Amed’de Öcalan Newrozu - İrfan Babaoğlu
Amed’de Öcalan Newrozu - İrfan Babaoğlu
Amed’de Öcalan Newrozu - İrfan Babaoğlu
Günlerdir beklenen Amed Newroz’u gerçekleşti. Yüzlerce, binlerce insan grupları ülkenin dört bir yanından Amed’e akarak Newroz alanında bir milyonu aşan bir insan denizi oluşturdu.
Görkemli, ihtişamlı bir Newroz’du.
Bu alana akan insanların zihninde hiç kuşkusuz Sayın Öcalan’ın yapacağı barış ve çözüm çağrısı vardı. Öcalan’a bağlılığı, her dönem Kürt halkının siyasi önderi olduğunu beyan eden alandaki insanlar Kürt halkının kendisi idi. Sayın Öcalan’ın sunacağı çözüm planı, ya da barışın yol haritası kendilerini yakından ilgilendiriyordu.
Çünkü alanı dolduran insanlar son 30 yıl içinde çok acı çekti. Red ve inkar politikasının hedefi oldu. Tüm darbeler, muhtıralar, derin devlet oyunları hep onu vurdu. Köyleri yakılıp yıkıldı. Adları, kültürleri ve kimlikleri yok sayıldı. Evlatları faili mechulerde katledildi, kaçırıldı, kaybedildi. Yerinden yurdundan oldular. Hep zindanlarda, zindan kapılarında oldular. İşkencelerden geçirildiler.
Newroz alanını dolduran bu insanlar savaşın acısını, dramını ve trajedisini çok iyi bilen insanlardı. Bunu bildiklerinden dolayı da barışı bilinçle, inançla istiyorlardı. Doğrusu onurlu bir barışı da hak etmişlerdi. İşte bu onurlu barışın yolunun da Sayın Öcalan’ın çözüm planında görmüşlerdi, buna inanmışlardı.
Alanı muhteşem kılan bu idi. Bu sebeple milyonu aşkın insan yüreklerinin ve akıllarının sesi ile dinlediler Kürtçe ve Türkçe açıklamayı.
Açıklamada geçen çözüm formülleri bu insanların aradığı barışa yanıt veriyordu. Bu sebeple dakikalarca alkışlayarak onaylarını ifade ettiler. Çözüm deklarasyonu bu şekilde bir meydan referandumu ile kabul görmüş oldu.
Barışın zamanının geldiği vurgulanıyordu çözüm deklarasyonunda. Silahların bir taraf bırakılma zamanının geldiğini belirten bu çağrı; fikir, ideoloji ve demokratik siyasetin öne çıkması gerektiği vurguluyordu.
O demokratik siyaseti sahiplenecek ve yürütecek olan da Newroz alanındaki bu insanlardı, bu halktı.
Mektup, alandaki tüm çeşitliliği kucaklıyordu. Anadolu ve Mezopotamya barışı sağlanmakla Ermeni, Suryani, Yahudi, Arap, Laz gibi halklar; Êzidî, Alewî gibi inançlar ki modernitenin tekçi yapılarınca haklarından yoksun bırakılan tüm etnik ve inançsal azınlıkların haklarına kavuşacağı vurgulanıyordu.
Bu çağrıyı sahiplenen çeşitlilik de alandaydı.
Tarihi yaratan insanlar alandaydı. Çanakkale’de dedelerini kemikleri yatmaktaydı. Yemene gidip dönemeyenlerin torunları idiler. Bu ülkeyi birlikte kurmuşlardı. Erzurum ve Sivas kongrelerinde bulunmuş, 1920 meclisinde kendi kimlikleri ile yer almışlardı. Ama 1920’lerin ortalarında ve 30’ların başında başta Avrupa olmak üzere, sosyalizme kaştı yükselen faşizmin etkisine giren devlet kendi kurucularına karşı bir savaş içine girdi. Modernite halkları, inançları kırdı geçirdi. Şimdi yeniden bir sayfa açılırken “biz” i yeniden tanımlamak ve tarif etmek gerekmektedir.
Mektup ta bu yeni “biz”in tarifi de saklıydı.
Newroz alanındaki insanlar bunu gördü.
Evet, Newroz yeni gün demekti. Tarihi sayfalar açıp tarih kapatan özelliği vardı Newroz’un. Kürt halkı bu sebeple hep önem verdi Newrozlara. Ne zaman başı derde girse Newrozlarına sarılırdı. Son 30 yılda Newrozu ihtişamlı hale getirmek için ne kadar bedeller ödendi, hafızalarda canlıdır. Kürt halkı bedel ödeyerek Newrozlarının tarih yazan özelliğini korumayı başardı.
Bu Newroz da böylesi bir işleve sahip oldu. Bir tarihsel dönem kapandı yeni, bir sayfa açıldı.
Bu yeni dönemde her kesin, her kesimin görevi, rolü ve işlevi vardır. Demokratik siyaseti yaratmak ve yürütmek ve bunun için de yeni “biz”i yaratmak için almamız gereken mesafeler vardır. En başta başlatılan çözüm müzakerelerine destek olmak, çözüm yolundaki engellerin kaldırılması için dikkatli, örgütlü ve cesaretli politikaları üretmemiz gerekecektir.
Her bakımda zorlu bir sürece girmiş bulunmaktayız. Ama girmemiz, geçmemiz gereken bir süreçti bu.
Newroz sonrası çeşitli güçler harekete geçti. İlk etapta “bayrak sendromu” yarattılar yaygınca. Alanda yaratılan heyecanı, görkemli çözüm mesajını böyle suni bir gündemle boğuntuya getirmek istemişlerdi. Oysa hiçbir Newroz’da bayrak asılmamıştı. Çünkü Newrozlar hep gayrı resmi idi. Bunun yanında alanı dolduran insanların bayrakla sorunu yoktu.
Ama psikolojik sınırlar yok mu? Var elbette. Mesela benim var! Yıllarca o bayrak ile insan çığlıklarını odyoviyosel(görsel işitsel) travmasını yaşattılar bize. Alanı dolduran insanların ruh hali de benimkinden farklı değildir. İşkence hanelerde, zindanlarda, köy meydanlarında gördükleri işkencelerde attıkları çığlıkların yanında hep bu bayrağı gözlerinin içine sokmuşlardı. Sadece bayrak değil, ulus devleti, tekçi ve inkârcı ceberut devleti ifade eden tüm simgeler böyle. Mesela istiklal marşı, andımız vb. gibi.
Bu yeni süreçte müzakerelerin katedeceği mesafeler gibi, alanı dolduran insanların psikolojik engellerinin aşılması için de çaba içinde olmak gerektiğini anlıyorum ben bu tartışmalardan.
Adı üstünde yeni bir dönem ve yeni bir başlangıç. Her yeni başlangıçlar birçok sorunu da kendisi ile birlikte getirecektir. Alanda bulunan insanlar bunun derin bilinci içindeydi. Devletten çok çekmişlerdi. Bu sebeple Ankara’dan samimiyet beklemeleri, ciddi adımların Ankara tarafından atılarak bir güven bunalımının aşılmasını beklemek de onların hakkı idi.
Ama bir de şunu ifade etmek gerekir ki alana hâkim olan bir gerçek de bir pankartta açıkça yazılı idi: Bê Öcalan aşitî, şaşitiye. Yani sürecin doğru ilerlemesi, bu sureci başlatan Sayın Ocalan’ın özgür kalması ile daha ve emin bir şekilde, doğru rotada ilerleyecektir.