Arslan: Avukat görüşü tecridin kırıldığı anlamına gelmiyor

Avukat görüşmesinin tecridin kırıldığı anlamına gelmediğini vurgulayan DBP Eşbaşkanı Mehmet Arslan, "8 yıl sonra yapılan bu görüşme kamuoyunu bir nebze rahatlatmış olsa da tecridin sonlandırıldığı anlamına gelmiyor" dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven öncülüğünde başlatılıp, tüm cezaevlerine yayılan açlık grevi ve 30 Nisan’da 15 kişilik bir grupla girilen ölüm orucu eylemlerinin hükümet üzerinde yarattığı baskı sonucunda İmralı’nın kapıları yaklaşık 8 yıl sonra avukatlara açıldı.

27 Temmuz 2011’den bu yana İmralı’ya gidişleri engellenen Öcalan'ın avukatları, 2 Mayıs’ta Öcalan ile görüşüp, adadan gelen mesajı kamuoyuna ile paylaştı. Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eşbaşkanı Mehmet Arslan, 8 yıl sonra yapılan bu görüşme ile ve kamuoyuna ile paylaşılan mesajı ajansımıza değerlendirdi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Temmuz 2011’den bu yana avukatları, 5 Nisan 2015’ten bu yana da siyasi ve politik heyetlerle görüşemediğini belirten Arslan, aile ve avukat görüşmelerinin engellemesinin ise, tamamen hükümetin keyfi uygulamaları sonucu olduğunu ve devletin yönetmeliklerinin görmezden gelindiğini belirterek, "Sayın Öcalan’ın 8 yıl sonra avukatlarıyla görüşmesi 6 aydır süren açlık grevleri eylemlerinden sonra bizim için oldukça değerlidir ve anlamlıdır. Kürt halkı açısından şu netti. 5 Nisan 2015’ten bu yana mutlak tecrit vardı. Bir çok defa ifade ettik. İktidar Sayın Öcalan şahsında Türkiye halklarına ve özelde Kürt halkına tecrit olarak uygulandı. Ancak 8 yıl sonra yapılan bu görüşme Türkiye halklarını ve kamuoyunu bir nebze rahatlatmış olsa da tecridin sonlandırıldığı anlamına gelmiyor" dedi.

'GÖRÜŞME BİR LÜTUF DEĞİL'

Öcalan'ın avukatlarına görüşmelerinin nedeninin 31 Mart ve İstanbul seçimleriyle alakalı olmadığını, yapılan açlık grevi ve ölüm orucu direnişçilerinin sayesinde gerçekleştiğini belirttiğini hatırlatan Arslan devamla şunları ifade etti: "Bu sadece bir görüşmeydi ve tecridin kırılması anlamına gelmiyor. Sayın Öcalan’ın ailesi ve avukatları 2 Mayıs’tan sonra olumlu yanıt verilmedi. Her şeye rağmen bu avukat görüşmesinin 8 yıl sonradan gerçekleştirilmesinin çok kıymetli ve değerli olduğunu, iktidarın yasa ve kanunların gereğini yerine getirmiştir. Sayın Öcalan’a ayrıcalıklı uygulanan bir durum değildir.

Pazarlık ve anlaşma mı oldu şeklindeki yaklaşımlarından ziyade bu sadece bir avukat görüşmesiydi. Bu ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesin uyması gereken kanunlar var. Hükümette bu kanunların gereğini yerine getirmiştir. Bizim de uzun süredir iktidara çağrımız, mücadelemiz kanun ve yasaların uygulanması ve Sayın Öcalan’ın tüm tutuklu ve hükümlülere uygulanan kanunların ona da uygulanmasıdır. Bir defalığına mahsus gelişti bu görüşme ve umarız iktidar sorumlu davranır. Sayın Öcalan’ın demokrasi ve barış çağrısı mesajlarını doğru okur ve insanlık dışı tecridi sürdürür."

'ÖCALAN ONURLU BİR BARIŞTAN BAHSEDİYOR'

İmralı’dan gelen mesajın içeriğine değinen Arslan, "Sayın Öcalan’ın mesajı gerçekten Türkiye’deki siyasi ve toplumsal krize su serpen bir metindi. Türkiye 7 Haziran’dan bu yana çok gerilimli bir süreç yaşıyor ve bedeli ağır olan bir süreç oldu. Sayın Öcalan, bu metinde siyasete ve siyasi muhataplara şu mesajı veriyor, Türkiye’de ne kadar kriz ve kaos çıkartılırsa çıksın sorunların çözümü demokrasidir ve uzlaşmadır.

Demokrasi ortak referansımız olmadığı sürece savaş gözyaşı ve gerilim gelişiyor. Sayın Öcalan’ın gerçekten onurlu bir barış seçeneğini ön plana çıkarıyor ve Türkiye’nin hassasiyetlerini göz önünde bulunduruyor. Sayın Öcalan bu anlamda önemli bir aktör ve devletin de bu ciddiyetle yaklaşması gerekiyor. Sayın Öcalan’ın bu çözümcü barış perspektifinden yararlanması gerekiyor.

Sayın Öcalan’ın 2013 Newrozuna atıfta bulunması bizim için şunu ifade ediyor, Türkiye ile PKK arasında 40 yıldır bir çatışma var ve on binlerce insanın hayatına mal oldu. Sayın Öcalan’ın 2013 deklarasyonu PKK’nin silahlı yapısının sınır dışına çekilmesi çağrısıydı, artık savaşın ve çatışmanın değil, demokratik siyasetin ve ortak aklın hakim olacağına, ulus devletin değil, kültürlerin ve dillerinden birbirinden beslenen ve ortak çözümün birlikte geliştirilmesinden bahsediyordu. 40 yıllık PKK’nin silahlı mücadelesini artık sonlandırılacağını ve bunun son değil, yeni bir başlangıcın kapısını aralayacağını söylemişti. Sayın Öcalan, 2013’e atıfta bulunurken bunu daha da geliştirdim, güncelliğini koruyor ve bugün de durduğum nokta demokratik siyasetin öne çıkarılmasını ifade ediyordu. Yumuşak güç ve akıldan söz ediyor. Daha sonra sayın Avukatlarımızın verdiği röportajları okudum" şeklinde konuştu.

KÜRT SORUNU ÇÖZÜLMEDEN TÜRKİYE'NİN GELİŞMESİ MÜMKÜN DEĞİL

Öcalan'ın sadece 2013’ü ifade etmediğini, 1993 yılında Özal ile gelişen demokratik çözüm arayışlarından bahsettiğini vurgulayan Arslan, "Bu noktada Sayın Öcalan 1 saatlik görüşmede 93’den bu yana PKK’nin demokratik çözüm hedefini ortaya koyuyor ve bu konuda samimi olduğunu söylüyor. Ne kadar ölüm, savaş gelişirse gelişsin, çözümün siyasi akılla gerçekleşeceğini söylüyor. Türkiye’de Kürt meselesi çözülmeden Türkiye’nin büyümesi ve gelişmesi de mümkün görünmüyor. Bundan kaynaklı Sayın Öcalan’ın Özal dönemi ve 2013 vurgusu çok değerlidir. Sayın Öcalan’ın toplumsal, siyasi, ekonomik krizin nasıl aşılacağına dair bir perspektifi ortaya çıkmıştır.

Sayın Öcalan bu anlamda Türkiye’de barışı tesis edecek kişidir. Her ne kadar devlet Sayın Öcalan’ın ‘Terörist, bölücü’ ilan etse de gerçek budur. 2013’ten sonra hiçbir siyasi otorite ve güç siyasi sorumluluğunu yerine getirmedi. Dili savaş, çatışma dili oldu. Sayın Öcalan ise her şeye rağmen, hukuksuzluklara rağmen tıkanan siyasete bir çözüm perspektifi sunuyorsa bu yukarıda söylediklerimin ispatıdır. 2013 Newroz'una atıfta bulunması Sayın Öcalan’ın toplumsal sorunların aşılmasına ilişkin yaklaşımı stratejiktir ve öyle taktiksel değildir. Devlette bu ilkeli tutuma karşı Sayın Öcalan’ın önünü açmalıdır" ifadelerini kullandı.

‘HASSASİYETLER KARŞILIKLIDIR’

Kürtlerin yürüttüğü özgürlük ve statü mücadelesinin doğru anlaşılmadığını ve bunun sonucunda Türkiye ile Kürdistan halklarının büyük bedeller ödediğini hatırlatan Arslan konuşmasını şu sözlerle sonlandırdı: "Haklı, haksız ayrımına girmiyorum, bir savaş var ise karşılıklı acılar yaşanmıştır. Ama bu dört parçadaki Kürt halkının statü taleplerine karşı ret ve inkar politikası büyük savaşların, acıların yaşanmasına neden oldu. Türkiye Cumhurbaşkanı Dersim’de yaşananları ‘Katliam’ olarak niteledi. Bizler bugün Kürt sorununun çözümünden bahsediyoruz ve mevcut devletlerin üniter yapısı içinde demokratik çözüm perspektifinden söz ediyoruz.

Sayın Öcalan’ın QSD’nin Suriye’nin bütünlüğü içinde çözümün ele alınması gerektiğini belirtirken, demokratik yerel yönetim anlayışı hassasiyetlerinin göz önünde bulundurulması gerektiğini söylüyor ve Türkiye’nin hassasiyetlerinin göz önünde bulundurulması gerektiğini belirtiyor. Kürtler 4 parçaya bölünmüş bir toplum ve her bir parçada statü taleplerinin karşılanması için bir çaba, bir direniş var. Bu 4 parça birbirinden bağımsız değil, Kürt sorununa yaklaşım da bütün parçalar etkileniyor. Bu yüzden QSD’ye bütün tarafların hassasiyetlerini dikkate almasını istiyor. Sorunlar inatlaşarak, zıtlaşarak çözülmüyor ve Sayın Öcalan tarafların birbirlerine anlam ve önem vererek sorunların çözülebileceğini düşünüyor. Aksi tutum çatışma yaklaşımıdır ve bu yüzden bir uyarıda bulunuyor. Hassasiyetler karşılıklıdır.

Sayın Öcalan bu konuda kuşkusuz ret ve inkar politikalarının bir sonuç vermeyeceğini biliyor ve demokratik çözüm ve uzlaşıda ısrar ediyor. Öcalan'ın bu jesti önemlidir ve bu mutlaka önemsemelidir. AKP bu politikalarını değiştirmek zorunda. Kürtler ret ve inkar politikalarıyla bitmez. Sayın Öcalan’ın oradaki çağrısı ve ifade ettiği hususta devlete de bir sorumluluk yüklüyor. Örneğin dilin ortaklaştırılması, savaş sürecinde acı çekmiş insanların yaralarını kanatacak ve acılarını tazeleyecek dilden uzak durulması gerektiğini söylüyor. Sayın Öcalan’ın şaşalı şeylere gerek yok, öyle bir çözüm olacaksa öyle kamuoyunun toplumun içine baka baka yapmaya gerek yok. Sorunun çözümü bir süreç gerektiriyor. Çözüm olacaksa bazı şeyleri bağrımıza basabiliriz. Bu acılar unutulmaz ve yeni acıların yaşanmaması için gerekli üslup ve dilde hassasiyet noktasında dikkat etmesi gerekiyor."