‘Abdullah Öcalan’ın ‘Demokratik Çözüm Perspektifi’, barışın anahtarıdır’

DBPli Cemal Demir, Önder Apo’nun sunduğu demokratik çözüm perspektifinin yalnızca Kürt halkı için değil, tüm Türkiye halklarının barış içinde bir arada yaşamasının anahtarı olduğunu belirterek, “Bu çağrıya kayıtsız kalmak, yalnızca çözümü geciktirir" dedi

CEMAL DEMİR

DBP Wan İl Eş Başkanı Avukat Cemal Demir, Önder Apo’nun çağrısıyla PKK’nin silahlı mücadeleyi sonlandırma kararını, bu gelişmenin Türkiye’de yarattığı politik sonuçları ve sürecin ilerlemesi için yapılacak hukuki düzenlemeleri ANF’ye değerlendirdi. 

Kürt sorununun tarihsel olarak iki asrı aşkın bir geçmişe sahip olduğuna dikkat çeken Cemal Demir, şu değerlendirmeyi yaptı:

“Cumhuriyet rejimiyle birlikte kronikleşen ve ağırlaşan yapısıyla, Türkiye’nin en temel demokratik sorunlarından biri haline gelmiştir. Bugün gelinen noktada, bu tarihsel sorunun demokratik yöntemlerle çözümü yalnızca bir ihtiyaç değil, artık ertelenemez bir zorunluluk halini almıştır.

PKK öncülüğünde son elli yıldır süren silahlı mücadele, Sayın Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025 tarihli ‘Barış ve Demokratik Toplum’ çağrısıyla birlikte yeni bir aşamaya geçti. Bu çağrı, sadece silahların sustuğu bir dönemi başlatmakla kalmamış, aynı zamanda Kürt halkının özgürlük mücadelesinde yeni yöntemler, demokratik araçlar ve siyasi zeminin güçlendirileceği bir yolu da açmıştır. 

PKK’nin kendini feshetmesi, silahlı mücadele dönemini sona erdirdiğini ve askeri kurumsal yapısını feshetmesi bakımından tarihi ve önemli bir gelişmedir. Bu gelişme hem siyasal hem de hukuksal boyutlarıyla son derece önemlidir. Zira bu aşamadan sonra, demokratik siyasetin önünü açacak hukuki ve siyasi zemin büyük ölçüde oluşmuştur.

Ancak bu sürecin sağlıklı ilerleyebilmesi için, çözümün baş aktörlerinden biri olan Sayın Öcalan’ın iletişim ve müzakere koşullarının derhal iyileştirilmesi gerekmektedir. Artık daha özgür koşullarda çalışması hem hukuki hem de siyasal açıdan vazgeçilmez bir adımdır. 

Kürt sorununun çözümünde en büyük sorumluluk, siyasal iktidarın ve devletin tamamına aittir. Devletin, meseleye hâlâ bir ‘güvenlik sorunu’ çerçevesinde bakması, çözüm sürecini kilitleyen en büyük engeldir. Barışçıl adımlar atılırken eş zamanlı olarak sürdürülen operasyonlar, toplumsal inancı ve devletin samimiyetini ciddi şekilde zedelemektedir. Çatışma ve müzakerenin aynı anda yürütülmesi, halk nezdinde güveni ortadan kaldırmaktadır.

Bu nedenle, devletin tüm kurumlarıyla birlikte sürece açık, tutarlı ve yapıcı bir şekilde katılması şarttır. Barışın yalnızca söylemde değil, aynı zamanda politikaya dönüşmesi gerekir. 

‘ÇÖZÜMÜN ADRESİ MECLİS OLMALIDIR’

Tarihi çözümün tartışılacağı ve karara bağlanacağı yerin meclis olduğuna işaret eden Demir, değerlendirmelerini şöyle sürdürdü:

“Halkların eşit ve özgür biçimde bir arada yaşamasını sağlayacak, yeni bir toplumsal sözleşmeye dayalı anayasa değişikliği artık kaçınılmazdır. Fakat bu adımı atmadan önce, toplumsal güveni pekiştirecek yasal düzenlemelere ihtiyaç vardır. Özellikle ceza infaz yasasında hasta tutuklulara dair insani düzenlemelerin yapılması bir zorunluluktur.

Bunun yanı sıra Terörle Mücadele Kanunu ve Türk Ceza Kanunu’nda yapılacak değişiklikler, demokratik siyasetin güçlenmesi açısından elzemdir. Bu bağlamda büyük beklenti yaratan 10’uncu Yargı Paketi’nin hasta tutsaklar ve ikili infaz rejimi konularında sessiz kalması, barışa ve çözüm sürecine olan toplumsal güveni sarsmıştır.

Bu durum meclisin barışın önünü açacak değil, kapatacak bir pozisyona sürüklendiğine dair eleştirileri artırmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2014 yılında verdiği “umut hakkı” kararının hâlâ uygulanmamış olması, hukuk devleti ilkesine ciddi bir gölge düşürmektedir. Avrupa Konseyi’nin tekrarlanan uyarılarına rağmen bu kararın gereğinin yerine getirilmemesi, Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleriyle bağdaşmamaktadır.” 

Son olarak İran ve İsrail arasında patlak veren savaşı da değerlendiren Cemal Demir, bu savaşın hakların yararına gelişmediğini; Ortadoğu’daki krizlerin ve savaşların önlenmesi için Rojava yönetim modelinin örnek alınması gerektiğini belirterek şunları söyledi:

“Bugün dünya büyük bir ekonomik, siyasal ve toplumsal krizle karşı karşıya. Ortadoğu coğrafyasında tek adam rejimlerine dayalı baskıcı yönetimler sarsılmakta; halklara, inançlara ve mezheplere dayalı yeni siyasal yapılanmalar ortaya çıkmaktadır. Bir yüzyıl önce cetvelle çizilen sınırlar sorgulanmakta, halkların yeniden ortak yaşam modelleri arayışı hız kazanmaktadır.

Rojava’da hayata geçirilen yönetim modeli, bu kaotik süreçte bir çözüm umudu olmuştur. İsrail-İran savaşını da bu bağlamda okumak gerekir. Türkiye demokratikleşerek, Kürt sorununu çözerek ve hukuki düzenlemeler yaparak bu dalganın dışında kalabilir. Sayın Abdullah Öcalan’ın sunduğu demokratik çözüm perspektifi, yalnızca Kürt halkının değil, tüm Türkiye halklarının barış içinde bir arada yaşamasının anahtarıdır. Bu çağrıya kayıtsız kalmak, yalnızca çözümü geciktirir ve toplumsal yaraları derinleştirir. 

Bugün tarihsel bir eşiğe gelinmiştir. Ya barışı yaşamsallaştıran cesur adımlar atılacaktır ya da mevcut kriz derinleşecektir. Karar; iktidarın, meclisin ve halkın elindedir.”