‘Almanya bir gün Kürtlerden de özür dileyecek’

‘Almanya bir gün Kürtlerden de özür dileyecek’

26 Kasım 1993 günü ilan edilen PKK yasağının mağduru ve tanıklarından biri olan Kürt siyasetçi Mehmet Demir “Almanya Kürtlere yaptıklarından dolayı Kürt halkından özür dileyecek” dedi. Demir, 26 Kasım 1993 gecesi yapılan dernek baskınlarıyla PKK’nin kuruluş yıldönümüne ilişkin şu mesajın verilmek istendiğini söyledi: “Nasıl bu örgütle doğduğunuzu iddia ediyorsunuz, o zaman biz de bu örgütün yıldönümünde sizi bitiririz.”

Maraş/Pazarcık doğumlu olan Mehmet Demir, 36 yıldan bu yana Almanya’da yaşıyor. 1981 yılında Almanya’da açılan Köln Devrimci İşçiler Derneği’nin çalışmalarında yer alan Demir, Almanya’daki ilk Kürt örgütlenme ağı Kürt dernekleri federasyonu FEYKA-Kurdistan’ın kuruluşunda yer aldı. 26 Kasım 1993 günü başkanlığını yaptığı Duisburg Kürdistan İşçi Derneği de İçişleri Bakanı Kanther’in imzaladığı kararnameyle yasaklandı.

Demir ise bir ay geçmeden yasaklanan 29 dernek yerine 50 dernek açtıklarını hatırlatıyor ve şunu ekliyor; “Eğer o yasağa karşı halkımızın direnişi olmasaydı, bugünkü derneklerimiz olmayacaktı.” 62 yaşındaki Mehmet Demir, o gün yaşadıklarını, Kürt derneklerinin gördükleri baskıları ve Almanya’nın Kürt politikasını ANF’ye anlattı.

- Yasaktan nasıl haberdar oldunuz? İlk yasak günü 26 Kasım 1993’ü nasıl karşılaştınız?

O gün aralarında Berxwedan gazetesi, Kurd-Ha haber ajansı ile Almanya Kürt dernekler federasyonu olan FEYKA-Kurdistan’ın olduğu 35 Kürt kurumu yasaklandı. Bunlardan 29’ü kültürel ve sosyal faaliyetlerin yürütüldüğü derneklerdi. Ben de o dönem Duisburg kentindeki Kürdistan İşçi Derneği’nin başkanıydım. Tabii polis kapıları kırıp derneğe girdikten sonra bize haber verildi. 26’ı 27’sine bağlayan gece her yerde olduğu gibi biz de derneğe gittik, bütün yurtseverlere haber verdik. Tabii derneğin kapıları kırılmış, içi boşaltılmıştı. Her yerde olduğu Duisburg derneğimiz de polis ablukası altındaydı.

Abartı olacağını düşüneceksiniz fakat derneklere ait çöp kutularına dahi el konulmuştu. Pankartından, bezinden, kâğıdından, kırtasiye malzemesinden tutalım, masa-sandalyesinden tutalım mutfak malzemesine kadar A’dan Z’ye her şeye el konulmuştu. Biz derneğe ulaştığımızda malzemeler kamyonlara yüklenmişti. Derneklerin kapılarına ise içeriye girmenin suç olduğu ve devlet tarafından yasaklandığına dair mühürler asılmıştı.

Tabii günümüzdeki gibi bir iletişim teknolojisi yoktu ve telefon kulübelerinden ulaşabildiğimiz bütün yurtseverleri haberdar ettik. Kısa bir süre içinde derneklerin önünde büyük bir kitle yığılması oldu. Polisin ayrılmasıyla 27 Kasım sabahı bu sefer mühürleri söküp, dernekleri işgal edip, içerde açlık grevlerine başladık. Tekrardan dernekleri basıp ele geçirmeyi denediler. Fakat kesinlikle halkımız neye mal olursa olsun derneklerini bırakmayacağının mesajını verdi.

- Neden 26 Kasım’ı 27’ye bağlayan Kasım gecesi seçildi?

Bu tarih kesinlikle tesadüfü değildi. Ertesi gün PKK’nin kuruluş yıldönümüydü ve Kürtlere mesaj şuydu; ‘Nasıl bu örgütle doğduğunuzu iddia ediyorsunuz, o zaman biz de bu örgütün yıldönümünde sizi bitiririz’. Fakat biz derneklerdeki eylemimizi sürdürmeye kararlıydık, Alman devleti dördüncü ve beşinci gününden sonra baktı olmuyor, bu sefer aracılar üzerinden bizi eylemimizden vazgeçirmeye çalıştı. İlişkide olduğumuz bütün çevreleri; avukatlar, kiliseler ve siyasi partiler üzerinden devletin yasakladığı yerleri işgal etmenin suç olduğu mesajı verildi. Bununla bir taraftan psikolojik baskıyla, diğer taraftan da çeşitli kanunları uygulayacağını belirterek dernekleri boşaltmamızı istediler. Fakat hiçbir yerde olmadığı gibi, Duisburg’ta da dernekten çıkmadık.

‘YASAKLANAN 29 DERNEK YERİNE BİR AYDA 50 DERNEK AÇTIK’

- Derneklerdeki eylemler ne kadar sürdü?

Yaklaşık bir hafta sonra gösterilen direniş karşısında devlet yetkilileri geri adım atmak zorunda kaldı ve dernekler üzerindeki yasakları yumuşattılar. Kürtlerin kararlı olduğunu görünce yasağa yama yaptılar, dernekleri değil de PKK’nin faaliyetlerini yasaklandığı biçiminde kendilerince bir düzeltmeye gittiler. Kelimelerle oynadılar; önce dediler ki “PKK yasağı”, sonra bunu “PKK faaliyetlerinin yasağı” olarak değiştirdiler. Ne Almanya’da ve ne de Avrupa’da PKK adına bir kurum veya bir temsilcilik yok ki yasaklansın, bunu gördüler.  Zaten o yılların koşullarında Almanya’nın başka bir coğrafyadaki bir örgütü kendi topraklarında yasaklayacak durumu da yoktu.

Dolayısıyla “PKK faaliyetleri yasak” düzenlemesiyle PKK için kampanya düzenlemek, PKK propagandası yasak gibi bir sürü yasak çıkartıldı. Derneklere olan yasağı ise yumuşattılar. Ancak çok ilginçtir Berxwedan, ERNK, FEYKA-Kurdistan ve Kurdistan komitelerinin üzerindeki yasakları kaldırmadılar. Açık ve net söylüyorum; eğer halkımızın o direnişi olmasıydı, kesinlikle derneklerimiz de yasaklanacaktı ve bugünkü derneklerimiz olmayacaktı.

Diğer yandan ne oldu; yasaklanan 29 dernek yerine bir anda 50’ye yakın dernek bir ay içinde kuruldu. Aradan 6 ay geçmeden Mart 1994’te ise Almanya Kürt Dernekleri Federasyonu (YEK-KOM)’u kurduk. FEYKA-Kurdistan’ın ismi Fransa’da yaşıyor, Fransa’daki federasyonumuzun ismi FEY-KA’dır. 26 Kasım yasağına gösterilen direniş ve dernekler konusunda attırılan geri adım Avrupa’daki halkımızın Kürdistan’daki mücadeleyle yaratılan değerlere ne kadar sahip çıktığının kanıtıdır.

“ALMANYA ERNK’NİN POTANSİYELİNİ ERKEN FARK ETTİ”

- Biraz da 26 Kasım 1993 öncesine dönersek, nasıl oldu da o sürece gelindi? Almanya, Kürt hareketini nasıl bir anda karşısına aldı?

Almanya, 1986’dan bu yana parça parça Kürdistan özgürlük mücadelesi etrafında bir çember kurmaya çalıştı. Çünkü 1985’te kurulan ERNK her ne kadar bir örgütün kolu gibi görünse de aslında ulusal birlik cephesiydi. Kuruluşunun birinci yıldönümü olan Newroz kutlamaları ise dünyanın her yerinde görkemli şekilde geçiyordu. ERNK, Kürdistan’daki değişik dini grupları, sınıfları ve meslek gruplarını içine almayı başardı. Nasıl ki 12 Eylül’den sonra kurulan Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi’nde Kürtler öncülük rolü oynadıysa, ERNK de Kürdistan’da geniş bir örgütlemenin ilk adımını attı.

Almanya ERNK’nin potansiyelini erken fark etti. Çünkü Almanya halk örgütlenmelerine karşı oldukça tecrübeli. Örneğin DKP (Almanya Komünist Partisi) 1957’den beri yasaklı. Almanya o yıllarda açıkça şunu diyordu; Benim icazetimi almadan hiçbir kurum ve örgüt benim topraklarımda yaşayamaz. Biat ettirdiği Kürtler var, biat ettiremediği Kürtler var ve bu Kürtlere karşı bu kadar kinci olmasının nedeni budur. Yasağı da bu yüzden hala uyguluyor. 1986’a dönersek, 10 bin kişiliyle kutlamayı düşündüğümüz Duisburg’taki Newroz kutlamasını yasaklayarak işe başladılar. İsveç’te konumlanmış bazı Kürtler, Kemal Burkay’ın öncülüğünde Başkan Apo’nun da bu geceye katılacağı dedikodusunu yaymışlardı. Hatta Alman istihbaratına yazılı belge vererek Almanya’yı bize karşı kışkırttılar.

“HÜSEYİN ÇELEBİ’NİN ALMANCASI KARŞISINDA PES ETTİLER”

- Peki Öcalan’ın geleceği bilgisi ne kadar doğruydu? Newroz gecenizi yapabildiniz mi?

Sayın Öcalan’ın 1986’da Almanya’ya bir geceye katılacak kadar lüks koşullarının olmayacağını herkes bilir. Üstelik güvenliği de sağlanamazdı. Ben o zaman gecenin bizzat organizatörü olduğum ve salonu da kendi adıma tuttuğum için NRW Eyaleti’nin içişleri bakanı telefonda bana “Yapabileceğim hiçbir şey yok, emir büyük yerden” dedi. Birçok yere baskınlar yapıldı ve eyaletteki birçok otobanlar tutuldu. İkinci sorunuza gelirsem; evet, yasak ve bu provokasyona rağmen gecemizi yaptık.

Almanya hareketin gün gün büyüdüğünü takip ediyordu. Düsseldorf mahkemesi böyle bir süreçte ortaya çıktı. Orada PKK Merkezi Komitesi üyesi olan Ali Haydar Kaytan ve Duran Kalkan arkadaşları yargılıyordu. Burada bir ayrıntıyı vermeden geçemeyeceğim, orada yargılananlardan birisi de şehit Hüseyin Çelebi arkadaştı. Fakat o müthiş Almancası karşısında pes ettiler, büyük paralar ödeyerek getirdikleri en iyi tercümanları bile boşa çıkartıyordu. Bir virgül veya bir kelimenin yanlış tercüme edilmesine asla izin vermiyordu.

- ‘Düsseldorf davası’ Almanya’nın Kürt hareketine karşı nasıl bir eksen kayması sağladı?

Duesseldorf mahkemeleri merkezi düzeyden başlayarak örgüte nasıl darbe vurulacağının hesabıydı. Yani deyim yerindeyse “Önce yılanın başını ezeceğiz” dediler. Baktılar olmadı, sonraki süreçte “eyalet sorumluları”, daha sonra da “bölge sorumluları” dedikleri kişilere yöneldiler. Bu da tutmayınca tabana yöneldiler, yurtsever halkımızı vatandaşlık veya oturum müsaadelerini iptal etmekle tehditler ettiler. Hatta işten atma, işsizlik parasını, sigorta haklarını kesmekle ve yurt dışı etmekle tehdit ettiler. Gerçekten bu halk gittiği her yerde bir zülüm cenderesinden geçti. Kürt halkı gittiği her yerde sömürgeci devletlerin müttefiklerinin katmerleşmiş baskısıyla karşılaştı.

‘YASAK VE BASKININ AÇTIĞI TRAVMA BÜYÜK’

- Bu durum Kürt göçmen ve mültecileri arasında nasıl bir travmaya yol açtı?

Kesinlikle bu çok ciddi bir araştırma konusu ve üzerinde ciltler dolusu kitap yazılacak kadar da malzemesi çok. Bazı yurtsever ailelerimizin genç kızları kötü yollara, gençlerimiz uyuşturucuya sürüklendi. Bunun örnekleri özellikle kuzey Almanya’da yaşandı. Yoksa Hannover’de 16 yaşındaki Halim Dener ERNK bayrağını astığı için polis kurşunuyla katledilir miydi? Öfke o düzeydi. Eğer esrar kaçakçısıysa Kürt’tür, kadın ticaretine ve insan kaçakçılığına bulaşmışsa Kürt’tür. O yıllarda verilen imaj buydu. Hatta Kürdü tarif ederken ‘Bir kilo toz, bir otobüs’ diyorlardı. Ama bir Kürt ulusal ve siyasal kimliğine sahip çıkarsa teröristtir, tehlikelidir.

Geçmişte Papa çıkıp nasıl Vatikan’ın Nazilere verdiği desteğinden dolayı özür dilemişse, ya da eski başbakan Willy Brandt nasıl Yahudi katliamından dolayı özür dilemişse, bir gün Kürtlerden de özür dilenecek. Niye biliyor musunuz? Çünkü bu topraklarda hiç yere Kürtlerin 10’dan fazla şehidi var. Hani burası hak arama, demokrasi ve özgürlüğün ülkesiydi? Hani düşünce özgürlüğü vardı, fikir beyan etmek serbesti. Hani her tarafa demokrasi ihraç ediyordunuz? Berlin’de 4 Kürdü nasıl katlettiler, açıkladılar mı, hayır. Ya da Eser Altınok’u yaşamına son verecek düzeye kim getirdi? Bu devletin birimleri getirdi. Barış ve özgürlük için açlık grevinde olan Gülnaz Bagistani’nin nasıl şehit düştüğünü unutmadık.

Ben 36 yıldır bu ülkedeyim, Kürtlere yönelik ne yaşandıysa dün gibi hatırlıyorum, hafızam hala yerinde. Yıllardır dernek çalışmaları içerisindeyim, bu derneklerimize yönelim beni çileden çıkarttı. Bakın yeni iltica etmiş yurtseverlerimiz gıda kuponlarını bozdurarak derneklerimizi ayakta tutmaya çalışıyordu. Ya da derneklerde gece-gündüz gönüllü çalışıyordu. Bir halkın özgürlük umuduna nasıl saldırılar yapıldığı ve bu devletin ikiyüzlülükleri iyi bilinmeli.

‘ASKERİ MALZEMELER KATIRLAR İÇİN ÖZEL PAKETLENİYORDU’

- Peki Almanya, Kürdistan’daki savaşta verdiği silah desteği geçmişiyle yüzleşebilecek mi?

Evet, ben de o silah dostluğundan söz edecektim. Almanya’nın Türk ordusuna verdiği silahın, tankın, uçağın haddi hesabı yoktu. Kürdistan’daki köyler bu silahlarla yakıldı, siviller bunlarla katledildi. Size bir örnek vereyim; Hannover’deki bir silah fabrikası Türk ordusuna vereceği malzemeleri katırlara yüklenecek şekilde paketliyordu. Bu ayrıntıyı bile düşünmüşlerdi; niye çünkü Türk askeri Kürdistan’ın dağlarında fazla zorluk çekmesin, malzemeler iyi taşınsın diye. Onlar bizim ülkemizi yok ettikleri için biz burada mülteciyiz.

Tabii ki Almanya’nın içinde değerli insanlar, yöneticiler de var. Bunlardan biri Halim Dener katledildiğinde Hannover belediye başkanı olan Herbert Schmalstieg’tir. Alman siyasi tarihinin önemli isimlerinden biri olan Schmalstieg, bizzat devletini karşısına alarak cenaze töreninde bizimle olmuştur. Böyle politikacılar Kürtlere yapılanların tanığıdır. Almanya yıllarca Sovyetler ve batının işgali altında kaldı. Burada birçok devletin askeri, gücü, sembolü serbestçe vardı. Örneğin Brandeburg Tor’da bir Amerikan askeri trafik kazası bile yapsaydı, Alman mahkemelerinin onu yargılama hakkı yoktu. Ama bize gelince adeta ‘kan davası’ politikası yürütüldü.

“ALMANYA’DA HUKUK DİPLOMASİNİN KÖLESİDİR”

- Almanya’nın bu ‘Kürt konsepti’ diğer Avrupa ülkelerine nasıl örnek oldu?

Aynı konsepti alıp kendi ülkelerinde denediler. Almanya’dan sonra Fransa, İngiltere, Belçika ve en son bildiğiniz gibi Danimarka Kürt özgürlük hareketine yöneldi. Bu ülkeler Almanya’nın tecrübelerinden faydalandılar, hatta bu konsepti buradan ithal ettiler. Örneğin Almanya bu ülkelere ‘gece üçte evleri basarsanız’ veya ‘şu yolu izlerseniz sonuç alırsınız' dedi. Eğer uluslararası bir konsept değilse neden Almanya bırakıyor, Fransa devir alıyor, o bırakıyor, Belçika devir alıyor, Belçika bırakıyor Danimarka devir alıyor. Bu bile koordineli bir çalışmanın olduğunu gösteriyor.

Bir başka nokta ise; aslında Almanya Kürdistan için arabuluculuk yapacak en iyi devlettir. Çünkü hem gücü var ve hem de Kürdistan’ı parçalayan süreçte en az rolü olan bir ülkedir. Almanya böyle bir rol üstlenmesi halinde çok kısa sürede sonuç alabileceğine inanıyorum. Fakat ne oldu; Almanya’nın bu olumlu rolü bir şekilde tersine çevrildi. Türkiye ve Kürdistan’da PKK bayrakları, sembolleri, Başkan Apo’nun posterleri serbestken hala bunlar Almanya’da yasak. Bakın PKK yasağı bile bir mahkemenin aldığı kararla uygulanmadı, İçişleri Bakanlığı’nın çıkardığı özel kararnameyle alındı.

- Yani yasakla siyaset adaleti es mi geçti?

Karar tamamen siyasi bir karardır. Hala Kürtlerin evleri basılıyor, derneklerde aramalar yapılıyor. Çünkü neden siyasi irade bunu istiyor, ortada yoksa adaletin aldığı bir karar yoktur. Bütün dünyada zaten hukuk diplomasinin kölesidir, fakat Almanya’da bu daha fazladır. Hele hele Kürtler söz konusu olunca bu daha da katmerleşiyor. Yasaklamalarla Kürtleri bir şekilde bir şiddet ortamına çektiler. CDU’nun ideologları arasında olan Heinrich Lummer o yıllarda açıkça söyledi; “Kim ne derse desin, şayet Kürtler bizim topraklarımızda bu eylemleri yapmamış olsaydı, kimse Kürtleri ciddiye almazdı.” Yani Almanya’daki Kürtler, Türkiye ve Kürdistan’daki halkımız gibi verdiği mücadele kadar hak alabildi.

 

YARIN:

- Alman polisi nasıl ‘Kürt düşmanı’ haline getirildi?

- Anayasa Koruma Örgütü: Yasakla PKK’lilerin sayısı arttı

- Almanya’da yaşamını yitiren ve katledilen Kürtlerin öyküleri…