Aleviler ve Êzidîler: 12 Eylül anayasası yırtılmalı
Aleviler ve Êzidîler: 12 Eylül anayasası yırtılmalı
Aleviler ve Êzidîler: 12 Eylül anayasası yırtılmalı
Yeni anayasanın eşitlikçi ve özgürlükçü olmasını isteyen Alevi örgütleri, bunun için hakikatlerle yüzleşilmesi gerektiğini, bunun ciddiyetle olabileceğinin altını çizerken, “Yapılacak ilk ve tek iş 12 Eylül anayasasını yırtmaktır. Yerine tüm inançlara, etnik topluluklara eşit muameleyi esas alan yasal bir düzenlemedir. Bu zihniyet değişiminin ilk adımıdır” görüşünde. Uğradıkları ayrımcı, ırkçı uygulamalar nedeniyle Türkiye’de sayıları yaklaşık 400 civarında kalan Êzidîler ise inançlarını ve kültürlerini özgürce yaşayabilecekleri bir ortamın sağlanmasını istiyor.
Yürütülen yeni anayasa tartışmalarının bir başka yönü ise inanç eksenli boyutu. Türkiye’de on yıllardır yaşadığı baskı, ötekileştirme türünden yaklaşım ve politikalara maruz kalan Müslüman olmayan ya da farklı inanca sahip, farklı ibadet ritüellerini icra eden toplumlar, çoğulcu, demokratik, eşitlikçi bir anayasa istiyor. Bu talebin sahipleri arasında Aleviler ve Êzidîler de yer alıyor. On yıllardır uğradıkları katliamlar hep karanlıkta bırakılan Alevi ve Êzidî toplumu, devlet geleneğinde iktidarın ismi ve siyaseti değişse de kendilerine yönelik tutum değişmedi.
İnkar, katliam, saldırı, hakaret, ötekileştirme adına ne varsa en alasını yaşayan Aleviler son olarak AKP’nin İstanbul’da yapmak istediği 3. köprüye tarihte 40 bin Alevi’nin katili olarak bilinen Yavuz Sultan Selim’in ismini vermek istemesine oldukça tepkili. AKP ise bu tepkiye geçtiğimiz haftalarda kimi “yenilikler” ile karşılık vererek, “jest” yapmak istedi.
Ancak AKP’nin Alevilere bir parmak bal çalmaktan öte bir anlam taşımayan “jest”ini ise Aleviler, yutmuyor. Bugüne kadar Maraş, Dersim, Çorum, Sivas, Gazi gibi binlerce Alevi’nin yaşamına kastedilen katliamlar, “barış” sürecinde yüzleşmeyi ve hakikati bekleyen yüzlerce olaydan sadece birkaçı. Bu noktadan hareketle yeni anayasa sürecinde Alevi örgütlerinin temsilcileri, bu tartışmalara bakışı ve kendi cephesinden doğru yaklaşımlarını ANF’ye değerlendirdi.
‘HAKİKATLE YÜZMEŞMEK CİDDİYET GEREKTİRİR’
Pir Sultan Abdal Küldür Derneği (PSAKD) Genel Başkanı Kemal Bülbül, dünyada bu yüzleşme ve hakikatleri araştırma girişimlerinin birçok örneği bulunduğuna dikkat çekerek, “Güney Afrika, Latin Amerika ülkeleri buna örnektir. Türkiye’de hakikatlerle yüzleşmek için ciddi bakış lazım. O da şu; parlamentoda 10’u hükümetten biri muhalefetten oluşan komisyonlarla hakikatleri araştırmazsınız. Hakikaten mağduriyete uğramış kesimlerin içinde bulunduğu bir grupla yapılır. Kürtler, Ermeniler, Aleviler ve Êzîdîler gibi. Sorun Alevilikle ilgili, Alevi toplumuna yapılan saldırı, soykırım, katliam ile ilgiliyse Alevi kurum yöneticileri, Alevi tarih araştırmacıları mutlaka bu komisyonlarda bulunmalı. Parlamentodan da bulunanlar olsun. Buna bir şey demiyoruz. Araştırma ‘böyle bir katliam olmuş ama es geçelim’ ile olmaz. Tüm boyutlarıyla ortaya konmalı. Bir bu katliamda devletin sorumluluğu nedir? İki o dönem yöneticiler kimler yerel yöneticiler kimler, ortaya çıktığı arşivlerin açıklandığı gizli saklı kalmadığı bir durum. Sonuçta evrensel hukuk işletilmeli. Uluslararası insan hakları ve sözleşmeler çerçevesinde sonuçlandırmak ve bunun üzerinden de maddi manevi özür dilemek. Zarara uğrayanların zararını tazmin etmek ve özür dileyerek bu olgunluğu göstermek” dedi.
AKP’nin siyaseti, demokrasiyi bir bulamaca çevirdiğini, bunu kendisinin yediğini ve ara sıra da toplumun dudağına çaldığını ifade eden Bülbül, “Bu demokratik yaklaşım değil. Demokrasi anlayışıyla çözüm üreten bir anlayış değil. Türk-İslamcı kimliği yürütmeye çalışan bir yaklaşım. Köprüye Yavuz Selim ismini vereceksin ardından Alevi açılımı diyeceksin. Cem evine ucube diyeceksin, hakaret edeceksin Alevi açılımı diyeceksin. Dersim’i katleden CHP demekle olmaz, bu bir devlet geleneğidir. AKP de bunun bir parçasıdır. 2002’de kurulmuş olabilir ama kökü Osmanlıya dayalıdır. AKP, Dersim’de Celal Bayar olarak vardır. Kendini işin içinden sıyırmaya çalışıyor. AKP kendi yaklaşımıyla durumu karikatürize ediyor. Kabul edilebilir bir ciddiyeti yok. Gerekiyorsa, falan filan diyorlar” diye belirtti.
‘AKP KENDİNİ YENİDEN ONAYLATMANIN PEŞİNDE’
“Dersim’de mağaralar dolusu kemikler ortaya çıktı. Her şey açık” diyen Bülbül, “Buna ilişkin hükümetten yerel idareden bir umursamama gibi tutum var. Bu katliamı onaylamaktır dolaylı olarak. Alevi açılımı deniyor. Bu açılım 3 Haziran 2009’da başladı. İlki buydu. Diğer açılımlar da eksilerde. Kürt sorunuyla ilgili barışçıl tablo var deniyor. Tablo ortada. AKP ve Başbakan, ‘Biz Türkiye’nin sorunlarını çözmeye muktediriz’ imajı yaratmaya çalışıyor. Yetkinliğimiz ve birikimimiz var diyorlar. Ben de diyorum ki; böyle bir birikimi ve siyaset anlayışı yok. Çözemez de. Böyle yaparak AKP, ulusal ve uluslararası kamuoyunda kendini yeniden onaylatmanın peşinde. Ortadoğu’da kendi aklınca oluşturduğu politikaları sürdürme peşinde” ifadelerinde bulundu.
‘BAŞBAKANIN İŞİ TARİHİ YENİDEN TANIMLAMAK DEĞİL’
Açılım politikalarının nihai bir asimilasyon politikası olduğunu dile getiren Bülbül, “Açılım denecek Alevilik İslam’a ve siyasi İslam’a endekslenecek. Bunun üzerinden cem evlerine güvence verilecek. Tarif edilemeyen, ıkınıp sıkılan bir şey. Kilise, cami neyse cem evi de odur, ibadethanedir. Yok efendim kültür evi deniyor. Bu sana mı kaldı ki? Başbakanın kültürel birikimi Alevileri tanımlamaya yetmez. Başbakanın işi tanımlanmışları tanımaktır. Alevilik zaten tanımlanmış. Yasal haklarını veriyor musun, vermiyor musun, mesele bu. Başbakan ve AKP, meşruiyetini yitirmiştir. Gezi eylemlerindeki tutumu, katledilen gençlere yaklaşımıyla AKP, meşruiyetini ve hükümet olma özelliğini kaybetmiştir. Buradan çıkarak bir sinirlilik, bir kibir ile kamuoyunda mitingler yaparak, güçlüyüm diyerek mesaj verme kaygısı var. Bunu böyle yapmaması lazım Başbakanın” diye kaydetti.
‘YAPILACAK İLK VE TEK İŞ 12 EYLÜL ANAYASASINI YIRTMAKTIR’
“Açılıma gerek yok. Yapılacak tek şey 12 Eylül anayasasını yırtmaktır” diyen Bülbül, şunları söyledi: “Yerine yeni bir anayasa yapılacaktı. Bunda da yapılacak ilk şey o değiştirilemez değiştirilmesi teklif edilemez fıkralarının kaldırılması olacaktı. İkincisi yurttaşlık tanımı. Bir anlayışı, etnik kimliği egemen kılmayan onun üzerinden tanım yapmayan, bir inancı egemen kılmayan yani Türk-İslamcılık yapmayan, bütün inançları ve etnik topluluklara eşit yaklaşımla yurttaşlık tanımı yaparak eşit bir durum. Ama başbakan ve hükümet bir komisyon oluşturdular. Her partiden 2-3 kişi var. Hele gelin ne diyorsunuz? Siz kimsiniz, ben size niye bir şey anlatıyorum? Siz yasama organısınız. Yasa yaparsınız. Anayasa ise geçici meclis tarafından oluşturulur. Halk, sivil toplum örgütleri, siyasi partiler tüm realite katılır. Seni dinleyelim meselesi değil. Bu efendi köle ilişkisidir, demokratik ilişki değil. Yanlış kurgulandı anayasa yapım süreci. İğdiş edildi. Anayasa süreci diye bir şey yok. 48 maddede uzlaşma sağlanmış da ne? Sen niye 12 Eylül anayasasını yırtıp atmıyorsun? Onun arkasına niye sığınıyorsun. Hakkımı ihlal eden, bana hakaret eden, hak talep ettiğim için mahkum eden bir anayasanın meşruiyeti yoktur. Samimiyet buradan başlıyor. 12 Eylül anayasasının bazı sözcükleri silinip değiştirmekle yeni anayasa olmaz.”
‘ÇÖZÜM’ İMAJI YARATILMAK İSTENİYOR
Bu bocalama içinde tamamını kendilerinden götürdüklerini dile getiren Bülbül, “kendilerinden götürdüklerinin” kendi önerileri ve projeleri olduğunu söyledi. AKP’nin kimi üniversitelere Alevi toplumunda önemli yere sahip Pir Sultan Abdal’ın, Hacı Bektaş Veli’nin isimlerini vermelerinin tamamen kendi önerileri olduğunu belirten Bülbül, “Üniversitelere verilen isimler bizim önerilerimiz. Hırsızlanmış, güya kendi projeleri. Dersim’dekine Pir Sultan Üniversitesi vereceğine Sivas’taki üniversiteye bu ismi ver. Dersim’dekine Seyit Rıza Üniversitesi ismini ver de göreyim seni. Ondan sonra Madımak katliamının zaman aşımına uğramasında aynı hükümetin onaylayan tutumu var. Katilleri aklama durumu var. Sanki çözüyormuş gibi mevcudu ilerletmek, güçlendirmek var. Saldırı, asimilasyon, inkar politikasını revize edip güncelde kendini yürütmek var. Bunun adı açılım değil, saldırıdır. Biz de elbette ki savunma yapacağız. İşin tuhaf yanı parlamentodaki partilerin anayasadaki yetmez ama evet ifadeleri. Ne demek bu. Yetmez ama hayır. Bu anayasanın kimi maddelerinin tadil edilmesi bu durumu gerektirmiyor. Parlamentodaki partiler, ondan diliyorlar ihsan ediyor evet veya hayır değil. Partilerin grup olmaktan kaynaklı eşitliği var. Eşitler birbirine evet hayır demezler. Uzlaşırlar, bunu ortak paylaşırlar. Biri yapıp öteki onaylayan konumda olmaz. Burada da yanlış. AKP aslında Alevi’ye, Kürt’e, gençliğe, kadına, gezi eylemcesine, tamamına birden politik saldırı konsepti içindedir. Bunun adına da açılım barış diye tanımlıyor. Bu sahte bir tutumdur. Buna karşı kamuoyunun uyanık olması gerekiyor” dedi.
‘TEMEL SIKINTI TEKÇİ ZİHNİYET’
Anayasa sürecine ilişkin mitingler, konferanslar yaptıklarını dile getiren Bülbül, şöyle konuştu: “Meclis’e davet etliler, gidip görüşlerimizi ifade ettik. Fakat bunlar suya yazı yazmak gibi bir şey onların nezdinde. Türkiye toplumu ve siyaset kamuoyunun yeni anayasa istediği kesin. 12 Eylül anayasasını cilalayıp yeni diye yutturmaya çalışanlar var ve yeni anayasa isteyenler de var. Alevi toplumu olarak cem evi ve zorunlu din dersi kadar dar taleplerimiz yok. Yapısal değişiklik istiyoruz. Eğitim tamamen demokratikleştirilmeli. Tarih edebiyat derslerinde farklı etnik kültürlere ve inançlara hakaretler ortadan kaldırılmalı. Eşitlikçi, özgürlükçü, laik eğitim olmalı. Bir diğeri Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması. Toplumun her kesimini inanılmaz bir abluka, gericilik, asimilasyon örgütlüyor. Tekke ve zaviyeler Kanunu türünden düzenlemelerin kaldırılmasını istiyoruz. Devletin idaresinde tek kimlikçiliğin kaldırılması. Temel sıkıntı bu. Tekçilik. Tek devlet, tek bayrak, tek millet var. O da tek dinciliktir esasen. Başbakan tek dincilik üzerinden bunları söylüyor. O da asimilasyon, ırkçılıktır. Bu olmadıktan sonra cem evini tanısa ne olur tanımasa ne olur? Biz cem evlerimizde zaten ibadetimizi yapıyoruz. Eşit koşullarda bunun oluşturularak organize edilmesi gerekiyor. Sonuç olarak yeni anayasa süreci üzerinden bütün çözümler yapılabilirdi. AKP yaptığı atraksiyonlarla bu süreci iğdiş etti. Alevi sorununa bakış, Kürt sorunu çözümüne ve gezi eylemcilerine bakışındaki durum kendi meşruiyetini yitirmesine neden olmuştur.”
ABF BAŞKANI ÖZEL: İSTEĞİMİZ BÜTÜN İNANÇLARI EŞİT MUAMELE
Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) Genel Başkanı Selahattin Özel ise Alevilerin temel sorunlarının başında cem evi gelmediğini, insan hakları, demokrasi, temel hak ve özgürlükler sorunu geldiğinin altını çizdi. Yeni anayasa sürecinde temel hak ve özgürlükler soruna çözüm getirilirse bu çözümün içinde inanç özgürlüğünün de olacağına dikkat çeken Özel, “Devletin inançlara eşit davranması olacaksa, bu Aleviler için de geçerli olacaktır. Alevilik ilgili her şeyin anayasada kelime kelime yer almasını doğru bulmayız. İstemimiz bütün inançlara eşit muamele yapan bir anayasa olsun. Devlet de bu anayasayı yürütmeye koysun” diye konuştu.
‘ASİMİLASYONCU DİN DERSLERİNİ REDDEDİYORUZ’
“Zorunlu din dersi, adı üzerinde ‘zorunlu’. Oysaki inançlar gönül işidir” diyen Özel, inancın birey ile tanrı arasındaki bir gönül muhabbeti olduğunu söyledi. Zorunlu olan her şeyi inançları gereği reddettiklerini ifade eden Özel, “Din dersleri modern hiçbir ülkede zorunlu değildir ve bu dersleri devlet vermez. Devlet bu dersleri almak isteyen inanç sahiplerine olanak sağlar, ortam sağlar. Dersi verenlerden pedagojik yetkinlik arama hakkı olabilir, ama bu derslere girip girmemeye psikolojik hiçbir baskıya maruz kalmadan aile karar vermeli. Dersin içeriğine de inanç temsilcileri belirlemeli. Kısacası zorunlu din derslerini çağdışı buluyoruz. Alevi çocuklarına da uygulanan bu dersleri asimilasyoncu buluyor ve reddediyoruz. Devlet elini dinden, imandan çekmeli, inancı inanç sahiplerine bırakmalı. Devletin dine, imana, inanca en büyük hizmeti laiklik ilkesini tam anlamıyla uygulamasıdır. Devletimiz bu ilkeyi uygulaması bütün inançlara hizmet olduğu gibi Aleviler de hizmettir. Biz de devletimize ‘hizmetiniz kabul ola demek’ düşer o zaman. Bunun şu an bir ütopya olduğunu biliyorum ama bizde ütopya olan birçok uygulamanın birçok ülkede yıllardan beri uygulandığını da biliyorum. Sadece üye olmak istediğimiz Avrupa Birliği’nin eğitim kriterlerine bakmak yeterli olacaktır” dedi.
‘ZİHNİYETİN DEĞİŞMESİ İÇİN ANAYASA KÜÇÜK BİR ADIMDIR’
Yalnız Alevi katliamları ile değil bütün katliamlarla yüzleşilmesi gerektiğine işaret eden Özel, “Bu kadim topraklarda eli kana bulaşan ar ile eli kanı kana bulaşmayanlar Ayıt edilmeli, açıklanmalı, bilinmeli. Bilinmeli ki yeni anayasa veya yeni toplumsal projeler eli kana bulaşmamışlar üzerine inşa edilmeli. Binlerce yıldır bu kadım topraklara yaşam veren, yaşayan Alevi toplumunun eline kan bulaşmamıştır. Kanları en çok dökülen bir inancın mensuplarını eline tarihin hiçbir döneminde kan bulaşmadığını bu kadim toprakların diğer yaşayanları da bütün çıplaklığıyla bilmeli. İşte bu karşılıklı tanıma da yüzleşmeden geçer. Anadolu topraklarında yaşayan herkes geçmişi ile yüzleşmek zorunda. Bu büyük insani projeyi de kim yaparsa yapsın biz Alevilerin saygınlığını kazanır, rızasını alır. Her şeyi anayasaya yazmak ile sorunlar çözülmüyor ne yazık ki. Asıl sorun zihniyet sorundur. Zihniyetin değişmesi için anayasal güvence ancak küçük bir adım olabilir diye düşünüyorum” ifadelerinde bulundu.
ÊZİDİLER: UMUTLUYUZ
Yoğun olarak Urfa, Diyarbakır, Batman ve Mardin’de yaşayan Êzidîler, inançları ve kültürleri nedeniyle gördükleri baskılar nedeniyle 2007 yılındaki verilere göre Türkiye’de 377 civarında bir nüfusa sahip. Türkiye coğrafyasında yaşayan, azınlık konumundaki her halk gibi Êzidîlerin de ayrımcılığa, nefret söylemlerine maruz kaldıkları için zorunlu olarak göç ettikleri biliniyor. 12 Eylül askeri darbesi ile birlikte hem Kürt olmaları hem Müslüman olmamaları nedeniyle ırkçı, ayrımcı saldırılara maruz kalan Êzidîlerin nüfus cüzdanındaki din hanesi ya boş bırakılmış, ya x işareti ya da - işareti yazılmış. Köylerine, topraklarına el konulan; bağları, bahçeleri sahiplendirilmiş; kutsal yerlerine saldırılmış, dini, kültürleri yok olmakla karşı karşıya kalan Êzidîler, maruz kaldıkları haksızlık, baskı ve ayrımcılığa karşı yeni anayasa sürecinin umudunu taşıyor.
1978 yılından bu yana ailesi ve tüm köyü ile birlikte Almanya’da diasporada olan ve 1999 yılında İkinci Barış ve Çözüm Grubu ile Êzidî toplumunu temsilen Türkiye’ye gelen Hacı Çelik, Kürdistan’ın inanç bağlamında en çok zarar gören toplumlarının başında Êzidîlerin geldiğini vurguladı. Êzidîlerin on parçaya bölündüğünü ifade eden Çelik, “Büyük bölümü Güney Kürdistan’da kaldı. 1915 Ermeni soykırımı döneminde de binlercesi Ermenistan’a gitmek zorunda kaldı. 1830-32 Osmanlılar döneminde özellikle Garzan bölgesinde Êzidilere yönelik yapılan katliamlar sonrasında göç başladı” dedi.
‘ÊZİDİLER ALEVİLER GİBİ YOK SAYILARAK GELDİ GÜNÜMÜZE’
“Botan ve Garzan bölgesinde yapılan katliamlarda Süryani, Ermeni ve Êzidîler yaşadıkları yerde katliamlara uğradı. Ermenistan’a göç etti” diyen Çelik, şunları ifade etti: “1915’de Êzidî kalmadı Serhat’ta. Êzidî kökeninden gelen Ağrı’da halen Mala Halis Beg diyorlar, onlar hep Ezidi. Göç etmemişler ama inanç anlamında asimile olmuşlar. Sovyetlere de göç olmuş o dönemler. İnanç olarak Êzidîler hiçe sayıldı. Aleviler nasıl olduysa Êzidîler de dualarını yapamadı, dini eğitimini yapamadı. Kimliklerinde inanç hanesine dinsiz yazmış ya da boş bırakılmış. Kimileri de İslam yazmış korkusundan. Onun için Êzidîlerin cumhuriyetten sonraki dönemde Türkiye’deki yaşamı daralmış. Köylerle sınırlı kalarak korumuş inançlarını. 1960-70’lere doğru erkek çocukları ancak okullara gidebilmiş. Az sayıda da kız çocuğu da okula gitmiş. Onlar da dini olarak İslam eğitimi almak zorunda kalmış. O nedenle Êzidîler, yok sayılarak gelebildi günümüze kadar.”
‘ÊZİDİLER ANAYASAL GÜVENCE İSTİYOR’
Êzidîçocukların okullarda dini eğitim neyse ona katıldığını ve bunun da zorunlu kılındığını vurgulayan Çelik, “Bu bizim için kabul edilemez bir şey. Eğer dini inancı, eğitim ve kurs almada mevcut haliyle devam ederse yeni anayasa yeni bir şey getirmez. Bu noktada beklentiler var. Kendi inançlarını özgürce yaşamaları en büyük beklentileri Kürdistan’daki Êzidîlerin. Çoğu Avrupa’ya gitmiş. 300-400 kişi kaldı. Viranşehir’de, Mardin’de, Beşiri ve Batman ile Kurtalan’da var. Onun dışında Êzidîler kalmadı. 1992’de Avrupa’ya göç etmiş Êzidîler köylerine dönmek istiyorlar. Ama sünniler köylerine el koymuş, dönemiyorlar. Mallarına el konulmuş. Bunlar da mahkemelik. Yeni anayasadan bu yönlü beklenti yüksek. Kürtlerden, Êzidîlerden Süryanilere kadar. Êzidîlerin çoğu dönmek istiyor ama bu anlamda güvenceleri yok” dedi.
‘İNANCIMIZI VE DİLİMİZİ YAŞAMAK İSTİYORUZ’
“Geçmişte başbakan aforoz etti. ‘Bunlar Yezidtirler, Zerdüşttürler’ dedi. Bu bizim için hakarettir” diyen Çelik, şunları ifade etti: “Bu ülkenin başbakanı kendi vatandaşına ‘Yezid’ diyemez, onlar Êzidî. Yezid başka bir şey Êzidîbaşka. Alevilerle Êzidîler arasında çelişki yaratmak isteniyor. Onlar Zerdüşt deniyor. Bu inanç. Kürdistan’ın en büyük inancı Zerdüştlüktür. Kuru sözle bunu söylemek alay etmektir. Biraz daha ciddi, devlet adamı ciddiyetiyle güvence verilmeli. Kimi köylüler geri döndü ama eğitim yapamıyor. Okul yok. Dini inancını özgürce yaşayamıyor. Sünni kesimde rencide edildi toplumumuz. Yeni yeni güzel şeyler yaşanıyor. Eskisi gibi hor görme yok. Êzidîler hem toprağında inancını hem de dilini yaşamak istiyor. Dili Kürtçedir. Duaları, kabulleri, sabah, öğle, akşam duaları Kürtçedir. Dili yoksa inancını nasıl yaşayacak? Türkçe mi yapacak? O zaman da anlamı kalmaz. Bu toplumu ikna etmez. Kendilerini özgürce ifade edebilecek ortam yaratılmalı.”
'SÜNNİ DİYANETLE GEÇMİŞ ARINDIRILAMAZ'
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın lağvedilmesini ya da kurulacak sitemde inançların tümünü temsil edecek bir kurumun olması gerektiğini söyleyen Çelik, daha kapsamlı bir düzenleme yapılması gerektiğini belirtti. Alevi, Êzidî, Sünni temsiliyetinin olması gerektiğini kaydeden Çelik, “Sünni bir diyanetle geçmiş arındırılamayacak. Avrupa’yı örnek alsınlar. Kilise kimseden almıyor. Kendisi eğitimini yapıyor. Özgürce inançlar yaşatılıyor. Türkiye’de de Aleviler, Süryaniler, Keldaniler,Êzidîler var. Bu anayasada mevcut insanların özgürce inançlarını yaşayabilecekleri düzenleme yapılmalı. Binlerce Êzidînin aksi halde dönmesi mümkün değil. Anayasada dini inanç olarak kabul edilen bir düzenleme şart. Okullardan tutalım farklı alanlara kadar inançlar özgürce yaşanmalı” diye konuştu.
Eski adıyla Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne bugünkü adıyla Rusya Federasyonu’na göç etmek zorunda kalmış Êzidîlerin inancının resmi olarak kabul edildiğine dikkat çeken Çelik, “Ama burada yok. Irak’ta Federe kürdistan’da resmi din olarak kabul edilmiyor. Bunun resmi anlamda kabul edilmesini istiyoruz. Özgürce inancını öğrenebilmeli Êzidîler. Bunu kimliğine yazabilmelidir. Ancak bu şekilde ikna edilir. Başından o kadar ferman geçen bir toplum bu şekilde ikna edilir” ifadelerinde bulundu.
Suriye’de de birçok Êzidî’nin kimliksiz olduğunu vurgulayan Çelik, “Orada Kürtler kimliksizdi. Vatandaşlık anlamında kimlik verilmiyordu. Türkiye’deki Êzidîlerle Suriye’deki Êzidîler aynı hemen hemen. Ama Türkiye’deki kadar baskı yaşamıyor. Güney Kürdistan’da en büyük topluluk, 700 bine yakın Êzidî var. Êzidîlerin hac anlamında kabul edilen Laleş tapınağı orada. Ezidilerin Mîr’i orada var. En büyük dini temsil gücü Mîr’liktir. Ailesi orada. Orada Saddam’dan sonra kendi inançlarını yeni yeni okullarda öğrenebiliyor. Kimi sıkıntılar var. Halen büyük bölümü Güney Kürdistan’a bağlı değil. Merkeze bağlı. Bu da büyük sorun. Mevcut haliyle de olsa Türkiye’den iyi. Ulema var. Meclis var. Dini eğitimleri düzenliyorlar” dedi.
Çelik, barış sürecinin daha olumluya evrilmesi halinde çatışmasızlık sürecinin kalıcılaşmasıyla Avrupa’daki Êzidîlerin de geleceklerini belirtti.