklamalar var. AKP’nin tutumu zaten eskiden çok daha farklıydı. Yani devletin paradigmasına kaydı iktidar olduktan sonra. İktidar olmadan önce ayrıydı, iktidar olduktan sonra şeydi. MHP’nin, Devlet Bahçeli’nin yaklaşımında Önder Apo dedi: “Paradigma değişimi görüyorum.” Kısmen gözleniyor ama böyle netlik olmayınca tam bir şey diyemeyiz. Onlar netleştirsinler bu işi.

Derin devlet olarak adlandırılan güçler var. İfade ediliyor, tanımlanıyor, konuşuluyor. Biz de söylüyoruz ama ne biçimdedirler, nasıldırlar bilemiyoruz ki!

Derin devlet deniliyor, gizli devlet deniliyor, bilmem işte süper Gladio örgütlülükleri deniliyor, kontrgerilla yapılanmaları, sistemle NATO ile ilişkiler içerisinde oluşan yapılar diye söyleniyor. Türkiye’de bir kontrgerilla şeyi var, çözülmedi. O yani etkisiz kılınmadı.

Hala devam ediyor. Önder Apo onun varlığı için “darbe mekaniğini işletiyor” dedi. Sürekli bir darbe mekaniği var. Siyaset karar alamıyor, işlemiyor siyaset.

Değişiklikleri siyaset yapamıyor, kararlaştıramıyor. Hepsi darbeler temelinde oluyor. Söz konusu mekanik işliyor ve darbesel gerçekleşiyor, dendi.

Bunları bilemiyoruz. Fakat şunu kendi tecrübelerimizden çıkarabiliriz. 93’ün durumunu değerlendirirken Önderlik şöyle dedi: “Biz cepheden yaklaştık. Devleti bir bütün olarak ele aldık, gördük. Öyle de yaklaştık, yanlış yapmışız” dedi. “Sonra anladık ki öyle değilmiş. Devletin içinde de farklı eğilimler varmış, farklı görüşler varmış. Çelişki, çatışma da varmış. Örneğin Özal bir eğilimmiş. Biz Özal öyle söylese de herhalde danışıklıdır, hepsi aynı durumda, belki de hile yapıyorlar” diye cepheden, bütünlükle yaklaştık.

Özal eğilimi güçlenemedi. Karşıt eğilimler — kontrgerilacı, derin devletçi, artık hangi ad takılırsa — o eğilimler bastırdı. Şiddeti geliştirdi, çözümü önledi, bir de tasfiye etti. Özal kliğini, çözüm eğilimini devlet içinde de tasfiye etti.

93–98 arasında Türkiye’de yaşananlar çok önemli, öğretici olaylar içeriyor. Özal eğilimi asker içinde, bürokrasi içinde nasıl tasfiye edildi? Bunlar iyi incelenmeli. Böyle engellendik.

Önder Apo 90’dan itibaren bu sürece girdi PKK’de. Yani rolünü tamamladı. Tamamladığı rol neydi? Bakın orada yazıyor: “Kürt’ün ölüm fermanını yırttın sen. Tüm cihana Kürt ölmedi dedirten.” Bunları 1986’nın Şubat’ında söyledi Fuat arkadaş. 15 Ağustos atılımının ses getirdiği dönemdi. O atılım fermanı yırttı. Toplumu dirilten ne oldu? 1990’da kadın öncülüğündeki Serhildan oldu. Buna da ulusal diriliş devrimi dedik. Böylece PKK aslında başlangıç itibariyle ortaya çıkan rolünü tamamladı.

Önder Apo 1994’te dedi: “Diriliş tamamlandı, sıra kurtuluşta.” Fakat bu yönlü 30–35 yıldır atılan adımlar, tek yanlı geliştirilmek istenen çabalar hep engellendi, boşa çıkartıldı. Birçok çevreler tarafından.

1 Eylül 1998 ateşkesinden sonra asker-sivil çevrelerle bizim cezaevinden Avrupa’ya kadar çeşitli birimlerimizle partinin görüşmeleri oldu. Bu, tek yanlı bir ateşkes değildi örneğin. Ben de o zaman Önder Apo ile konuştum. Dedik ki, “Tek yanlı ateşkesle bir çözüm olmaz. Bir daha yapmayalım.” Doğrudur, görüş birliğimiz vardı Önderlik ile o konuda. Ondan sonra 1 Eylül ateşkesi ilan edildi. Ama bu tek yanlı değildi yani. Devlet adına kabul eden, garanti veren taraf olan çevreler vardı.

SABOTAJ ÇABALARINI ETKİSİZ KILARAK KONGREYE GELDİK

Fakat ateşkes olduktan sonra uluslararası komplo saldırısı dayatıldı dış güçler tarafından. İçte de ortakları vardı. Günümüze kadar bu tür girişimler hep engellendi, sabote edildi. Sabote ediliyor, provokasyonlar var, provokatör çevreler var. Bunlar doğru, birer gerçek. Özal’dan Sırrı Süreyya Önder’e kadar saldırılar da geldi. Öne çıkan çevrelere bu yönlü saldırılar oldu.

Biz şimdi bu kongreye aslında bütün bu engelleyici, sabote edici çabaları, girişimleri etkisiz kılarak, onlara rağmen, irade göstererek, dikkatli ve duyarlı bir çabayla geldik. Önder Apo’nun uyarıları temelinde. Sırrı Süreyya Önder de ne kadar uyarıyordu. Her görüşmede uyarıyordu mutlaka. Çünkü yürüttüğü mücadelenin nasıl bir mücadele olduğunu ve ne tür engellerle karşılaşabileceğini çok iyi biliyordu.

Şimdi durum nedir? Böyle bir düzeye geldi. Her türlü sabote edici girişim aşıldı. Engeller boşa çıkarılarak bu irade ve pratik tutum ortaya kondu.

Bundan sonra da tabii ki bu devam edecek. Hep dikkatli ve duyarlı olmak gerektiği açıktır. Böyle bir durum var. Bunu görmemiz gerekiyor. O nedenle herkesin dikkatli olması, biraz da sabırlı olması, bu gerçekleri bilerek hareket etmesi ancak gerçekten süreci yürütebilir. Yoksa sabote edilebilir yine. O tehlike ortadan kalkmış değil.

PKK ÖNDERLİK HAREKETİNİN PARTİLEŞMİŞ HALİDİR

Biz kamuoyuna açıkladık bu konuda yaklaşımlarımızı. Tutumumuzu da aleni söyledik. Önder Apo’yla iletişim olduğunda ona da ilettik. Yani anlama sorunumuz var dedik bir defa. Genelde farklı düzeylerde olsa da anlama ve özümseme sorunumuz vardı. Bu temelde çaba harcadık.

Bunu da yansıttık zaman zaman açıklamalarda, panellerde. Kamuoyuna arkadaşlarımız değişik düzeylerde ifade ettiler. Yani anlama ve özümseme yönünde çabalar harcadık. Kendi tarafımızda çabalar harcadık. Belli düzeyde gelişmeler, değişiklikler oldu tabii. Bir anlama düzeyi gelişti.

Özellikle Önder Apo’yla görüşmeler oldukça ve oradan mesajlar yayınlandıkça, çağrıyı açıklayan görüşmeler yapıldıkça anlama düzeyi daha da gelişti. Kongre’yi yönlendirmek üzere Önder Apo’nun sundukları da anlama ve aydınlanma açısından önemli bir düzey yarattı. Yani başlangıçtaki durumu aşma anlamında bir gelişme oldu.

Bir kavrama, özümseme ve anlayarak sürece yaklaşma önemli bir düzeyde gerçekleşti. Ama herkes için her düzeyde bu durum gerçekleşmiştir diyemeyiz. Düşündükçe, yoğunlaştıkça daha fazla anlama oluyor.

Fakat şunu söyleyebiliriz: PKK bir partiydi ama bir Önderlik Hareketi’nin partileşmiş halidir. Başka partiler gibi kurulmadı. Çeşitli imkânlar bir araya gelip ya da çeşitli çevreler anlaşarak kurmadı bu partiyi. PKK, bir Önderlik Partisi’dir. Önder Apo da dedi, “PKK, şehitler partisidir.” Dolayısıyla Apocu Hareket, Önderlik Hareketi, çeşitli adlarla bu mücadeleyi yürüttü. Mücadelenin bir döneminde kendisini partileştirmeyi gerekli gördü. 1. Kongre’de karar aldı ve resmen adına PKK dendi.

47 yıldır bu adla geldi ve çok büyük başarılar ortaya çıkardı. Bunlar biliniyor. Ama gelinen noktada artık PKK’nın tarihi rolünü oynadığı, misyonunu yerine getirdiği, görevlerini gerçekleştirdiği, hatta 90’lardan itibaren bu duruma ulaştığı; aynı biçimde yürümemesi gerektiği, değişmesi gerektiği; fakat bu değiştirmeyi dış engellemeler ve iç yetersizlikler nedeniyle gerçekleştiremediğimizi, şimdiye kadar böyle gelindiğini ifade etti Önder.

Dolayısıyla şunu söylemek istiyorum: herkes Önder Apo’ya katılmıştır. Apocu Hareket var. Önder Apo’nun düşünceleri ve iradesi bağlayıcı, belirleyici düşünce ve iradedir. Bu anlamda Önder Apo yürüttüğü müddetçe, yani evet, anlama ve pratikleştirme sorunları her zaman olur. Oldu, az oldu, çok oldu. Eleştiri-özeleştiri onun için PKK tarihinde her zaman çok önemli bir yer etti. Ama Önder Apo’yla katılım, karar birliği oluşturma sorunu yoktur (süreci) Önder Apo yürüttüğü müddetçe.

Dolayısıyla bu konudaki tutumumuz da öyledir. Önder Apo’nun katılımı var. Şunu da söyleyeyim bu vesileyle: Bütün yoldaşlar, halkımız, hatta dostlarımız bile belli bir tecrübe edinerek şunu gördüler: Önder Apo hiçbir zaman kimseyi yanıltmadı. Hep açık oldu, gerçekleri ifade etti. En riskli adımları attı, en zor ortamlarda. Her zaman da başarıyla çıktı. Başardı ve bütün ortalama insan aklının ve tutumunun normal görmediği, “gerçekleşemez” dediği her ortamda başarıyla yeni bir gelişme yarattı. 1973’teki çıkışı da öyleydi. O zaman da “Bu düşünceyle bir şey yapılamaz” deniliyordu. 1975’te cephe kuralım diye diğer Kürt siyasetleriyle görüşmeye gittiğinde – ismini vermeyeyim ama – en etkili, örgütlü Kürt partisinin Bakur’daki lideri, Önder Apo’ya şöyle demişti, -ki bu Önder Apo’nun açıklamalarında da vardır-: “Bu düşünceyle Kürdistan’a girerseniz hem Kürtlere en büyük kötülüğü yaparsınız hem de bir gün ayakta kalamazsınız.”

Oysa 52 yıldır Önder Apo ayakta kaldı. Bu kadar gelişmenin yaratıcısı oldu. İmralı için de öyle diyenler oldu. 1999’u hiç unutmuyorum ben. O zaman da dıştan değil, yakın çevremizden o kadar baskı oldu ki yönetimin üzerinde. Yani bize söylemedik söz bırakmadılar. Hepsi arşivimizdedir.

“Siz deli olmuşsunuz” diyorlardı. “İmralı’da bu işler yapılabilir mi? İmralı’da artık bunun zemini olur mu? Vazgeçin. Yazıktır. Bu kadar gelişme var, emek var. Hepsi heba olacak. Olmayacak duaya amin diyorsunuz” diyenler oldu. Bazı parti yerlerimize, çalışma ortamlarımıza baskın yapanlar, el koyanlar “Artık Önderlik devri geçti. Bizim devrimimiz başladı. Biz istediğimizi yapacağız.” diyenler oldu. “Artık İmralı’da bir şey olmaz” diyorlardı. Hiçbir inançları yoktu.

Ama Önder Apo şimdi bütün dünyayı etkileyen en büyük gelişmeyi İmralı mücadelesinde ortaya çıkardı. Yani Önder Apo her zaman sonuç aldı, başarı kazandı. Bu anlamda büyük bir umut, güven, inanç verdi: Kürt toplumuna, yoldaşlarına, dostlarına…

Aslında eski arkadaşlarına da vermiş bu inancı. Belgesel izliyorsunuz; daha yani herhangi bir siyasi akıma girmeden, okul okurken, memurluk yaparkenki arkadaşları bile anlatıyorlar. Evet, “Babası diyor, alnında fetih işareti var” diyor.

KONGRELER VE TARİHİ ROLLERİ

Yani Önder Apo PKK’nin kuruluş kongresini bir nevi tarihe radikal bir müdahale olarak tanımlıyor. Gerçekten de öyle oldu. Baş aşağı giden bir tarihe müdahale etti. 47 yıldır, hatta daha öncesine götürürsek 52 yıldır devam eden bir tarih var.

PKK kongrelerinin hepsinin bir tanımı vardır. Bir sürece cevap oluşturma durumu var. Ama oluşturamayan kongreleri de var; örneğin 6. Kongre gibi. Yani önderlikten kopan, sürece uyumlu olamayan…

Kongre kuruluştur, iradedir, müdahaledir tabii. 2. Kongre ülkeye geri dönüşü temsil etti. 12 Eylül faşist askeri rejimine karşı direnme iradesiydi. Zindanda başlatılan direnişi temsil etti. 3. Kongre, gerilla mücadelesi yürüten Apocu çizgide bir öz eleştiri ve yenilenme kongresiydi.

Kongre’yi “gerilla kongresi” olarak tanımladı Önder Apo. 5. Kongre’yi “reform kongresi” olarak tanımladı. 6. Kongre’den itibaren artık kesin değişim sürecine girilmişti. 6. Kongre’ye giderken Önder Apo şöyle dedi: “1993’te engellendik, bu engelleri aşacağız. Biz değişmek zorundayız. Değişmezsek bizde yozlaşma oluyor, çevremizde de yozlaşma oluyor, karşıtlarımızda da oluyor. Karşıtlarımız bizi değiştiremeyeceğine göre biz değişip karşıtlarımızı değiştirmek zorundayız.” “Sosyalist öncüyüz çünkü biz.” dedi. “O halde her türlü yozlaşmayı kendi değişimimizle gerçekleştirmeliyiz.” Fakat çok planlı, örgütlü bir komplo saldırısıyla o süreç boşa çıkartıldı.

Onu İmralı sistemindeki direnişle gösterdi işte. “Ben bu koşullarda da direnirim, bir takım şeyler yaparım. Bana fırsat verilsin, örgüt ve halk tarafından desteklensin.” dedi. Böyle bir duruş gösterdi. Biz onu öyle anladık.

Kongre ile birlikte bu duruşa karşılık verildi. Önder Apo etrafında daha güçlü kenetlenerek böyle bir sürecin gelişmesi sağlandı. 7. Kongre, bu anlamda değişimi başlatan kongre oldu.

Esas müdahale, bütün çürümüşlüklere karşı paradigma değişimiydi. Kürt sorununun ulus-devletçi çözümünün gerçekleşmemesine karşı, ulus-devlet ideolojisinin bir çözüm olmamasına karşı, ulusal kurtuluşçu çizginin — zafer kazansa bile — reel sosyalizm ve onu takip eden güçlerin yaşadıkları sonuçlar nedeniyle zaferini koruyamama, amaçlarını sürdürememe durumuna karşı en güçlü zihniyet müdahalesi, ideolojik ve örgütsel çizgi mücadelesi paradigma değişimidir.

DEĞİŞMEME DURUMUNA NOKTA KOYULDU

Bunu çok büyük bir müdahale olarak görmemiz gerekli. Ve ondan sonra biz hep bu paradigma değişimi temelinde kendimizi değiştirmeyi, dönüştürmeyi, yenilemeyi esas aldık. PKK’nin yeniden inşa kongresi ve süreci, aslında böyle bir süreçti. 2005 baharından itibaren gelişen süreç… Daha sonra da bunları hep gündemde tuttuk, tartıştık, gerçekleştirmeye çalıştık ama engelleri aşamadık.

Dıştan saldırılar engel olmaya devam etti. Bir de biz, yani yeni uygulama, yenilikleri ve yeni paradigmayı uygulamanın anlayış ve tarz yaratıcılığını gösteremedik. Bütünlük sağlayamadık bu konuda yeterince yaratıcı, kazanımcı, sonuç alıcı olamadık. Tekrar böyle bir durum ortaya çıktı.

Kongre, radikal bir biçimde bu “değişememe” durumuna nokta koyuyor. Neşter vuruyor. Son veriyor. Önder Apo’nun bu kadar kararlı tutumu da buradan kaynaklanıyor. Değişime direnmeye son veriyor. Değişememeye son veriyor.

Aslında öyle bilinçli bir direnç yok. Hiç kimse “Ben bunu reddediyorum” demiyor. Tam tersine, “Bağlıyız, katılıyoruz, yürütüyoruz, yapacağız, yapıyoruz” deniliyor. Ama deyip söyleyip de yapamama var. Gerçekleştirememe var. Bu hem zihniyet hem de tarzdan kaynaklı. Yapılması gerekenlerin bir de karşıt engelleri var. Hiçbir zaman bu süreçlere tek yanlı bakmamak lazım. Tek boyutlu ele almamak gerekiyor. O engelleri görüp aşamama var.

Ama bunlar gerekçelendirilebilir mi? Gerekçeler var. Ama bu gerekçelerin varlığı, olması gerekenin gerçekleşmemesi sonucunu doğuruyorsa, bu kabul edilemez bir durumdur. İşte gelinen nokta budur. Ve bu noktaya Önder Apo son verdi. Tarihi bir dönemin sona erdirilmesi ve yeni bir tarihi dönemin önünün açılmasıdır, dedi.

Kongre’yi nasıl tanımlayacağız? 12. Kongre, Apocu özgürlük yürüyüşünün PKK adıyla sürdürdüğü 47 yıllık tarihi sürecin sona erdirilmesi ve yeni bir sürecin başlatılmasının önünün açılmasıdır. Bu kararın alınmış olması, bu kararı alan Kongre’nin yapılmış olmasıyla birlikte yeni bir süreç başlamıştır. Bu süreci Önder Apo, “Barış ve Demokratik Toplum Süreci” olarak tanımladı. Demokratik toplumcu mücadeleyi temel görev olarak koydu.

Dönemi “Demokratik Toplum Dönemi” olarak tanımladı. Demokratik toplum nedir? Eko-ekolojik toplumdur. Demokratik toplum, ahlaki ve politik toplumdur. Demokratik toplum, kadın özgürlükçü toplumdur. Demokratik konfederalist toplumdur. Yani demokratik uygarlık kuramının paradigmasının hayata geçirilmesi, demokratik toplum sosyalizmi döneminin geliştirilmesi…

Aslında 1994’te “Diriliş tamamlandı, sıra kurtuluşta” derken, özgürlüğün sağlanmasını öngörüyordu. Ama bunu ulus-devletçi ideolojiyle öngördüğü için “kurtuluş” dedi. Hep “kurtuluş” öndeydi ve bu da ulus-devlet ideolojisine bağlıydı. Ulus-devlet olmayı hedefliyordu. Paradigma değişimiyle bu, toplumsal özgürlüğün ve demokratik yönetimin sağlanması anlamına geldi. Devlet ve iktidar paradigması aşıldı. Ekolojik, kadın özgürlükçü, demokratik toplum paradigması esas alındı.

Şimdi bunun gerçekleştirilememiş olması, yani böyle bir değişimin zihniyette, tarzda, örgütlenmede, mücadele yöntemlerinde hayata geçirilememiş olması durumu karşısında, bu sürece “dur” diyerek, yeni bir süreci geliştirmeyi hedefliyor. Bu anlamda yeni süreç, özgür yaşamın ve demokratik toplumun inşa sürecidir, geliştirilme sürecidir.

Böyle bir dönem başladı. Bunun programı savunmalarda vardır. Paradigmasını belirtiyoruz: Kadın özgürlükçü paradigma diyoruz. Toplumsal ekolojiyi esas alan paradigma diyoruz. Çünkü yer küre yok edilmek üzere; kapitalist, azami kâr pratikleri, endüstriyalist saldırılar karşısında toplum hiçbir değer tanımayan devlet ve iktidarın; kapitalist modernitenin, liberalizmin bireyciliği karşısında; toplumsal değerlerin tümünün yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu bir dönemi yaşıyoruz.

Oysa ki kadın özgürlüğüne dayalı toplum yaşamı, insan olmanın gereği; insan doğasının gereği; doğal toplumun gereği. Bir toplum kırımı var. Topluma dönük bir saldırı var. Şimdi işte bütün bunların inşa süreci, yani yeni dönem, yeni bir mücadele süreci. Onun için “programı daha somutlaştıracağız” dedi Önderlik. Yöntemi buna uygun hale getireceğiz.

Yani eski paradigmanın yöntemiyle yeni paradigma başarılamaz. Ulus-devletçi yöntemle demokratik ulus inşa edilemez. Demokratik ulus geliştirilemez. Dolayısıyla amaçla aracı bütünleştirme, uyumlu hale getirme… Bunu düşüncede olduğu kadar pratikte de, söylemde olduğu kadar eylemde de yaşanır, uygulanır hale getirmeyi ifade ediyoruz. Yeni dönem için bunu ifade edebiliriz. Kongre ile açılan süreç budur.

YENİ KİMLİKLER YENİ ÖZGÜRLÜK YÜRÜYÜŞÜ

PKK ile Apocu özgürlük yürüyüşünün PKK kimliğiyle yürütüldüğü tarih sona erdirildi. Yeni kimliklerle bu özgürlük yürüyüşü devam edecek. Bu kimlikler neler olacak? Yani Önder Apo tartışıyor. “Çok acele etmeyelim” diyor. Ama tabii uzun süre de böyle kalmaz. Çeşitli örgütlülükler toplum içerisinde zaten var.

Demokratik örgütlülük… Geçen mücadeleler içerisinde ortaya çıktı. Onlar yeni paradigmanın gereklerine göre örgütlenmelerdi. Onlardan da alınan güçle, onlar da incelenerek, elbette yeni dönemin görevlerini yerine getirecek, programlarıyla uyumlu, amaçlarıyla uyumlu, onu temsil edecek ismi, onu yürütecek yöntemi gerçekleştiren örgütlenmeler ortaya çıkacak. Bunun da örneğin, PKK ismi de olmayacak. İsim olarak bile aslında paradigmayı, onun amacını da, toplumsal dayanağını da içermiyordu PKK.

Amaç bakımından dardı. Özellikle de toplumsal bakımından, temel dayanak bakımından çok dar bir kesime hitap eder kaldı. 70’lerin başında geçer ölçü buydu. Kürdistan’a da bununla girildi. Bundan dolayı yanlış yapmadı PKK. Önder Apo başkasını yapamazdı zaten o koşullarda…

Ama şimdi yeni paradigmanın gereklerine göre olacak ki, ve bunda demokratik ulus olma, demokratik toplum olma esastır yani. Demek ki yeni kimlik demokratik toplum üzerinde gelişecek. Artık nasıl şekillenecek, bunu önümüzdeki süreçteki, yakın süreçteki tartışmalar ortaya çıkaracak.

Şimdi biz bir mücadele içindeyiz. Yaptıklarımız da bir mücadelenin gereği. Mücadele bitmiyor. Devam ediyor, edecek. Yeni yöntemlerle, yeni örgütlenmelerle sürecek. Hatta daha karmaşık, daha kapsamlı, daha çok yönlü bir mücadele olacak. Bir sefer Önder Apo şöyle demişti: “Şimdiye kadar yaptıklarımız bir başlangıçtı. Esas büyük mücadele ve devrimsel gelişmeler bundan sonra yaşanacak.”

Evet, şimdiye kadar ulusal dirilişi tamamlayan, Kürt varlığını ve farkındalığını kesinleştiren mücadele bir başlangıçtı. Bu var olmanın, özgür yaşadığı, demokratik geliştiği büyük dönem önümüzdeki süreçte olacak, gelişecek, yaşanacak. Hedefimiz bu. Ama herkesin hedefi bu değil. Bu bizim hedefimiz. Başkalarının hedefi başka. Onların çıkarları başka.

Bu bakımdan iktidarın hedefleri başka, muhalefetin hedefleri başka, devletin paradigma değişimini yapıp yapmayacağı, ne kadar yapacağı belli değil. Bazıları daha şimdiden “PKK’yi tasfiye edelim, gerillayı tasfiye edelim, işin içinden çıkalım” diyorlar. Yani o bakımdan böyle anlaşmalı, kesinleşmiş bir süreç değil. Ama başlamış bir mücadele süreci.

PKK’nin değişimi, dönüşümü, silahlı mücadele yönteminde değişiklikler yeniden gündeme gelmedi. Uzun süredir gündemimizde, tartışıyoruz, değişiklikler yapmaya çalıştık, kısmen yaptık, tamamlayamadık. Şimdi onları tamamlayarak yürümek istiyoruz. Fakat saldırırlar, imha etmek isterlerse her varlık kendini korumak için, canını kalmak için çırpınır. Elbette ki bütün bunlar bir oyun olarak ortaya çıkacaksa…

Şöyle görünüyor. İçine girilen süreç çok fazla fırsat, imkân verecek gibi görünmüyor ona. Ama bu bizim görüşümüzdür. Başkaları farklı görebilirler, farklı değerlendirebilirler.

Dolayısıyla kendi amaçları doğrultusunda saldırı geliştirebilirler. Yani PKK’yi çatışma içerisine sokmak isteyenler çıkacaklar. Zaten şimdiye kadar ateşkes ilan ettik, ateşkes uygulanmaması için bir sürü sabote etmeye çalışanlar oldu.

Bundan sonra ne kadar hâkim olacak devlet, iktidar, neyi ne kadar değiştirecek göreceğiz. Biz mücadele edeceğiz. Mücadeleyi yeni yöntemlerle yapacağız. Yeni örgütlenmelerle geliştireceğiz önümüzdeki süreçte. Saldırılar olursa tabii ki yürüteceğimiz mücadele o saldırıları boşa çıkartacak biçimler alacak.

Örgütlenmelerimiz de ona göre olacak. Eski süreç olduğu gibi devam edecek ve biz ona her an dönebiliriz, diyemeyiz. O olmayacak. “Şiddet ve çatışma ortamından demokratik siyaset ve hukuk zeminine taşıma” dedi Önder Apo. Bu sadece bizim çabamızla olacak bir durum değil. Karşı taraf da bunu ister, buna göre davranırsa bunlar olacak ve Önder Apo hareketimiz bunda istekli.

Ama imhacı saldırılarla yüz yüze gelirse, oyunlarla yüz yüze gelirse, her canlının yapacağı gibi, elbette ki kendi değerlerini korumak için direnecek. Şunu söyleyeyim bunun için: Bu noktada herkes hem doğru anlamalı hem de sürece doğru katılmalı. Özellikle yoldaşlar doğru anlamalı. Kadın ve gençlik örgütlerimiz, hareketleri hep doğru anlamalı. Devrimci sosyalist dostlarımız, Türkiye’nin demokratik güçleri doğru anlamalı. Kitleler, halk, işçi ve emekçiler doğru anlamalı. Dostlarımız doğru anlamalı. Mücadele daha karmaşık, daha zorlu sürebilir, daha çetin bir mücadele süreciyle karşı karşıya gelebiliriz.

Herkes buna hazır olmalı. Nasıl hazır olmalı? Böyle kendini feda etmeye hazır değil, olup bitenleri anlayarak, karşı saldırıları boşa çıkartacak, süreci – barış ve demokratik toplum sürecini – başarıyla yürütmenin tarzını, yöntemini geliştirecek, onu başaracak bir mücadeleye hazır olmalı ve bir de bunu yürütmeli. Şimdi Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü temelinde sürüyor bu mücadele. Bunda çok daha yoğun olunmalı. Ama onu işte toplum da sahiplendi, barış ve demokratik toplum mücadelesiyle.

Demokratik toplum olma, demokratik komün toplumunu geliştirme çabasını, mücadelesini, eğitimini, örgütlülüğünü, eylemliğini her yerde geliştirmeliyiz. Durmak yok, daha büyük mücadeleye atılmak var.

SÜREÇ VE OLASI OLUMSUZLUKLARA KARŞI TEDBİRLER

Tedbir bizim bilinç ve kararlılığımızdır. 52 yıllık büyük mücadelenin ortaya çıkardığı özgürlükçü ve demokratik değerler… Yani Önder Apo’nun mücadelesi, 47 yıllık PKK direnişi çok büyük değerler yarattı. Bu değerler büyük bir miras olarak yeni sürece bırakılıyor. Böyle ortadan kalkmış, yok olmuş değil tabii yani. En büyük güvence, tedbir budur.

Yani böyle, nasıl diyelim, bu kararı aldık ama bu bir dağılma kararı değil bu tabii yani. Bazıları yazıyordu: “Buharlaşacak mı bu insanlar?” Bu bir buharlaşma kararı değil. Bize öyle yaklaşanlar, dayatanlar olursa kendileri boşa çıkarlar.

Şunu söyleyeceğim: Karşı tarafta da, iktidar ve devlet katında da geriye dönmesi zor olan bir süreç var. Onları değerlendiriyoruz, görelim yani. Öyle çeşitli çevrelerle anlaşmaya çalışıyorlar, görüyoruz. Ama hiçbir anlaşma kendilerini kurtaramaz. Bilmem işte Amerika ile görüşmeye, anlaşmaya çalışıyorlar. Avrupa ile çalışıyorlar. Rusya ile çalışıyorlar. İsrail ile çalışıyorlar. İran ile zaten sürekli temas halindeler, dirsek teması halinde. Fakat hiçbirisi kurtarmaz.

Şunu söyledik biz: Yani değişmeyen, Kürt karşıtı paradigmayı değiştirmeyen bir Türkiye’nin önünde iki seçenek var; ya içinde yer aldığı sistemle savaşa girecek ya da teslim olacak. Bu sistemin İsrail egemenliğinde oluşturmak istediği yeni Ortadoğu hegemonyasına teslim olacak.

Bunları yapmayacaksa o zaman tek yol kalıyor: Önder Apo’nun öngördüğü, geliştirilen Kürt sorununda paradigma değişimini ve bu temelde Türkiye’nin demokratikleşmesini öngörecek. Demokratik cumhuriyeti öngörecek. Demokratik topluma ön açacak, yer verecek. Demokratik yerel yönetimlerin gelişmesini kabul edecek. Köklü bir demokratikleşme yaşayacak yani.

Ancak öyle bir demokratikleşme, Kürtlerin sorununu çözebilir; Türkiye toplumunun, işçilerinin, emekçilerinin, çeşitli etnik gruplarının sorunlarını çözebilir; Türkiye’yi birleştirebilir ve Türkiye’nin imkânlarını toplumun gelişmesinde kullanmaya götürebilir.

Şimdi savaşa sürüyor, çatışmaya sürüyor. Zindanlar üç kat dolu, polis eskiden olanın belki de on katı büyütülmüştür – resmi açık. Ordu öyle. Her şey bu savaşta gitti, tükendi.

Bu bakımdan yani şöyle değil: Eski yapılarımızı böyle korumak ve ona dayanarak bir güvence sağlamak değil… Yeni düşünceyi, değişimi anlama, özümseme; buna sağlamca sahip çıkarak Önder Apo’nun yeni dönemde atacağı adımlara katılma, açtığı – savunmalarda ortaya koyduğu – çizgiyi anlayarak onun gerektirdiği örgüt ve eylem biçimlerini geliştirme, mücadeleyi bu temelde yürütme en büyük güvencedir.

Bunun için de yaratılan birikim, miras değerlendirilecektir tabii. Bu miras öyle yok edilecek, ortadan kaldırılacak denilemez. Öyle olur mu? O zaman o Kürt toplumu… Öyle yaklaşılırsa, bu şu anlama gelir: Kürt toplumu soykırıma uğratılacak.

DEĞİŞTİRİLMEK İSTENEN SİLAHLI MÜCADELE YÖNTEMİDİR

Yani 50 yıldır direnip yarattıklarını ortadan kaldırırsa – bunlarla var oldu zaten – Kürt varlığı PKK mücadelesiyle yeniden yaratıldı. Önder Apo, geleneksel Kürt toplumsal yapısı ve örgütlülüğü dağıldıktan sonra yeni özgür bir Kürtlüğü, demokratik bir Kürtlüğü yaratmak üzere mücadeleye girdi. Ve eğitimli ve örgütlü olduğu kadar vardır Kürt toplumu.

Sen şimdi bu örgütlerin hepsini dağıttın mı, Kürt’ü yok etmiş olursun zaten. Öyle bir şey yok, kimse öyle anlamamalı. Öyle bir şey olamaz yani.

Değiştirilmek istenen, silahlı mücadele yöntemidir. Onu temel mücadele biçimi olarak esas alan, ona göre örgütlenen yapı tartışılıyor. Silahlı mücadele örgütleri, bunu tartışmalarda Önder Apo da, hatta karşıtlar da açıkça ortaya koydular.

Bu bakımdan, herhalde şunu söylememiz gerekir: Demokratik, siyasi, ideolojik Kürt toplum örgütlülükleri, bu temeldeki çalışmaları, mücadeleleri sürüyor, devam ediyor. Daha da geliştirilecek, yeni paradigma temelinde, başlatılan yeni sürecin etkili katılımı temelinde geliştirilecektir. Herkes bunu bilmeli.

Örgütler bilmeli, toplumumuz bilmeli. Kadınlar, gençler özellikle bilmeli. Eğer böyle bilinmez de tersi anlaşılırsa, o yanlış olur, tehlike ortaya çıkar. Ama gerçek durum öyle değil.

Gerçek durum bu biçimdedir. Hiç kimse diğerine bir şey söyleyemez yani: Kürtlere “Niye örgütlü toplumsunuz? Niye kendi örgütlerinizi kuruyorsunuz? Niye kendi örgütlerinizle yaşıyorsunuz? Niye dilinizle, kültürünüzle yaşıyorsunuz?” diyemez. Ondan, o tür değerlerden vazgeçin diyemezler Kürtlere.

Onu diyenlerin karşısında şimdiye kadar nasıl dik durulup direnildiyse, bundan sonra daha fazla dik durulup direnilecektir. Bu bilinç ve güvendeler. Bunlardır yani.

ARTIK ALTERNATİF BİR YAŞAM ORTADA

Ben PKK’ye katılmadım; ben Önder Apo’ya katıldım. Yani ben sosyalist düşüncelerle tanıştığımda, tabii başka bir okulda, öğrenci çevresindeydim. Onun gelişimiyle, daha sonra böyle örgütlerle mücadele haline gelen çevrenin içinde kendimi buldum. Yani eğitim süreci bunu getirdi. Ve bu çevrenin iradi gücü, yaratıcısı, yürütücüsü vardı ve bu Önder Apo’ydu. 1973 Ekim’inde tanıdım Önder Apo’yu.

Ondan önce de grupta yer alan başka arkadaşları tanımıştım. Yani devrimci öğrenci arkadaşlığımız vardı. Ama böyle bir grupla karşılaşma Önder Apo’yla tanışmayla oldu. Bu mevcut şimdiye kadarki mücadeleyi yürüten düşüncelerle, sistemli düşüncelerle karşılaşma, Önder Apo’yu tanımakla oldu. Dolayısıyla yani Apocu gruba katıldım ben tabii. Ankara’da...

İşte 1973 sonundan itibaren o arkadaş çevremiz öyle sürdü. Ankara’da grup oldu. Sonra Kürdistan’a dönüş oldu. Kürdistan’a grup döndü. Ben de döndüm, katıldım. Ve nasıl oldu? Çubuk Barajı toplantısı oldu. Temeli atıldı. 76 Ocağında Dikmen toplantısı oldu. Ülkeye dönüş kararı alındı.

77’nin Kasım’ıydı herhalde, yine örgütlenme üzerine tartışma yürüten bir toplantı oldu. Oradan bir karar çıkmadı. Sonuçta tartışmaların devam edilmesine karar verildi. Bir yıl sonra, 78 Kasım’ında bir toplantı oldu. Orada parti olmaya ve bu partinin isminin de PKK olmasına karar verildi.

Kongre’ye giderken, önceki toplantılardan farklıydı tabii. Yani program taslağı vardı, 77’de hazırlamış, göndermiştik. Manifesto 78 Temmuz’unda yazıldı: “Kürdistan Devrimi’nin Yolu”. Serxwebûn dergisi olarak basıldı, eldeydi, dağıtıldı. Yani bunlar bir hazırlıktı. Bunların ardından gelişen toplantıydı.

Şu söylenmişti bir de: Bu belgeler okunarak, tartışılarak gelinsin kongreye. Öyle bir delege seçimi yoktu. Önderlik belirledi. Ama bazı arkadaşları görevlendirmişti bölgelerde, onlar da diğer arkadaşları belirliyorlardı. Öyle gittik. Neye gittik, ne kadar hazırdık?

Zaten sonraki süreçlerde hep Önder Apo bol bol eleştirdi, değerlendirdi. “Hiç hazır değildi arkadaşlar.” Yani onun için parti olmayı çok önemsiyordu. Mevcut kadro duruşuyla partileşme ne kadar olur, onu kestiremiyordu. Ama tabii hazırlıksız olsa da bir heyecan, coşku, belli bir bilinç, onların verdiği güven, irade, ataklık vardı yani. Piramit bir gruptu Apocu grup. Pasif, kendiliğinden yürüyen bir grup değildi. Eylemci bir gruptu, dinamik bir gruptu. Ama ancak bu kadardı. O söylenebilir.

Önder Apo’ya katılınmıştı. Önder Apo neyi kararlaştırır ve yürütmek isterse, onun gereklerini yapmak üzere bir inanç, bilinç, güven oluşmuştu. Katılım gerçekleşmişti.

Şimdi tabii 12. Kongre çok farklı. Parti bizi eğitti. Mücadelemizi eğitti. Bu kadar şehit verdik. Pratiklerin hepsi en değerli okuldu. PKK’nin her adımı müthiş eğitici bir okul rolü oynadı. İçinde yer alanları değiştirdi. Yani bunu sözlü eğitimde yaptı, esas olarak da pratik yaşamda yaptı.

Öyle görünmez bir durumdur. İçinde yaşayanlar fazla hissedemiyorlar, fark edemezler. Ama dışında olanlar, farklı bir yaşamın, ayrı bir duruşun, ayrı bir toplumun, insan ilişkisinin var olduğunu hep ifade ediyorlar. Sırrı Süreyya Önder en çok bunları ifade edenlerden biriydi; bir kere daha analım. 2013 sürecinde birkaç defa geldi. Resimler zaten yayınlanıyor. Anlatıyordu. Önemli bulmuştu.

Yine Türkiye’den gelen birçok sol sosyalist çevre, gerillada ortaya çıkan yaşamı alternatif bir yaşam olarak değerlendiriyorlardı. Bazı gençler gelmişti önceki yıllarda. Diyorlar ki, “Burada ne yaşamdır! Böyle bir yaşamın var olduğu kitaplarda okuyorduk ama olabileceği hayaldi. Burada gerçek gördük.” Ve bir kısmı, “Biz gitmeyiz, bunun içinde kalacağız” diye dayatmada da bulundular.

Şimdi uzatmaya gerek yok ama gerçekten de büyük bir bilinçlenme, değişim, gelişme, yeni özgür bireyi, oradan oluşan demokratik toplumu ortaya çıkartan bir düzeyi ifade ediyor. Alternatif bir yaşam, alternatif bir toplum ortada. Kadın özgürlüğüne dayalı özgür yaşam ve demokratik toplum, demokratik ulus toplumu bir çekirdek olarak Kürdistan’da gerçekleşmiştir. Bunun örgütlendirilmesi, kendi iradesiyle sürdürür hale getirilmesi, bir de çevreye yayılması gerekiyor.

Şimdi geldiğimiz nokta bu. Böyle bir düzeyde, bu bilinçle 12. Kongre’ye katılındı. Tabii eskiyle kıyaslanamaz bir şey. Bilincimiz var, anlıyoruz. Evet, burada da heyecan vardı, duygular vardı. Ne olursa olsun 47 yıllık bir kimlikti PKK. Halk dedi, PKK halktı, halk burada. Kadrolar, hepimiz yaşamımızın çok büyük bir kısmını bu kimlikle sürdürdük. Bizim ismimiz oldu, kimliğimiz oldu, kendimizi orada bulduk, tanımladık.

Elbette uzun da sürdü bu kadar. Önder Apo dedi ya, “Tekrar oldu, uzun sürdü.” Daha fazla da kemikleşme oldu. Onun yarattığı etkiler var, öyle diyebiliriz devrimci açıdan. İnsan yine de etkileniyor. Alışkanlıklar edinen bir varlık insan türü. Duygusu ve beyni onu yaratıyor, düşünecek şeyi. Alışkanlıklar iyi değerlendirilirse bilinçtir, tecrübedir, yaşam gücü verir. Ama doğru değerlendirilmezse tutucu kılar insanı. Tutuculuk etkenidir ve gelişmenin önünde en büyük engeli oluşturur.

Yani biz tutuculuk etkeni yapmamayı esas alıyoruz. Fakat şöyle diyelim: mevcut bilinç, tutuculuğun yol açacağı engelleri önemli ölçüde aşıyor. Şu sorunları yaşadık çünkü: değişimi, dönüşümü söyleyip yapamamanın, bu temelde mücadeleyi daha başarılı, etkili her alanda yürütememenin zorluklarını, sıkıntılarını hep yaşadık. Bunu hep tartıştık. Tartışmalar içerisinde oldum ben hep.

Dolayısıyla öyle bir bilinç şeyimiz vardı. Böyle bir irade oluşturma, bunu örgüte mal etme, yürüme gücünü gösteremedik. Ama var olanı, hata ve eksikliklerini eleştiren, aşılmasının gereklerini gören bilincimiz de vardı. Ondan dolayı anlamaya çalışma, anladıkça daha coşku, heyecan kazanma…

Evet, bu kadar uzanmış kimliğin aşılması biraz burukluk verebilir insana ama yeni bir başlangıcın önünü açan, hele hele yeni bir başlangıca ki o daha büyük gelişmeleri hedefliyor — onu görebilen için, oraya yürüyen bir şey, coşku ve heyecan veriyor. Bu anlamda onun için kongreye dair duygular biraz karmaşıktır, çok yönlüdür. Değişik şeylerin iç içe olduğu bir durumu ifade ediyor.

Esas olan bilincin yönlendirmesidir. O da var olanın aşılması, yenilenme ve yeni başlangıçlar yapmanın gerekliliğini görebilme, anlama ve ona inanmadır. Bu da büyük bir coşku ve heyecan veriyor.

Bundan sonra yeni sürece, Önder Apo’nun geliştireceği bütün çalışmalara bu temelde katılacağız. Bunun sözünü verdik, değerlendirmesini yaptık tüm yoldaşlar olarak. Ben de şimdiye kadar ki mücadelenin yarattığı birikim ve bundan sonra yeni süreçleri daha doğru anlama, tehlikeler karşısında daha duyarlı olma ve başarılı pratik adımlar atma çabası içinde olacağım. Bu düşünsel bütünlükte ayrıldık.

BARIŞ VE DEMOKRATİK TOPLUM SÜRECİNİN ZAFERİNİ YARATALIM

12. Kongre sonuçlarının yoldaşlar, halkımız, dostlarımız tarafından; özellikle de kadınlar ve gençler tarafından. Çünkü mücadelenin öncüsü oldukları gibi, yeni paradigma temelinde bu yeni adımın da öncüleri kesinlikle onlar olacak; doğru anlaşılmalarını isterim. Dar, duygusal yaklaşımlar sınırlandırmamalı, geri çekmemeli.

Ama geçmişin derslerini çıkarma, onları anlama, onların üzerinde yoğunlaşma, bu temelde eleştirel, özeleştirel sorgulamada bulunmaktan da kaçınmamalıyız. Süreç eleştiri-özeleştiri süreci; geçmişin derslerini çıkarma süreci. Ama geçmişte kalmadan, yeniyi görme ve ona büyük bir cesaret ve fedakârlıkla — Apocu fedai çizgisinde — daha güçlü yönelme süreci.

Herkesin böyle olmasını isterim. Bütün halk kesimlerinin, ezilenlerin, sosyalist çevrelerin, yine Türkiye’deki sosyalist, devrimci, demokratik dostlarımızın… Onlarla da birlikte yürüyoruz ve birlikte yürürsek önemli gelişmeler ortaya çıkaracağımızı, yeni adımlar atıp büyük kazanımlar yaratabileceğimizi rahatlıkla ifade edebilirim. Herkese çağrım bu temeldedir: doğru anlayalım, bütünlüklü değerlendirelim, geçmişin derslerini çıkarıp geleceğe güvenle, cesaretle bakalım ve kararlı adımlar atalım. Bu barış ve demokratik toplum sürecinin zaferini mutlaka yaratalım.”