GÖRÜNTÜLÜ

Ümit: Devlet dönüşüme uğramazsa kararların pratikleşmesi mümkün değil

Devlette bir dönüşüm olmadığı taktirde PKK’nin aldığı kararların pratikleşmesinin mümkün olmadığının altını çizen Hêlîn Ümit, “Demokratik siyasete alan açılmazsa bunu nasıl gerçekleştireceğiz? Yasal düzenlemeler yapılmazsa nasıl ilerleyeceğiz" diye sordu.

HÊLÎN ÜMİT DEĞERLENDİRİYOR

Kürt Özgürlük Hareketi Üyesi Hêlîn Ümit, Önder Apo’nun 27 Şubat tarihli Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı ardından PKK’nin 12. Kongresi ve sonrasında yaşanan gelişmelere dair Medya Haber Tv’nin sorularını yanıtladı.

Ümit’in değerlendirmelerinin tamamı şöyle:

Öncelikle Önder Apo’ya sevgi ve minnetlerimizi belirtiyor, tüm yoldaşlar adına saygılarımızı iletiyorum. PKK 12. Kongresi’nde şehadetleri ilan edilen Heval Rıza ve Heval Fuat şahsında tüm şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum. Bu vesileyle onlara verdiğimiz sözleri yerine getireceğimizi bir kez daha belirtiyorum. 

Tüm halkımızın Kurban Bayramı’nı kutluyorum. Haziran ayı fedai ayıdır. Büyük şehidimiz Zîlan arkadaş şahsında tüm PKK fedailerini selamlıyor, şehitlerimizi tekrar saygıyla anıyorum.

PKK 12. Kongresi gerçekleşti. PKK, ilk kongresinden bu yana tüm toplantılarını ve kongrelerini tarihe yön verme temelinde gerçekleştirdi ve bunu pratikleştirdi. PKK 12. Kongresi, Kürdistan halkı, bölge halkları ve insanlığın geleceği açısından önemli bir dönüm noktasını ifade ediyor. Aldığı kararlarla önümüzdeki süreci belirleyecek. Bunun çok iyi anlaşılması lazım. Biz bu kararlılıktayız, kararların içeriği de bu temelde. 

12. PKK Kongresi halen tartışılıyor. Önderliğimizin politik raporu çerçevesinde içinde bulunduğumuz süreci anlamaya ve aldığımız kararlar doğrultusunda doğru pratikleşme arayışı içerisindeyiz. Herkesin 12. PKK Kongresi’ne ve aldığı kararlara doğru yaklaşması ve doğru anlam vermesi gerekiyor.

Bu minvalde önemli bir tartışma var. Herkes bu kongreye nasıl gelindiğini, bu kararların nasıl alındığını, etkilerinin ne olacağını tartışıyor. Karşıtlarımızda, taraftarlarımızda, halkımızda bu sorular var.

YENİLİĞE KAPI ARALAYAN BİR SÜRECİN İÇİNDEYİZ

Sürecin gelişmesi biliniyor. Ekim ayından itibaren çok yoğun bir sürecin içerisindeyiz. Birçok duygunun, birçok düşüncenin iç içe yaşandığı bir dönem. Büyük bir değişim ve dönüşüm kararlılığı var. 52 yıl boyunca Kürdistan’a damgasını vuran PKK, örgütsel varlığına son verdi. Politik programında ve stratejisinde değişikliğe giderek silahlı mücadeleyi sonlandırdı. Herkes bunu anlamaya çalışıyor. Nasıl olacak? Dost da düşman da anlamaya çalışıyor.

Ortadoğu dengeleri açısından belirleyici olan bir hareket olarak bir tuğlayı çektik. Herkes buna göre konumlanmaya ve anlamaya çalışıyor. Gerçekten anlamaya, kavramaya çalışanlar  da var, bilinçli bilinçsiz çarpıtmaya çalışanlar da var.

Bilinçli çarpıtmaya çalışanlar, sürecin içinde nemalanmaya çalışan rantiye kesimlerdir. Bunu PKK’nin bir başarısızlığı gibi göstermeye çalışıyorlar. Anlamaya çalışanlar ise bu büyük değişimle birlikte nasıl bir devrimci demokratik gelişmenin halklar lehine açığa çıkarılacağını tartışıyor.

1998’de Uluslararası Komplo gerçekleştiğinde Türk devleti büyük bir hezeyana kapılmıştı. “Sıkıştırdık, zorladık, bittiler, tükendiler. Önder Apo’yu Şam’dan çıkardık, kıstırdık” havasına girdiler. Oysa Önder Apo, önceki ve sonraki değerlendirmelerinde şunu söyledi: 1992’den itibaren bir bekleme sürecindeydi. Mücadele belli bir aşamaya gelmişti. Kürt halkının varlığı Ortadoğu’da ve Kürdistan’da görünür hale gelmişti. Ulusal diriliş, Kürt ulusunun demokratik temelde doğuşu gerçekleşmişti ancak özgürlük problemine cevap verilmesinde sıkıntılar vardı. Kürt sorununun siyasal çözümünde gelişme yaratılamamıştı.

İlgililere, dürüst ve samimi olanlara çağrım, bu tarihin araştırılmasıdır. Önder Apo’nun bu sürece nasıl geldiği, çok önemli bir tarihsel süreci ifade ediyor. Devletçi çözümden kopuş o dönem başlıyor.

Bugün gelinen nokta, Önderliğin 1993’te başlattığı ve 2000 sonrası Uluslararası Komplo’ya karşı derinleştirilen hazırlık sürecinin bir sonucudur. Karşı tarafın ifade ettiği gibi, “artık yapamaz duruma geldiler” söylemiyle açıklanamaz. Tam tersine, etkisi çok büyük olan bir adımdır. Kürt varlığını açığa çıkaran, önemli bir aktör haline getiren bir çıkıştır. Kürt ulusal gerçekliğini bölge halklarıyla birlikte yaşama sorusuna cevap oluşturan bir çıkış. 12. PKK Kongresi’nde alınan kararlar bunun yolunu açıyor.

Son dönemde neredeyse herkes PKK ve Kürt gerçekliği üzerinden siyaset yapar hale geldi. Suriye’de, İran’da, Irak’ta, Türkiye’de bu böyledir. Türkiye’nin iç dengeleri bile Kürt sorunu karşısındaki konumlanışına bağlıdır. İçerideki antidemokratik uygulamalar, yükselen faşizm, baskı ortamı, ekonomik kriz ve sosyal dağılma bizim yürüttüğümüz mücadeleyle ve onun tarzıyla ilişkilidir. Bunu dönüştürerek Türkiye’yi ve Ortadoğu’yu değiştiriyoruz. Ortadoğu’daki demokratik çözüm, dünya demokrasi mücadelesi açısından büyük bir hamle haline gelecek. Bu sürecin içerisindeyiz. Gerçekten heyecan verici, yeniliğe kapı aralayan bir sürecin içindeyiz. 

DEVLETTE BİR DÖNÜŞÜM GERÇEKLEŞMEZSE BU KARARLARIN PRATİKLEŞMESİ MÜMKÜN DEĞİL

Biz bu değişim ve dönüşüm sürecini, Önderliğin 40 yıldır yaptığı büyük bir hazırlığın sonucu olarak değerlendiriyoruz. Bu sürecin Türkiye toplumu ve aydınları tarafından iyi anlaşılması gerekir. Bu, bir zorlanmadan kaynaklanan değil, planlı bir çıkıştır.

Bu anlaşılmazsa büyük değerlere haksızlık yapılır ve süreç sıkıntıya girer. Önder Apo da biz de “devletten şunu bekliyoruz” gibi bir yaklaşıma sahip değiliz. Önder Apo bunu çok sert eleştiriyor.  Demokratik toplum kendi kendini örgütleyerek güç haline gelmeli, demokratik siyaset temelinde gelişmeler yaratmalıdır. Kadın özgürlüğü, kimlik hakları da bu şekildedir. Bunlar mücadele süreciyle ilgilidir. Biz böyle bir dönüşüm yapıyoruz, mücadele tarzımızda değişiklik gerçekleştiriyoruz. Bunun anlaşılması gerekiyor.

Evet, biz gereken adımları attık. Önderlik, Bahçeli’nin 23 Ekim’deki çağrısına büyük bir ciddiyetle ve anlamla yaklaştı. Türkiye’deki en uç, bize karşı en fazla savaşan kişi ya da kesim olarak Bahçeli’nin çağrısı tarihsel bir fırsat olarak değerlendirildi. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra Türkçülük temelinde, Türk ulusunun geliştirilmesi için kurumlaştırılan bir yapıyı temsil ediyor Bahçeli. Böyle bir odaktan gelen çağrı, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi açısından ciddi bir kırılma noktasıdır. Önderlik buna büyük değer veriyor. Biz de anlamaya çalıştık.

Daha önce başka programlarda da ifade ettik. “Ne oluyor?” diye soranlar oldu. Biz de sorduk: “Ne oluyor?” Devlet Bahçeli’nin açıklamaları çok önemliydi. Türk-Kürt barışından söz etmesi, Türksüz Kürt, Kürtsüz Türk olmaz demesi, Kürtlüğün bir varlık olarak tanınmasını ifade etmesi bizim için çok değerliydi. Önderliğimiz de böyle değerlendirdi ve bu adıma denk düşecek adımları hızla attık.

Bahçeli’nin “Gelsinler siyaset yapsınlar, Öcalan umut hakkından yararlansın, mecliste konuşsun” sözü hala ortadadır. Süreç bu sözlerle başladı ama devlet nezdinde karşılık bulmadı. Bahçeli’nin çağrısı olarak kaldı. Umut hakkı konusunda bir gelişme hâlen yok. Adalet Bakanı zaman zaman sorumsuzca, ne dediğini bilmeden açıklamalar yaptı. Mevzuatla ilgili açıklamalarla süreci tıkadı.

Biz gereken adımları attık. Silahlı mücadele stratejisinden vazgeçme kararı da buna denk adımlardı. Bu kararları aldık, ancak her şey bizim isteğimizle olacak diye bir durum yok. Her şeye yön veren tek irade biz değiliz. Karşımızda bir devlet ve onun iradesi, politikaları var. Devlet tarafında bir dönüşüm gerçekleşmezse bu kararların pratikleşmesi mümkün değildir. Biz “Demokratik siyaset yapacağız” desek bile alan açılmazsa bunu nasıl gerçekleştireceğiz? Yasal düzenlemeler yapılmazsa nasıl ilerleyeceğiz? Önder Apo İmralı’da tutsak kalmaya devam ederse bu nasıl olacak?

Söz konusu olan sadece İmralı adası değil, İmralı sistemidir. Görüşmeler izne tabidir. İzin verildiğinde gidiliyor, verilmediğinde gidilmiyor. Biz şöyle dedik: Önder Apo bu süreci yürütsün diye biz bu adımları atıyoruz. Fiziki özgürlüğü temelinde bunun hukuki karşılığı umut hakkı mı olacak, değilse özel yasa mı gerekecek, buna karar verilmeli.

Türkiye’deki siyasi atmosfer, iktidar cenahı “Bizim buna gücümüz yok” diyemez. Çünkü istedikleri her kararı her konuda alabiliyorlar. Elbette farklı kesimler, odaklar vardır. Ama iktidar her şeyi kontrol altında tutuyor.

Bu konuda adım atılmıyorsa, bu, niyetten kaynaklıdır. Bizim de sorguladığımız konu budur: Niyet. Devlet Bahçeli’nin çağrısı ve sonrasında gösterdiği bazı çabalar göz ardı edilemez. Fakat sözde kalıyor. Biz bu söylemlere anlam veriyoruz. Açıkçası anlam veriyoruz; çünkü Türkiye’de öyle bir zihniyet gelişti ki, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra, son 50 yılda bizim mücadelemizi bastırmak ve tasfiye etmek için korkunç bir şovenizm derinleşti. Türkiye toplumunun zihninde bize, Kürtlere, PKK mücadelesine dair büyük bir yalan inşa edildi. Bu yalanın kırılması açısından Devlet Bahçeli’nin açıklamaları anlamlıdır. Tarihsel yorumlar açısından da bu açıklamalar bir şeyi sarsıyor.

Bahçeli’nin değerlendirmelerinde zaman zaman farklı kesimlere yönelik göndermeler olsa da, “Türk’süz Kürt, Kürt’süz Türk olmaz” demesi önemlidir. Çünkü bu, Cumhuriyet’in bir tabusu olan “Türkiye devleti Türklerden oluşur” anlayışına karşı, Kürt varlığını kabul anlamına gelir. O zaman bu varlığın yasal ve anayasal olarak tanınması gerekir. Bu konuda söylenebilecek şey, sürecin söylem düzeyinde kaldığıdır.

MECLİSİN ORTAKLAŞMASI GEREKİR

Türkiye’nin bu sorundan daha ağır bir sorunu yok. Meclis ilgilenecekse bu sorunla ilgilenmeli. Şimdiye kadar Meclis’in gündem dışı konularla ilgilenmesi nedeniyle hiçbir etkisi kalmadı. Bu, başkanlık sistemiyle birlikte bilinçli olarak mı yapılıyor, bilinçsizce mi gelişiyor; tartışılabilir. Ancak sistemle birlikte Meclis’in etkisi azaltıldı. Fakat hala parlamento vardır ve Türkiye genelini temsil eder. Kürt sorunu partiler üstü bir konudur. Bu konunun çözümü sadece AKP ve MHP’ye bırakılamaz. Bu, Türkiye’nin genel sorunudur. Meclisin bu konuda ortaklaşması gerekir.

Başından itibaren hem biz hem de Önderliğimiz komisyon kurulması gerektiğini dile getirdik. Şimdi de kurulacak gibi bir hava yaratılıyor ama süreç zamana yayılıyor. Komisyonun şimdiye kadar kurulmuş ve çalışıyor olması gerekirdi. Türkiye’deki siyasi partilerin çoğu komisyonun kurulmasından yana. Yapılan açıklamalar bunu gösteriyor. Birkaç parti dışında. İYİ Parti ayak direyebilir. Zafer Partisi işin içinde olmayabilir. Ama bunlar çok etkili değil.

Genel olarak, başta ana muhalefet partisi CHP, DEM Parti, Gelecek Partisi, DEVA Partisi bu konuda olumlu açıklamalar yaptı. Komisyonun kurulması ve çalışması konusunda Türkiye siyasetinde güçlü bir eğilim var.

Peki neden olmuyor? Biz de bunu sorguluyoruz. Anlaşıldığı kadarıyla Devlet Bahçeli komisyonun kurulması gerektiğini açıkça söyledi. Geriye sadece AKP kalıyor. Demek ki AKP istemiyor. Bu biraz matematik hesabı gibi ama gerçeklik böyle görünüyor. Hatta AKP’nin tamamı bile değil. AKP içinde bir kanat bu süreci istemiyor. 

Savaşın devam etmesini isteyen, savaş ikliminden nemalanan güçlü bir kesim oluştu. Rantiye kesimi. Medyadan sermayedarlara kadar bu kesim oluştu ve AKP’nin siyasetinde etkili hale geldi. Medyada bazı kişiler bu işten geçimini sağlıyor. Kürtlere ve PKK’ye küfretmek onlar için ekmek kapısı. Bu kapının kapanmasından çok korkuyorlar. Düşmanlığın konforunu yaşıyorlar.

Silah sanayisi de AKP döneminde özel sektörde büyük ölçüde gelişti. Önceden devletin, kamunun elindeydi. Son yıllarda özel sektör bu alanda büyüdü. Bu sektörden nemalanan, örneğin Bayraktar kesimi gibi gruplar var. Savaşın bitmesini istemeyen, PKK’nin savaşmaya devam etmesini isteyen ve bu sorunun bu şekilde sürmesini çıkarına uygun bulan bir kesim oluşmuş durumda. Komisyon tartışmalarında bu tabloyu görebiliyoruz. Ancak mevcut toplumsal ve siyasi baskıya AKP’nin uzun süre direnemeyeceğini düşünüyorum. Komisyonu kuracaklar. Bu komisyon gerekli tüm yasaları çıkaracak, konuyu tartışacak. Sorunun çözümü için çaba gösterecek, toplumsallaşacak, süreci izleyecek ve gerektiğinde alt komisyonlar oluşturacak.

GEÇMİŞLE YÜZLEŞEREK GELECEK OLUŞTURULMALI

Burada önemli bir noktaya da değinmek istiyorum: Geçmişe birlikte bakamayanlar, geleceğe birlikte bakamaz. Bizim tarih yorumumuzla Türkiye egemenlerinin tarih yorumu aynı değil. Ortak bir tarih bakışı geliştirmemiz gerekiyor. Hakikatleri araştırma, gerçekleri açığa çıkarma komisyonuna ihtiyaç var.

AKP’nin temel argümanı, iktidara geldikten sonra Kürt varlığını tanıdığını ve haklarını verdiğini savunmak. TRT Kurdi gibi yayınlar üzerinden sorunun çözüldüğünü iddia ediyorlar. Ancak yasal ve anayasal bir güvence yok. Oysa tarih bize gösteriyor ki Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda kurucu bir unsurdu. Bu gerçek anayasal, yasal düzeyde tanınmıyor.

Egemen siyaset tarihi böyle okumuyor. Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya gelişinden itibaren Kürtlerle yaşadığı ilişkiler ve çelişkiler göz önünde bulundurulmadan sağlıklı bir halklar arası ilişki kurulamaz. Yakın tarihe dair de bir şey eklemek isterim. Sürece “Terörsüz Türkiye” ismi verilmiş. Bu kavramı kesinlikle reddediyoruz. PKK, Kürt halkının en meşru mücadelesidir. 52 yıldır süren bu mücadele olmasaydı bugün Kürtlerden söz edilemezdi. PKK’nin çıkışı, Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtlere karşı sürdürülen baskıya bir tepkidir.

Bugün bazıları çıkıp PKK’yi “Amerikan uydusu” ya da “dış güçlerin projesi” gibi tanımlamalarla küçümsemeye çalışıyor. Bu, Türkiye halkına hakarettir. Kürt halkı hakikati biliyor. Türkiye toplumu ise tarihi bilmediği için, zihin dünyası çarpıtıldığı için kendi haklarını bile savunamıyor.

Bu söylemin değişmesi gerekiyor. Geçmişe ortak bir bakış geliştirebilirsek, işte o zaman gerçek kardeşlik olur. “Milli birlik ve kardeşlik” denen süreç zihniyet ortaklığı üzerine kurulmalıdır. Kürtlerle Türkler arasında kan bağı yok, farklı halklarız. Kardeşlik kan bağı değil, zihniyet birlikteliğiyle olur.

Kürtler Aryenik kökenlidir, Ural-Altay dil grubundan gelmezler. Farklı kökenlere rağmen ortak bir ulus, demokratik bir ulus olabiliriz. Geçmişimiz de bunu gösteriyor. Türkler de Kürtler de birlikte yaşamaktan kazançlı çıkmıştır. Önderliğimiz bu yüzden sürekli tarihe atıfta bulunuyor. Alparslan’ı, Selçukluları örnek veriyor. Birlikte kazanılan süreçler vurgulanıyor. Türkler Anadolu’ya geldiklerinde neden onlara kapıyı açtık, başımıza bela aldık gibi bir yaklaşım, milliyetçi dalgalarla oluşmuş bir bakış açısıdır. Komisyon bu zihniyeti de sorgulamalı, bunlara da çözüm bulmalı. 

Komisyon sadece pratik adımları değil, tarihsel sorunların çözümüne yönelik çalışmaları da içermeli. Türkiye’nin ilk yüzyılında katı bir Türk uluslaşması hedeflendi, fakat bu başarısız oldu. İkinci yüzyıl, demokratik ulus temelinde, ortak bir zihniyetle, kardeşlik hukuku ile yeniden inşa edilmelidir.

Geçmişle yüzleşerek bir gelecek inşa edilmelidir. Unutulmamalı, unutturulmamalıdır. Hafızasız toplumlar geleceği sağlıklı kuramaz. Hafızasını kaybetmiş bir insan gibi sürekli korunmaya muhtaç hale gelirler. Toplumlar da böyledir.

Toplumların hafızası güçlü olmalı, yaşananları doğru anlamlandırmalı ve dersler çıkarmalıdır. Tarihte yaşanan olayları bireyler üzerinden yarıştırmak değil, doğru çözümlemeler yapmak gerekir. Bizi birlikte yaşamdan uzaklaştıran unsurları tespit edip ortadan kaldırmalıyız. Ancak bu şekilde gerçek bir ortak yaşam mümkün olur. Zorla aynı eve koymak çözüm değildir. Ortak bir bilinç geliştirilmezse o evi birbirimize cehenneme çeviririz. Türkiye bir çatıysa, bu çatı altında birlikte yaşayabilmek için geçmişimize birlikte bakmayı öğrenmeliyiz.

Komisyon çalışmalarında en önemli gördüğüm konulardan biri zihniyet meselesidir. Zihniyet değişmeden yan yana oturmak, tartışmak anlamlı olmaz. Birbirimizin arkasından kuyu kazmamalıyız.

TÜRK ORDUSU SAVAŞTA ISRAR EDİYOR, SİYASİ İRADENİN TUTUMUDUR

Silah bırakma meselesi en temel soru. Herkesin en merak ettiği, altın soru bu. Önderliğimizin 27 Şubat çağrısı temelinde gerekli adımlar atıldı ve kongremiz de gerekli kararları aldı. En önemlisi Türkiye’ye dönük silahlı mücadelenin sonlandırılmasıydı. Bu karar alınmış durumda ve uygulanıyor. İlk çağrıdan sonra da ateşkes ilan ettik, buna da cevap gelmedi. Halen Medya Savunma Alanlarında birçok yerde Türk ordusunun hareketliliği devam ediyor. Tünellere saldırılar sürüyor, şehadetler yaşanıyor.

İki gün önce HPG BİM açıklama yaptı. Savaşta ısrar eden bir Türk ordu gerçekliği var. Ordu kendi başına karar almıyor, siyasi iradenin tutumunu yansıtıyor. Türkiye yönetiminin yaklaşımını gösteriyor. Bu durum herkeste kaygı uyandırıyor.

Hiçbir siyasi adım atılmadan, hukuki ve yasal güvenceler sağlanmadan silah bırakma dayatması bir teslimiyet dayatmasıdır. Türk devleti bu kadar yıl savaştığı PKK’yi hala tanımıyor mu? PKK’de teslimiyetin olmayacağını bilmiyorlar mı? PKK, 14 Temmuz direniş çizgisi temelinde şekillendi. Zindandaki direnişçileri teslim alamadılar; kendilerini dirhem dirhem erittiler. Bugün birçok tünelde arkadaşlarımız insanüstü bir iradeyle mücadele ediyor. PKK ile teslimiyet yan yana getirilemez.

Bunu bildikleri halde neden bu dayatma? Eğer tanımıyorlarsa çok beceriksizler, eğer tanıyorlarsa sabote etmek istiyorlar. Bu kadar büyük bir emekle, başta Önderliğimizin büyük emeğiyle gelişen süreci, Türkiye ve Kürdistan toplumundaki heyecanı, beklentiyi, desteği boşa çıkarmak istiyorlar. Türkiye’nin geleceği açısından yeni bir döneme ilerlemeye çalışırken, 90’ların yöntemleriyle hâlâ bildiriler atıyorlar, teslim çağrıları yapıyorlar.

Önceden F-16’lar bomba atıyordu, şimdi bildiriler atıyorlar. Bu bildiriler sürece dair kaygıyı derinleştiriyor, sorgulamaları artırıyor. Süreç çok hızlı geliştiği için Kürt toplumu kaygılı. Kürtler kimliğini, onurunu, özgüvenini bu savaşla kazandı. Bugün eğer diğer halkların yüzüne bakabiliyorlarsa, bu yürüttükleri onur savaşı sayesindedir.

Kimse bize böyle silah bıraktıramaz. Kimse bunu geriye çekme gibi anlamasın. Diyelim ki savaşçılar silah bıraktı, ne olacak? Bu insanlar idealleri olan insanlar. Sistemden gelen teklifleri reddetmiş, yeni bir yaşam ve dünya kurmak istemiş idealist insanlar. Terhis edilecek bir düzen ordusu değiliz. Amaç insanlarıyız.

Bunlar tartışılmadan, koşulları oluşturulmadan, silahlar bırakılsın, teslim olun, cezaevine girilsin gibi dayatmalar suçluluk iması taşır. Biz suçlu değiliz. Biz, tarihin gördüğü en haklı mücadeleyi yürütmüş bir hareketin elemanlarıyız. Kimse bir Apocu’ya, bir PKK’liye böyle yaklaşamaz.

Bu tür yaklaşımlar, tartışmalar sağlıklı değil. Bunun yerine Türkiye’de toplumsal barışı geliştirmek, yeni bir Türkiye inşa etmek isteyenler sorunun kaynağını ve çözümünü tartışmalı. Diyelim ki biz silahları bıraktık. Bu sorun çözülmezse başka gruplar çıkar. Sorun kendi çözümünü dayatır. Toplumsal sorunlar her zaman kendi çözümünü arar, bir çıkış bulur, bir patlama yaratır. Yeniden benzer şeylerin yaşanmaması, sağlıklı bir sürecin yaşanması ve yeni bir Türkiye ile yeni bir Kürdistan’a uyanmak isteniyorsa bu yaklaşım önemlidir.

Bu programa gelirken yanımda genç kadın gerillalardan oluşan bir grup vardı. Onlara sordum: “Silah bırakır mısınız?” Dediler ki: “Asla silah bırakmayız.” Peki, hangi koşullarda yumuşarsınız? Diljîn arkadaş şöyle dedi: “Önderliğimizin fiziki özgürlüğünün gerçekleşmesi gerekir. Önderliğimizin bu süreci yürütmesi gerekir.” İkinci talepleri meclis komisyonu. Türkiye bunu tartışmalı. Üçüncü olarak Kürt kimliğinin tanınması. Bu kadar mücadeleden sonra Kürt kimliği yasal güvenceye kavuşmalıdır.

Bugün Türkiyeli yetkililer sıradan bir arkadaşımıza sorsun, yine aynı cevabı alırlar. 

 YENİ ANAYASA YAPILACAKSA TOPLUMSAL SÖZLEŞMEYE DAYANMALI

Bugüne kadar yapılan anayasaların temel eksiği demokratik olmamalarıydı. Çoğu darbe ürünüydü. Üstten indirilen, halktan kopuk anayasalardı. Yeni bir anayasa yapılacaksa bu bir toplumsal sözleşme olmalı ve demokratik biçimde şekillenmeli. Türkiye’de yaşayan tüm kesimlerin katılımıyla, tartışma ve ilişki içerisinde oluşturulmalı. Bugüne kadarki anayasaların temel hastalığı, Osmanlı bakiyesi üzerine kurulan Türk uluslaşmasına dayalı yapıydı. Bu da üstten dayatmacılıktan kaynaklanıyordu.

1921 Anayasası ise özgün bir yere sahiptir. Çünkü o anayasa Kurtuluş Mücadelesi'nin, Anadolu'daki yürütülen mücadelenin çok canlı olduğu, Türkiye'deki dinamiklerin hala çok güçlü olduğu bir dönemde gerçekleşti. Yanlış değilsem, Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi'ne Kars vekili olarak katılıyor. Bir Kürt bölgesinin. Yani Kürt kimliği reddedilmemiş, diğer halklar açısından da böyle bir gerçeklik var. Türkiye'deki etnik yapılar, inanç yapıları canlı ve 1921 Anayasası sürecini sahipleniyorlar. Ancak 1924 Anayasası'ndan günümüze gelen tüm anayasalarda darbeciliğin izleri görülüyor.

Bu yüzden anayasa üstten değil, tabandan gelişen bir şekilde inşa edilmeli. Bazı kesimler anayasaları değişmez belgeler olarak görüyor ama bu belgeler toplumların eliyle, insan eliyle inşa edilen şeylerdir. O zamanın koşulları başkaydı, şimdinin koşulları başka. Osmanlı'nın dağılması, halkların milliyetçilik temelinde kopuşu, dar bir savunmacılık anlayışı doğurmuş, bu da anayasaya yansımış. Ancak bugün dünya, bölge, insanlık değişti; bu dogmatizm, bu tutuculuk gericiliktir. Mevcut durumda ısrar gericiliktir.

Kürt sorununun çözümü bir anayasa ve toplumsal sözleşme çözümüdür. Bu, sağlıklı bir biçimde, birçok kesimin katılımıyla, sahiplenerek ve tartışarak yürütülmeli. AKP'nin oluşturduğu 11 kişilik komisyonla demokratik anayasa oluşmaz. Bu komisyon belki bir taslak oluşturabilir ama Türkiye toplumunun zenginliğini, gerçekliğini, sosyal ve politik yapısını yansıtacak bir düzeye getirilmelidir. 11 kişi Türkiye'nin ne kadarını temsil ediyor? Bu bile, başkanlık rejimiyle tepeden inmeci, Jakoben tarzı bir yaklaşımın hala etkili olduğunu gösteriyor. Bu da İttihatçı zihniyetin Türkiye siyasetine etkisini sürdürdüğünü ortaya koyuyor.

CHP’YE OPERASYONLAR SÜRECİ OLUMSUZ ETKİLİYOR

Türkiye siyaset sahnesi kaynıyor. Olan bitenler olumlu değil. Türkiye'nin demokratikleşmesini gündeme taşımaya çalıştığımız böyle bir süreçte CHP’ye dönük bu tarz operasyonlar süreci olumsuz etkiliyor. Diyelim ki bir suç ya da yolsuzluk varsa elbette mücadele edilmeli ama ortadaki tablo bunun ötesindedir. CHP’ye dönük ciddi, sert bir saldırı var. Bu, içinde bulunduğumuz süreci olumsuz etkiliyor.

Sorguluyoruz: Bu süreç akamete uğratılmak ya da kontrol altına alınmak mı isteniyor? Bu konuda soru işaretimiz var. CHP başta olmak üzere diğer partiler sürece dair tutumlar takındı. Daha güçlü bir ses çıkacaktı, belki de bu engellenmek isteniyor. Bu bir varsayım, kesin bir karar değil ama böyle bir şüphe var.

CHP şimdiye kadar Türkiye'nin demokratikleşmesi ekseninde çalışmadı. Demokratikleşme kavramını kullanıyor olsa da kurucu parti olduğunu öne sürerek mevcut iktidarın savaş politikalarına angaje oldu. AKP’yi ayakta tutan bir güç hâline geldi. Bunu sadece biz değil, Erdoğan da söylüyor. "İyi ki böyle bir muhalefet var" diyor. CHP'nin muhalefeti AKP’yi besledi.

Bugün yaşanan demokrasi mücadelesi mi, iktidar kavgası mı? Bu soru önemli. CHP ve muhalefet cephesinde demokratikleşme temelinde yürütülen bir kavga yok. Bu noktada da şunu belirtmeliyim: Kürtler AKP ile anlaştı gibi söylentiler çıkıyor. DEM Parti bunun cevabını verir. Kürtler Cumhur İttifakı’na katılacak, AKP’nin yanında duracak gibi iddialar var. Böyle bir durum yok.

Kürt Özgürlük Hareketi olarak tutumumuz nettir: Kim gerçekten demokratikleşme mücadelesi yürütüyorsa, biz onun arkasında oluruz. Mesele budur. Mevcut tablo böyle değil. CHP'nin stratejisi seçim kazanmaya yönelik. Güncel Türkiye sorunlarına çözüm arayan bir tutum yok.

Türkiye tarihi açısından olumlu bir kırılma noktasındayız. Bu süreci olumluya çevirmeye çalışıyoruz. CHP bu süreçte rol oynayabilirdi. Sosyal demokrat bir parti olarak Kürt varlığının anayasal güvenceye alınmasında, sorunun hukuki ve siyasi zeminde çözümünde sağ partilere göre daha önde olmalıydı. Ayrıca bu sorunun tarihsel sorumlularından biri de CHP.

Özgür Özel’in bu konudaki açıklamaları negatif değil. Süreci desteklediğini, demokratik bir masa kurulduğunda yer alacağını söylüyor. Bunlar değerli ve anlamlı. İktidar cehanı AKP ve MHP. AKP bu süreçten çıkar sağlamaya çalışıyor. Oyları düşmüş, yeniden Kürtleri kazanmak istiyor. Kürt halkı özgürlükçü, yenilik arayan bir halk. Demokratik ulus dinamizmi bu.

Bu mesele Türkiye'nin meselesidir, partilerin değil. Hiçbir partiyle de böyle yapılmış bir anlaşma yoktur.  Partiler üstü bir mesele. Yani Türkiye halklarının kaderini ilgilendiren, Türkiye emekçi sınıflarının kaderini ilgilendiren bir şeyden bahsediyoruz. O anlamıyla hiç böyle tartışmalara da gerek yoktur.

İşte, “İmamoğlu içeride olacak da Öcalan dışarıda mı olacak?” Bu çok geri bir tartışmadır. Hatta bir şantaj gibidir. İkisi ayrı şeyler. İmamoğlu gerçekliği ayrı bir gerçeklik. Öcalan gerçekliği, Önder Apo gerçekliği çok ayrı bir gerçeklik. Önder Apo bir halkın lideri. Bir özgürlük önderliği. 27 yılını mutlak tecritte geçirmiş bir Önderlikten bahsediyoruz. Böyle ele almak kesinlikle yanlıştır. Kesinlikle süreci çok geriye çeken tartışmalardır. Muhalefet kanadından da bunlara karşı böyle bir tutum takınmak lazım.

Biz bu iktidar kavgasının bir tarafı olamayız, halkımız olamaz. Bizim derdimiz başka. Bizim derdimiz, yeni Türkiye’yi gerçekten demokratik ulus temelinde inşa etmek, demokratik toplumu açığa çıkarmak; iktidardan da herhangi bir nemalanmak değil. Halkımızın da böyle bir beklentisi yoktur.

AKP DE CHP DE BÜTÜNLÜK İÇİNDE DEĞİL

Biz AKP’yi bir bütünlük içinde görmüyorsak CHP’yi de öyle görmüyoruz. Onu herkes bilmeli. Çok önemli bir demokratik birikimi var CHP’nin bünyesinde. Gerçekten Türkiye demokrasisine inanan, liberal demokratlar var. Türkiye’nin belli bir standarda kavuşmasını savunan bir kesim var. Ama bir de milliyetçi, şoven, ulusalcı bir kesim de var.

Özgür Özel çizgisini bu konuda biraz daha ayrı ele alıyoruz. Evet, ayrı ele alıyoruz. O konuda en azından şimdilik görünürde böyledir. Aslında Cumhuriyet sonrası şekillenmiş klasik CHP çizgisini savunanlar, savaşın bitmesini istemeyenler. Onların içerisinde de benzer biçimde sermayedarları var, başka çıkar grupları var. Yani mevcut Türkiye’deki tablonun, milliyetçi tablonun sürmesini istiyorlar. Topluca bu şekilde yaklaşmamak gerektiğini söylüyoruz.

HER ŞEYİ DEVLETÇİ ÇÖZÜMDE ARAYAN DOGMATİKLER VAR

Biz ilişkide olduğumuz demokratik, sol, sosyalist kesimlerle imkânlar dâhilinde şu tartışmayı aslında yaptık hep. Sürecin başından beri bilgilendirmeye çalıştık. Görüşlerini almak istedik. Yine varsa eleştirileri doğrudan bize iletmelerini istedik. Mesela anlaşılmayan, anlamadıkları hususlar varsa bunları bizlerle doğrudan paylaşmalarını istedik. 

Kürt hareketi çok yönlü bir özel savaş saldırısının altındadır. Bizim dostlarımızla birlikte olmamız önemli. Biz bunu önemli görüyoruz. Biz bir çizgi sahibiyiz ve bu çizgiyi 52 yıldır sürdürüyoruz. Bu, Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin yoldaşı olmak demektir. Biz Kürdistan dağlarında da hep o çizgiyi güncelleyerek ayakta tutmak istedik. Hep o bayrağın kaldırıcılarından olduk. Elimizde hep o bayrak oldu. 

Biz sosyalist bir gücüz. Şu anda da demokratik sosyalizmi savunuyoruz. Aslında şöyle söyleyebilirim; sadece Kürdistan’daki ulusal sorun, kimlik sorunu değil, özgür yaşam, özgürlük problemine cevap arıyoruz ve bunun sosyalizmle gerçekleşebileceğine inanıyoruz. Kongremizin sloganı neydi? “İnsan olmakta ısrar, sosyalizmde ısrardır.”

Yani aslında eğer insansan, insan olarak kalacaksan sosyalist olmalısın. Bu, evrensel düzeyde bir çağrı anlamı taşıyor. O anlamıyla Türkiye sol sosyalist hareketleri Cumhuriyet’in başlangıcından günümüze kadar çok büyük bedeller verdiler. Bir sol geçmişimiz var, bir sosyalist mücadele geçmişimiz var. Bu çok saygı duyulacak, çok onurlu bir geçmiş.

Türkiye’nin en aydınlık yüzleri, en aydınlık yürekleri bu yolda kendilerini feda ettiler. Bu unutulacak bir değerler birikimi değil. Tam tersine, biz bunun bilinmesini istiyoruz. Varsa yürüdüğümüz yolda sorunlar, eksiklikler, bunları gidermek istiyoruz. Demokratik sosyalizm çıkışı bu. Ve Türkiye’de demokratik toplum ve barış çağrısı temelinde açılmak istenen yol, sosyalizm mücadelesinin, emekçilerin mücadelesinin, kadınların mücadelesinin önünü açma mücadelesi oluyor. Bu aşamaya taşımak istiyoruz. Dediğiniz gibi, bunu anlayanlar var. Bu süreci bir değişim, dönüşüm anı olarak görenler var. Gerçekten Türkiye’de, sadece Kürtlere değil, demokratik sol sosyalistlere yönelik yürütülen baskı politikalarını birlikte parçalayabiliriz diyenler var. Ama bir de dogmatik, reel sosyalizmin bakış açısıyla yaklaşan, ulus-devletçi, her şeyi devletçi çözümde arayan ve bu nedenle yargılamaya girişenler de var. Ben zamanla daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum.

SÜREÇ GELİŞME GÖSTERECEKSE MEDYA AĞZINI YIKAMALI

Medya Türkiye’de bağımsız değildir. Aslında dünyada da bağımsız medya artık yok. Bu, kapitalist sistemin işleyişiyle ilgili bir şey. Para komutan çağından geçiyoruz. Hatta Önderliğimiz “para Allah olmuş” diyor. Para, Allah olmuş yani. Türkiye’deki medya da o anlamıyla iktidarın güdümünde şekilleniyor ve o temelde yayın yapıyor.

Biz medyanın diline bakarak Türkiye’deki devlet politikalarının çıkar semalarını yapıyoruz. Çoğunun patronuyla, az önce bahsettiğimiz silah tüccarlarının patronları aynı kişiler.  Gerçekten bu süreç eğer gelişme gösterecekse medya ağzını yıkamalı. 

Doğru konuşmak, gerçeklere saygılı olmak, gerçekten toplumun, halkın, kadınların çıkarlarına göre hareket etmek lazım. Bunu çok beklemiyorum da, hani o kadarını söyleyeyim. En azından buna saygılı olacak bir düzeye gelmek lazım.

Bu “terör” kavramı, Önder Apo’ya hitapta kullanılan bu uçluklar, kesinlikle bizim kabul edebileceğimiz şeyler değil. Eğer doğru bir ilişki kurulacaksa, bu kavramlarla kurulacak. Zihniyet kavramlarla kurulur. Düşünceyi belirleyen şey kavramlardır. Hangi kavramları kullanırsan, o zihniyete sahipsin. Bizim yeni bir dile, yeni kavramlara ihtiyacımız var.

Bıraksınlar bu tekrarı. Bu kadar ezber, tekrar… Biraz yenilikçi olsunlar, biraz heyecan yaratsınlar, biraz değişsinler. Gerçekten başta medyanın değişmesi lazım. Zaman kalmadığı için kısaca bunu söyleyebilirim. Bu medya diliyle yeni Türkiye oluşamaz, yeni zihniyet oluşamaz.

ÖNDER APO, YÜRÜYÜŞÜNE DAHA YENİ BAŞLADI

Kürdistan’da yürüttüğümüz mücadelenin karakterini çok iyi anlamak lazım. Kürdistan’ın… Yani diyorsunuz ya yerelden evrenselliğe, Kürdistan nasıl bir yerelliği temsil ediyor? Bunu anlamadan aslında yarattığı etkiyi de buradaki yürütülen mücadelenin etkisini de anlamak çok mümkün değil. Bu coğrafya, bu topraklar, bu insanlar… Tarihin ilk halkı... Toplumsallık buralarda oluşmuş, bu coğrafyada oluşmuş. İnsanlık burada doğuş yapmış, insanlığın beşiği… O yüzden gerçekten burada yaşanan değişim ve dönüşüm, buradan çıkış yapan her fikrin dünyaya etkisi çok fazla oluyor.

Evet, dünyadaki diğer gelişmeler de bizi etkiliyor ama genelde Ortadoğu, özelde Mezopotamya coğrafyası insanlık açısından hep belirleyici olmuş. Şimdi böyle bir etkiyi tekrar görüyoruz ve bu Önder Apo şahsında bir yeni dünya çıkışı oluyor, özgür dünya çıkışı oluyor. Bir boyutu bu; tarihsel… Yani tarih kökenlerine gittiğimizde bunu görmek lazım.

İkincisi, modern dünya tıkanma yaşıyor. Kapitalist modernite çok ciddi bir krizin içerisinde. İnsanlık gerçekten anlam sorunu yaşıyor, anlam krizi yaşıyor. Dikkat edin, Alain Badiou Önderliğe yazdığı mektupta ne diyor? Özgürlük, adalet ve hakikat için arayışın onda yarattığı etkiyi söylüyor.

Çünkü kapitalist modernite her şeyin içini boşalttı. Maddi yapılar yığını açığa çıkardı. Her şeyden teneke sesi geliyor. Anlam kayboldu. Biraz vicdanı olan, duyarlılığı olan, biraz köklerine bağlı olan her insanda, o yüzden Önderliğin yaptığı çağrı karşılık buluyor. Çünkü insan anlamla insandır.

Ben şunu söyleyebilirim: Bu daha başlangıç. Evet, siz de dediniz “zirvesi” ama bu daha zirvesi değil. Biz daha yeni başladık. Önder Apo’nun büyük bir emekle geliştirdiği, olgunlaştırdığı bu zihniyet dünyası, özgürlük sistemi yürüyüşüne yeni başladı.

Elbette arkasında 52 yıllık bir hazırlık var. Ben bunun dünyayı değiştirecek bir güce sahip olduğunu biliyorum. Dünyayı bu fikirler değiştirecek. Bu temelde de entelektüelleri, aydınları, düşün dünyasını, sosyalistleri, demokratları heyecanlı günler bekliyor. Çok önemli bir tarihî dönemeçteyiz.