Av. Gülüm: Şiddet gören kadın boşanıyor

Av. Gülüm: Şiddet gören kadın boşanıyor

Av. Züleyha Gülüm, mevcut evlilik kurumunun erkek egemenliğine ve kapitalizme katkı sağladığına dikkat çekerek, "Kadınların ev işlerini, hasta, yaşlı, çocuk bakımını üstlenmesinin yolu 'kutsal aile masalı'ndan, 'sevgi' adı altında emeğinin sömürülmesinden geçiyor" dedi. Şiddet tanımının da tartışılmasını isteyerek, "Yargı ve toplum halen şiddeti sadece ağır fiziksel şiddet olarak görüyor. Psikolojik, ekonomik yada cinsel şiddet, evlilik içi tecavüz, özgürlüğün kısıtlanması gibi durumlar halen şiddet olarak görülmüyor" diyen Av. Gülüm, şiddetin, büyük oranda boşanma davalarının gerekçelerinden olduğunu bildirdi.

Halkların Demokratik Kongresi'nden (HDK) Avukat Züleyha Gülüm ile mevcut evlilik kurumunu ve boşanma davalarındaki artışı konuştuk.

'ERKEK EGEMENLİĞİNİN KALESİ'

Evlilik kurumunu halihazırdaki yapısıyla tarif etmek gerekirse; hükümetin övgülerine konu olacak denli sorunsuz bir kurum mu?

Evlilik yada aile kurumu aslında erkek egemenliği üzerine kurulmuş bir yapı. Aile kurumu üzerinden erkek fayda sağladığı gibi kapitalist sistem de fayda sağlıyor. Kapitalizm ile erkek egemenliğinin patriyarkanın işbirliğini gösteren en önemli kurumlardan biri. Kadınların emeğine, bedenine, kimliğine el konulmasının yollarını ören yapı. Dolayısıyla aile yada evliliğin kendisi kadınların ezilmesine yol açıyor. Bu açıdan bakıldığında zaten ister şu anki biçimiyle isterse tüm süreçlerdeki biçimiyle bu durum değişmiyor. Bu durumda hükümetin evliliği, aileyi kutsaması, erken evliliğe teşvik etmesi, '3 hatta yetmez 5 çocuk doğurun' demesi kadın düşmanı politik anlayışları ile birebir uygun. Aile; erkek egemenliğinin kalesi.

Boşanma davalarında ciddi bir artış gündemde. Ne var ki, bu artış, evliliği kutsayan bir hükümetin dönemine geldi. Bu çelişkinin kaynağında ne aranmalı?

Aile patriyarkal kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda her daim yeniden şekillendiriliyor. AKP de aileyi güçlendirmeye, böylece erkek egemenliğini korumaya çalışıyor. Erkek egemenliğinin korunması ailenin korunmasını, o da devletin korunmasını getiriyor. Bir yandan kadınlara ev dışında esnek güvencesiz işlerde çalışmayı dayatıyor, bir yandan da kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi sonucu bu işlerin yükünü de kadına yüklüyor. Kadınların ev işlerini, hasta, yaşlı, çocuk bakımını üstlenmesinin yolu 'kutsal aile masalı'ndan, 'sevgi' adı altında emeğinin sömürülmesinden geçiyor. İktidar tarafından aile kutsanıyor ve bir arada tutmanın, aileyi korumanın yolları geliştirilmeye çalışılıyor, hatta boşanmayı engelleyebilmek için birtakım yasal düzenlemeler yapılıyor.

Boşanma davalarında psikoloğa gitme, barıştırma yöntemleri gibi düzenlemeler yapılarak boşanmalar engellenmeye yada bıktırıcı süreçlere yayılmaya çalışılıyor.

Tüm bu süreçlere rağmen özellikle kadınlardan geçmişe oranlara daha fazla boşanma talebi geliyor. Bunun bir yanında kadınların kısmen de olsa maddi olanaklara sahip olması, boşanmanın kabul edilebilir olması, yasalarda bazı hakların tanınmış olması, kadınların verdiği mücadele sonucunda kadınlar güçlenmesi ile bağlantılı.

'BOŞANMA DAVALARI ZORLU SÜREÇLERİ GETİRİYOR'

Boşanmayı engelleyebilmek için yasal düzenlemelere başvurulduğundan söz ettiniz. Peki, dava aşamasına geçildiğinde kadının karşılaştığı sorunlar neler?

Boşanma davaları aslında tüm kadınlara ilişkin davalarda olduğu gibi çok zorlu süreçleri beraberinde getiriyor. Kadınlar gerçekten canlarına tak etmediği sürece boşanmayı çok tercih etmiyorlar. Maddi-manevi toplumsal koşullarının olmaması kadınları boşanma kararlılığından vazgeçiriyor. Tüm evlilik süresince emeğine el konan kadınlar ilk olarak maddi sorunlarla baş başa kalıyor. Özellikle ev dışında çalışmamış olan kadınlar  boşanma sonrası hayatlarını sürdürebilecek maddi koşullardan yoksunlar. Erkeklerden alınabilecek çok düşük miktarlı nafakaların bile tahsil edilebilme yeteneği çoğu kez yok. Kaldı ki, bu nafaka ile yaşayabilmesi de mümkün değil. Yeni bir yaşam kurma çok ciddi maliyetli bir durum. Evlilik süresince edinilmiş malların denetiminin erkekte olması kadın açısından hiçbir şey alınamadan boşanmaya yol açıyor. Bir yandan maddi sorunlarla uğraşırken diğer yandan boşanmış bir kadın olarak tek başına ayakta kalmanın, bu toplumda yaşayabilmenin manevi psikolojik ağırlığı ile baş başa kalıyor. Kadınlar çoğu kez dava açabilmek için ödemek zorunda kaldıkları dava masraflarını ödeyebilecek maddi olanaklardan yoksun bırakıldıkları için daha ilk aşamada zorluk başlıyor.

"Evliliğin kutsanması" ne gibi riskler taşıyor?

Bu kutsama işi kadınların ezilmesinin, emeğinin sömürülmesinin, şiddete uğramasının devamını isteme aslında . 'Erkek iktidarına, kapitalizme boyun eğ, öyle yaşa' demek. Kadınların en fazla şiddete maruz kaldığı yer aile, emeğinin en yoğun sömürüldüğü yer aile, bedeni üzerinde erkek/devlet iktidarının kurulduğu yer aile... Aile kurumu sayesinde kadınların ezilmişliği aile dışında da devam ediyor. Kadınların esnek güvencesiz işlerde, erkeklerden daha az ücret ve sosyal haklar ile çalıştırılmasının güvencesi de aile.

'DAVALARIN EN BÜYÜK GEREKÇESİ...'

Boşanma davalarıyla paralel olarak, kadınlar arasında bu kararını şiddet gördüğü için verenler de artıyor mu?

Boşanma davalarının çoğunluğunda şiddet bir şekilde zaten hep var. Bazen şiddet gerekçesi birinci nedenken bazen diğer sebeplerle birlikte olabiliyor. Erkeğin aile ilgili sorumluluklarını yerine getirmemesi, çalışmaması, kumar-içki gibi alışkanlıklar ve aldatma diğer sebepleri oluşturuyor. Ama şiddet, aslında büyük oranda boşama davalarının gerekçelerinden. Tabii şiddet tanımı da ayrı bir sorun. Yargı ve toplum halen şiddeti sadece ağır fiziksel şiddet olarak görüyor. Psikolojik, ekonomik yada cinsel şiddet, evlilik içi tecavüz, özgürlüğün kısıtlanması gibi durumlar halen şiddet olarak görülmüyor. Erkeğin çalışmıyor olması bir sorun olarak görülürken paranın denetiminin sadece erkekte olması, kadının sürekli hesap vermek zorunda kalmasına rağmen erkeğin bu konuda hesap vermemesi bir şiddet olarak değerlendirilmiyor mesela.  Hakaret ya da küfür etmeksizin erkeğin bağırması, sürekli kavga çıkaracak tehdidi altında kadını sessiz kalmaya zorlaması da şiddet olarak tanımlanmıyor.

Kadınlar hakları konusunda yeterince bilinçli mi? Böyle bir eksiklik var mı?

Kadınların en azından yasalarda tanımlanan haklarını öğrenebilmesinin olanakları bile elinden alınmış durumda. Bilgiye ulaşma yolları tıkalı olduğu için tam olarak biliyorlar, diyemeyiz. Ama geçmişe oranla biraz daha bu konuda yol alındığını söylemek mümkün. Hem teknoloji kullanımının bir kısım kadınlar açısından kolaylaşması hem medyada bazı programlar aracılığı ile ve tabii ki kadınların/kadın örgütlerin feministlerin verdikleri mücadele sebebiyle, en azından yasal haklarını, direnme yollarını bilmeye başlıyorlar.

YASALAR KADINLARIN LEHİNE Mİ?

'Yasal haklar' demişken; kadın burada nasıl bir tabloyla karşı karşıya? Veya kadın mücadelesinin getirdiği kimi kazanımlar söz konusu mu?

8 Mart 212 tarihinde 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin İzlenmesine Dair Kanun kabul edildi. Bundan önce 4320 sayılı Ailenin Korunmasına İlişkin Kanun vardı ama yetersiz idi. Feministlerin, kadın örgütlerinin ısrarlı mücadelesi sonucunda 6284 sayılı yasa kabul edildi. Bu yasa eksiklikleri olmasına ve adından da anlaşılacağı üzere yine aileyi korumak gibi bir hedefle çıksa da, kadına yönelik şiddetin engellenmesini, şiddete uğrayan kadının korunmasını sağlayacak hükümler taşımakta. Bu yasa dışında ceza kanunda ve diğer kanunlarda da birtakım olumlu düzenlemeler yürürlüğe girdi. Yine uluslar arsı bir sözleşme olan ve Türkiye’nin de imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi de yürürlüğe girdi.

Ancak sorun, yasaların düzenlenmesiyle sınırlı değil. Yasalarda var olan hükümlerin uygulanmasını sağlayacak alt yapı düzenlemelerinin olmaması kadınların bu yasalardan faydalanmasının önünde engel. Mesela kadın sığınma evlerinin yeterli sayıda olmaması, maddi destek mekanizmalarınının olmaması,  koruma kararı verilse bile korumanın sağlanmaması, barınma hakkının sağlanmaması, kadınların istemediği halde çocuklarından uzaklaşmak zorunda bırakılması, danışmanlık hizmetlerinin verilmemesi gibi sayılabilecek birçok engel var. Yine kadınlara ev dışında çalışabilecekleri yeterli istihdam alanlarının yaratılmaması, ücretsiz kreşlerin olmaması gibi .

Diğer yandan kadın cinayeti davalarında halen haksız tahrik hükümlerinin  erkeler lehine uygulanmasına devam ediliyor. Öldüren eş yada eski eş 'erkekliğime laf söyledi', 'kadınlık görevlerini yerine getirmedi' gerekçeleri ile haksız tahrik indiriminden yararlanarak çok az cezalarla cezalandırılabiliyor. Yine cinsel saldırı davalarında cinsel saldırıda bulunan erkek değil kadın sorgulanmaya devam ediyor. 'Kadın bir şey yapmasa erkek saldırmazdı' yaklaşımı kadının davranışlarının sorgulanmasına yol açıyor. Özellikle cinsel taciz ve saldırı davalarında kadın beyanının esas kabul edilmemesi suçun ve failin ispatlanmamasına yol açıyor. Çünkü bu tür suçlar aleni olarak gerçekleşmiyor. Tanık bulmak zor hatta imkânsız olduğu gibi kadınların bu tür suçlarda şikayetçi olabilmesi çok nadir ve olaydan çok sonra gerçekleşebildiği için delil yokluğundan beraatla sonuçlanıyor. Yine tüm yargılama süreci boyunca kadın yaşadıklarını tekrar tekrar anlatmak; ikna etmek zorunda bırakıldığı için psikolojik olarak şiddeti yeniden yeniden yaşamak zorunda bırakılıyor. Yasaları yapanlar da uygulayan yargı sistemi de erkek egemenliğinin bir parçası ve yargı sistemi uygulama araçlarından biri. Kolluk kuvvetlerinden başlamak üzere savcılar, hakimler; tüm sistem erkek egemenliği üzerine kurulu olunca tabii ki kadına ve erkeğe yaklaşım da erkek egemence oluyor ve korunan kadın değil erkek oluyor. Karakollarda halen 'kocandır; sever de döver de' yaklaşımı devam ediyor. Hakim ve savcılar halen 'sen nasıl erkeksin' dediği için karısını öldüren erkeğe haksız tahrik hükümlerini uygulayabiliyor.

TOPLUM DEĞİŞTİ Mİ?

Boşanan kadına dönük toplum algısı hala gerici bir karakterde mi? Mesela boşanmaya dair artışlardan hareketle bir değişim oluyor mu?

Toplum elbette erkek egemenliğinden muaf değil. Asıl olan 'kadının evlilik içerisinde köleliğinin devam etmesi' anlayışı toplum içinde de varlığını sürdürdüğü için boşanmış kadın toplumca 'makbul kadın' değil. Başında erkek olmayan kadın saldırıyı hak eden, yoldan çıkmış kadındır. Tüm davranışları, yaşam biçimi bu sefer akraba, komşu, arkadaş olan erkekler tarafından denetlenmeye çalışılır.  Bedeni üzerinde denetim kurmaya yada fayda sağlamaya çalışırlar. Kadınların ev dışında yaşamda varlık göstermelerindeki artış, kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesi, boşanmalardaki artış; toplum kabul etmek istemese de elbette bir değişime yol açıyor. Geçmişe oranla boşanma daha kabul edilebilir bir durumda.

'EŞİT, ÖZGÜR BİR İLİŞKİ BİÇİMİ'

Evlilik sisteminin demokratik bir şekle büründürülmesi mümkün mü?

'Evlilik' denen şey; erkek egemenliği ve kapitalizmin işbirliği ile kadını baskı altında tutmanın bir aracı olduğu sürece demokratik bir şekle bürünmesi mümkün değildir. Tarafların eşit, özgür bir şekilde kurabildiği bir ilişki biçimidir, demokratik olacak olan. Böyle bir ilişki biçimine doğru; kadınların verdiği mücadele ile yol alınabilir ama nihai amaç ancak kapitalizminin ve erkek egemen sistemin var olmadığı bir dünyada mümkündür. Erkek egemen sistem evlilik aracılığı ile heteroseksüel yaşamı yeniden üretirken toplumun ve iktidarın kabul ettiği tek ilişki biçimini ve zorunlu üremeyi dayatıyor.

Aile kavramını yada evliliği dönüştürmek yerine yeni birlikte yaşam formları üzerine yoğunlaşmak gerek. Bu yeni biçimlerde aynı mekanı paylaştığımız kişi veya kişiler sevgilimiz olabileceği gibi arkadaşımız yada başkaları da olabilmelidir.  Önemli olan aynı evi paylaşan insanların birlikteliklerinin cinsellik, sevgi, üreme, çocuk ve yaşlı bakımı gibi bütün ihtiyaçların bir arada düşünüldüğü, giderildiği bir kurum olarak görülmemesidir. Bu ihtiyaçların başka biçimlerde karşılanması sağlanmalıdır. Bakım ve ev işlerinin; cinsiyetçi iş bölümünden uzaklaşılarak nitelikli, ücretsiz, devlet tarafından sunulan mekanizmalarla çözülmesi gerekiyor. Diğer yandan da erkeklerin de bu işleri üstlenmesinin yollarının örülmesi gerekiyor.

'ANNE OLMAYAN KADIN: EKSİK!'

'Annelik' kavramının yüceltilmesi kadın aleyhine bir sonuç doğuruyor mu?

Anneliğin kutsanması da kadını baskılama, eve kapatma araçlarından biri. Kadının doğurganlık özelliği onun üzerinde iktidar kurmanın bir aracı haline gelmiş durumda. Annelik adeta bir meslek haline getirilmiş. Doğurmayan, anne olmayan kadın 'eksik kadın' sayılıyor. Doğurma hakkımız kadar doğurmama hakkımızın da olduğu; çocuk sahibi olmak istemememe, kürtaj olma hakkımızın olduğu kabul edilmek istenmiyor. Uzun süre kürtaj hakkının ortadan kaldırılmaması için mücadele etmek zorunda kaldık. Kürtaj hakkını ortadan kaldıramadılar ama çeşitli yollarda doğum kontrolünün önüne geçmeye çalıştıkları gibi kürtaj hakkının da kullanımını engellemeye çalışıyorlar. Anne-çocuk arasındaki sevgi ilişkisi üzerinden bakım işleri kadına ücretsiz olarak yaptırılıyor. Böylece devlet ve erkek çocuklara dair tüm sorumluluklarından kurtuluyor. Anne hem çocuk bakıcısı hem doktor veya hemşire; öğretmen, aşçı, çamaşırcı, bulaşıkçı, psikolog olmak zorunda kalıyor. Bütün bu işleri ücretsiz, karşılıksız yapmak zorunda. Var olan sistemde anne olmak, kendi isteklerimizi unutup tamamen çocuklar için yaşamamız anlamına geliyor. Gece gündüz demeden, mesai saatleriniz dahi belli olmadan her zaman işe hazır bir şekilde çalışmanız bekleniyor. Böylece devlet çocuklara dair tüm sorumluluklarından kurtulurken erkek de uzaktan baba rolünü oynuyor. Boşanma halinde bile çocukların bakımından anne sorumlu hale geliyor. Annelik çocuklar için yaşamak olarak tarifkenince 'iyi anne' olmamayı seçmemiz halinde yargılanmaya başlanıyoruz. Makbul olmayan annelik devreye giriyor ve ideal anne olmaya devlet, toplum ve erkekler bizi zorlamaya başlıyor.

'ERKEK EGEMENLİĞİNE VE KAPİTALİZME KARŞI BİRLİKTELİK'

Ne yapmalı?

Ailenin, evliliğin dayattığı eşitsiz yapıyı kırmak ve ihtiyaçlarımızı daha eşit, daha özgür, daha kolektif biçimlerde karşılamak için yol almak zorundayız. Bir yandan aileyi zayıflatacak politikalar için mücadele ediyoruz ama diğer yandan da onun yerini alacak toplumsal düzeni kurmanın yollarını örüyoruz.

Aslında tüm konuştuklarımıza bakacak olursak; kadınların özgürlük, eşitlik mücadelesinin öyle hafife alınacak bir mücadele olmadığı, çok köklü bir yapıya karşı mücadele olduğu görülecektir. Kadınlar olarak bir yandan erkek egemen sisteme karşı mücadele ederken bir yandan da kapitalizme karşı mücadele etmek zorundayız. Bu mücadelenin en önemli noktası ise feminist mücadele ve  kadın dayanışması. Kadın dayanışması büyüdükçe, kadınlar birlikte çoğaldıkça, birlikte güçlendikçe mücadelemiz de büyüyecektir.